Bismillâhirrahmânirrahîm
28/KASAS-1: Tâ sîn mîm.
Tâ, Sîn, Mîm.
28/KASAS-2: Tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
Bunlar, Kitab-ı Mübîn’in (Açıklayan Kitab’ın) Âyetleri’dir.
28/KASAS-3: Netlû aleyke min nebei mûsâ ve fir’avne bil hakkı li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Musa (A.S) ve firavunun haberlerinden, mü’min bir kavim için hak ile (mutlak gerçeği/hakikatı) sana okuyacağız.
28/KASAS-4: İnne fir’avne alâ fîl ardı ve ceale ehlehâ şiyean yestad’ıfu tâifeten minhum yuzebbihu ebnâehum ve yestahyî nisâehum, innehu kâne minel mufsidîn(mufsidîne).
Firavun, gerçekten yeryüzünde (Mısır’da) hükümdardı ve halkını gruplara ayırdı. Onların bir kısmını (yahudileri korkutup sindirmekle) güçsüz bırakıyor, onların oğullarını boğazlatıyor, kızlarını (kadınlarını) canlı bırakıyordu.. Muhakkak ki o, fesat çıkaranlardandı. (Allah’a ve hükümlerine sırtını dönmüş böylelikle fesada dönmüş fasıklardandı)
Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ederlerdi/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Sebe suresi 37, Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır. Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmıştır.. Ve {bkz Kasas suresi 78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan Karun, sahibi olduğu servetin, “kendi tanrıları tarafından çok sevilip takdir gördüğü için tanrıları tarafından kendisine bahşedilmiş bir armağan olduğunu iddia ediyordu. (Böylece “Tanrı’nın en sevgili kulu” olma vasfıyla halktan vergiler isteyip halkı sömürerek servetine servet katıyordu) Ve Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleriyle buyurmaktadır. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Nuh suresi 21. ve Hûd suresi 27. ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Hz Nuh (A.S)’a ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Kasas suresi 38. ayetinde vurgulandığı gibi; Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini güneş Tanrı’sının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Yunus suresi 88} ülkenin” ileri gelenleri/elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları “tanrının evladı” fitnesi üzerinden halkı kullanıp sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78 ayetinde vurgulandığı üzere Malı ve mülkünü tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; Zuhruf suresi 53,54 ayetlerinde de aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz : Zuhruf suresi 23} Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde üstünlük ve sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58 } ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet etmişlerdir. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan, “ülkenin/şehrin mutrafileri” yani o ülkeyi Allah’ın otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin “öncelikli” uyarıldığı {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmaktadır. Aziz Allah; Kasas suresi 5~6 ayetlerinde buyurduğu gibi, kimseye mülkiyet hakkı tanımayan ve insanları kölesi görüp kendisi için çalıştırıp sömüren Firavun ve firavunla birlikte halkın üzerinden nemalanan ( Bkz;Yunus suresi 88 Vezir komutan din adamları mülk ve devlet yöneticileri vb gibi aristokrat sınıfından) Firavun yandaşlarının kurdukları sömürü düzenini yok edip yerine zayıf ve güçsüz olan halkın iktidarda olduğu “İslam yaşantı ve yönetimini” kurmak hedefini açıklamaktadır.
28/KASAS-5: Ve nurîdu en nemunne alellezînestud’ıfû fîl ardı ve nec’alehum eimmeten ve nec’alehumul vârisîn(vârisîne).
Ve oysa Biz, yeryüzünde güçsüz olanları ni’metlendirmek ve onları imamlar kılmak ve varisler yapmak istiyorduk.
28/KASAS-6: Ve numekkine lehum fîl ardı ve nuriye fir’avne ve hâmâne ve cunûdehumâ minhum mâ kânû yahzerûn(yahzerûne).
Ve onları, yeryüzünde yerleştirip, kuvvetli kılmak ve baskıları yüzünden korkup çekindikleri firavun ve yardımcısı Haman ve ordularından, aslında çekinmemeleri gerektiğini (ibret için) göstermek istedik. (çünkü Allah korkulmaya ve çekinilmeye layık olandır. La galibe İllAllah Allahtan başka galip yoktur. Yusuf 21 )
28/KASAS-7: Ve evhaynâ ilâ ummi mûsâ en erdıîh(erdıîhi), fe izâ hıfti aleyhi fe elkîhi fîl yemmi ve lâ tehâfî ve lâ tahzenî, innâ râddûhu ileyki ve câılûhu minel murselîn(murselîne).
Ve Biz Musa (A.S)’ın annesine: “Onu emzirmesini ve onu öldürmelerinden korktuğu zaman onu nehre bırakmasını vahyettik. Ve sen korkma, mahzun olma (üzülme). Muhakkak ki Biz, onu koruyup sana tekrar döndüreceğiz. Ve biz onu mürselinlerden (resûllerden) kılacağız.” dedik.
28/KASAS-8: Feltekatahû âlu fir’avne li yekûne lehum aduvven ve hazenâ(hazenen), inne fir’avne ve hâmâne ve cunûdehumâ kânû hâtıîn(hâtıîne).
Böylece firavun ailesi aslında onu, (Musa’yı) kendilerine düşman ve başlarına dert olarak bulup almıştı. Muhakkak ki firavun, Haman ve o ikisinin ordusu, kasten suç işleyenlerdi.
28/KASAS-9: Ve kâletimraetu fir’avne kurretu aynin lî ve lek(leke), lâ taktulûhu asâ en yenfeanâ ev nettehızehu veleden ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve hanımı firavuna şöyle dedi: “Bana ve sana göz aydın olsun, onu öldürmeyin belki bize faydası olur veya onu evlât ediniriz.” Ve onlar, (Allah’ın Hz Musa’yı mürselinlerden kılacağının) farkında değillerdi.
28/KASAS-10: Ve asbaha fuâdu ummi mûsâ fârigâ(fârigan), in kâdet le tubdî bihî lev lâ en rabatnâ alâ kalbihâ li tekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve Musa’nın annesi, yüreği acıyla dolup taşarak sabahı etti, öyle ki Allah’ın vaadine inananlardan olması için, kalbini güçlendirip yatıştırmasaydık, az daha saraya alınan O çocuğun, kendi evladı olduğunu açığa vuracaktı.
28/KASAS-11: Ve kâlet li uhtihî kussîhi fe besurat bihî an cunubin ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve (Musa (A.S)’ın annesi) onun ablasına: “Onu takip et.” dedi. Böylece onlar farkında değilken, böylece onu uzaktan gözetledi.
28/KASAS-12: Ve harremnâ aleyhil merâdıa min kablu fe kâlet hel edullukum alâ ehli beytin yekfulûnehu lekum ve hum lehu nâsıhûn(nâsıhûne).
Ve biz (annesine geri verilinceye kadar) Musa’ya başka süt annelerinden emmesini karar kılınca: Böylece ablası Firavun’un ailesine: “Ona kefil olacak (Onu emzirip bakımını üstlenecek) bir aileye sizi ulaştırmak için yardım edeyim mi? Ve onlar, onu (Musa bebeği) iyi yetiştirir.” dedi.
28/KASAS-13: Fe redednâhu ilâ ummihî key tekarra aynuhâ ve lâ tahzene ve li ta’leme enne va’dallâhi hakkun ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Böylece onu annesine geri verdik, gözü aydın olsun ve mahzun olmasın ve Allah’ın vaadinin hak olduğunu bilsin diye. Ve lâkin onların çoğu bilmezler.
28/KASAS-14: Ve lemmâ belega eşuddehu vestevâ âteynâhu hukmen ve ilmâ(ilmen), ve kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Ve erginlik çağına erişip kemâle erdiği zaman, ona hikmet ve ilim verdik. Ve muhsinleri, Biz işte böyle mükâfatlandırırız.
28/KASAS-15: Ve dehalel medînete alâ hîni gafletin min ehlihâ fe vecede fîhâ raculeyni yaktetilâni hâzâ min şîatihî ve hâzâ min aduvvih(aduvvihî), festegâsehullezî min şîatihî alellezî min aduvvihî, fe vekezehu mûsâ fe kadâ aleyhi kâle hâzâ min ameliş şeytân(şeytâni), innehu aduvvun mudillun mubîn(mubînun).
Ve (Hz. Musa), şehir halkı gaflette olduğu bir zamanda (kimse farkında olmadan) şehre girdi. Orada dövüşen iki adam buldu. Biri kendi soydaşlarından, diğeri onlara düşman taraftandı. (Musa (A.S)’ın) soyundan olan kişi, düşmanına karşı ondan (Hz Musa’dan) yardım istedi. Bunun üzerine Musa adamla yardım için kavga ederken onu yumrukladı ( ve kazayla öldürdü). Böylece (ölüm) kaza edildi. Musa (A.S) korku ve pişmanlıkla: “Bu şeytanın işidir. Muhakkak ki o, apaçık dalalette bırakan bir düşmandır.” dedi.
28/KASAS-16: Kâle rabbi innî zalemtu nefsî fâgfirlî fe gafera leh(lehu), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
“Rabbim, ben nefsime zulmettim, artık beni mağfiret et.” dedi. Böylece (Allah) onu mağfiret etti. Muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir.
28/KASAS-17: Kâle rabbi bimâ en’amte aleyye fe len ekûne zahîren lil mucrimîn(mucrimîne).
(Musa A.S): “Rabbim beni ni’metlendirdiğin şeyler sebebiyle, bundan sonra ben, (yahudiler gibi/ırkçılığı soydaşlığı öne alıp kendi soyumdan bile olsa) asla mücrimlere (suçlulara) arka çıkmayacağım. (diye yakardı af ve mağfiret diledi)
28/KASAS-18: Fe asbaha fîl medîneti hâifen yeterakkabu fe izellezîstensarahu bil emsi yestasrihuh(yestasrihuhu), kâle lehu mûsâ inneke le gaviyyun mubîn(mubînun).
Böylece şehirde etrafını gözleyerek sabahladı. Fakat birgün önce ondan yardım isteyen kişi tekrar Musa (As) dan yardım istediği zaman (Musa A.S) bu kez ona: “Muhakkak ki sen, apaçık azgınsın.” dedi.
28/KASAS-19: Fe lemmâ en erâde en yabtışe billezî huve aduvvun lehumâ kâle yâ mûsâ e turîdu en taktulenî kemâ katelte nefsen bil emsi in turîdu illâ en tekûne cebbâren fîl ardı ve mâ turîdu en tekûne minel muslihîn(muslihîne).
Ertesi gün (Musa) şehirde kendi soylarına düşman olanların taraftarı iki ibraninin kavga ettiğini görüp onları ayırmak için adamı hışımla yakalayınca. Adam korkuyla: “Ey Musa! Dün öldürdüğün kişi gibi beni de öldürmek mi istiyorsun? Eğer öldürmek istiyorsan, o taktirde sen sadece bir zorba olursun. Ve oysa sen yeryüzünde barışa davet edenlerden olmak istemezmisin? ” dedi.
28/KASAS-20: Ve câe raculun min aksal medîneti yes’â kâle yâ mûsâ innel melee ye’temirûne bike li yaktulûke fahruc innî leke minen nâsıhîn(nâsıhîne).
Ve o esnada şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi: “Ey Musa! (Yönetimin) ileri gelenleri (mutrafiler/mutrafi yönetimi) seni öldürme emrini vermek için konuşuyorlar. Öyleyse hemen şimdi şehirden çık. Muhakkak ki ben, yardım için sana öğüt verenlerdenim.” dedi.
28/KASAS-21: Fe harece minhâ hâifen yeterakkabu, kâle rabbi neccinî minel kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Böylece (Hz Musa AS ) oradan (şehirden) korkuyla (etrafını) gözleyerek çıktı: “Rabbim, bu zalimler kavminden beni kurtar.” diye dua etti.
28/KASAS-22: Ve lemmâ teveccehe tilkâe medyene kâle asâ rabbî en yehdiyenî sevâes sebîl(sebîli).
Ve (Musa A.S), Medyen (şehri) tarafına döndüğü zaman “Rabbimin beni sevva edilmiş yola (beni yeniden seviyelendirecek yola) hidayet etmesini umarım.” dedi.
28/KASAS-23: Ve lemmâ verede mâe medyene vecede aleyhi ummeten minen nâsi yeskûn(yeskûne), ve vecede min dûnihimumreeteyni tezûdân(tezûdâni), kâle mâ hatbukumâ, kâletâ lâ neskî hattâ yusdirar riâu ve ebûnâ şeyhun kebîr(kebîrun).
Ve Medyen suyuna vardığı zaman, orada su almakta olan bir insan topluluğu buldu ve onlardan arasında, hayvanlarını sulamaktan çekinen iki kadın gördü. Onlara: “Sizin haliniz nedir?” dedi. (O iki kadın çobanlardan çekinir halde Musa (A.S)’a ): “Çobanlar sürülerini çekmedikçe biz oraya yanlarına gidip hayvanlarımızı sulayamayız. (Yanımızda erkeğimiz olmadığı için korkuyoruz.) Ve babamız çok ihtiyar olduğu için bizimle gelemedi. dediler.
28/KASAS-24: Fe sekâ lehumâ summe tevellâ ilez zılli fe kâle rabbi innî limâ enzelte ileyye min hayrin fakîr(fakîrun).
Böylece (Musa AS) ikisinin (sürüsünü) suladı, sonra tekrar gölgeye döndü ve “Rabbim muhakkak ki bana hayır olarak indirdireceğin herşeye fakirim (muhtacım).” diye nida etti.
28/KASAS-25: Fe câethu ıhdâhumâ temşî alestihyâin, kâlet inne ebî yed’ûke li yecziyeke ecra mâ sekayte lenâ, fe lemmâ câehu ve kassa aleyhil kasasa kâle lâ tehaf, necevte minel kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
(Bunun üzerine, İki kadından biri, haya ederek (utanıp çekinerek) onun yanına geldi: “Muhakkak ki, sürümüzü sulamandan dolayı babamın bir ecirle mükâfatlandırması için seni yurdumuza/oymağımıza davet ediyoruz.” dediler. Ve ulaştıkları zaman (Musa A.S), babalarına hikâyesini anlattı. (İhtiyar adam): “Korkma! (Artık) sen, o zalimler kavminden kurtuldun.” dedi.
28/KASAS-26: Kâlet ıhdâhumâ yâ ebetiste’cirhu inne hayra meniste’certel kaviyyul emîn(emînu).
İki kızdan biri: “Ey babacığım! Onu ücretle tut. Muhakkak ki o, ücretle tuttuğun çalışanlarımızdan daha hayırlı, sağlam ve emin görünüyor.” dedi.
28/KASAS-27: Kâle innî urîdu en unkihake ihdebneteyye hâteyni alâ en te’curenî semâniye hıcec(hıcecin), fe in etmemte aşran fe min indik(indike), ve mâ urîdu en eşukka aleyk(aleyke), setecidunî in şâallâhu mines sâlihîn(sâlihîne).
(Artık çok yaşlandığı için adam Musa’ya ): “Bize ücretle sekiz yıl çalışman karşılığında, işte bu iki kızımdan birisini sana nikahlamak istiyorum. Seni mecbur etmek istemem ama eğer on yıla tamamlarsan o da senden bir lütuftur. İnşaallah beni (sözlerine sadık) salihlerden bulacaksın.” diye teklif etti.
28/KASAS-28: Kâle zâlike beynî ve beynek(beyneke), eyyemel eceleyni kadaytu fe lâ udvâne aleyy(aleyye), vallâhu alâ mâ nekûlu vekîl(vekîlun).
(Musa A.S teklifi kabul ederek): “Bu seninle benim aramdadır. (Teklif ettiğin) İki süreden hangisini kada edersem (yerine getirirsem), artık bana bir düşmanlık oluşmasın. Ve Allah, konuştuklarımıza vekildir.” dedi.
28/KASAS-29: Fe lemmâ kadâ mûsel ecele ve sâre bi ehlihî ânese min cânibit tûri nârâ(nâren), kâle li ehlihimkusû innî ânestu nâren leallî âtîkum minhâ bi haberin ev cezvetin minen nâri leallekum testalûn(testalûne).
Böylece Musa (A.S), süresini tamamladığı zaman ailesi ile (yürüyerek) yola çıktı. Tur dağı tarafında sürekli yanan sönmeyen bir ateş farketti. Ailesine: “Durup bekleyin. Gerçekten ben bir ateş gördüm. Oraya gidersem Onun ne olduğuna öğrenir, belki beraberimde getireceğim sürekli yanan ve sönmeyen ateşle biz de sürekli ısınırız.” dedi.
28/KASAS-30: Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtııl vâdil eymeni fîl buk’atil mubâreketi mineş şecerati en yâ mûsâ innî enallâhu rabbul âlemîn(âlemîne).
Böylece oraya vardığı zaman vadinin sağ tarafından, mübarek yerdeki ağacın ardından ona nida edildi: “Ey Musa! Muhakkak ki Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.”
Geçmiş devirlerde, tüm çok tanrılı inançlarda, Güneş tanrısı baş tanrı olarak kabul edilmiş ve yıldızlar, tanrının dünyayı yönetmek adına muhtelif konularda yetki vererek vekili olarak atadığı kızları veya oğulları ya da akrabaları varsayılmıştır. Bu hakikat Kuran’da, Enam suresi 75~83 ve Saffat suresi 88~98 ayetleri arasında Hz İbrahim (A.S) üzerinden ve Neml suresi 24~44 ayetleri arasında Hz Süleyman (A.S) üzerinden kıssa edilerek örneklenir. Ve Sad suresi 1~ 8 ayetleri arasında da geçmişte yaşamış kavimler üzerinden örnekler verilerek zikredilir.
Geçmiş devirlerde, İslam haricinde yaşantı sürdüren ulusların/kavimlerin tümü, yıldızların isimlerine totemleştirdikleri putlar üzerinden “Gök tanrılara” tapınırlardı. Ve tanrıların isteklerini “put hizmetkarı” anılan put sahibi kahinlerden öğrenirlerdi. Ve gök Tanrı inançlarına göre (o dönem mesafe ölçer cihazlar henüz olmadığından) gökkubbeyi dünyanın tepesinde yüksek direkler üzerinde kurulu Tanrı’ların yaşadığı düz bir katman olarak tahayyül ederlerdi. Bu yüzden göktanrı inançlarına bir reddiye olarak {bkz;Lokman suresi 10 Rad suresi 2} ayetlerinde “gökyüzünü direksiz yarattık” vurgusu yapılmıştır. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini güneş Tanrı’sının oğulları olarak niteleyip böyle bir fitne ile halkı kullanıp sömürmüşlerdir. Tarihte tüm çok tanrılı inançlara göre (Eski ahitte ve Tevratta ve İncilde de) Tanrı insana benzer ve tepsi gibi düz tahayyül ettikleri bir dünyanın üzerinde bulunan gök katında, hemen bulutların üzerindeki konutunda ikamet ederdi.Hz Musa döneminde Mısır’da; Güneş tanrısı Ra’nın oğlu olarak ilah kabul edilen firavunlar, yaşarken tanrının tek yetkilisi yani oğlu ve vekili olarak ülkeyi yönetir ve yüksek piramitler inşaa edip öldükten sonra da baba Tanrı’yla oradan irtibatlandıklarını iddia ederek halkı kandırırlardı. Nitekim Hz Musa, Firavunu ve halkını, işinde ve hükmünde ve yönetiminde asla aracı ve vekil kabul etmeyen Alemlerin Rabbi olan Allah’a iman etmeye çağırınca, Firavun Aziz Allah’ın {bkz;mearic 4 / 50.bin yılda ancak ulaşılabilen ) ahiret aleminde olduğunu henüz idrak edemediğinden ve kendi inançlarında olduğu gibi Aziz Allah’ın da dünyada bulutların hemen üzerindeki konutunda ikamet ettiği zannıyla, yardımcısı Haman’a Tanrı’yı görmek için yüksek bir kule inşaa etmesini istemiştir.{bkz; Kasas suresi 38 Mumin süresi 36} Tüm çok tanrılı aracılı şirk inançlarında olduğu gibi Ehli kitap inancına göre/Musa’nın 5 kitabı anılan eski ahit ve Tevrat ve İncilde de “İslamda ikinci Alem zikredilen” ahiret hayatı yoktur. Onların inancına göre yaratılış sadece dünyadadır. İslamda ise yeryüzü ve ahiret olmak üzere iki Alem vardır. Bu nedenle Kuran’da ahiret alemine iman etmeyen müşriklere; iki aleme kasıtla “Alemlerin Rabbi olan Allah” sık sık vurgulanmaktadır. Tahrif edilmiş Tevratta da Tanrı, insan suretindedir ve adı yahve olarak isimlendirilmiştir. Yahve mana olarak “Ben Benim” demektir. Bu yüzden yahudiler ahiret alemi olmayan ve siyonda bir dağda oturan tanrılarını “yahve” olarak adlandırırlar. Hristiyanlar ise; Eski ahit olarak anılan Tevrat’ın ilk beş kitabını imanlarının temeli kabul edip incil içine kattıkları için tanrılarını “yehova” ismiyle anarlar.Hz İsa ise; Tüm çok tanrılı inançlarda olduğu gibi sözde Baş Tanrı’nın oğlu ve yeryüzü yönetimindeki vekilidir. Kasas suresi 30. ayetinde; Tevratta İsrailoğullarının kurtarıcısı olarak bahsi edilen {Bkz: Mısırdan Çıkış bölüm 3/14} İnsansı sözde tanrıları yehova/yahve tanrısına bir reddiye olarak “Muhakkak ki Ben Alemlerin Rabbi olan Allah’ım” vurgusu yapılarak, İsrailoğullarını Firavun’un mezaliminden asıl kurtaranın, İslam dininin Allah’ı olduğu açıklanmaktadır. Çünkü; Kasas suresi 3~6 ayetleri arasında vurgulandığı üzere; Hz Musa’ya verilen yardım ve mucizeler, zulümle ezilip sindirilmekle sömürülen halkı, zalim firavunun elinden kurtarıp, ezenlerin değil bilakis ezilen halkın yönetici olduğu ve Vahid Allah’ın tevhid dini İslam’ı yaşayıp yaşatabilecekleri ortamı hazırlamak gayesindedir.
Bu amaçta önce Firavun Hz Musa aracılığıyla İslama davet edilir. Bu davet ardınca firavun ve halkın İslama icabet etmesi için, halkın önünde göstermesi koşuluyla Hz Musa’ya 9 mucize verilir. Hz. Musa’ya verilen mucizeler halkın ve firavunun da şahit tutulduğu Tevrat’ta da yazılı olan dokuz mucizedir. Bunlar Kuran’da : “Tufan, çekirge, haşere, kurbağa ve kan mucizesi (A’râf, 7/133) asanın yılana dönüşmesi, elinin beyazlaması mucizesi, (Neml, 27/12; Şuarâ, 26/32-38) asanın sihirbazların yaptıklarını yutması mucizesi (Şuarâ, 26/32-46) ve denizin yarılması mucizeleridir. (Şuarâ, 26/60-66) Kuran’da bahsedilen 9 mucize, Muktesim’lerin {muktesimler hakkında detaylı açıklama için Bkz Kasas suresi 43} bölerek değiştirdiği Tevrat / Mısırdan çıkış kitabında da, detaylı açıklanmaktadır. Muktesimler planlı bir şekilde Tevrat mısırdan çıkış kitabını bölümler haline ayırmış ve ilk bölümlerde İsrailoğullarının kurtarılmasını, Zikr’e/Kuran’a benzer bir paralelde aktarırken aralara ve devamına monte ettikleri bazı bölümlerin içeriğine müşrik inanç hükümlerini şeytani bir plan ve maharetle monte etmişlerdir. Hz Musa’ya verilen 9 mucize (Tevrat Mısırdan çıkış 25. bölüme) kadar yüzlerce ayet ile detaylandırılır. Muktesimlerin asıl niyeti, aralara sıkıştırdıkları ekleme bölümlerin içeriğine, elit hakim zümrenin çıkarlarını koruyan müşrik sömürü hükümlerini yerleştirmektir. Kuran’da Aziz Allah, insanları firavunun zulmünden kurtarmak adına ve İslam’i düzeni tesis etmeleri için tüm bu mucizeleri hiç bir karşılık beklemeden gösterdiğini ve zulüm gören İsrailoğullarını bilabedel kurtardığını defaatle açıklarken, muktesimlerin yahve isimli uydurma tanrısı, 25. bölümden sonra tahrif/montaj bölümlerde halkı kurtarmanın karşılığı olarak İsrailoğullarından bir diyet beklemektedir. İlk önce siyon dağında kendisine, altından gümüşüne billurdan kristaline muhteşem bir saray inşaa edilmesini ister. Ve 35. Bölüme kadar sarayı nasıl inşa edip nelerle donatacakları en ince ölçüsüne kadar listelenir. Ve halktan toplanan vergilerle tanrı yahvenin konutunun siyonda inşa edilip tamamlanmış olduğu 35. bölümde açıklanır. (Siyonizm terimi de kaynağını siyon dağında ikamet eden yahudilerin tanrısından alır) Sarayın tamamlanması ardınca halktan; ilk doğan insan ve hayvan sunuları, yakmalık sunu, tahıl sunusu vb gibi, Yahve adına diyet/vergileri istenerek halk sömürülmeye başlar. Şirk sömürü düzeninin muktesimleri tarafından kurgulanmış ve fitne hükümleriyle tahrif edilerek yazılmış ve günümüze kadar gelmiş olan Tevratta ve İncilde yazılı ve sabittir ki; {bkz:Levililer bölüm 1 yakmalık sunu} Yahve olarak isimlendirdikleri insana benzer tanrılarına nisbetle “Tanrı yanık iç yağı kokusunu çok sever” diyerek kurban yerlerinde halktan hayvanlarının iç yağlarını toplayarak tanrıya ‘yakmalık sunu” adı altında yağları da sunmaları istenirdi ve bu yağlar aslında kandil yakımında kullanıldığı için o dönemler çok kıymetliydi ve ticareti yapılırdı. {bkz: Enam suresi 145 bu nedenle hayvanların iç yağları yahudilere yasak edilmiştir.} Ve Enam suresi 119~148 ayetleri arasında detaylı açıklandığı üzere Müşrikler halktan topladıkları kurban sunularını, Allah emretmiş gibi topluyor ve halkı böylece Allah’ın otoritesi üzerinden sömürüyorlardı. Hem yahudilerin hem Hristiyanların müşterek imanı olan Eski Ahit’in Levililer bölümünde; müşrik inançlarda kutsal ritüellerin nasıl gerçekleştirileceğini anlatır. Levililer, 12 İsrail oymağından birisidir ve görevleri rahipliktir. Levililer bölümünde Tanrı yahveye kurban edilen Kurban sunularının nasıl yapılacağı ve tüm sunu ritüelleri detaylandırılarak defalarca tekrar edilir. Sunular, yakmalık sunu, tahıl sunusu, esenlik sunusu, günah sunusu, suç sunusu vb şeklinde sınıflandırılır. Ve Ehli kitabın müşterek inancına göre Hz Musa zamanında, “ehli kitabın sözde Tanrısı Yahve” yahudileri Firavun’un zulmünden kurtarmıştır ve bunun diyeti olarak İsrailliler arasında insan veya hayvan olsun ilk doğanların “Tanrı yahveye” ait olduğu {Musırdan çıkış bölüm 13 1~2} {Bkz: İncil sayılar 8} ayetiyle bildirilmiştir. Tabii ki insanlar kendi evlatlarını kurban vermek istemeyeceği için her yeni doğan evlat karşılığı Tanrı yahve’ye para ödemeleri gerekmektedir. Tapınakta Tanrı adına para tahsilatı görevi Levililer oymağının bireylerine verildiği için, (Bkz; Tevrat Bamidbar-Sayılar bölümü 18:15-16 ) her oğul için Levi’lilere ödenecek 5 gümüş şekellik bir fidye karşılığında çocuklarının Tanrı tarafından azat edileceği belirtilmiştir. Böylece bu diyeti ödemekle her aile evladını yahudi halkını tarih boyu sömüren Levi’lilerden geri satın almış oluyordu. Günümüzde İsrailliler arasında hala dini bir gelenek olarak sürdürülen ve din adamlarına ödenen bu diyet Tevrat’a göre 5 gümüş sikkedir. Ve bunun tam karşılığı 96 gram gümüş olarak belirlenmiştir. 96 gram gümüş ise dönemin ölçüsü olarak Bir gümüş kaşığın ağırlığıdır. “Ağızlarında gümüş kaşıkla doğanlar“ deyimi de kaynağını buradan alır. Ayrıca belirtmeliyiz ki şirk inançlarında tanrıya sunulan kurbanlar sadece ilkdoğan kurban sunularıyla kısıtlı değildir. Bu önemle; Kasas suresi 30. Ayetinde halkı sömüren tanrı yahve ile İsrailoğulları’nı bilabedel kurtardığını açıklayan Alemlerin Rabbi olan Allah’ın vurgulanması önemlidir. Müşriklerin müteşabih ayetler üzerinden çıkardığı fitnelere detaylı olarak Bkz; Muktesimler ve müteşabih fitne ayetleri
28/KASAS-31: Ve en elkı asâk(asâke), fe lemmâ reâhâ tehtezzu keennehâ cânnun vellâ mudbiren ve lem yuakkıb, yâ mûsâ akbil ve lâ tehaf, inneke minel âminîn(âminîne).
“Ve asanı at!” Bunun üzerine ( Musa asasını atınca), onun yılan gibi hareket ettiğini gördü. Korkuyla arkasına bakmadan kaçtı. “Ey Musa, (geri) dön! Ve korkma, muhakkak ki sen emniyette olanlardansın!”
28/KASAS-32: Usluk yedeke fî ceybike tahruc beydâe min gayri sû(sûin), vadmum ileyke cenâhake miner rehbi fe zânike burhânâni min rabbike ilâ fir’avne ve melâih(melâihî), innehum kânû kavmen fâsikîn(fâsikîne).
Elini koynuna sok, onu kusursuz bembeyaz olarak çıkar. Ve artık Korkularından artık sıyrıl. İşte Bu iki mucize senin Rabbinden, firavuna ve onun (kavminin) ileri gelenlerine karşı iki burhandır (Muzize delildir). Muhakkak ki onlar, fasık bir kavimdir.
28/KASAS-33: Kâle rabbi innî kateltu minhum nefsen fe ehâfu en yaktulûn(yaktulûni).
(Musa A.S): “Rabbim, ben gerçekten onlardan birisini öldürdüm. Bu sebeple beni öldürmelerinden korkuyorum.” dedi.
28/KASAS-34: Ve ahî hârûnu huve efsahu minnî lisânen fe ersilhu maiye rid’en yusaddıkunî, innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni).
Ve kardeşim Harun ki o, lisan bakımından benden daha fasihtir. Ve onu, beni tasdik edici ve yardımcı olarak benimle beraber gönder. Ben, gerçekten beni tekzip etmelerinden (yalanlamalarından) korkuyorum.
28/KASAS-35: Kâle se neşuddu adudeke bi ahîke ve nec’alu lekumâ sultânen fe lâ yasılûne ileykumâ bi âyâtinâ, entumâ ve menittebeakumel gâlibûn(gâlibûne).
(Allahû Tealâ): “Kardeşinle senin gücünü arttıracağız ve ikinizi sultan (Allah adına tebliğde yetkili) kılacağız. Ve böylece onlar, âyetlerimize (mucizelerimizin olağanüstülüğüne) ulaşamayacaklar. Siz ikiniz ve size tâbî olanlar, gâlip olacak olanlarsınız.” dendi.
28/KASAS-36: Fe lemmâ câehum mûsâ bi ayâtinâ beyyinâtin kâlû mâ hâzâ illâ sihrun mufteren ve mâ semi’nâ bi hâzâ fî âbâinel evvelîn(evvelîne).
Böylece Musa (A.S), apaçık âyetlerimizi (mucizeleri) onlara gösterdiği zaman: “Bu, uydurulmuş sihirden başka bir şey değil ve biz evvelki atalarımızdan bunu duymadık.” dediler.
28/KASAS-37: Ve kâle mûsâ rabbî a’lemu bi men câe bil hudâ min indihî ve men tekûnu lehu âkıbetud dâr(dârı), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
Ve Musa (A.S): “Rabbim, kimin kendi katından hidayet ile geldiğini ve dünya yurdunun sonucunun kimin olacağını daha iyi bilir. Muhakkak ki zalimler, felâha (kurtuluşa) ermezler.” dedi.
28/KASAS-38: Ve kâle fir’avnu yâ eyyuhel meleu mâ alimtu lekum min ilâhin gayrî, fe evkıd lî yâ hâmânu alet tîni fec’al lî sarhan leallî attaliu ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu minel kâzibîn(kâzibîne).
Ve firavun: “Ey ileri gelenler! Ben, sizin için benden başka bir ilâh bilmiyorum. Yardımcısına; Benim için ıslak toprak üzerine ateş yak tuğla pişirip hemen yüksek bir kule inşa et. Belki ben de böylece Musa’nın ilâhına o zaman muttali olurum. Ve ben, onun mutlaka yalancılardan olduğunu zannediyorum.” dedi.
28/KASAS-39: Vestekbere huve ve cunûduhu fîl ardı bi gayril hakkı ve zannû ennehum ileynâ lâ yurceûn(yurceûne).
Ve o ve onun orduları, yeryüzünde haksız yere kibirlendiler. Ve kendilerinin bize, (ahirete Allah’ın yargı makamına döndürülmeyeceklerini) rücu ettirilmeyeceklerini zannettiler.
28/KASAS-40: Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemm(yemmi), fanzur keyfe kâne âkıbetuz zâlimîn(zâlimîne).
Sonra onu ve onun ordularını, yakalayıp denize attık. Bunun üzerine zalimlerin akıbetinin nasıl olduğuna bak!
28/KASAS-41: Ve cealnâhum eimmeten yed’ûne ilen nâr(nârı), ve yevmel kıyâmeti lâ yunsarûn(yunsarûne).
Ve Biz, onları (Firavun ve yandaşlarını) ateşe davet eden imamlar (önderler) kıldık. Ve kıyâmet günü onlara yardım olunmaz.
28/KASAS-42: Ve etba’nâhum fî hâzihid dunyâ la’neh(la’neten) ve yevmel kıyâmeti hum minel makbûhîn(makbûhîne).
Ve bu dünyada arkalarından lâneti onlara ulaştırdık. Ve kıyâmet günü onlar, (Allah’ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olanlardandır.
28/KASAS-43: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe min ba’di mâ ehleknel kurûnel ûlâ besâire lin nâsi ve huden ve rahmeten leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Ve andolsun ki evvelki nesilleri helâk ettikten sonra Musa (A.S)’a, insanlar için basiretleri açılsın (kalp gözleri görmeye başlasın) ve hidayet rehberi ve rahmet olsun diye Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Umulur ki böylece onlar da, “tezekkür ederler diye”.
Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için; Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla sınanma hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi Zikir’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen tüm kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in {bkz; Râd suresi 38} dönemsel adlarıdır. Geçmişte tarih boyu {bkz; Bakara suresi 100,101} gönderilen tüm kitaplar muktesim müşrikler tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır . Muktesim, bölen, parçalayan, taksim eden demektir. Muktesimler, şirk sömürü düzeni inançlarını halka empoze etmek için; Hz Musa’ya verilmiş mucizeler gibi önceki Zikr kitaplarında da mevcut olan benzeş/müteşabih ayetlerin bir kısmını almakla hak dine benzer gösterip, akabinde İslamın muhkem hükmü sayılan “sadakaların yoksunlara verilmesi” gibi olmazsa olmaz hükümleri, “sadakaların ruhbanlığa, aracılara ve kırallığa aktarılması” gibi batıl şirk/sömürü hükümlerine dönüştürerek, tahrif ettikleri kitapla insanları Allah’ın otoritesi üzerinden aldatıp sömüren müşrik din adamlarıdır. Nitekim Ali İmran Suresi 50. ayetinde aynı fitnenin muktesim müşrikler tarafından Hz İsa döneminde de yapıldığı belirtilmekte ve Hz İsa’nın batıl ayetleri nesh etmek istediği halde büyük bir dirençle karşılaştığı açıklanmaktadır. Kuran’da muktesimler, Hicr suresinde detaylı açıklanmıştır ve 90. ayetinde çoğul haliyle muktesimler olarak kullanılmıştır. Bu nedenle Aziz Allah İslam Zikr hükümlerinin, değişmez korunmuş “ana kitap” olarak da anılan Levh-i Mahfuz’da {Büruc 21,21} saklı olduğunu ve geçmişte kitabı Tahrif edip yerine Tevrat’a kısım kısım yerleştirdikleri şirk ve sömürü sistemini ihtiva eden bölümleri/kısımları/ayetleri, Kuran ayetleriyle kaldırıp nesh ettiğini Bakara 106. ayetiyle bildirmiştir. Zikri Tilavet etmek; Geçmişte müşriklerin tali olarak bozup tahrif etmiş oldukları Zikr hükümlerini hem yaptıkları tahrifatı göstererek hem de hükmün aslını işaret ederek tali düzeltmeler yapmakla layıkı hakikat içinde kitabı okumak demektir. Kuran’da Zikr farklı konular içeriğinde Tilavet edilir. Örneğin saffat suresinde ahirete iman hususunda kitap tilavet edilirken. Nisa suresinde ise Kadınlar yetimler engelliler köleler cariyeler vb gibi konularda sosyal yaşantı üzerine tilavet edilir. Örneğin;/ Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kadınların haklarını daha önceki indirdiği kitaplarda farz kılmış olduğu halde, onlara vermediğiniz hakları ve zulüm ile zorla nikâhlamak istediğiniz aciz yetim kız çocukları hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız hususunda şimdi size Kitab’ında tilavet edilmekte olan âyetleriyle fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir. Nisa suresi 127) Tezekkür; Allah’ın eksiksiz kitabı olan Zikr/Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgiler ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakaların “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla ; Aziz Allah’ın kullarından isteklerini, menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54} parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi. Ulul’elbab; Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ayrıca; Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için bkz; Rad suresi 19~25
28/KASAS-44: Ve mâ kunte bi cânibil garbiyyi iz kadaynâ ilâ mûsel emre ve mâ kunte mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve oysa sen (Ey Muhammed)! Musa’ya emri kada ettiğimiz zaman, garb tarafında değildin. (Mısırda Onların yanında değildin) Ve sen, şahitlerden (olayı görenlerden) de değildin.
28/KASAS-45: Ve lâkinnâ enşe’nâ kurûnen fe tetâvele aleyhimul umur(umuru), ve mâ kunte sâviyen fî ehli medyene tetlû aleyhim âyâtinâ, ve lâkinnâ kunnâ mursilîn(mursilîne).
Ve lâkin ondan sonra yeryüzünde (birçok) nesiller inşa ettik. Onların ömürleri uzun oldu. Ve Sen Medyen halkı arasında olmadığın halde şimdi, (sanki onların arasında yaşamış gibi her olayı tüm detaylarıyla) ayetlerimizi onlara okuyorsun. Çünkü o haberleri sana gönderen, Biziz.
28/KASAS-46: Ve mâ kunte bi cânibit tûri iz nâdeynâ, ve lâkin rahmeten min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Ve Biz, (Hz. Musa’ya) nida ettiğimiz zaman, sen Tur Dağı’nın yanında da değildin. Fakat Rabbinden bir rahmet olarak, Resul kılınman, senden önce kendilerine bir nezir (uyarıcı, peygamber) gelmemiş olan bir kavmi inzar etmen (uyarman) içindir. Umulur ki böylece onlar da “tezekkür ederler diye”.
28/KASAS-47: Ve lev lâ en tusîbehum musîbetun bimâ kaddemet eydîhim fe yekûlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike ve nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Ve eğer seni Resul olarak göndermeseydik, yeryüzünde elleriyle takdim ettikleri amelleri sebebiyle onlara ahirette bir musîbet (azap) isabet ettiğinde: “Rabbimiz keşke bize bir resûl gönderseydin de böylece biz, Senin âyetlerine tâbî olur ve mü’minlerden olurduk.” diyeceklerdi.
28/KASAS-48: Fe lemmâ câehumul hakku min indinâ kâlû lev lâ ûtiye misle mâ ûtıye mûsâ, e ve lem yekfurû bimâ ûtiye mûsâ min kabl(kablu), kâlû sihrâni tezâher(tezâhera), ve kâlû innâ bi kullin kâfirûn(kâfirûne).
Böylece şimdi katımızdan (Hz Muhammed’e) hak (mutlak gerçek olan kitap/Zikr) geldiği halde: “Musa’ya verilenler (mucizeler) gibi ona da (mucizeler) verilseydi olmaz mıydı?” diyorlar. Musa’ya verilenleri daha önce inkâr etmediler mi? “Bunlar büyüdür deyip bu mucizeler bile sadece onların inkarını güçlendirdi. Ve muhakkak ki bile göre biz hepsini inkâr edenleriz.” dediler.
28/KASAS-49: Kul fe’tû bi kitâbin min indillâhi huve ehdâ min humâ ettebi’ hu in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
(Onlara) de ki: “Eğer siz, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) iseniz Allah’ın katından, o ikisinden (Aziz Allah’ın Hz Musa’ya indirdiği bozulmamış Zikr/Tevrat ve Bana indirilen Zikr/Kuran’dan) daha çok hidayete erdiren bir kitap getirin de, ona tâbî olayım.”
28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Buna rağmen eğer sana icabet etmezlerse, bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir hidayetçi (nebi Resul) olmaksızın kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette olan kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
28/KASAS-51: Ve lekad vassalnâ lehumul kavle leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Ve andolsun ki, tezekkür etsinler diye sözü (âyetlerimizi) ardarda onlara ulaştırdık.
28/KASAS-52: Ellezîne âteynâhumul kitâbe min kablihî hum bihî yu’minûn(yu’minûne).
Ondan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, O’na (Allah’ın indirdiği Zikr’e/Kuran’a) îmân ederler.
28/KASAS-53: Ve izâ yutlâ aleyhim kâlû âmennâ bihî innehul hakku min rabbinâ innâ kunnâ min kablihî muslimîn(muslimîne).
Ve onlara (Zikr/Kur’ân) okunduğu zaman: “O’na îmân ettik, muhakkak ki O, Rabbimizden haktır. Biz, ondan önce de muhakkak ki (Tek otorite olan Vahid ve Samed Allah’a ve hükümlerine) teslim olanlardık.” dediler.
28/KASAS-54: Ulâike yu’tevne ecrehum merreteyni bimâ saberû ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
İşte onlardır ki; onlara sabırları sebebiyle ecirleri (sevapları) iki kat verilir. Ve onlar, seyyiati (batıl şirk inançlarını) hasenat ile (Allah’ın Kuran’da gösterdiği hükmettiği şekilde) savarlar. Ve onlara verdiğimiz rızıktan infâk ederler.
28/KASAS-55: Ve izâ semiûllagve a’radû anhu, ve kâlû lenâ a’mâlunâ ve lekum a’mâlukum selâmun aleykum lâ nebtegîl câhilîn(câhilîne).
Ve onlar, boş lâf (batıl/emaniye) işittikleri zaman yüz çevirdiler ve: “Bizim amelimiz bize, sizin ameliniz sizedir. Selâm sizin üzerinize olsun. “Biz cahillerle olmak istemeyiz.” dediler.
28/KASAS-56: İnneke lâ tehdî men ahbebte ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki sen, sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin. (Resul dahi olsa aracılar veya onların dilemesi bir kişiyi hidayete ulaştırmaz) Fakat ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir. Ve çünkü O, muhtedileri (gerçekten hidayete erecek olanları/hak edenleri) daha iyi bilir.
28/KASAS-57: Ve kâlû in nettebiıl hudâ meake nutehattaf min ardınâ, e ve lem numekkin lehum haremen âminen yucbâ ileyhi semerâtu kulli şey’in rızkan min ledunnâ ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve Korkuyla; “Eğer seninle beraber hidayete tâbî olursak (Hakk dine girip Hadi Allah’ın hidayetine aracısız tabi olursak), toplulukta (maddi ve iktisadi olarak) dışlanıp yerimizden atılırız.” dediler. Geçmişte; Allah’a tabi olduktan sonra, onlara katımızdan rızık olarak her çeşit ürünü derleyip, (Mısırda yaşadıkları Firavun’un zulmünden kurtarıp sonra kurtardığımız yahudileri huzur ve bolluk içinde yaşadıkları) emin bir beldeye Biz yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bunu düşünüp idrak etmezler.
28/KASAS-58: Ve kem ehleknâ min karyetin batırat maîşetehâ, fe tilke mesâkinuhum lem tusken min ba’dihim illâ kalîlâ(kalîlen), ve kunnâ nahnul vârisîn(vârisîne).
Ve işte bunlar gibi azarak, maişetlerine şükretmeyen nice ülkeleri helâk ettik. Ve onların meskenleri, helak edilmelerinden sonra az bir kısmı hariç , tekrar iskân edilmedi (kimisi bir müddet harap kaldı ve çoğu yerde bir daha oturulumadı). Ve şimdi Bak! yeryüzünün varisleri yine Biziz.
28/KASAS-59: Ve mâ kâne rabbuke muhlikel kurâ hattâ yeb’ase fî ummihâ resûlen yetlû aleyhim âyâtinâ, ve mâ kunnâ muhlikîl kurâ illâ ve ehluhâ zâlimûn(zâlimûne).
Ve senin Rabbin, onların (müşriklerin) ülkelerinin ana şehirlerine, onlara âyetlerimizi okuyan bir resûl göndermedikçe helâk edici olmadı. Ve Biz, halkı zalim olmadıkça ülkeleri helâk edici de olmadık.
28/KASAS-60: Ve mâ ûtîtum min şey’in fe metâul hayâtid dunyâ ve zînetuhâ ve mâ indallâhi hayrun ve ebkâ, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve size verilmiş olan herşey aslında dünya hayatının meta’ıdır (malıdır) ve ziynetidir (süsüdür). Ve Allah’ın katında olanlar daha hayırlı ve daha bakîdir (kalıcıdır). Hâlâ akıl etmez misiniz?
28/KASAS-61: E fe men vaadnâhu va’den hasenen fe huve lâkîhi ke men metta’nâhu metâal hayâtid dunyâ summe huve yevmel kıyâmeti minel muhdarîn(muhdarîne).
Öyleyse cennet vaadi ile güzel vaadde bulunduğumuz ve böylece ahirette cennete kavuşan kimse ile, dünya hayatının meta’ı (malı) ile geçici metalandırdığımız, sonra da kıyâmet günü azaba tutulacak olan kimse gibi midir?
28/KASAS-62: Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu eyne şurekâiyellezîne kuntum tez’umûn(tez’umûne).
Ve o gün onlara (Allah) şöyle nida edecek: “Zanda bulunduğunuz Benim ortaklarım nerede?” diyecek.
28/KASAS-63: Kâlellezîne hakka aleyhimul kavlu rabbenâ hâulâillezîne agveynâ, agveynâhum kemâ gaveynâ, teberre’nâ ileyke mâ kânû iyyânâ ya’budûn(ya’budûne).
Üzerlerine azap sözü hak olanlar (aracılar ruhbanlar): “Rabbimiz, azdırdıklarımız işte bunlar. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Artık Onlardan (azdırdığımız halktan ) şimdi berî olduğumuzu (bu fitneyi şimdi bir daha yapmayacağımızı) Sana arz ederiz. Aslında Onlar, bize tapmıyorlardı” dediler.
28/KASAS-64: Ve kîled’û şurekâekum fe deavhum fe lem yestecîbû lehum ve reavul azâb(azâbe), lev ennehum kânû yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: “Ortaklarınızı çağırın!” (Allah’ın hükmüne ortakçı Vekil gördüğünüz/gösterdiğiniz şefaatini umduğunuz ilahlarınızı çağırın) dendi. Bunun üzerine onlar çağırdılar. Fakat onların çağrısına icabet eden (yeryüzünde tapındıkları sahte ilahlar) ortaya çıkmayınca ve böylece onlar da azabı gördüler. Keşke onlar, yeryüzünde hidayete ermiş olsalardı.
28/KASAS-65: Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu mâzâ ecebtumul murselîn(murselîne).
Ve o gün Allah, onlara nida edecek: “O zaman (hayattayken) mürsellere (resûllere), ne cevap verdiniz?” diyecek.
28/KASAS-66: Fe amiyet aleyhimul enbâu yevme izin fe hum lâ yetesâelûn(yetesâelûne).
İzin günü artık onlara haberler (şimdi size Kuran ile tebliğ edilen haber ve uyarı kapıları) kapanmıştır. Bundan sonra (ahirette hesap görüldükten sonra) artık kimseye dine icabet edip etmeyecekleri sorulmaz.
28/KASAS-67: Fe emmâ men tâbe ve âmene ve amile sâlihân fe asâ en yekûne minel muflihîn(muflihîne).
Artık şimdi yeryüzünde tövbe ettikten sonra âmenû olup, (Allah’a aracısız iman ve teslim olup) Allah’ı razı etmek için Salih ameller yapanların felâha erenlerden olması umulur.
28/KASAS-68: Ve rabbuke yahluku mâ yeşâu ve yahtâr(yahtâru), mâ kâne lehumul hıyarat(hıyaratu), subhânallâhi ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve Rabbin, dilediğini yaratır ve (Resul/nebi/hidayet edeni ve edileni ) O seçer. Ve seçim hakkı onlara (beşere) ait değildir. Allah Sübhan’dır (münezzehtir) ve (onların) şirk koştukları şeylerden (sahte ilahlardan) yücedir.
28/KASAS-69: Ve rabbuke ya’lemu mâ tukinnu sudûruhum ve mâ yu’linûn(yu’linûne).
Ve senin Rabbin, onların sinelerinde gizli olan şeyi ve alenî olan (gizlemedikleri) şeyi bilir.
28/KASAS-70: Ve huvallâhu lâ ilâhe illâ huve, lehul hamdu fîl ûlâ vel âhırati ve lehul hukmu ve ileyhi turceûn(turceûne).
Ve O Allah’tır ki; O’ndan başka İlâh yoktur. Evvelde ve ahirde (dünyada ve ahirette) hamd, (tüm övgü ve takdirler) O’na aittir. Ve hüküm, O’nundur. Ve sonunda sizler de O’nun yargı makamına döndürüleceksiniz.
28/KASAS-71: Kul e reeytum in cealallâhu aleykumul leyle sermeden ilâ yevmil kıyâmeti men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bi dıyâ’(dıyâin), e fe lâ tesme’ûn(tesme’ûne).
De ki: “Gördünüz mü (düşündünüz mü)? Eğer Allah geceyi sizin üzerinizde kıyâmet gününe kadar devamlı kılsaydı, Allah’tan başka size ışığı getirecek İlâh kimdir? Hâlâ işitmeyecek misiniz?
28/KASAS-72: Kul e reeytum in cealallâhu aleykumun nehâre sermeden ilâ yevmil kıyâmeti men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bi leylin teskunûne fîh(fîhi), e fe lâ tubsırûn(tubsırûne).
De ki: “Gördünüz mü (düşündünüz mü?) Eğer Allah, gündüzü sizin üzerinizde kıyâmete kadar devamlı kılsaydı, Allah’tan başka size, içinde sükûn bulduğunuz geceyi getirecek İlâh kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?”
28/KASAS-73: Ve min rahmetihî ceale lekumul leyle ven nehâre li teskunû fîhi ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve rahmetinden (olmak üzere) sizin için, içinde sükûn bulasınız diye ve O’nun fazlından isteyesiniz diye geceyi ve gündüzü kıldı (yarattı). Ve umulur ki siz böylece şükredersiniz.
28/KASAS-74: Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu eyne şurekâiyellezîne kuntum tez’umûn(tez’umûne).
Ve o gün (ahirette Allah) onlara şöyle nida edecek: “Zanda bulunduğunuz ortaklarım nerede?” diyecek.
28/KASAS-75: Ve neza’nâ min kulli ummetin şehîden fe kulnâ hâtû burhânekum fe alimû ennel hakka lillâhi ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Ve bu soru cevapsız kalacak, çünkü biz o sırada, her ümmetten birini şahit olarak çekip çıkarırız da, inkâr ettiklerinize dair delilinizi getirin deriz. Onlar o zaman gerçeğin Allah’a ait olduğunu bilip anlarlar ve uydurdukları ve peşine takıldıkları düzmece ilahların hepsinin de, yalan olduğunu ancak o zaman (hakikat üzerinde) kavrarlar.
28/KASAS-76: İnne kârûne kâne min kavmi mûsâ, fe begâ aleyhim, ve âteynâhu minel kunûzi mâ inne mefâtihahu le tenûu bil usbeti ulil kuvveh(kuvveti), iz kâle lehu kavmuhu lâ tefrah innallâhe lâ yuhıbbul ferihîn(ferihîne).
Karun, Musa (A.S)’ın kavmindendi. Sonra onlara karşı azdı. Ona hazineler verdik. Öyle ki gerçekten onun (mal mülk ve servetinin) anahtarlarını mutlaka kuvvetli bir topluluk zor taşıyordu. Kavmi ona “Sevinme (gururlanma), muhakkak ki Allah şımaranları (gururlananları) sevmez.” demişti.
28/KASAS-77: Vebtegı fîmâ âtâkellâhud dârel âhırete ve lâ tense nasîbekemined dunyâ ve ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke ve lâ tebgıl fesâde fîl ard(ardı), innallâhe lâ yuhıbbul mufsidîn(mufsidîne).
Ve Allah’ın sana verdiği şeylerin içinde bulunan ahiret yurdunu iste. Ve dünyadan nasibini (de) unutma. Allahû Tealâ’nın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et (kenz etmeden ihtiyaç sahibine infak et). Ve yeryüzünde fesat isteme (çıkartma). Muhakkak ki Allah, müfsidleri (fesat çıkaranları) sevmez. Dediler.
28/KASAS-78: Kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilmin indî, e ve lem ya’lem ennellâhe kad ehleke min kablihî minel kurûni men huve eşeddu minhu kuvveten ve ekseru cem’â(cem’an), ve lâ yus’elu an zunûbihimul mucrimûn(mucrimûne).
(Karun kibirlenerek): “O (servet) ancak bendeki ilim sebebiyle (*çok tanrılı inançlarım sebebiyle tanrılarım tarafından) bana verildi.” dedi. Oysa, Ondan önce, “Allah’ın ondan daha kuvvetli olan ve ondan daha çok malk mülk servet toplamış olan nesilleri (zenginleri) helâk etmiş olduğunu” bilmiyor mu? Ve (şirk batığına saplanmış) o mücrimlere (suçlulara) artık diğer günahlarından bile sorulmaz.
28/KASAS-79: Fe harece alâ kavmihî fî zînetih(zînetihî), kâlellezîne yurîdûnel hayâted dunyâ yâ leyte lenâ misle mâ ûtiye kârûnu innehu le zû hazzın azîm(azîmin).
Böylece o, ziyneti ile (büyük bir ihtişam ile) kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler imrenerek: “Keşke Karun’a verilenler kadar bizim de olsaydı. Muhakkak ki o gerçekten en büyük hazzın (tanrının sevgili kulu olma hazzının) sahibidir.” dediler.
28/KASAS-80: Ve kâlellezîne ûtûl ilme veylekum sevâbullâhi hayrun li men âmene ve amile sâlihâ(sâlihan) ve lâ yulekkâhâ illes sâbirûn(sâbirûne).
Ve ilim verilenler (Zikr/kitap verilenler İslam’a tabi olanlar): “Size yazıklar olsun! Âmenû olan ve Allah’ı razı etmek için salih amel yapanlar için Allah’ın sevabı geçici dünya servetinden çok daha hayırlıdır. Buna, sabredenlerden başkası mülâki olmaz (kavuşturulmaz).” dediler.
28/KASAS-81: Fe hasefnâ bihî ve bidârihil arda fe mâ kâne lehu min fietin yensurûnehu min dûnillâhi ve mâ kâne minel muntasırîn(muntasırîne).
Sonra, (Alem-i ibret için) onu (Karun’u) ve onun sarayını yere geçirdik. (Yerle bir ettik) Onun zaten Allah’tan başka yardım edecek bir (dost) grubu yoktu ve böylelikle yardım edilenlerden olmadı. (Kendi ilahları yardım edemedi)
28/KASAS-82: Ve asbehallezîne temennev mekânehu bil emsi yekûlûne vey keennellâhe yebsutur rızka li men yeşâu min ıbâdihî ve yakdir(yakdiru), lev lâ en mennallâhu aleynâ le hasefe binâ, vey keennehu lâ yuflihul kâfirûn(kâfirûne).
Ve dün ona imrenerek onun yerinde olmayı temenni edenler, bunun üzerine (Karun ve servetinin yok edilmesinden sonra) “Öyleyse sadece Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletiyor veya daraltıyor veya yok ediyor. Demek ki; Eğer Allah bizi iman ile ni’metlendirmiş olmasaydı, mutlaka bizi de böyle yere geçirirdi. Demek ki kâfirler, asla felâha ermez.” diyerek ibret aldılar/alırlar.
28/KASAS-83: Tilked dârul âhıretu nec’aluhâ lillezîne lâ yurîdûne uluvven fîl ardı ve lâ fesâdâ(fesâden), vel âkıbetu lil muttekîn(muttekîne).
İşte bu cennet ahiret yurdu ki onu, yeryüzünde üstün olmak ve fesat çıkarmak istemeyenlere tahsis ederiz. Akıbet (güzel sonuç) mutlaka muttekîlerindir (takva sahiplerinindir).
28/KASAS-84: Men câe bil haseneti fe lehu hayrun minhâ ve men câe bis seyyieti fe lâ yuczellezîne amilûs seyyiâti illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Kim hasenat (Allah rızası gözeterek salih amel üzerinde itaat ) ile gelirse o taktirde ona, ondan daha hayırlısı vardır. Ve kim seyyiat (batıl) ile gelirse, işte o zaman kötü amel yapanlar “yaptıklarından başkası ile cezalandırılmazlar. (yaptıklarının karşılığı olarak ceza alırlar)
28/KASAS-85: İnnellezî farada aleykel kur’âne le râdduke ilâ meâd(meâdin), kul rabbî a’lemu men câe bil hudâ ve men huve fî dalâlin mubîn(mubînin).
Muhakkak ki Kur’ân’ı sana farz kılan, elbette seni dönülecek yere (Ahirete cennet yurduna) döndürecek olandır. De ki: “Kimin hidayet ile geldiğini ve kimin apaçık dalâlette olduğunu, Rabbim daha iyi bilir.”
28/KASAS-86: Ve mâ kunte tercû en yulkâ ileykel kitâbu illâ rahmeten min rabbike fe lâ tekûnenne zahîren lil kâfirîn(kâfirîne).
Ve Rabbin tarafından bir rahmet olarak, bu kitabın sana ilka edileceğini (ulaştırılacağını) sen ümit etmezdin. Öyleyse sakın kâfirlere yardımcı olma! (tebliği yumuşatıp taviz verme)
28/KASAS-87: Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).
Ve Sana indirildikten sonra, Allah’ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. (Onlara taviz verme) Ve Rabbine davet et (Allah’a ve hükümlerine aracısız iman ve teslim olmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
28/KASAS-88: Ve lâ ted’u meallâhi ilâhen âhar(âhara), lâ ilâhe illâ hû(hûve), kullu şey’in hâlikun illâ vecheh(vechehu), lehul hukmu ve ileyhi turceûn(turceûne).
Ve Allah ile beraber başka bir İlâh’a dua etme. diyerek onları öğütle. Çünkü; O’ndan başka İlâh yoktur. O’nun Zat’ı hariç herşey helâk olucudur. Hüküm O’nundur. Ve sonunda hepiniz O’nun yargı makamına döndürüleceksiniz.