Bismillâhirrahmânirrahîm
12/YÛSUF-1: Elif lâm râ tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
Elif, Lâm, Râ. Bunlar, (Allah tarafından) beyan edilmiş Kitab’ın âyetleridir.
12/YÛSUF-2: İnnâ enzelnâhu kur’ânen arabiyyen le allekum ta’kılûn(ta’kılûne).
Muhakkak ki Biz, O’nu Arapça Kur’ân olarak indirdik. Böylece siz de akıl edersiniz.Diye.
12/YÛSUF-3: Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bimâ evhaynâ ileyke hâzel kur’âne ve in kunte min kablihî le minel gâfilîn(gâfilîne).
Sana vahyettiğimiz bu Kur’ân ile en güzel kıssaları sana anlatıyoruz. Ve oysa sen de, ondan önce elbette gâfillerdendin.
12/YÛSUF-4: İz kâle yûsufu li ebîhi yâ ebeti innî re eytu ehade aşere kevkeben veş şemse vel kamere re eytuhum lî sâcidîn(sâcidîne).
Yusuf (A.S), babasına şöyle demişti: “Babacığım, gerçekten ben rüyamda, güneş‘i, ay’ı ve on bir yıldızı bana secde ederlerken gördüm.”
Geçmişte tüm çok tanrılı inançlarda ruhbanların fitne telkinleriyle ; Güneş tanrısı baş tanrı varsayılmıştır ve yıldızlar ise: Baş tanrının dünyayı yönetmek üzere muhtelif konularda yetki vererek vekili olarak atadığı kızları veya oğulları ya da akrabaları varsayılmıştır. Tüm çok tanrılı inançlarda mevcut olan bu fitne düzeni; Kuran’da Enam suresi 75~83 ve Saffat suresi 88~98 ayetleriyle Hz İbrahim üzerinden örneklenir. Ve İslam haricinde geçmişte yaşamış ulusların tümü, yıldızların isimlerine totemleştirdikleri putlar üzerinden “gök tanrılara” tapınırlardı. Ve tanrıların/ilahlarının isteklerini “put hizmetkarı” anılan put sahibi kahinlerden öğrenirlerdi. Yahudi ve hristiyan müşrikler ise kendi krallarını tanrının oğlu ve vekili kabul edip bu vasıtasıyla tanrının yeryüzünü idare ettiğine inanıyorlardı. Tüm aracılı şirk inançları, {bkz; Zuhruf suresi 23,31} Kuran’da karyenin mutrafileri (kavmin ileri gelenleri zenginleri) olarak zikredilen “Elit hakim zümre ve onların çıkar payandası olan ruhbanların” kurguladığı ve yönettiği bir sömürü düzeni ve aldatmacasıdır. Bu aldatmacada “güneş tanrısının’ ailesinden olduğu varsayılan Şira ve Tarık gibi yıldızlar; Güneş tanrısının insanları gözlemlemekle görevlendirdiği ve durumlarına göre (yeterli vergiyi ödemeleri veya ödememeleri halinde) kimi zaman insanları koruduğu ya da onlara musibetler isabet ettirdiği birer gök tanrısı kabul edilmiştir.
Kuran indiği dönemde de Tanrıça şira; Ana Güneş tanrısının ailesinin bir ferdi olarak itibar görürdü ancak, güneş tanrısının (yani aracıların uydurma tanrısının) ana konularda vekili kıldığı evlatları (Yahudilerde kıralları/Hristiyanlarda Hz İsa/Araplarda Lat Menat ve Uzza) ülke yönetiminde genel yetkilere haiz iken, tanrıça şira ve tarık gibi yıldız ilahlar, bazı özel konular çerçevesinde vekaleti olan tanrıçalar olarak kabul ediliyordu.
Şira tanrıçası, (Latince Sirius) müşrik kavimlerde farklı dillerde farklı isimlerle anılmıştır. Dogonlar’da Sigi, Bambara’larda Sigo, Araplar’da Şira, Yunanlılar’da Serius, Romalılar’da Sirus, Asur-Babil dinlerinde Kak-si-si, Hititler’de Kaksidi ,Zerdüşt inancını benimsemiş olan tüm kavimlerde Tiştria, Bozolar’da Sima Galyalılar’da Sirona olarak adlandırılmıştır ve her ulusta, üzerine farklı fitne hikayeleri anlatıp methiyeler düzülmüştür. Sözde hidayete ulaştıran kısmetleri açan kabir azabını önleyen vb yetkileri olan bir vekil tanrı olarak gösterilmiştir.
Asırlar boyu tüm müşrik kavimler, aracıların farklı şekilde tasvir edip yonttukları güneş, ay, yıldızlar gibi göktanrı ilahları/putları üzerinden hükümler koyarak halkı aldatıp sömürmüşlerdir. Kuran’da bu önemli husus muhtelif ayetleriyle defaatla zikredilirken {bkz; Yunus suresi 5} tapındıkları Güneşin insanlar için bir Ziya (ısı ışık ve aydınlık) ve Allah’a evlat nisbet ederek dolaylı yöneldikleri ay ve yıldızların ise sadece ışık veren cisimler olduğu defaatla vurgulanmıştır. Örneğin bir ayetinde bu husus şöyle vurgulanmaktadır; “Gece ve gündüz, güneş ve ay Allah’ın yaratılış âlametlerindendir. Eğer Allah´a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin. Onları size ışık ve ısı olması için emrinize muhassar kılan yaratan Allah´a secde edin!” Fussilet suresi 37
Müşriklerin, vekil kıldıkları putlar muhtelif toplumlarda isim olarak değişse de daima değişik konular üzerinde vekil gördükleri “yıldız tanrılara” ibadet etmişlerdir. (Aşk tanrısı Bereket tanrısı vb gibi)
Yusuf suresi 39,40. ayetlerinde de vurgulandığı üzere, o dönem toplumunun da gök tanrılara/ilahlara yönelmekte olduğu belirtilmiş olup {bkz Yusuf suresi 21,22.} ayetlerinde, Hz Yusuf (A.S)’a, “Tek Tanrılı İslam dinini tebliğ edip öğretsin diye” Risalet görev verildiği açıklanmaktadır.
Yusuf suresi 4. ayetinde; Yusuf (A.S)’ın rüyasındaki “Güneş ay ve yıldızlar” o dönem insanlarının tapınmakta olduğu göktanrı ilahlarıdır. Ve rüyasının yorumu {Bkz: Yusuf suresi 100} ayetinde, Yusuf (A.S)’ın kendi açıklamalarıyla nakledilmektedir ki; Hz Yusuf Allah’ın ona çizdiği yol ve verdiği imkanlar ile, mutrafiler tarafından zihinlere empoze edilerek üzerinden sömürü hükümleri çıkartılmakta olan, dönemin göktanrı ilahlarını zihinlerde yerle bir edip yerine İslam dinini muzaffer kılmıştır.
Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {Bkz: Sebe suresi 37, bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır. Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi 78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve Kur’an’ın ifadesiyle: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik/mutrafi inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanan “Mekke ve Taif” eşrafından oluşan elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini sürdürebilmek adına, oluşturdukları {bkz:Alak suresi 17} “yönetim meclisi” birlikteliğinde, çeşitli tuzak ve iftiralarla topyekün Hz Muhammed (S.A.V) nebiye muhalefet ediyorlardı.
12/YÛSUF-5: Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ(keyden), inneş şeytâne lil insâni aduvvun mubîn(mubînun).
(Babası) şöyle dedi: “Ey oğulcuğum, rüyanı (üvey) kardeşlerine anlatma! O zaman (anlattığın taktirde hasetle) sana tuzak kurarlar. Muhakkak ki; şeytan, insana apaçık düşmandır.”
12/YÛSUF-6: Ve kezâlike yectebîke rabbuke ve yu allimuke min te’vîlil ehâdîsi, ve yutimmu ni’metehu aleyke ve alâ âli ya’kûbe kemâ etemmehâ alâ ebeveyke min kablu ibrâhîme ve ishâk(ishâke), inne rabbeke alîmun hakîm(hakîmun).”
Ve işte böylece, Rabbin (şimdi sana anlatılan kıssada Yusuf’u (AS) Resul seçip öğrettiği gibi) şimdi seni seçti ve hükümleri hakkında kelamın (ayetlerin) ve hadislerin (Allah’ta gelen mutlak doğru haberlerin) tevilini (doğru halini ) sana öğretecek. Yakûb (A.S) ve onun önceki yaşamış ataları olan İbrâhîm (A.S) ve İshak (A.S)’a da tamamladığı gibi, senin üzerinde de ni’metini (Zikr’i/Kuran’ı) tamamlayacak. Muhakkak ki senin Rabbin, Alîm (en iyi bilen)dir, Hakîm (hüküm veren hikmet sahibi)dir.
Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına hükümler koyan Alim ve Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla sınanma hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem gönderdiği hükümler {Bkz; Beyyine Suresi 3} aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen tüm kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla Zikr’dir. Zikir tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikrin {bkz; Rad suresi 38} dönemsel adlarıdır. Geçmişte gönderilen kitaplar {bkz; Hicr suresi 90} muktesim müşrik din adamları tarafından tahrif edilip değiştirildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır. Tarih boyunca insanları sömürmek adına; Allah’ın zikri üzerinde ayetleri eksiltip veya değiştirip batıl hükümler eklemekle çıkarılmış olan bu büyük aracılık sömürü fitnesi Âl-i İmran suresinde detaylı olarak çeşitli örnekler üzerinden açıklanırken ayrıca işaret ettiğimiz sure ve ilgili ayetlerinde konu detaylandırılmıştır. Bkz; Enam suresi 91 Araf 142~145 Bakara 38,100,101 Fussilet 40) Tezekkür; Allah’ın eksiksiz Zikri olan Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgi ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakanın “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla hüküm sahibi Hakim Allah’ın kullarından isteklerini, menfaatları uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54} parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi. Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç duymadan, Aziz Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için bkz; Rad suresi 19~25
Zikri Tilavet etmek; Geçmiş dönemlerde müşriklerin tali olarak kısım kısım bozup tahrif etmiş oldukları {bkz: Maide suresi 13} kelimeleri ve Zikr hükümlerini hem yaptıkları tahrifatı göstererek hem de hükmün aslını işaret ederek layıkı hakikat içinde tekrar okumak demektir. Kuran’da Zikr farklı konular içeriğinde Tilavet edilir. Örneğin saffat suresinde kitap, ahirete iman hususunda tilavet edilirken. Nisa suresinde ise Kadınlar yetimler engelliler köleler cariyeler vb ve sosyal yaşantı üzerine tilavet edilir. Örneğin;/ Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kadınların haklarını daha önceki indirdiği kitaplarda farz kılmış olduğu halde, onlara vermediğiniz hakları ve zulüm ile zorla nikâhlamak istediğiniz aciz yetim kız çocukları hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız hususunda şimdi size Kitab’ında (Kuran’da) tilavet edilmekte olan âyetleriyle fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir. Nisa suresi 127
Hadis; Gerek hıristiyan gerek yahudi olsun, insanları kendi tarafına çekip sömürmek gayesinde her müşrik gurup tarafından farklı kıssa edilen Yusuf (A.S) hakikatı, aşağıda devam eden ayetlerinde tilavet edilecek ve son ayetinde ise Bkz:Yusuf suresi 111 konunun niçin “hadis edildiği” bu kıssa özelinde son kez vurgulanacak.
Kuran’da hadis kelimesi ancak ve sadece, “Allah’tan bildirilen haberler” manasıyla kullanılmıştır. Ve Kur’an’ın bir diğer ismi {bkz: Zümer süresi 23} “Hadis-i Kitaben” yani “Hadis kitabı” dır. Bu nedenle “hadis” kavramı kullardan veya Nebilerden/Resullerden gelen haberler anlamında kullanılmaz.
Nebe; Kullara tebliğ edilmek üzere, Allah’tan nebilere ulaştırılan ve nebilerin de halka ulaştırdığı Vahiy haberleri demektir. Nebi kelimesi Arapça “nebe” kökünden gelir ve manası Allah’ın habercisi demektir. Kuran Ayetlerinde “nebeil azîm” (her dönem aynı ve değişmez nebi haberleri) vurgusuyla sıklıkla zikredilmekte olan, nebein kelimesinin anlamı; Nebilerin insanlara iletmek/tebliğ etmek üzere, Allah’tan vahiy ile aldıkları ve halka ilettikleri “Nebi haberleridir” Nebi haberleri yani “nebein” geçmişte yaşamış kavimlerden veya kulların başlarına akibet edilecek savaş, kıyamet, cennet cehennem veya azap haberleridir”. Nebein kelimesi de Kuran’da; halktan gelen haberler için kullanılmaz. Bilakis ancak ve sadece nebilerin halka iletmek üzere Allah’tan getirdiği haberlere denir. İnsanların (sıradan halkın) haberleri ise Kuran’da; söz, havadis, kem havadis veya emir gibi farklı Arapça fiiller ile ifade edilir.
Kuran’da Hz Muhammed nebiye gelen “nebeini” yani “Allah’ın vahiy hükmünü” duyduk diyerek etrafta yalan haberler yayarak fitne çıkaran fasıklara dikkat edilmesi ve onların getirdiği bir haberin “nebein” olup olmadığını, yani bir nebi haberi olup olmadığı hakkında mutlaka araştırma yapılması gerekliliği {bkz; Hucurat suresi 6} ayetiyle vurgulanmıştır.
Günümüzde bu kavram yanlışları, yaygın bir halde yapılıyor olsa da: “Kuran’a göre {Bkz Nisa suresi 46, Maide suresi 13} bir kelimeyi tahrif ederek başka manaya tevil etmek veya değiştirmek küfürdür”. Bu önemle; bu kavram, “Allah’ın öğrettiği tedrisattan başka manada asla kullanılmamalıdır”!
Yusuf süresi 6 ve 21 ve 111. ayetlerinde de zikredilen “hadis” kelimesi Allah’ın Resûllerine bildirdiği haberleri anlamıyla zikredilmiştir.
12/YÛSUF-7: Le kad kâne fî yûsufe ve ihvetihî âyâtun lis sâilîn(sâilîne).
Andolsun ki; soranlar için, Yusuf ve kardeşlerinde elbette âyetler (ibretler) vardır.
12/YÛSUF-8: İz kâlû le yûsufu ve ehûhu ehabbu ilâ ebînâ minnâ ve nahnu usbeh(usbehtun), inne ebânâ le fî dalâlin mubîn(mubînin).
“Yusuf ve (Yusuf’un) öz kardeşi olan, (aynı anneden olan kardeşi Bünyamin) babamıza: “Gerçekten bizden daha sevgili.” demişlerdi. Ve oysa biz bir grubuz. Muhakkak ki; babamız, gerçekten açık bir yanılgı içinde.
12/YÛSUF-9: Uktulû yûsufe evitrahûhu ardan yahlu lekum vechu ebîkum ve tekûnû min ba’dihî kavmen sâlihîn(sâlihîne).
Yusuf’u öldürün veya onu bir yere atın. Babanızın yüzü, size dost olsun (babanızın sevgisi size kalsın). Ve ondan sonra salihler topluluğu olursunuz. (diye şeytan onlara fitne vermişti)
12/YÛSUF-10: Kâle kâilun minhum lâ taktulû yûsufe ve elkûhu fî gayâbetil cubbi yel-tekithu ba’dus seyyâreti in kuntum fâilîn(fâilîne).
İçlerinden bir sözcü şöyle dedi: “Yusuf’u öldürmeyin. Bir şey yapacaksanız onu, kuyunun dibine atın. Bir yolcu kafilesi, onu bulur.” (Böylelikle ondan kurtuluruz)
12/YÛSUF-11: Kâlû yâ ebânâ mâ leke lâ te’mennâ alâ yûsufe ve innâ lehu lenâsıhûn(lenâsıhûne).
“Ey babamız! Sana ne oldu? Yusuf (konusunda) bize emniyet etmiyorsun (güvenmiyorsun). Ve muhakkak ki; biz, onun iyiliğini isteyenleriz.” dediler.
12/YÛSUF-12: Ersilhu ma anâ gaden yerta’ ve yel’ab ve innâ lehu lehâfizûn(lehâfizûne).
Yarın onu bizimle birlikte gönder. Bizimle birlikte o da bol bol yesin ve oynasın. Ve muhakkak ki; biz, onu gerçekten muhafaza edenleriz (koruyanlarız dediler).
12/YÛSUF-13: Kâle innî le yahzununî en tezhebû bihî ve ehâfu en ye’kulehuz zi’bu ve entum anhu gâfilûn(gâfilûne).
(Babası) şöyle dedi: “Onunla birlikte gitmek istemeniz muhakkak ki; gerçekten beni mahzun (duygulandırır) eder. Ve ben asıl, siz ondan gâfilken, (ilginiz onda değilken) onu bir kurdun yemesinden korkarım.” (Dedi)
12/YÛSUF-14: Kâlû le in ekelehuz zi’bu ve nahnu usbetun innâ izen lehâsirûn(lehâsirûne).
“Ve biz gerçekten kuvvetli bir topluluk iken, eğer onu bir kurt yerse, o zaman biz mutlaka hüsrana düşen kimseler oluruz.” (Merak etme) dediler.
12/YÛSUF-15: Fe lemmâ zehebû bihî ve ecmeû en yec’alûhu fî gayâbetil cubb(cubbi), ve evhaynâ ileyhi le tunebbiennehum bi emrihim hâzâ ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Böylece hep beraber, onu kuyunun dibine atmak için götürdüklerinde; Biz, ona (Yusuf’a): “Onların kurduğu bu tuzağı “senin bildiğini” onlara da mutlaka söyle diye ” vahyettik.
12/YÛSUF-16: Ve câû ebâhum işâen yebkûn(yebkûne).
Ve buna rağmen (kuyuya atıp) yatsı vakti ağlayarak babalarına geldiler.
12/YÛSUF-17: Kâlû yâ ebânâ innâ zehebnâ nestebiku ve tereknâ yûsufe inde metâınâ fe ekelehuz zi’bu, ve mâ ente bi mu’minin lenâ ve lev kunnâ sâdikîn(sâdikîne).
“Ey babamız! Biz, yarış yapmak için gitmiştik ve o esnada Yusuf’u eşyamızın yanına bırakmıştık. O zaman (o esnada) onu kurt yedi. Fakat; Biz doğru söylesek bile, sen bize inanacak değilsin.” dediler.
12/YÛSUF-18: Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib(kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe sabrun cemîl(cemîlun), vallâhul musteânu alâ mâ tesıfûn(tesıfûne).
Ve (Babalarını inandırmak için) üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini de getirdiler. (Babası şöyle) dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz böyle bir işe sevketti. Artık bundan sonrası (benim yapmam gereken şey) güzel (bir) sabırdır. Sizin anlattığınız şeye karşı istiane ( özel yardım) istenecek olan (“aracılar değil sadece”) Allah’tır.”
12/YÛSUF-19: Ve câet seyyâretun fe erselû vâridehum fe adlâ delveh(delvehu), kâle yâ buşrâ hâzâ gulâm(gulâmun), ve eserrûhu bidâah(bidâ’aten), vallâhu alîmun bi mâ ya’melûn(ya’melûne).
Ve bir yolcu kafilesi (kervan) geldi. Sonra da sucularını (kuyuya) gönderdiler. Böylece sucu kovasını kuyuya sarkıttı. “Müjde! Bu bir (erkek) çocuk.” dedi. Ve Onu (köle olarak satmak için yanlarında bir) ticaret malı olarak sakladılar. Ve Allah, yaptıklarını en iyi bilendir.
12/YÛSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdeh(ma’dûdetin), ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).
Ve onu (Yusuf’u köle pazarında), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler. ( küçük bir çocuk bizimle telef olur iyi bir ailenin yanında olsun diye merhametle düşündüler)
12/YÛSUF-21: Ve kâlellezîşterâhu min mısra limre’etihî ekrimî mesvâhu asâ en yenfeanâ ev nettehizehu veledâ(veleden), ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ardı ve li nuallimehu min te’vîlil ehâdîs(ehâdîsi), vallâhu gâlibun alâ emrihî ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemun(ya’lemune).
Mısır’da onu satın alan kişi, hanımına şöyle dedi: “Onun yerleşeceği yeri, özenle hazırla. Belki bize faydası olur veya (belki de) onu evlât ediniriz.” Ve işte böylece ona (Yusuf’a) hadîslerin tevîlini ( Allah’ın kullarına bildirdiği haberlerin mutlak hakikatını Bkz Yusuf suresi 39,40 çok tanrılı ilahlara tapmakta olan o topluma, Yusuf (A.S) risaletinde) öğretelim diye Yusuf’u yeryüzünde (böyle bir eve) yerleştirdik. Ve Allah, emrinde daima gâlip olandır. Ve lâkin (aracılara inanan) insanların çoğu bunu idrak etmezler.
12/YÛSUF-22: Ve lemmâ belega eşuddehû âteynâhu hukmen ve ilmâ(ilmen), ve kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).”
Ve O en kuvvetli çağına ulaştığı zaman ona (Yusuf’a) hüküm ve ilim (Bkz Yusuf suresi 6 Allah’ın kullarına beyanlarını/hükümlerini ihtiva eden Zikr kitabını) verdik. Muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.
12/YÛSUF-23: Ve râvedethulletî huve fî beytihâ an nefsihî ve ğallekatil ebvâbe ve kâlet heyte lek(leke), kâle ma âzallâhi innehu rabbî ahsene mesvây(mesvâye), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
(Yusuf’un) evinde kaldığı kadın, ondan murat almak istemişti. Kapıları sımsıkı kapatıp: “Hadi gel, bedenim senin için…” dedi. O (Yusuf da kadına) şöyle dedi: “Allah’a sığınırım. O benim Rabbimdir. O Benim yerleşme yerimi en güzel şekilde yaptı. (sığındığım/yerleştirildiğim eve ihanet edemem) Muhakkak ki; zalimler felâha (kurtuluşa) ermezler.” Demişti.
12/YÛSUF-24: Ve le kad hemmet bihî ve hemme bihâ, levlâ en reâ burhâne rabbih(rabbihi), kezâlike li nasrife anhus sûe vel fahşâ(fahşâe), innehu min ibâdinel muhlesîn(muhlesîne).
Ve andolsun ki; (kadın) onu arzuladı. Eğer O (Yusuf A.S) Rabbinin delilini ( Allah’ın ikazı/işaretini)görmeseydi, o (Yusuf A.S) da onu arzulamıştı. İşte böylece onu kötülükten ve fuhuştan “Biz uzaklaştırdık”. Muhakkak ki; o muhlis kullarımızdandır.
12/YÛSUF-25: Vestebekâl bâbe ve kaddet kamîsahu min duburin ve elfeyâ seyyidehâ ledel bâb(bâbi), kâlet mâ cezâu men erâde bi ehlike sûen illâ en yuscene ev azâbun elîm(elîmun).
Ve (o esnada) ikisi de kapıya koştular. (Kadın) onun gömleğini arkadan (çekerek) yırttı. Ve hemen kapının yanında onun (Yusuf’un efendisi ile) karşılaştılar. Ve (kadın Yusuf’a iftira atarak eşine) şöyle dedi: “Senin ehline (ailene) kötülük yapmak isteyen kimsenin elbette cezası zindana atılmak veya acı bir azaptan başka nedir?”
12/YÛSUF-26: Kâle hiye râvedetnî an nefsî ve şehide şâhidun min ehlihâ, in kâne kamîsuhu kudde min kubulin fe sadekat ve huve minel kâzibîn(kâzibîne).
(Yusuf şöyle) dedi: “ Asıl O beni elde etmek istedi. Onun (Evin efendisinin) ailesinden bir kişi adama akıl vererek şöyle şahitlik etti. Eğer onun gömleği önden yırtılmış ise o taktirde, eşiniz doğru söylemiştir ve o (Yusuf ) yalancılardandır.”
12/YÛSUF-27: Ve in kâne kamîsuhu kudde min duburin fe kezebet ve huve mines sâdikîn(sâdikîne).
Ve eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa, o taktirde o (eşiniz) yalan söyledi ve o (Yusuf) doğru söyleyenlerdendir.
12/YÛSUF-28: Fe lemmâ reâ kamîsahu kudde min duburin kâle innehu min keydikun(kunne), inne keydekunne azîm(azîmun).
Böylece adam onun (Yusuf’un) gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu gördüğü zaman, şöyle dedi: “Muhakkak ki bu siz kadınların tuzağıdır. Sizin tuzağınız geçekten büyüktür.”
12/YÛSUF-29: Yûsufu a’rıd an hâzâ vestagfirî li zenbik(zenbiki), inneki kunti minel hâtıîn(hâtıîne).
Yusuf, sen bundan yüz çevir. (İlgini kes Artık bu olayın peşini bırak) Ve kadın sen de günahın için Allahtan mağfiret dile. Muhakkak ki; sen, kasten günah işleyenlerden oldun.
12/YÛSUF-30: Ve kâle nisvetun fîl medînetimre’etul azîzi turâvidu fetâhâ an nefsih(nefsihî), kad şegafehâ hubbâ(hubben), innâ le nerâhâ fî dalâlin mubîn(mubînin).
Şehirdeki kadınlar: (ev sahibi olan) “Azîzin hanımı, kendi emrinde olan (kölesi) genç delikanlıyı elde etmek istiyor. Aşk onun kalbine işlemiş. Biz, gerçekten onu apaçık bir sapıklıkta görüyoruz.” dedi(ler).
12/YÛSUF-31: Fe lemmâ semiat bi mekrihinne erselet ileyhinne ve a’tedet lehunne mutteke’en ve âtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen ve kâletihruc aleyhinn(aleyhinne), fe lemmâ re’eynehû ekbernehu ve katta’ne eydiyehunne ve kulne hâşe lillâhi mâ hâzâ beşerâ(beşeren),in hâzâ illâ melekun kerîm(kerîmun).
(Azizin hanımı) Kendisini dedikodularla çekiştirdiklerini işittiği zaman, o dedikoducu kadınlara (davetçi) gönderdi. Ve onlara karşılıklı oturacakları bir yer hazırladı. Onlardan herbirine (meyve soymaları için) bir bıçak verdi. Ve sonra (Yusuf’a): “Şimdi Onların karşısına çık” dedi. Böylece kadınlar onu gördükleri zaman ona hayran kaldılar ve (şaşkınlıklarından mütevellit gafletle) ellerini kestiler. Ve: “Hâşâ! Allah için, bu (Yusuf A.S) bir beşer değil, ancak kerim (bir) melektir.” dediler.
12/YÛSUF-32: Kâlet fe zâlikunnellezî lumtunnenî fîh(fîhi), ve lekad râvedtuhu an nefsihî festa’sam(festa’same), ve lein lem yef’al mâ âmuruhu le yuscenenne ve leyekûnen mines sâgırîn(sâgırîne).
(Kadın) Şöyle dedi: “Hakkında beni kınadığınız kişi; işte bu!” Yemin ederim ki; onun nefsini elde etmek istedim (onun nefsinden murat almak istedim). Fakat o, şiddetle benden sakındı. (Reddedildiği için hırsına yenik halde konuşmasını sürdürdü) Ve şimdi eğer ona emrettiğim şeyi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve böylelikle (toplum gözünde itibar kaybedip) mutlaka küçük düşenlerden olacak. (dedi)
12/YÛSUF-33: Kâle rabbis sicnu ehabbu ileyye mimmâ yed’ûnenî ileyh(ileyhi), ve illâ tasrif annî keydehunne asbu ileyhinne ve ekun minel câhilîn(câhilîne).
(Yusuf A.S) şöyle dedi: “Rabbim, zindan bana, beni davet ettikleri şeyden (iffetsizlik ve sadakatsizlikten) daha sevimli.” Onların tuzaklarından “Sen beni uzaklaştırmazsan” onlara meylederim ve böylelikle cahillerden olurum. (diye Allah’tan yardım istedi)
12/YÛSUF-34: Festecâbe lehu rabbuhu fe sarefe anhu keydehunn(keydehunne), innehu huves semîul alîm(alîmu).
O zaman Rabbi ona icabet etti. Ve Böylece onların hilesini ondan uzaklaştırdı. Muhakkkak ki O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.
12/YÛSUF-35: Summe bedâlehum min ba’di mâ raevul âyâti le yescununnehu hattâ hîn(hînin).
Daha sonra onlar, (Yusuf’un lehine) delilleri gördükten sonra bile, belli bir süreye kadar onun zindana atılması, onlara uygun göründü.
12/YÛSUF-36: Ve dehale meahus sicne feteyân(feteyâni), kâle ehaduhumâ innî erânî a’sıru hamrâ(hamren), ve kâlel âharu innî erânî ahmilu fevka re’sî hubzen te’kulut tayru minh(minhu), nebbi’nâ bi te’vîlih(te’vîlihî), innâ nerâke minel muhsinîn(muhsinîne).
Ve aynı dönemde onunla birlikte iki genç erkek (de) zindana düşmüştü. İkisinden biri şöyle dedi: “Muhakkak ki; ben kendimi (rüyamda) üzüm sıkarken görüyorum.” Ve diğeri (de) şöyle dedi: “Gerçekten ben (de) kendimi başımın üstünde ekmek taşırken görüyorum. Kuşlar ondan yiyorlar. Bize onun (rüyalarımızın) tevîlini (yorumunu/ne anlama geldiğini ) haber ver (anlat). Muhakkak ki; biz seni muhsinlerden görüyoruz.” dediler.
12/YÛSUF-37: Kâle lâ ye’tikumâ taâmun turzekânihî illâ nebbe’tukumâ bi te’vîlihî kable en ye’tiyekumâ, zâlikumâ mimmâ allemenî rabbî, innî terektu millete kavmin lâ yu’minûne billâhi ve hum bil âhiretihum kâfirûn(kâfirûne).
Yusuf (A.S) şöyle dedi: “Sizin önünüze Allah’ın rızıklandırdığı yemek gelmeden önce, (böyle kısa bir sürede), rüyanızın hakikate tevîlini size bildirebilirim. İşte bu ilim bana, Rabbimin öğrettiklerindendir. Gerçekten ben, “Allah’a îmân etmeyen ve ahiretlerini inkâr eden bir kavmin (Bkz;39 çok tanrılı aracılı şirk) dînini terkettim.”
12/YÛSUF-38: Vetteba’tu millete âbâî ibrâhîme ve ishâka ve ya’kûb(ya’kûbe), mâ kâne lenâ en nuşrike billâhi min şey(şey’in), zâlike min fadlillâhi aleynâ ve alen nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
Ve ben, (Onların dinini terkedip) atalarım İbrâhîm (A.S), İshak (A.S) ve Yâkub (A.S)’ın dînine tâbî oldum. Bizim, Allah’a bir şey ile şirk koşmamız asla olamaz. İşte bu, Allah’ın bize ve insanlara fazlındandır. Fakat insanların çoğu, şükretmezler.
12/YÛSUF-39: Yâ sâhibeyis sicni e erbâbun muteferrikûne hayrun emillâhul vâhıdul kahhâr(kahhâru).
Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok Rab’ler mi daha hayırlı yoksa Vahid (tek) olan, ve Kahhar (kahredici, hâkim ve gâlip) olan Allah mı? dedi.
Ayetinde vurgulandığı üzere; Yusuf (A.S) dönemi yaşamış toplumda; Ana güneş Tanrı’sının evlatları sayılan ve her her iş ve oluşta farklı evladın yetkili olduğu dolayısıyla halkın medet umduğu tanrılar vardı. Savaş, bereket, aşk, kısmet, şifa vb tanrıları gibi.
12/YÛSUF-40: Mâ ta’budûne min dûnihî illâ esmâen semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min sultân(sultânin), inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), emere ellâ ta’budû illâ iyyâh(iyyâhu), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Sizin ondan (Allah’tan) başka taptıklarınız, Allah’ın kendilerine bir delil indirmediği, (varlıkları olmadığı için yetkileri de olmayan) sadece siz ve babalarınızın isim taktığı (vekil ilahlardan/putlardan) başka bir şey değildir. Hüküm ise ancak ve sadece (aracılar ve vekillere değil) Allah’a aittir. Allah Sizin “O’ndan başkasına ibadet” etmemenizi emretti. İşte bu kayyum (Kulu Allah’a aracısız borçlandıran ) dîndir. Ve lâkin (aracılara yönelen) insanların çoğu idrak etmezler.
12/YÛSUF-41: Yâ sâhıbeyis sicni emmâ ehadukumâ fe yeskî rabbehu hamrâ(hamren), ve emmel âharu fe yuslebu fe te’kulut tayru min re’sih(re’sihî), kudiyel emrullezî fîhi testeftiyân(testeftiyâni).
Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyanızın yorumuna gelince;) Bu durumda sizin ikinizden biri, bundan sonra efendisine şarap sunacak (sakiliğe devam edecek) fakat diğeri ise asılacak. Böylece kuşlar onun başından yiyecek. İkinizin de tabirini istediğiniz rüya böyle hakikat bulacak. Dedi.
12/YÛSUF-42: Ve kâle lillezî zanne ennehu nâcin minhumazkurnî inde rabbike fe ensâhuş şeytânu zikre rabbihî fe lebise fîs sicni bid’a sinîn(sinîne).
Ve ikisinden kurtulacağını bildiği (efendisine hizmet etmeye devam edeceğini söylediği) kişiye: Yanına varınca “Efendine mutlaka benden bahset” dedi. Fakat şeytan efendisine ondan (Yusuf’tan) bahsetmeyi unutturdu. Böylece (Yusuf) birkaç sene daha zindanda kaldı.
12/YÛSUF-43: Ve kâlel meliku innî erâ seb’a bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb’un icâfun ve seb’a sunbulâtin hudrin ve uhara yâbisât (yâbisâtin), yâ eyyuhel meleu eftûnî fî ru’yâye in kuntum lir ru’yâ ta’burûn(ta’burûne).
Ve bir gün Melik (efendisi) şöyle dedi: “Gerçekten ben rüyamda, yedi (adet) zayıf ineğin, yedi (adet) semiz ineği yediğini görüyorum. Ve yedi yeşil başak ve diğerlerini de kurumuş görüyorum. Ey kavmin (mutrafi) ileri gelenleri! Şâyet siz (rüya) tabir edenlerseniz, bana rüyamı yorumlayın.” Dedi.
12/YÛSUF-44: Kâlû adgâsu ahlâm(ahlâmin), ve mâ nahnu bi te’vîlil ahlâmi bi âlimîn(âlimîne).
“Karmakarışık rüyalar, biz böyle rüyaların yorumunu bilenler değiliz.” dediler.
12/YÛSUF-45: Ve kâlellezî necâ minhumâ veddekere ba’de ummetin ene unebbiukum bi te’vîlihî fe ersilûn(ersilûni).
Yusuf’un iki zindan arkadaşından kurtulmuş olanı (Yusuf’un rüyaları yorumladığını) hatırladı ve (şöyle) dedi: “Ben, kısa bir sürede onun tevîlini (rüyanızın yorumunu) size haber vereceğim. Ama şimdi hemen beni (zindana Yusuf’un yanına) gönderin.” dedi
12/YÛSUF-46: Yûsufu eyyuhes sıddîku eftinâ fî seb’ı bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb’un icâfun ve seb’ı sunbulâtin hudrin ve uhare yâbisâtin, leallî erciu ilen nâsi leallehum ya’lemûn(ya’lemûne).
(Ve o Yusuf’a varınca ) Yusuf, ey sıddîk! Yedi zayıf ineğin, yedi semiz ineği yediği ve yedi yeşil başak ile kurumuş başaklar hakkında bize yorumunu yap. (Yardımcı olursan) Böylece ben insanlara manasıyla dönerim. Böylece (seni ve rüyanın anlamını) onlar da öğrenirler. dedi
12/YÛSUF-47: Kâle tezreûne seb’a sinîne de’ebâ(de’eben), fe mâ hasadtum fe zerûhu fî sunbulihî illâ kalîlen mimmâ te’kulûn(te’kulûne).
(Yusuf )rüyayı hakikate şöyle tevil etti; “Yedi yıl eskisi gibi ekin ekmeye devam edin. Böylece yediğiniz ekinlerden az bir kısmı hariç, hasat ettiklerinizi başağında bırakın.” dedi.
12/YÛSUF-48: Summe ye’tî min ba’di zâlike seb’un şidâdun ye’kulne mâ kaddemtum lehunne illâ kalîlen mimmâ tuhsinûn(tuhsinûne).
Sonra bunun arkasından yedi kurak sene gelecek, bunlar kıtlık yılı olacak. Saklayacağınız bir miktar tohumluk hariç, bu yıllarda önceki biriktirdiklerinizi yiyip bitireceksiniz.’ dedi.
12/YÛSUF-49: Summe ye’tî min ba’di zâlike âmun fîhi yugâsun nâsu ve fîhi ya’sırûn(ya’sırûne).
Bundan sonraki yıl, içinde insanlara bol mahsûl olan bir yıl gelecek ve o yıl da meyvelerin suyunu sıkacaklar.
12/YÛSUF-50: Ve kâlel meliku’tûnî bih(bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm(alîmun).
Ve bunları duyunca Melik: “Onu (Yusuf’u) bana getirin.” dedi. Ulak Yusuf’a gidince Yusuf (A.S): “Efendine dön ve (bana bakarken şaşkınlıkla) ellerini kesen o kadınların hali (orada olmalarının maksadı) neydi? Efendine sor.” dedi. Muhakkak ki; Benim Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.
12/YÛSUF-51: Kâle mâ hatbukunne iz râvedtunne yûsufe an nefsih(nefsihî), kulne hâşe lillâhi mâ alimnâ aleyhi min sû’(sûin), kâletimre’etul azîzil âne hashasal hakku ene râvedtuhu an nefsihî ve innehu le mines sâdikîn(sâdikîne).
(Bunun üzerine Melik kadınlara sordu ): “Yusuf’u elde etmek (görmek seyretmek) istediğiniz zaman konuştuğunuz konu neydi?” diye sordu. Onlar (kadınlar) şöyle dediler: “Hâşâ, Allah için ondan bir kötülük görmedik.” Azîzin karısı da: “Şimdi hak (gizli iken madem) ortaya çıktı. Ben, onun nefsinden murat almak istemiştim. diye hakikatı itiraf etti. Muhakkak ki; o Yusuf sadıklardandır.” dedi.
12/YÛSUF-52: Zâlike li ya’leme ennî lem ehunhu bil gaybi ve ennallâhe lâ yehdî keydel hâinîn(hâinîne).
(Bunun üzerine Yusuf aracıya dedi ki) “İşte bu, benim yaptığım (geçmişte suçlanmış olduğum konuyu tekrar kadınlara sordurmuş olmam) gıyabında (yokluğunda) ona (beni evine alan Aziz’e/ efendime) ihanet etmediğimi ve Allah’ın, ihanet edenlerin hilesini asla başarıya ulaştırmadığını bilmeleri içindir.” (Herkesin masum olduğumu bilmesi içindir)
12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, (kendi kendime) nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin rahmetiyle koruduğu (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (sadece müminlere yardım himaye ve hidayet edendir).
12/YÛSUF-54: Ve kâlel meliku’tûnî bihî estahlishu li nefsî, fe lemmâ kellemehu kâle innekel yevme ledeynâ mekînun emîn(emînun).
Ve (Bunun üzerine) melik şöyle dedi: “Onu (Yusuf’u) bana getirin! (güvenilir dürüst olduğu için) Onu kendime idareci/yardımcı seçtim.” Onunla (Yusuf’la) konuşunca: “Muhakkak ki; sen, bugünden sonra bizim yanımızda artık (emin) güvenilir bir mevki sahibisin” dedi.
12/YÛSUF-55: Kâlec’alnî alâ hazâinil ard(ardı), innî hafîzun alîm(alîmun).
(Yusuf A.S): “ Beni bu yerin hazineleri üzerine sorumlu kıl! Muhakkak ki; ben bu işleri iyi yürütür ve korurum.” Demişti.
12/YÛSUF-56: Ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ard(ardı), yetebevveu minhâ haysu yeşâ’(yeşâu), nusîbu bi rahmetinâ men neşâu ve lâ nudîu ecrel muhsinîn(muhsinîne).
Ve işte böylece Yusuf (A.S)’ı yeryüzüne yerleştirdik (onu böyle vesilelerle yeryüzünde mevki sahibi yaptık). Onun (Allah’ın ), dilediği yerine (o coğrafyaya yönetici olarak) yerleşti. Dilediğimiz kimseye rahmetimizi işte böyle göndeririz. Ve muhsinlerin ecrini (mükâfatını) asla zayi etmeyiz.
12/YÛSUF-57: Ve le ecrul âhıreti hayrun lillezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Ve mutlaka âmenû olan (Allah’a aracısız iman ve teslim olan) kimseler için ahiretin ecri (mükâfatı) daha hayırlıdır. Ve onlar takva sahibi olmuşlardır.
12/YÛSUF-58: Ve câe ihvetu yûsufe fe dehalû aleyhi fe arefehum ve hum lehu munkirûn(munkirûne).
Ve (bir müddet) sonra Yusuf (A.S)’ın kardeşleri geldiler ve onun (Yusuf’un) yanına girdiler. Onlar onu (Yusuf’u) tanımadıkları halde o, (Yusuf A.S) onları hemen tanıdı.
12/YÛSUF-59: Ve lemmâ cehhezehum bi cehâzihim kâle’tûnî bi ahin lekum min ebîkum, e lâ terevne ennî ûfîl keyle ve ene hayrul munzilîn(munzilîne).
Ve onların zahiri (hububat) yüklerini hazırlatınca şöyle dedi: “Sizin babanızdan olan diğer kardeşinizi de (Bünyamin’i ) bana getirin. Ölçüyü size tam ifa ettiğimi görmüyor musunuz? Ben ikram edenlerin en hayırlısıyım.” Dedi.
12/YÛSUF-60: Fe in lem te’tûnî bihî fe lâ keyle lekum indî ve lâ takrebûn(takrebûni).
“Eğer onu bana getirmezseniz, o taktirde (bundan böyle) benim yanımda sizin için tek bir ölçek (zahire bile) yoktur. Ve onu getirmeden bir daha asla yanıma gelmeyin” dedi.
12/YÛSUF-61: Kâlû senurâvidu anhu ebâhu ve innâ le fâ’ilûn(fâ’ilûne).
“Onu size getirmek için babasından yardım alacağız. Ve biz bunu mutlaka yaparız.” dediler.
12/YÛSUF-62: Ve kâle li fityânihic’alû bidâatehum fî rihâlihim leallehum ya’rifûnehâ izenkalebû ilâ ehlihim leallehum yerci’ûn(yerci’ûne).
Yusuf Adamlarına şöyle dedi: “Onların bize ödedikleri erzak bedellerini, tekrar yüklerinin içine koyun. Umulur ki; onlar ailelerine geri döndükleri zaman bunu farkederler de, böylece tekrar geri gelirler.”
12/YÛSUF-63: Fe lemmâ receû ilâ ebîhim kâlû yâ ebânâ munia minnel keylu fe ersil meanâ ehânâ nektel ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Ailelerine geri döndükleri zaman babalarına : “ Ey babamız! Bize Bünyamin’i götürmeden erzak verilmesi yasak edildi. Artık şu kardeşimizi bizimle gönder ki; biz (her aile ferdi için) bir ölçekle (erzak) alalım. Muhakkak ki; biz bu kez onu gerçekten koruyanlar olacağız” dediler.
12/YÛSUF-64: Kâle hel âmenukum aleyhi illâ kemâ emintukum alâ ahîhi min kabl(kablu), fallâhu hayrun hâfizâ(hâfizen) ve huve erhamur râhimîn(râhimîne).
(Yâkub (A.S) şöyle) dedi: “Daha önce güvenip Yusuf’u size emanet ettiğim gibi şimdi de onu (Bünyamin’i) size emanet mi edeyim ? (Size güvenmmiyorum ancak) Muhakkak ki Allah koruyucuların en hayırlısıdır ve O rahmet edenlerin en rahmetlisidir.
12/YÛSUF-65: Ve lemmâ fetehû metâahum vecedû bidâatehum ruddet ileyhim, kâlû yâ ebânâ mâ nebgî, hâzihî bidâatunâ ruddet ileynâ, ve nemîru ehlenâ ve nahfazu ehânâ ve nezdâdu keyle beîr (beîrin), zâlike keylun yesîr(yesîrun).
Ve kardeşleri yüklerini (metalarını) açtıkları zaman sermayelerini kendilerine iade edilmiş buldular ve şöyle dediler: “Ey babamız! Daha ne isteriz. Bunlar bizim sermayemiz. (Erzak aldığımız halde) Bize geri verilmiş ve onu (Bünyamin’i) bizimle gönderirsen ailemize (gene) erzak getiririz ve bu kez kardeşimizi de koruruz. Ve böylece (erzakımızı da) bir deve yükü (daha) arttırırız. İşte bu güzel bir miktardır.”
12/YÛSUF-66: Kâle len ursilehu meakum hattâ tu’tûni mevsikan minallâhi le te’tunnenî bihî illâ en yuhâta bikum, fe lemmâ âtevhu mevsikahum kâlallâhu alâ mâ nekûlu vekîl(vekîlun).
(Yâkub A.S): “Sizin kuşatılmanız (bir baskıyla çaresiz kalmanız) hariç onu (Bünyamin’i) mutlaka bana tekrar geri getireceğinize dair, ‘Allah adına bir misak” verinceye kadar onu tekrar sizinle göndermem.” dedi. Bunun üzerine oğulları ona (Yakub’a) misaklerini verdikten sonra O zaman (Yakup A.S) şöyle dedi: “Allah şimdi bizim söylediklerimize vekildir.”
12/YÛSUF-67: Ve kâle yâ beniyye lâ tedhulû min bâbin vâhidin vedhulû min ebvâbin muteferrikah(muteferrikatin), ve mâ ugnî ankum minallâhi min şey(şey’in) inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), aleyhi tevekkeltu ve aleyhi fel yetevekkelil mutevekkilûn(mutevekkilûne).
Ve (yine kardeşler bir olup yolda Bünyamin’e tuzak kurmamaları için tedbir olsun diye) oğullarına : “Ey oğullarım! Hepiniz yolda farklı istikametlere yönelip şehre ayrı yönlerden ayrı kapılardan girin. dedi. Yine de Allah’tan gelecek olan bir şeyi sizden gideremem. Hüküm ancak Allah’a aittir. Ben, O’na tevekkül ettim. Artık tevekkül edenler de, (aracılara ve sahte vekil ilahlarına değil) ancak O’na tevekkül etsinler.” Dedi.
12/YÛSUF-68: Ve lemmâ dehalû min haysu emerehum ebûhum, mâ kâne yugnî anhum minallâhi min şey’in illâ hâceten fî nefsi ya’kûbe kadâhâ, ve innehu le zû ilmin limâ allemnâhu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve hepsi babalarının onlara emrettiği gibi ayrı yönlerden ayrı kapılardan şehre girdiler. Fakat bu, olan bir şeyi onlardan gidermedi (Ayrı yerden gitmeleri Allah’ın murad ettiği bir şeyi zaten değiştirmeyecekti/ zaten Bünyamin’e zarar veremeyeceklerdi.Çünkü bkz;67 Yakup bu tedbire rağmen önce Allaha güvenip tevekkül ettiği için Allah ). Ancak, Yâkub (A.S) nefsindeki bir dileği yerine getirmiş oldu. Muhakkak ki; o, “Biz ona öğrettiğimiz için” bir ilmin sahibi idi. Fakat (aracıların düzmece vekil ilahlarına yönelen) insanların çoğu bunu bilmezler.
12/YÛSUF-69: Ve lemmâ dehalû alâ yûsufe âvâ ileyhi ehâhu, kâle innî ene ehûke fe lâ tebteis bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
“Yusuf (A.S)’ın huzuruna girdikleri zaman (Yusuf) kardeşini (Bünyamin’i) yanına çağırarak. “Gerçekten ben senin kardeşinim (diyerek kendisini tanıttı) Ve artık sen onların yaptıkları şeylere (eziyetlere) artık asla üzülme.” dedi.
12/YÛSUF-70: Fe lemmâ cehhezehum bi cehâzihim ceales sikâyete fî rahli ahîhi, summe ezzene muezzinun eyyetuhel îru innekum le sârikûn(sârikûne).
Artık onların yükünü hazırladığı zaman (Yusuf A.S) su kabını, kardeşinin (Bünyamin’in) yükünün içine koydu. Ve Sonra (Yusuf’un A.S’ın hizmetlisi bir) münadi : “Ey kafile, muhakkak ki; siz gerçekten hırsızlarsınız!” diyerek onlara seslendi.
12/YÛSUF-71: Kâlû ve akbelû aleyhim mâzâ tefkidûn(tefkidûne).
(Yakub’un oğulları) Onlara dönerek: “Kaybettiğiniz nedir ki?” dediler.
12/YÛSUF-72: Kâlû nefkıdu suvâalmeliki ve li men câe bihî hımlu beîrin ve ene bihî za’îm(za’îmun).
“Melik’in su kabını kaybettik.” dediler. Kim onu getirirse (ona) bir deve yükü (erzak) var. Ve ben, buna kefilim.
12/YÛSUF-73: Kâlû tallâhi lekad alimtum mâ ci’nâ li nufside fil ardı ve mâ kunnâ sârikîn(sârikîne).
(Yakub’un oğulları) Allah’a andolsun, siz de biliyorsunuz ki, biz buraya fesat çıkarmak için gelmedik. Ve biz asla hırsız değiliz. dediler.
12/YÛSUF-74: Kâlû fe mâ cezâuhû in kuntum kâzibîn(kâzibîne).
“Eğer yalan söylüyorsak, o taktirde bunun cezası nedir?” diye sordular.
12/YÛSUF-75: Kâlû cezâuhu men vucide fî rahlihî fe huve cezâuh(cezâuhu), kezâlike neczîz zâlimîn(zâlimîne).
“Onun cezası, yükünde (kayıp eşya) bulunan kişinin kendisidir. (kişinin kendisi ceza olarak kalır köle olur). Biz, zalimleri işte böyle cezalandırırız.” dediler.
12/YÛSUF-76: Fe bedee bi ev’ıyetihim kable viâi ahîhi, summestahrecehâ min viâi ahîh(ahîhi), kezâlike kidnâ li yûsuf(yûsufe), mâ kâne li ye’huze ehâhu fî dînil meliki, illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), nerfeu derecâtin men neşâ’(neşâu), ve fevka kulli zî ilmin alîm(alîmun).
Böylece arama (Bünyamin’in) heybesinden önce onların ( diğer üvey kardeşlerin) heybelerinden başlandı. Sonra (tası o anda bulmuş gibi) kardeşinin heybesinden tası çıkardı. Yusuf için işte böyle bir düzeni Biz hazırladık. (Böyle olmasını biz istedik) Allah’ın dilemesi hariç Melik’in milletinde (kurallarında) kardeşini tutmak (bir kişiyi hırsızlık yüzünden köle olarak alıkoymak) olmazdı. Dilediğimiz kimsenin derecelerini işte böyle yardımlarımızla yükseltiriz. Ve çünkü bütün ilim sahiplerinin üstünde daha iyi bilen Allah vardır.
12/YÛSUF-77: Kâlû in yesrık fe kad sereka ehun lehu min kabl(kablu), fe eserreha yûsufu fî nefsihî ve lem yubdihâ lehum kâle entum şerrun mekânâ(mekânen), vallâhu a’lemu bimâ tesifûn(tesifûne).
Şöyle dediler: “O’nun kardeşi de (Yusuf da) çalardı, belki o da çalmıştır.” dediler. Fakat Yusuf onu (Yusufun aslında kendisi olduğunu onlardan) içinde gizledi, onlara açıklamadı. (İçinden dedi ki) “Sizin durumunuz çok fena, Allah bu anlattıklarınızın aslını muhakkak ki çok iyi biliyor.”
12/YÛSUF-78: Kâlû yâ eyyuhel azîzu inne lehû eben şeyhan kebîren fe huz ehadenâ mekâneh(mekânehu), innâ nerâke minel muhsinîn(muhsinîne).
Yakub’un Oğulları kendilerine misak ile emanet edilmiş olan üvey kardeşleri Bünyamin’i de Yusuf gibi kaybetmiş olmayı Yakuba açıklayamayacaklarını düşününce şöyle dediler “Ey güçlü vezir ! Gerçekten onun çok yaşlı, büyük bir babası var. O sebeple onun yerine bizden birisini al (tut). Muhakkak ki; biz seni muhsinlerden görüyoruz.” dediler.
12/YÛSUF-79: Kâle maâzâllâhi en ne’huze illâ men vecednâ metâanâ indehû innâ izen le zâlimûn(zâlimûne).
(Yusuf A.S) Eşyamızı yanında bulduğumuz kişiden başkasını alıkoymaktan Allah’a sığınırım. Eğer biz (bu teklifinizi) yaparsak, o zaman elbette zalimlerden oluruz. Dedi.
12/YÛSUF-80: Fe lemmestey’esû minhu halesû neciyyâ(neciyyen), kâle kebîruhum e lem ta’lemû enne ebâkum kad ehaze aleykum mevsikan minallâhi ve min kablu mâ ferrattum fî yûsuf(yûsufe), fe len ebrahal arda hattâ ye’zene lî ebî ev yahkumallâhu lî ve huve hayrul hâkimîn(hâkimîne).
Artık ümitlerini kestikleri zaman (aralarında konuşmak üzere) bir kenara çekildiler. Onların en büyüğü gizlice konuşarak şöyle dedi: “Babamızın bizden, Allah adına misak aldığını ve daha önce Yusuf’a yaptığınız kusuru bilmiyor musunuz? Babam (Bünyamin olmadan) yanına girmeme izin verinceye kadar veya Allah benim hakkımda hüküm verinceye kadar, artık ben buradan asla ayrılmayacağım. Ve muhakkak o hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” Dedi.
12/YÛSUF-81: Irciû ilâ ebîkum fe kûlû yâ ebânâ innebneke serak(seraka), ve mâ şehidnâ illâ bimâ alimnâ ve mâ kunnâ lil gaybi hâfizîn(hâfizîne).
Babamıza dönün ve şöyle söyleyin: “Ey babamız! Senin oğlun, gerçekten hırsızlık yaptı. Biz (bu kez) gerçekten sana anlattığımızdan başka bir şeye şahit olmadık. Ve biz gaybı da (sana misak verirken başımıza böyle bir hadisenin geleceğini de) bilmiyorduk. Dediler.
12/YÛSUF-82: Ves’elil karyetelletî kunnâ fîhâ vel îrelletî akbelnâ fîhâ, ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
Ve istersen içinde bulunduğumuz şehir halkına ve birlikte geri döndüğümüz kervana da sor. Muhakkak ki; biz gerçekten sadıklarız (doğru söyleyenleriz).
12/YÛSUF-83: Kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ(emren), fe sabrun cemîl(cemîlun), asallâhu en ye’tiyenî bihim cemî’â(cemî’an), innehu huvel alîmul hakîm(hakîmu).
Yâkub (A.S) onlara şöyle dedi: “Hayır, sizin nefsiniz sizi bu işe teşvik etti.” Artık bundan sonrası benim için güzel (bir) sabırdır. Umulur ki; Allah, onların hepsini (her ikisini de ) bana tekrar geri getirir. Muhakkak ki; O Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm (hikmet ve hüküm sahibi) olandır.
12/YÛSUF-84: Ve tevellâ anhum ve kâle yâ esefâ alâ yûsufe vebyaddat aynâhu minel huzni fe huve kezîm(kezîmun).
Ve böylece (Yakup A.S) onlardan yüz çevirdi ve: “Yusuf’a yazık oldu” dedi. Artık o üzüntüsünü sakladığı halde hüzünden gözleri ağardı.
12/YÛSUF-85: Kâlû tallâhi tefteu tezkuru yûsufe hattâ tekûne haradan ev tekûne minel hâlikîn(hâlikîne).
(Oğulları) şöyle dediler: “Allah’a andolsun ki; hasta oluncaya veya helâk oluncaya kadar Yusuf’u anmaya devam ediyorsun.”
12/YÛSUF-86: Kâle innemâ eşkû bessî ve huznî ilallâhi ve a’lemu inallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
(Yâkub A.S ) şöyle dedi: “Ben kederimi ve hüznümü sadece Allah’a arz ederim (şikâyet ederim). Ve sizin bilmediğiniz şey(ler)i ben sadece Allah’tan (Allah’ın bildirmesi ile) bilirim.” Dedi.
12/YÛSUF-87: Yâ beniyyezhebû fe tehassesû min yûsufe ve ehîhi ve lâ te’yesû min revhillâh(revhıllâhi), innehu lâ ye’yesu min revhillâhi illel kavmul kâfirûn(kâfirûne).
Ve ; Ey oğullarım, gidin ve Yusuf’u ve onun kardeşini iyice araştırın! Allah’ın vereceği ferahlıktan umut kesmeyin. Muhakkak ki; Allah’ın vereceği ferahlıktan kafirler kavminden başkası umut kesmez.dedi.
12/YÛSUF-88: Fe lemmâ dehalû aleyhi kâlû yâ eyyuhel azîzu messenâ ve ehlened durru ve ci’nâ bi bidâatin muzcâtin fe evfi lenel keyle ve tesaddak aleynâ, innallâhe yeczîl mutesaddikîn(mutesaddikîne).
Bundan sonra kıtlıkta (kıtlık yılkarında) onun (Yusuf’un) huzuruna tekrar girince şöyle dediler: “Ey Melik! Bize ve ailemize şiddetli bir darlık dokundu ve biz bu kez az bir sermaye ile geldik. Artık bize ölçeği tam olarak ver ve bize tasadduk et (sadaka ver). Muhakkak ki; Allah sadaka verenlerin mükâfatını verir.” Dediler.
12/YÛSUF-89: Kâle hel alimtum mâ fealtum bi yûsufe ve ahîhi iz entum câhilûn(câhilûne).
Yusuf (A.S): “Siz cahilken Yusuf’a ve onun kardeşine yaptığınız şeyi şimdi bildiniz mi (hatırladınız mı)?” dedi ve kendisini tanıttı.
12/YÛSUF-90: Kâlû e inneke le ente yûsuf(yûsufu), kâle ene yûsufu ve hâzâ ahî kad mennallâhu aleynâ, innehu men yettekı ve yasbir fe innallâhe lâ yudî’u ecrel muhsinîn(muhsinîne).
“Gerçekten sen misin? Mutlaka sen Yusuf’sun!” dediler. “Ben Yusuf’um ve bu benim kardeşim(Bünyamin). Allah bizi ni’metlendirdi. Çünkü kim takva sahibi olur ve sabrederse, o taktirde, muhakkak ki; Allah muhsinlerin ecrini zayi etmez.”
12/YÛSUF-91: Kâlû tallâhi lekad âserekellâhu aleynâ ve in kunnâ le hâtıîn(hâtıîne).
“Allah’a yemin olsun ki; Allah seni kesinlikle bize üstün kılmış. Ve biz, elbette (kasten günah işleyen) günahkârlar olduk.” dediler.
12/YÛSUF-92: Kâle lâ tesrîbe aleykumul yevm(yevme), yagfirullâhu lekum ve huve erhamur râhimîn(râhimîne).
(Yusuf AS) “Bugün size benden kınama yoktur. Önemli olan Allah size mağfiret etsin. Ve O, Rahîm olanların en çok rahmet (merhamet) edenidir.” dedi.
12/YÛSUF-93: Yezhebû bikamîsî hâzâ fe elkûhu alâ vechi ebî ye’ti basîrâ(basîran), ve’tûnî bi ehlikum ecma’în(ecma’îne).
“Bu gömleğimi götürün ve sonra da onu babamın yüzüne sürün. Böylelikle görme hassası tekrar (geri) gelir. Ve Sonra da ailenin hepsini bana geri getirin.” Dedi.
12/YÛSUF-94: Ve lemmâ fasalatil’îru kâle ebûhum innî le ecidu rîha yûsufe lev lâ en tufennidûn(tufennidûni).
Ve kafile (Mısır’dan) ayrıldığı sırada babaları da evinde şöyle diyordu: “Bana ‘bunuyor’ demezseniz, gerçekten ben Yusuf’un rayihasını (kokusunu) duyuyorum.”
12/YÛSUF-95: Kâlû tallâhi inneke le fî dalâlikel kadîm(kadîmi).
(Yanındakiler) “Gerçekten sen (Allah’tan medet ummakla) hala dalâlettesin” Dediler.
12/YÛSUF-96: Fe lemmâ en câel beşîru elkâhu alâ vechihî fertedde basîrâ(basiran), kâle e lem ekul lekum innî a’lemu minallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Böylece müjdeci geldiği zaman onu (Yusuf’un gömleğini), onun yüzüne sürdü. Yakub’un görme hassası Allah’ın mucizesiyle hemen geri döndü. Yâkub (A.S): “Ben size demedim mi? Gerçekten, ben olan biten bütün şeyleri (tüm mucizeleri) (vekil ilahlara mâletmiyorum) hepsini “Allah’tan biliyorum.” dedi.
12/YÛSUF-97: Kâlû yâ ebânestagfir lenâ zunûbenâ innâ kunnâ hâtıîn(hâtıîne).
(Yusuf (A.S)’ın kardeşleri): “Ey babamız! Bizim günahlarımız için de Rabb’inden mağfiret dile. Gerçekten biz, bilerek günah işleyenlerden olduk.” Dediler.
12/YÛSUF-98: Kâle sevfe estagfiru lekum rabbî, innehu huvel gafûrur rahîm(rahîmu).
“Sizin için Rabbimden yakında mağfiret dileyeceğim. Umulur ki Muhakkak ; O Gafur’dur, Rahîm’dir.” dedi.
12/YÛSUF-99: Fe lemmâ dehalû alâ yûsufe âvâ ileyhi ebeveyhi ve kâledhulû mısra in şâallâhu âminîn(âminîne).
Böylece tekrar (Yusuf A.S’ın) huzuruna girdikleri zaman, anne ve babasını Yusuf hemen kendi yanına aldı. Ve şöyle dedi: “Allah’ın dilemesiyle artık siz de emin olarak Mısır’a girin.” (Yanımda güvende kalın)
12/YÛSUF-100: Ve refea ebeveyhi alel arşı ve harrû lehu succedâ(succeden), ve kâle yâ ebeti hâzâ te’vîlu ru’yâye min kablu kad cealehâ rabbî hakkâ(hakkan), ve kad ahsene bî iz ahrecenî mines sicni ve câe bikum minel bedvi min ba’di en nezegaş şeytânu beynî ve beyne ıhvetî, inne rabbî latîfun limâ yeşâ’(yeşâu) innehu huvel alîmul hakîm(hakîmu).
Ve anne babasını da maiyetine alarak onları da (bir) makama/mevkiye çıkardı . Hepsi onların önünde secde ederek eğildiler. Yusuf (A.S) şöyle dedi: “Ey babacığım! Bu, daha önceki {bkz:Yusuf suresi 4} rüyamın yorumudur. Rabbim onu bana hakikat kıldı. Ve beni zindandan çıkardığı zaman yolumu, en güzel şekilde sevva ederek beni sırat-ı seviyeye ulaştırdı. Ve şeytan, benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, şimdi sizi çölden yanıma getirdi. Muhakkak ki; benim Rabbim, dilediğine lütuf sahibidir. Alîm (en iyi bilen) ve Hakîm (en iyi hüküm veren, hikmet sahibi) olan muhakkak ki; “O” dur.”
12/YÛSUF-101: Rabbi kad âteytenî minel mulki ve allemtenî min te’vîlil ehâdîs(ehâdîsi), fâtıras semâvâti vel ardı ente veliyyî fîd dunyâ Vel âhıreh(âhıreti), teveffenî muslimen ve elhıknî bis sâlihîn(sâlihîne).
“Rabbim bana mülk verdin. Ve olayların (kelamın ve rüyaların) tevîlini bana öğrettin. Semaları ve yeryüzünü yaratan, Sen benim dünyada ve ahirette velîmsin (kendimi ve işlerimi emanet ettiğim bana en güvenilen dostsun). Beni müslüman (Allah’a teslim-i küllî teslim) olarak vefat ettir ve beni salihler arasına kat. (Diye dua etti)
12/YÛSUF-102: Zâlike min enbâil gaybi nûhîhi ileyk(ileyke), ve mâ kunte ledeyhim iz ecmaû emrehum ve hum yemkurûn(yemkurûne).
İşte bu sana vahyettiğimiz (kıssa) gaybın ( geçmişte yaşanmış lakin üstü yalanlarla örtülerek müşrikler tarafından değiştirilmiş yaşananların) hakikatıdır. Ve onlar, (Yusuf’un kardeşleri Yusuf’a) tuzak hazırlıyorken, ve işleri için karar verdikleri zaman, sen onların yanında değildin. (Tüm bu hakikatı Allah aktardığı için şimdi böyle detaylı biliyorsun)
12/YÛSUF-103: Ve mâ ekserun nâsi ve lev haraste bi mu’minîn(mu’minîne).
Ve sen (sana deli mecnun diye iftira atan o kafirlerin mü’min olmalarını) çok istesen bile, insanların çoğu mü’min olmazlar.
12/YÛSUF-104: Ve mâ tes’eluhum aleyhi min ecr(ecrin), in huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
Ve oysa sen (bu tebliğ için/Hakka davet için) onlardan (ne sahsına ne de ruhbanlık için) bir ücret istemiyorsun. O (Kuran) ancak âlemlere bir zikirdir.
12/YÛSUF-105: Ve keeyyin min âyetin fîs semâvâti vel ardı yemurrûne aleyhâ ve hum anhâ mu’ridûn(mu’ridûne).
Semalarda ve yeryüzünde nice âyet (delil) vardır. Ve onlar, ondan (o delilden) yüz çevirerek yanından geçerler.
12/YÛSUF-106: Ve mâ yu’minu ekseruhum billâhi illâ ve hum muşrikûn(muşrikûne).
Ve onların çoğu, şirk koşmadan Allah’a inanmazlar.
12/YÛSUF-107: E fe eminû en te’tiyehum gâşiyetun min azâbillâhi ev te’tiyehumus sâatu bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Bundan sonra Allah’ın azabından bir perdenin onlara ansızın gelmesinden veya onlar farkında olmadan o saatin (o kıyami vaktin) ansızın onlara gelmeyeceğinden emin mi oldular?
12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, Allah’ın verdiği basiret üzerine Allah’a davet ettiğimiz yol İşte budur. Allah’ı (tüm eksik ve noksan sıfatlardan) tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.” De
12/YÛSUF-109: Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim min ehlil kurâ, e fe lem yesîrû fîl ardı fe yanzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, ve le dârul âhıreti hayrun lillezînettekav, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Senden önce, kendilerine vahyettiğimiz Resul’ler de, (senin gibi bir beşer olan) kendi halklarının arasından adamlardı. Onlar (müşrikler) yeryüzünde dolaşmazlar mı? Onlardan önceki atalarının akıbetlerinin nice olduğuna bir baksınlar? Ve (Ahirete iman etmeyen dünyanın eğlencesine ve cazibesine saplanıp kalmış müşriklerin aksine) takva sahipleri için ahiret yurdu mutlaka daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmiyor musunuz?
12/YÛSUF-110: Hattâ izestey’eser rusulu ve zannû ennehum kad kuzibû câehum nasrunâ fe nucciye men neşâ’(neşâu), ve lâ yureddu be’sunâ anil kavmil mucrimîn(mucrimîne).
(Geçmişte) Resûller, umutlarını kestikleri zaman ve hatta yalanlandıklarını zannettikleri bir sırada, onlara yardımımız mutlaka geldi. Böylece dilediğimiz kimse(ler) kurtarıldı. Azabımız mücrim kavimden asla geri döndürülmez.
12/YÛSUF-111: Lekad kâne fî kasasıhim ibretun li ûlîl elbâb(elbâbi), mâ kâne hadîsen yufterâ ve lâkin tasdîkallezî beyne yedeyhi ve tafsîle kulli şey’in ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Andolsun ki; onların kıssalarında * ulûl’ elbab için ibretler vardır. Sana “indirilen hadisler” (Allah’ın bildirdiği bu haberler) Beşer tarafından uydurulan bir söz değildir ve lâkin onların geçmişte uydukları dini (tahrif edilip batıla tevil edilmemiş olan Allah’ın indirdiği Tevrat’ı ve İncil’i ) de tasdik eder ve (geçmişte yaşanan olayları saptırılmamış gerçek haliyle işte böyle ) herşeyi ayrı ayrı açıklar. (Bu kitap) Mü’min kavim için bir hidayet ve rahmettir.