Bismillâhirrahmânirrahîm
39/ZUMER-1: Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi).
Bu Kitab’ın indirilişi, Azîz ve Hakîm olan Allah tarafındandır.
39/ZUMER-2: İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı fa’budillâhe muhlisan lehud dîn(dine).
Muhakkak ki Biz, bu Kitab’ı sana hak ile indirdik. Öyleyse dîni O’na halis kılarak (Allah’a ve kitabındaki hükümlerine karşı sorumluk alarak sadece) Allah’a kul ol!
39/ZUMER-3: E lâ lillâhid dînul hâlis(hâlisu), vellezînettehazû min dûnihî evliyâ, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilallâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn(yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr(keffârun).
Halis dîn, Allah içindir, öyle değil mi? Ve O’ndan (Allah’tan) başka dostlar edinenler: “Biz, onlara (aracıların uydurduğu düzmece sahte ilahlar için) sadece bizi Allah’a yakın bir makama yaklaştırmaları için onlara tapıyoruz.” (dediler). Muhakkak ki Allah, hakkında ihtilâf ettikleri şeyler için en doğru hükmü verendir. Çünkü Allah, hakkı yalanlayan ve inkar eden hiç kimseyi hidayete erdirmez.
39/ZUMER-4: Lev erâdallâhu en yettehıze veleden lastafâ mimmâ yahluku mâ yeşâu subhâneh(subhânehu), huvallâhul vâhıdul kahhâr(kahhâru).
Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yarattığı varlıklardan dilediği bir varlığı ancak seçerdi. (Doğurmazdı) Çünkü O, Sübhan’dır (insana benzer ulûhiyeti eksik sıfatlardan uzaktır. O insan gibi doğum ile evlatlar yapmaz birşeye ol der ve böylece onun yarattıkları onun evladı değil ancak kulu olur). O, Allah; Vahid’dir (işinde ve hükmünde ismi ve sıfatında tektir), Kahhar’dır (kahredicidir).
Tarih boyu tüm “gök tanrı inançlarında” ; Güneş tanrısı baş tanrı olarak kabul edilmiştir. Yıldızlar; Tanrının dünyayı yönetmek adına muhtelif konularda yetki vererek vekili olarak atadığı, kızları veya oğulları ya da akrabaları varsayılmıştır. Bu hakikat Kuran’da; Neml suresi 24-44 ayetleri arasında Hz Süleyman (A.S) üzerinden ve Enam suresi 75~83 ve Saffat suresi 88~98 ayetleri arasında; Hz İbrahim (A.S) üzerinden kıssa edilerek örneklenir.
İslam dini haricinde, geçmişte yaşamış ulusların tümü yıldızların isimlerine totemleştirdikleri putlar üzerinden “Gök tanrılara” tapınırlardı. Ve tanrıların isteklerini “put hizmetkarı” anılan put sahibi kahinlerden öğrenirlerdi. Ve gök tanrı inançlarına göre (o dönem mesafe ölçer cihazlar henüz olmadığından) gökkubbeyi dünyanın hemen tepesinde yüksek direkler üzerinde kurulu Tanrı’ların yaşadığı düz bir katman olarak tahayyül ederlerdi. Bu yüzden göktanrı inançlarına bir reddiye olarak {bkz;Lokman suresi 10 Rad suresi 2} ayetlerinde “gökyüzünü direksiz yarattık” vurgusu yapılmıştır.
(yaklaşık M.Ö 1500) Mısır’da; Güneş tanrısı Ra’nın oğlu olarak ilah kabul edilen firavunlar, yaşarken tanrının tek yetkilisi yani oğlu ve vekili olarak ülkeyi yönetir ve yüksek piramitler inşaa edip öldükten sonra da baba Tanrı’yla oradan irtibatlandıklarını iddia ederek halkı kandırırlardı. Nitekim Hz Musa, Firavunu ve halkını, işinde ve hükmünde ve yönetiminde asla aracı ve vekil kabul etmeyen Alemlerin Rabbi olan Allah’a iman etmeye çağırınca, Firavun Aziz Allah’ın {bkz;mearic 4 / 50.bin yılda ancak ulaşılabilen ) ahiret aleminde olduğunu henüz idrak edemediğinden ve kendi inançlarında olduğu gibi Aziz Allah’ın da dünyada bulutların hemen üzerindeki gök konutunda ikamet ettiği zannıyla, yardımcısı Haman’a Tanrı’yı görmek için yüksek bir kule inşaa etmesini istemiştir.{bkz;Mumin süresi 36}
*Kuran indiği dönemde atalarının gök Tanrı inançlarını kitaplarına uyarlamış olan Yahudi müşrikler ise kendi krallarını Tanrının oğlu ve vekili gösterip bu vasıtasıyla tanrının yeryüzünü idare ettiğini halka telkin ederek sömürürlerken; . Hristiyan müşrikler ise Hz İsa’yı diğer gök Tanrı inançlarında olduğu gibi Allah’ın oğlu ilan ederek onun üzerinden ruhbanlık/Kilise vasıtasıyla sömürü hükümleri yazarak halkı soyuyorlardı. Aynı fitne soygunu Arap müşriklerde Güneş Tanrı’sının kızları olarak andıkları Lat Menat ve Uzza üzerinden put sahibi kahinler tarafından gerçekleştiriliyordu. Tüm aracılı şirk inançları, Elit hakim zümre ve onların çıkar payandası olan ruhbanların kurguladığı ve yönettiği bir sömürü düzeni ve aldatmacasıdır. Bu aldatmacada Güneş tanrısının ailesinden olduğu varsayılan Şira ve Tarık gibi yıldızlar da; çeşitli uluslar tarafından Güneş Tanrı’sının evlatları olduğu telkin edilmiştir. Bu nedenle Kur’an’ın muhtelif ayetlerinde Zumer suresi 5. ayetinde de açıklandığı üzere Güneş’in ve ayın ve yıldızların aslında niçin yaratıldıkları ve ne işe yaradıkları aktarılmaktadır. Kuran’da bu önemli husus muhtelif ayetleriyle defaatla zikredilirken, tapındıkları güneşin {bkz; Yunus suresi 5} insanlar için bir Ziya (ışık ve aydınlık) ve Allah’a evlat nisbet ederek dolaylı yöneldikleri ay ve yıldızların sadece ışık veren cisimler olduğu defaatla vurgulanmıştır. Örneğin bir diğer ayetinde bu husus şöyle vurgulanmaktadır; “Gece ve gündüz, güneş ve ay O´nun yaratılış âyetlerindendir. Eğer Allah´a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da artık secde etmeyin. Onları (Bkz;Yunus 5 size ışık ve ısı olması için musahhar kılan) yaratan Allah´a secde edin!” Fussilet suresi 37
39/ZUMER-5: Halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), yukevvirul leyle alen nehâri ve yukevvirun nehâre alel leyli ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), e lâ huvel azîzul gaffâr(gaffâru).
(Oysa ki Allah), gökleri ve yeri bir hak ile (sınanmanız için kıyamet kopana kadar geçici) yarattı. Güneş’i ve Ay’ı da musahhar (gayesine hizmet edecek şekil ve ölçüde sizin faydanız için) yarattı. Hepsi onun belirlediği bir zamana ve ölçüye göre yörüngelerinde akar. Böylece O (Alim Allah) yeryüzünde geceyi gündüze gündüzü de geceye (böyle mükemmel bir yaratıyla) çevirir. O; Azîz (yüce ve üstün), Gaffar (çok mağfiret eden) değil midir?
39/ZUMER-6: Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum minel en’âmi semâniyete ezvâc(ezvâcin), yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di halkın fî zulumâtin selâs(selâsin), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn(tusrafûne).
Sizi ahirette tek bir nefsten halketti. Sonra ondan, (bkz: Hicr suresi 28 Rahman suresi 14 Hacc suresi 5-6-7 hiç yaşlanmayan yıpranmayan “hamein mesnun salsalin” tin/topraktan muhteva sonsuz ölümsüz bedenlerinizin aynı muhtevasından) onun zevcesini de yarattı. Ve sonra sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. {bkz: 6/2 Enam suresi 142-145} İşte bunu yaratan sizin Rabbiniz Allah’dır. Mülk, O’nundur. O’ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen (ahiret yaratılışını, ahiret sorgusunu ve ahiret îmânını size ayrıntılı âyetleriyle zikreden İslam’dan) nasıl döndürülüyorsunuz.
Üç karanlık yaratılışı; 1 “hamein mesnun salsalin tin topraktan muhteva ölümsüz ahiret bedenlerimizde ilk yaratılışımız 2. Sınanmak üzere gönderildiğimiz yeryüzünde anne karnında dünyevi yaratılışımız 3. Ölümü taktıktan sonra, “hamein mesnun salsalin” tinden/topraktan muhteva, yıpranmayan, yaşlanmayan, ölümsüz ahiret bedenlerimize tahric edilmekle üç karanlık geçişi gerçekleşir. bkz: Hicr suresi 28 Rahman suresi 14 Hacc suresi 5-6-7
Tezekkür ayetlerinde açıklandığı üzere; Aziz Allah yeryüzündeki tüm canlıları sudan yaratmıştır ve insanı da ahiret ve dünya olmak üzere iki alemde ve iki ayrı fizik beden ve yaratılışla yaratmıştır. Ve sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanı dünyada zaman içinde ve merhalelerle yaratmıştır. Tezekkür ayetlerine bkz: Nur 45/ Enbiya ,30/Nuh 14/Tegâbun 3
39/ZUMER-7: İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufr(kufra), ve in teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne), innehû alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Eğer (Allah’ın şimdi sizler için indirdiği hak vahiy/sınanma beyanlarını/hükümlerini) inkâr ederseniz, muhakkak ki Allah, sizden Gani’dir (size ihtiyacı yoktur). Ve O, kullarının kendisine küfründen razı olmaz. Ve eğer (sırat-ı müstakime/hidayete ulaşmak için size rahmet ettiği vahyi hükümlerine icabetle) şükrederseniz o zaman sizden razı olur. Ve hiçbir günahkâr, diğerinin (başkasının) günahını yüklenemez. (Sizi sömürmek için bu tür yalanlar uyduran aracılar buna malik değildir) Sonra dönüşünüz (günahlarınız üzerinde hesap vermek üzere) Rabbinizedir. Böylece yeryüzünde yapmış olduklarınızı (günah ve sevaplarınızı ve cennet veya cehennem akibetinizi) size (ancak ve sadece ahirette din hesap gününde) O haber verecek. Muhakkak ki O, sinelerde olan tüm günahları en iyi bilendir.
Hristiyan ruhbanlar İncile iman etmekle Tanrı’nın oğlu ve vekili saydıkları Hz İsa’nın insanların bütün günahlarını üstlenip onları yeryüzündeki tüm bela ve musibetlerden kurtaracağını söyleyerek insanları böyle bir fitne ile kandırdılar/Hz İsa vefat ettikten sonra Kilise ve ruhbanlık üzerinden hala kandırıyorlar. Gerek Arap gerek yahudi gerek hristiyan olsun; Şirk inançlarının hepsinde aracılar “bize tabi olanların günahları üstleniyoruz demekle daha geniş kitleleri kendi etraflarında toplayarak sömürmüşlerdir. oysa ki islamda beşer “Resul dahi olsa” bir başkasının günahını yüklenemez ve şefaat edemez ve İslamda her insan kendi amelleri üzerinde Allah’a karşı sorumlu tutulur. Bkz: Necm suresi 38 Nahl suresi 25 Fatır suresi 18 Bakara suresi 81,181, Nisa suresi 111,112 Enam suresi 120, İsra suresi 15,17 Taha suresi 100.
Bkz;Zumer suresi 43~46
39/ZUMER-8: Ve izâ messel insâne durrun deâ rabbehu munîben ileyhi summe izâ havvelehu ni’meten minhu nesiye mâ kâne yed’û ileyhi min kablu ve ceale lillâhi endâden li yudılle an sebîlih(sebîlihi), kul temetta’ bi kufrike kalîlen inneke min ashâbin nâr(nâri).
Ve insana bir zarar dokunduğu zaman, Rabbine yönelerek Ona dua eder. Sonra (Allah) ona fazlından olan bir ni’met lütfettiği zaman (bu lütufu kendi ilahına maleder ve) nankörlükle daha önceden Allah’a dua ettiğini unutur. Ve sonra da O’nun (Allah’ın) yolundan sapmak için Allah’a (aracıların düzmece ilahlarını) eşler kılar. Onlara De ki: “Küfrünüz ile şimdilik biraz daha metalanın (sınav süresince yeryüzünde bir müddet oyalanın). Muhakkakki siz, cehennem ehlindensiniz”.
39/ZUMER-9: Em men huve kânitun ânâel leyli sâciden ve kâimen yahzerul âhırete ve yercû rahmete rabbih(rabbihî), kul hel yestevîllezîne ya’lemûne vellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne), innemâ yetezekkeru ulûl elbâb(elbâbi).
Gece boyunca secde ederek ve kıyamda (ayakta) durarak kanitin olan, (Ehad Samed ve Vahid Allah’ın varlığına kalben kanaat getirmiş olan” ve bu yüzden secde ve kıyamda duran) ve (ahirete inanmayan müşriklerin aksine) ahirette sorgulanmaktan çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen mi? De ki: “(Hiç) bilenle bilmeyen bir olur mu? *Ancak ulûl’elbab tezekkür eder.”
Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla sınanma hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Ve {bkz; Beyyine suresi 3} Her dönem gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr kitabının {bkz: Rad suresi 38} dönemsel adlarıdır. Diğer kitaplar aracılar tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içeriğinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır . Tezekkür; Allah’ın eksiksiz kitabı olan Zikr/Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip, Zikr ayetlerindeki bilgiler ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakaların “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla ; Aziz Allah’ın kullarından isteklerini, menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54} parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi. Ulul’elbab; Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ayrıca; Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için bkz; Rad suresi 19~25
39/ZUMER-10: Kul yâ ıbâdıllezîne âmenûttekû rabbekum, lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(hasenetun), ve ardullâhi vâsiah(vâsiatun) innemâ yuveffas sâbirûne ecrehum bi gayri hisâb(hisâbin).
De ki: “Ey âmenû olan (Allah’a aracısız iman ve teslim olmuş) olan kullar, Rabbinize karşı takva sahibi olun! Bu dünyada O ahsen olanlar (amenü olan muttekiler) için bir güzellik vardır. Ve Allah’ın arzı geniştir. Ama (yeryüzünde) sabredenlere ecirleri (ahirette) hesapsız ödenir.”
39/ZUMER-11: Kul innî umirtu en a’budallâhe muhlisan lehud dîn(dîne).
De ki: “Muhakkak ki ben, Allah’a, dîni O’na halis kılarak kul olmakla emrolundum.”
39/ZUMER-12: Ve umirtu li en ekûne evvelel muslimîn(muslimîne).
Ve bunu yaparak islam’ın ilk (giriş) şartını yerine getirmiş o müslüman kişilerden olmakla emrolundum.
39/ZUMER-13: Kul innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).
De ki: “Muhakkak ki ben, (aksine davranarak) eğer Rabbime asi olursam, o büyük günün azabından korkarım.”
39/ZUMER-14: Kulillâhe a’budu muhlisan lehu dînî.
De ki: “Ben Allah’a, dînimi O’na halis kılarak kul olurum.”
39/ZUMER-15: Fa’budû mâ şi’tum min dûnih(dûnihi), kul innel hâsirîne ellezîne hasirû enfusehum ve ehlîhim yevmel kıyâmeh(kıyâmeti) e lâ zâlike huvel husrânul mubîn(mubînu).
Artık O’ndan (Allah’tan) başka dilediği şeylere tapanlara. De ki: “Muhakkak ki, (Allah’a sırtını dönmüş tüm asi müşrik kafirler) ailelerini hüsrana düşürdükleri gibi kıyâmet günü kendileri de hüsrana uğrayacak olanlardır.” Onların bu yaptığı apaçık bir hüsran değil mi?
39/ZUMER-16: Lehum min fevkıhim zulelun minen nâri ve min tahtihim zulel(zulelun), zâlike yuhavvifullâhu bihî ıbâdeh(ıbâdetu), yâ ıbâdi fettekûn(fettekûni).
Orada (cehennemde) Onların üstünde ve altında artık sadece ateşten gölgelikler vardır. “Ey kullarım! Öyleyse Bana karşı takva sahibi olun”. diye Allah kullarını şimdiden böyle korkutup uyarıyor.
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve işte onlar ki; taguta kul olmaktan içtinap ettiler (yeryüzünde aracıları ve aracıların sözde sahte ilahlarını ve Allah’ın otoritesine kendisini hükmüyle ortakçı gören her tür sistemden ve kişilerden kaçındılar). Çünkü böylece Allah’a yöneldiler. Onlara artık müjdeler vardır. Öyleyse o kullarımı müjdele!
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, bir sözü işittiklerinde, böylece onun ahsen olanına (Allah’tan indirilene/Zikr’e/Kuran’a ) tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır!
39/ZUMER-19: E fe men hakka aleyhi kelimetul azâb(azâbi), e fe ente tunkızu men fîn nâr(nâri).
Öyleyse bir kimse, üzerine Allah’tan azap sözünü hakettiği taktirde sen, (veya aracılar) ateşte olanı kurtarabilir misin?
39/ZUMER-20: Lâkinillezînettekav rabbehum lehum gurefun min fevkıhâ gurefun mebniyyetun tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), va’dallâh(va’dallâhi), lâ yuhlifullâhul mîâd(mîâde).
Lâkin Rab’lerine karşı takva sahibi olanlar (muttekiler) için, üst üste inşa edilmiş, altından nehirler akan köşkler (yüksek makamlar) vardır. Allah’ın vaadidir ki, Allah vaadinden dönmez.
39/ZUMER-21: E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen fe selekehu yenâbîa fîl ardı summe yuhricu bihî zer’an muhtelifen elvânuhu summe yehîcu fe terâhu musferran summe yec’aluhu hutâmâ(hutâmen), inne fî zâlike le zikrâ li ulîl elbâb(elbâbi).
(Kupkuru cansız bir yer iken) Allah’ın gökten su indirdiğini böylece o suyu, yerin altından su pınarlarına akıttığını görmedin mi? Sonra onunla (yeryüzünü canlandırarak) çeşitli renklerde ekinler çıkarır. Daha sonra onlar da kurur. Artık onu sararmış gördüğünde ardından onu kupkuru bir çöp kılar. Muhakkak ki ( cansız bir toprak iken su ile peydahlanmış olan bu (mucizevi) yaratılışta ulûl’elbab için (yoktan yaratılmış yeryüzü gibi ahiretin de yaratılmış olabileceğine delil olan) bir zikir vardır.
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur (Zikr/Kuran) üzere olur, öyle değil mi? Allah’ın zikrinden (uzaklaşmakla) kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlet içindedirler.
39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah hakk katından açıklanan hakk-i’kat’ı; biri diğerini teyid eden ve açıklayan birbiriyle uyumlu ayetler halinde, teşbihler ve kıssalarla ahenklenmiş, bir “hadis kitabı” olarak, katından lütfedilen en güzel sözlerle bölüm bölüm indirdi. Öyle ki; Bu kitabın etkisiyle Rablerine haşyet duyan kimselerin tüyleri ürperir, Sonra hem bedenleri hem kalpleri hem de gönülleri Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu (mucize) Allah’ın kuluna hidayetidir ki onunla dilediğini hak selamete ulaştırır. Allah kimi saptırırsa ona hidayet edecek yoktur.
Kuran’da hadis kelimesi ancak ve sadece, “Allah’tan bildirilen haberler” manasıyla kullanılmıştır. Ve Kur’an’ın bir diğer ismi {bkz: Zümer süresi 23} “Hadis-i Kitaben” yani “Hadis kitabı” dır. Bu nedenle “hadis” kavramı kullardan veya Nebilerden/Resullerden gelen haberler anlamında kullanılmaz.
Nebe; Kullara tebliğ edilmek üzere, Allah’tan nebilere ulaştırılan ve nebilerin de halka ulaştırdığı Vahiy haberleri demektir. Nebi kelimesi Arapça “nebe” kökünden gelir ve manası Allah’ın habercisi demektir. Kuran Ayetlerinde “nebeil azîm” (her dönem aynı ve değişmez nebi haberleri) vurgusuyla sıklıkla zikredilmekte olan, nebein kelimesinin anlamı; Nebilerin insanlara iletmek/tebliğ etmek üzere, Allah’tan vahiy ile aldıkları ve halka ilettikleri “Nebi haberleridir” Nebi haberleri yani “nebein” geçmişte yaşamış kavimlerden veya kulların başlarına akibet edilecek savaş, kıyamet, cennet cehennem veya azap haberleridir”. Nebein kelimesi de Kuran’da; halktan gelen haberler için kullanılmaz. Bilakis ancak ve sadece nebilerin halka iletmek üzere Allah’tan getirdiği haberlere denir. İnsanların (sıradan halkın) haberleri ise Kuran’da; söz, havadis, kem havadis veya emir gibi farklı Arapça fiiller ile ifade edilir.
Kuran’da Hz Muhammed nebiye gelen “nebeini” yani “Allah’ın vahiy hükmünü” duyduk diyerek etrafta yalan haberler yayarak fitne çıkaran fasıklara dikkat edilmesi ve onların getirdiği bir haberin “nebein” olup olmadığı, yani bir nebi haberi olup olmadığı hakkında mutlaka araştırma yapılması gerekliliği {bkz; Hucurat suresi 6} ayetiyle vurgulanmıştır.
Günümüzde bu kavram yanlışları, yaygın bir halde yapılıyor olsa da: “Kuran’a göre {Bkz Nisa suresi 46, Maide suresi 13} bir kelimeyi tahrif ederek başka manaya tevil etmek veya değiştirmek küfürdür”. Bu önemle; bu kavram; “Allah’ın öğrettiği tedrisattan başka manada asla kullanılmamalıdır”!
39/ZUMER-24: E fe men yettekî bi vechihî sûel azâbi yevmel kıyâme(kıyâmeti), ve kıyle liz zâlimîne zûkû mâ kuntum teksibûn(teksibûne).
O halde kıyâmet günü, onun vechini (varlığını) kötü azaptan kim koruyabilir? Ve zalimlere: “yeryüzünde kazanmış olduğunuz şeyi (günahlarınızın cezasını) burada tadın!” denir.
39/ZUMER-25: Kezzebellezîne min kablihim fe etâhumul azâbu min haysu lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Onlardan öncekiler (de) İslam’ı yalanladı da böylece azap onlara farkında olmadıkları bir yerden geldi.
39/ZUMER-26: Fe ezâkahumullâhul hızye fîl hayâtid dunyâ, ve le azâbul âhıreti ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Böylece (Lâ Galibe İllâllah”/daima galip olan) Allah, onlara dünya hayatında zilleti (horlanma ve aşağılanmayı) tattırdı. Ve ahiret azabı elbette daha büyüktür. Keşke bilmiş olsaydılar.
39/ZUMER-27: Ve lekad darebnâ lin nâsi fî hâzel kur’âni min kulli meselin leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Ve andolsun ki: Bu Kur’ân’da insanlar için bütün meselelerden örnekler verdik; Umulur ki, böylece onlar da tezekkür ederler diye,
39/ZUMER-28: Kur’ânen arabiyyen gayre zî ivecin leallehum yettekûn(yettekûne).
(Bu), çelişkisi (eğriliği, kusuru) olmayan Arapça Kur’ân’dır. Umulur ki onlar da, böylece takva sahibi olurlar. diye.
39/ZUMER-29: Daraballâhu meselen raculen fîhi şurekâu muteşâkisûne ve raculen selemen li racul(raculin), hel yesteviyâni mesel(meselen), el hamdulillâh(el hamdulillâhi), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah, şu meseleyi örnek verdi. Aralarında anlaşamayan birkaç ortağa (farklı farklı hükümleri olan bir çok tanrıya ) birden hizmet ve kulluk eden bir kişi ile tek bir adama (değişmez çelişmez hükümleri olan tek ilaha/Allah’a) teslim olan kişinin durumu bir olur mu? Oysa ki; Hamd, (tüm övgü ve takdirler) ( zaten her şeyin yaratıcısı olan) Allah’a mahsustur. Ama onların çoğu bunu bile idrak etmezler.
39/ZUMER-30: İnneke meyyitun ve innehum meyyitûn(meyyitûne).
Muhakkak ki sen de meyyitsin (ölümlüsün). Ve muhakkak ki onlar da meyyit (ölümlüler).
39/ZUMER-31: Summe innekum yevmel kıyâmeti ınde rabbikum tahtasımûn(tahtasımûne).
Sonra muhakkak ki siz, kıyâmet günü Rabbinizin huzurunda davalı ve davacı olacaksınız.
39/ZUMER-32: Fe men azlemu mimmen kezzebe alâllâhi ve kezzebe bis sıdkı iz câeh(câehu), e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).
Öyleyse Allah hakkında yalan söyleyenden ve sıdk (mutlak doğruluk/hakikat) ona getirildiği halde o hakikatı (Kuran’ı) yalanlayandan daha zalim kim vardır? O halde; Kâfirlerin yeri cehennemdir öyle değil mi?
Sıdk ; Allah’a sadakat kavramından türemiş bir kavramdır. Ve manası; “Allah’ın dediği gibi”, “Allah’ın bildirdiği gibi”, “Allah’a bağlılıkla”, söylenen doğru sözler manasında kullanılır.
Hakikat; hak-i’kat= hakk kat’ ından indirilen/bildirilen doğruluğu tartışılmaz mutlak gerçekler demektir. Kuran’ın bir diğer ismi Hakikattır. bkz hakka suresi 1,2,3/51
Allah’ın bildirdiği hakikatı kabul eden, onaylayan, söyleyen ve hali edinen kişilere ise sıddık denir.
39/ZUMER-33: Vellezî câe bis sıdkı ve saddeka bihî ulâike humul muttekûn(muttekûne).
Ve (insanlara) o dosdoğru söz/hakikat ile gelen ve onu tasdik edenler, işte onlar takva sahibidirler.
39/ZUMER-34: Lehum mâ yeşâûne inde rabbihim, zâlike cezâul muhsinîn(muhsinîne).
Onlar için diledikleri şeyler, Rab’lerinin katında onlar içindir. İşte bu, muhsinlerin mükâfatıdır.
39/ZUMER-35: Li yukeffirallâhu anhum esveellezî amilû ve yecziyehum ecrehum bi ahsenillezî kânû ya’melûn(ya’melûne).
Allah, onların yaptıkları en kötü şeyleri (günahları) dahi örter. Ve yapmış olduklarının en güzeliyle onların ecirlerini vererek, onları mükâfatlandırır.
39/ZUMER-36: E leysallâhu bi kâfin abdeh(abdehu), ve yuhavvifûneke billezîne min dûnih(dûnihî), ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah kuluna kâfi değil mi? Ve seni, O’ndan (Allah’tan) başkaları ile (aracılarla/sahte ilahlarıyla) korkutuyorlar. Allah kimi dalâlette bırakırsa, o zaman onun için bir hidayetçi yoktur.
39/ZUMER-37: Ve men yehdillâhu fe mâ lehu min mudıll(mudıllin), e leysallâhu bi azîzin zîntikâm(zîntikâmin).
Ve Allah, kimi hidayete erdirirse, o zaman onun için dalâlete düşürebilecek (kimse) yoktur. O, Allah ki; Azîz (herşeyin en üzerinde ve hiçbir varlığın gerçekleştiremeyeceği olağanüstü mucizelere ve büyük güçlere sahip ), intikam sahibi değil mi?
39/ZUMER-38: Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunnallâh(yekûlunnallâhu), kul e fe raeytum mâ ted’ûne min dûnillâhi in erâdeniyallâhu bi durrin hel hunne kâşifâtu durrihi ev erâdenî bi rahmetin hel hunne mumsikâtu rahmetih(rahmetihi), kul hasbiyallâh(hasbiyallâhu), aleyhi yetevekkelul mutevekkılûn(mutevekkılûne).
Ve eğer gerçekten onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorarsan, mutlaka: “Allah” derler. De ki: “Allah’tan başka taptıklarınızı (aracıları ve ilahlarını) gördünüz mü? Eğer Allah bana bir zarar dileseydi, O’nun zararını onlar giderebilir mi? Veya bana bir rahmet dileseydi, onun rahmetini tutabilirler mi (engelleyebilirler mi)?” De ki: “Allah bana yeter!” Tevekkül edenler (yalnız) ona tevekkül ederler (müminler yalnızca Allah’ı vekil edinir, ona dayanır güvenirler).”
39/ZUMER-39: Kul yâ kavmi’melû alâ mekânetikum innî âmil(âmilun), fe sevfe ta’lemûne.
De ki: “Ey kavmim! Bulunduğunuz mekânda (dünya/yeryüzü mekanında) elinizden geleni yapın! Muhakkak ki ben de yapacağım. Öyleyse yakında bileceksiniz.”
39/ZUMER-40: Men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve yahıllu aleyhi azâbun mukîm(mukîmun).
Kendisini rezil edecek azap, kime gelecekse (o azap Allah’tan ona mutlaka ulaşır) ve mukim (sürekli kalıcı) azap (cehennem azabı) onun üstüne iner.
39/ZUMER-41: İnnâ enzelnâ aleykel kitâbe lin nâsi bil hakkı, fe men ihtedâ fe li nefsih(nefsihi), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve mâ ente aleyhim bi vekîl(vekîlin).
Muhakkak ki Biz, sana Kitab’ı, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hüküm vermen için bir hak olarak indirdik. Artık kim hidayete ererse, kendi nefsi içindir. Ve kim dalâlette kaldıysa, o taktirde kendi aleyhine dalâlettedir. Ve sen, onların üzerine vekil değilsin.
39/ZUMER-42: Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Allah, vakti geldiğinde hükmüyle insanların ruhlarını alarak fizik ölümlerini gerçekleştirir. Ölmeyenin de uykularında ruhlarını alarak ölü gibi uyutur. Uykuları sırasında ölümlerine hükmettiği ruhları kendi kudretinde tutar, diğerlerini de belirli vâdeye kadar serbest bırakır. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.
39/ZUMER-43: Emittehazû min dûnillâhi şufeâe, kul e ve lev kânû lâ yemlikûne şey’en ve lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Yoksa onlar, Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: “Onlar bir şeye (bir yetkiye ve kudrete ) malik olmasalar ve akıl edemiyor olsalar da mı ?”
39/ZUMER-44: Kul lillâhiş şefâatu cemîâ(cemîan), lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), summe ileyhi turceûn(turceûne).
De ki: “Şefaatin hepsi sadece Allah’a mahsustur. (Aracıların ve beşerin şefaat yetkisi yoktur) Göklerin ve yerin mülkünde hüküm sadece O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.”
39/ZUMER-45: Ve izâ zukirallâhu vahdehuşmeezzet kulûbullezîne lâ yu’minûne bil âhıreh(âhıreti), ve izâ zukirellezîne min dûnihi izâ hum yestebşirûn(yestebşirûne).
Ve Allah’ın vahdaniyeti (işinde ve hükmünde ortağı olmadığı, herşeyde tek yetkili olduğu) zikredildiği zaman, ahirete îmân etmeyenlerin kalpleri nefretle ürperir. O’ndan (Allah’tan) başkası (aracıların sahte ilahları) zikredildiği zaman ise onlar sevinirler.
39/ZUMER-46: Kulillâhumme fâtıras semâvâti vel ardı âlimel gaybi veş şehâdeti ente tahkumu beyne ıbâdike fî mâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
De ki: “Allah’ım! Gökleri ve yeri yaratan, gaybı (görünmeyeni) ve görüneni bilen Sensin. Kullarının arasında, ihtilâf etmiş oldukları şeyler hakkında hüküm verecek olan da Sensin.”
39/ZUMER-47: Ve lev enne lillezîne zalemû mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bihî min sûil azâbi yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), ve bedâ lehum minallâhi mâ lem yekûnû yahtesibûn(yahtesibûne).
Ve eğer yeryüzünde olanların hepsi ve onların bir o kadarı daha o zalimlerin olsaydı, kıyâmet günü o kötü azaba karşı (kurtulmak için) onları mutlaka fidye olarak verirlerdi. Ve lâkin bugün hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından mutlaka o gün karşılarına çıkarılacaktır.
39/ZUMER-48: Ve bedâ lehum seyyiâtu mâ kesebû ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Ve kazandıkları seyyiat (itaatsızlıkla kazandıkları günahlar ve kötülükler) işte o gün onlara aşikâr olur. Ve şimdi alay etmiş oldukları şey (Kuran) işte o gün onları kuşatır.
39/ZUMER-49: Fe izâ messel insâne durrun deânâ, summe izâ havvelnâhu ni’meten minnâ kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilm(ilmin), bel hiye fitnetun ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
İnsana bir zarar dokunduğu zaman Allah’a dua eder. Sonra (zararını gidermek için) ona tarafımızdan bir ni’met gönderdiğimizde: “Bu ancak bana (tabi olduğum) ilimim/şirk inançlarım üzerine verildi.” der. (Allah’tan gelen yardımı tabi olduğu aracılık müessesesinin düzmece ilahlarına malederek İslam’dan/Ona yardım eden Allah’tan nankörlükle yüz çevirir) Hayır, bu bir imtihandır. Ve lâkin onların çoğu işte bunu bilmezler.
39/ZUMER-50: Kad kâlehellezîne min kablihim fe mâ agnâ anhum mâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Onlardan öncekiler de (nankörlükle böyle) söylemişti. Fakat (Allah’ın sıkıntılarını gidermesiyle) kazanmış oldukları geçici şeyler onlara sürekli bir fayda vermedi.
39/ZUMER-51: Fe esâbehum seyyiâtu mâ kesebû, vellezîne zalemû min hâulâi se yusîbuhum seyyiâtu mâ kesebû ve mâ hum bi mu’cizîn(bimu’cizîne).
Böylece (imtihan edilmeleri esnasında o nankörlerin Allah’tan) kazandıkları şeylerin seyyiatı (yaptıkları nankörlüğün bir karşılığı olarak çeşitli kötülükler halinde ), onlara tekrar isabet etti. Ve bunun gibi zulmetmiş olanlara, kazandıkları şeyin karşılığı daima seyyiat (kötülükler) olarak isabet edecektir. Ve onlar, (aracılar ve sahte ilahları bu cezalandırmada) Allah’ı aciz bırakabilecek (ve böylece o nankörlerden azabı önleyebilecek) güce sahip değiller.
39/ZUMER-52: E ve lem ya’lemû ennallâhe yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Ve onlar, (aracıların düzmece ilahları yerine) ancak ve sadece Allah’ın dilemesiyle kulların rızkının genişlediğini ve dilediğinin de rızkını sadece Allah’ın taktir ettiğini bilmiyorlar mı? Muhakkak ki bunda, mü’min olan kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.
39/ZUMER-53: Kul yâ ıbâdiyellezîne esrefû alâ enfusihim lâ taknetû min rahmetillâh(rahmetillâhi), innallâhe yagfiruz zunûbe cemîâ(cemîan), innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
De ki: “Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş ( sınav ömrünü şirk tağut batıl ve kibir ile israf eden) kullarım! (aracılara ve düzmece ilahlarına güvenip) sakın Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki O Allah, günahların hepsini mağfiret eder (Sadece O sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfirete tek yetkilidir), Rahîm’dir (sadece müminleri fazlı içine alıp himaye ve hidayet edendir).”
39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve daima Rabbinize yönelin! Ve size azap gelmeden önce O’na teslim olun (iradenizi sizin üzerinizde tek otorite ve yetkili olan Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.
39/ZUMER-55: Vettebiû ahsene mâ unzile ileykum min rabbikum min kabli en ye’tiyekumul azâbu bagteten ve entum lâ teş’urûn(teş’urûne).
Ve size Rabbinizden indirilmiş olan ahsen söze (Zikr/Kuran hükümlerine ) tâbî olun. Size, farkında olmadan ve ansızın azap gelmesinden önce!
39/ZUMER-56: En tekûle nefsun yâ hasretâ alâ mâ ferrattu fî cenbillâhi ve in kuntu le mines sâhirîn(sâhirîne).
“Allah’tan uzaklaşma konusunda, haddi aştığım herşeye yazıklar olsun. Ve ben mutlaka yeryüzünde bu din ile alay edenlerden olmuştum.” diyenlerden olmayın.
39/ZUMER-57: Ev tekûle lev ennallâhe hedânî le kuntu minel muttekîn(muttekîne).
Veya: “Muhakkak ki eğer Allah beni hidayete erdirseydi, ben mutlaka takva sahiplerinden olurdum.” diyenlerden olmayın. (eli kolu bağlıymış gibi takvaya sarılmadan sanki Allah onun hizmetkarıymış gibi sadece Allah’tan bir beklenti içine girip kibirle kendilerini kandıranlardan olmayın)
39/ZUMER-58: Ev tekûle hîne terel azâbe lev enne lî kerreten fe ekûne minel muhsinîn(muhsinîne).
Veya azabı gördüğünüz an: “Keşke benim bir kere daha (fırsatım) olsaydı, o zaman ben de amenü ( Allah’a ve hükümlerine iman ve teslim olmuş) muhsinlerden olurdum.” diyenlerden (olmayın).
39/ZUMER-59: Belâ kad câetke âyâtî fe kezzebte bihâ vestekberte ve kunte minel kâfirîn(kâfirîne).
Fakat o zaman Allah: “Sana âyetlerim gelmişti, o zaman onları yalanlamış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştun. (diyecektir)
39/ZUMER-60: Ve yevmel kıyâmeti terellezîne kezebû alallâhi vucûhuhum musveddeh(musveddetun), e leysefî cehenneme mesven lil mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Ve kıyâmet günü, Allah’a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerini kararmış görürsün. Kibirlenenlerin yeri cehennemde değil mi?
39/ZUMER-61: Ve yuneccîllâhullezînettekav bi mefâzetihim lâ yemessuhumus sûu ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Ve Allah, takva sahiplerini, feyz sahibi olmaları (kendilerine Allah tarafından verilen nurun ulaşması {bkz; Zümer suresi 23}) sebebiyle kurtarır. Onlara kötülük (azap) dokunmaz. Ve onlar mahzun da olmazlar.
39/ZUMER-62: Allahu hâliku kulli şey’in ve huve alâ kulli şey’in vekîl(vekîlun).
Allah, herşeyin Yaratıcısı’dır ve O, herşeye vekildir.
39/ZUMER-63: Lehu makâlîdus semâvâti vel ard(ardı), vellezîne keferû bi âyâtillâhi ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
Göklerin ve yerin hazineleri O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, işte onlar; onlar hüsranda olanlardır.
39/ZUMER-64: Kul e fe gayrallâhi te’murûnnî a’budu eyyuhel câhilûn(câhilûne).
De ki: “Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kul olmamı mı emrediyorsunuz?”
39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve andolsun ki,(Zikirde) sana ve senden öncekilere de : “Gerçekten Eğer Sen şirk koşarsan amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun.” diye vahyolundu.
39/ZUMER-66: Belillâhe fa’bud ve kun mineş şâkirîn(şâkirîne).
Öyleyse artık (aracısız) Allah’a kul ol! Ve şükredenlerden ol!
39/ZUMER-67: Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî vel ardu cemîan kabdatuhu yevmel kıyâmeti ves semâvâtu matviyyâtun bi yemînih(yemînihi), subhânehu ve te’âlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve (onlar) Allah’ın kadrini (ulûhiyetini yüceliğini ve yetkilerini) hakkıyla taktir edemediler. Kıyâmet günü yeryüzünün tamamı O’nun avucundadır (tasarrufundadır). Ve semalar, O’nun eliyle dürülmüş olacaktır. O, Sübhan’dır (yetkilerini aracılara devretmemekle uluhiyet Vasıf’larını eksiksiz kendisinde barındırandır). Ve onların şirk koştukları şeylerden yücedir.
39/ZUMER-68: Ve nufiha fîs sûri fe saıka men fîs semâvâti ve men fîl ardı illâ men şâallâh(şâallâhu), summe nufiha fîhi uhrâ fe izâhum kıyâmun yanzurûn(yanzurûne).
Ve artık o gün sur’a üfürülmüş, Allah’ın diledikleri hariç, (görevli melekler hariç) göklerde ve yerde olanlar ölmüşlerdir. Sonra ona (sur’a) bir defa daha üfürüldüğü zaman onlar ayağa kalkarak bakınırlar.
39/ZUMER-69: Ve eşrekatil ardu bi nûri rabbihâ ve vudıal kitâbu ve cîe bin nebiyyîne veş şuhedâi ve kudıye beynehum bil hakkı ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Ve Rabbinin nuru ile işte o gün (Zikir/Kuran) ile yeryüzünde tebliğ edilen ancak inanmadıkları ahiret hakikatı gözlerinde birdenbire aydınlanır. Çünkü kitapta uyarılarla kendilerine zikredilen ahiret hakikatı artık bir gerçek olarak apaçık karşılarındadır. Peygamberler ve şahitler de getirilir. Ve onların aralarında artık onlara zulmedilmeksizin hak ile hüküm verilir.
39/ZUMER-70: Ve vuffiyet kullu nefsin mâ amilet ve huve a’lemu bimâ yef’alûn(yef’alûne).
Ve her nefse (herkese) orada yaptığının karşılığı ödenir. Ve O (Allah), onların yaptıklarını çok iyi bilir.
39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
39/ZUMER-72: Kîledhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvel mutekebbirîn(mutekebbirîne).
(Onlara): “Orada ebediyyen kalmak üzere cehennemin kapılarından girin!” denildiğinde Artık kibirlenenlerin mesvası (kalacağı yer) ne kötü.
39/ZUMER-73: Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn(hâlidîne).
Rab’lerine karşı takva sahibi olanlar (bkz; meryem suresi 68~72 Araf suresi 46~52 ilk önce cehennemin Araf isimli bölümünde toplandıktan sonra) zümre zümre cennete sevkedilirler. Oraya (cennete) geldikleri zaman onun (cennetin) kapıları onlar için açılır. Ve onun bekçileri, onlara: “Selâmun aleykum, siz artık (takva sahibi olmakla) temize çıktınız (aklandınız) ve öyleyse şimdi, ebedi selâmet yurdunuz olan cennete girin” derler.
39/ZUMER-74: Ve kâlûl hamdu lillâhillezî sadakanâ va’dehu ve evresenel arda netebevveu minel cenneti haysu neşâ(neşâu), fe ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Ve cennetlikler derler ki: “Muhakkak ki Hamd,(tüm övgü ve takdirler) (yeryüzündeyken Kur’an ile verdiği) vaadine sadık olan Allah’a mahsustur. Ve (cennetteki) bu mekana bizi O varis kıldı. Cennette dilediğimiz yerde artık kalabiliyoruz.” (Salih) amel yapanların ecri (mükafatı) ne güzel.
39/ZUMER-75: Ve terel melâikete hâffîne min havlil arşı yusebbihûne bi hamdi rabbihim, ve kudıye beynehum bil hakkı ve kıylel hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve görürsün ki, arşın etrafında onu kuşatan (Bkz; Fâtır suresi 1 sadece Allah’ın hizmetinde görev yapan tüm o kanatlı) melekler, Rab’lerini hamd ile tesbih ederler. Ve cenneti hakeden müminler hakkında bugün hak ile hüküm verildi. Ve: “Âlemlerin Rabbine hamdolsun.” derler.