Bismillâhirrahmânirrahîm
10/YÛNUS-1: Elif lâm râ, tilke âyâtul kitâbil hakîm(hakîmi).
Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar, (hesap günü üzerinden yargılanacağınız Allah’ın ayet-i hükümlerini ihtiva eden ) Hakim Kitab’ın âyetleridir.
10/YÛNUS-2: E kâne linnâsi aceben en evhaynâ ilâ reculin minhum en enzirin nâse ve beşşirillezîne âmenû enne lehum kademe sıdkın inde rabbihim, kâlel kâfirûne inne hâzâ le sâhırun mubîn(mubînun).
“İnsanları uyarması ve âmenû olanları (Allah’a aracısız iman ve teslim olanları) müjdelemesi” için, kendi içlerinden olan (beşer/ölümlü) bir adama vahyetmemiz insanlara acaip mi geldi? Muhakkak ki onlar (Resul’ler) için, Rab’lerinin yanında sıddıklar makamı vardır. Ve Kâfirler şöyle dediler: “Muhakkak ki bu, mutlaka apaçık bir sihirbazdır.”
10/YÛNUS-3: İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşi yudebbirul emr(emre), mâ min şefîin illâ min ba’di iznih(iznihî), zâlikumullâhu rabbukum fa’budûh(fa’budûhu), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Muhakkak ki sizin Rabbiniz Allah, semaları ve yeryüzünü 6 günde yaratandır. Sonra (Allah) onları arşına istiva etti. (Semaları ve arzı yarattıktan sonra onların sevk ve idari yönetimini melek hızıyla 50 bin yıl mesafede ancak ulaşılan bkz; mearic 4 arşı Ala katına aracısız kendi idaresine bağımladı). Tüm işleri sadece O düzenler (Allah’a evlat nisbet edip yeryüzü yönetiminde Allah’ın vekili addettiğinizi ilahlarınız düzenlemez) ve O’nun izni olmadığı için (Allah adına şefaat eden) hiç bir şefaatçi yoktur. İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Artık (aracıları ve onların düzmece ilahlarını terkederek) sadece O’na kul olun. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?
İstiva etmek= Tüm iş ve oluşların, Allah’ın otoritesine bağlı olarak, Allah’ın emriyle yürütülmesi ve tedbir edilmesi demektir. Arş-ı İstiva, tezekkür ayetleri için bkz; Fussilet 9,10,11,12 /Bakara 29 / Taha 4,5 / Hadid 4 / Secde 4,5 / Furkan 59 / Rad 2,3 / Yunus 3 / Araf 54
Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına hükümler koyan Alim ve Hakim Allah, her dönem içinde, Resul’leri vasıtasıyla sınav hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in { bkz: Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Diğer kitaplar aracılar tarafından tarihsel süreçlerde tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran tek ve yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır. Ve ayrıca Âl-i İmran suresi 58. ayetinde Kuran için “geçmişe de hakim olan Zikr kitabı” olduğu vurgulanmıştır.
Tezekkür; Allah’ın eksiksiz kitabı olan Zikr/Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgiler ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakaların “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla ; Aziz Allah’ın kullarından isteklerini, menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54} parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi.
Ulul’elbab; Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için {bkz; Rad suresi 19~30}
10/YÛNUS-4: İleyhi merciukum cemîâ(cemîan), va’dallâhi hakkâ(hakkan), innehu yebdeul halka summe yuîduhu li yecziyellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti bil kıst(kıstı), vellezîne keferû lehum şerâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).
Şüphesiz o başlangıçta ahirette ilk yaratmayı yapıp, sonra amenü olup, (Allah’ı razı etmek için) salih ameller işleyenleri (ahirete dönüşte) adaletle mükafatlandırmak amacıyla, o yaratmayı yeryüzünde de tekrar eder. Ancak; Hepinizin dönüşü sonunda mutlaka ahiret yurduna, Allah’ın yargı makamınadır. Allah bunu sizlere bir hakikat olarak vadetmiştir. (İslam’ı ve ahirette Allah tarafından sorgulanmayı) İnkar eden (Allah’a evlat nisbet edip o uydurdukları düzmece ilahlar üzerinden hükümler çıkararak halkı sömüren) kafirlere gelince, inkar etmekte olduklarından dolayı, onlar için orada kaynar sudan içkiler ve elem dolu bir azap vardır.
10/YÛNUS-5: Huvellezî cealeş şemse dıyâen vel kamere nûren ve kadderehu menâzile li ta’lemû adedes sinîne vel hisâb(hisâbe), mâ halakallâhu zâlike illâ bil hakk(hakkı), yufassılul âyâti li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
Güneş’i bir ziya (ısı ve ışık kaynağı ), Ay’ı bir nur (ışık) kılan, O’dur. Ve zamanı ve senelerin adedini ve hesabını bilmeniz için onlara (ölçülendirilmiş) menziller tayin etti. Allah ne yarattı ise ancak böylece bir hakikat üzerine yarattı. Bilen bir kavim için âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklıyoruz.
Geçmişte tüm çok tanrılı inançlarda; Güneş tanrısı baş tanrı olarak kabul ediliyordu. Ve yıldızlar; Tanrının dünyayı yönetmek adına muhtelif konularda vekili olarak yetkilendirdiği, kızları veya oğulları ya da akrabaları varsayılıyordu. Ve İslam haricinde geçmişte varolmuş ulusların tümü yıldızların isimlerine totemleştirdikleri gök tanrı putları üzerinden yıldız ilahlara tapınıyorlardı. Ve tanrıların/ilahların isteklerini put sahibi anılan “put hizmetkarı” kahinlerden öğreniyorlardı. Bu hakikat Kuran’da Enam suresi 75~83 ve Saffat suresi 83~98 ayetlerinde Hz İbrahim (A.S) ve Neml suresi 24~44 ayetleri arasında kıssa edilerek; Hz Süleyman (A.S) üzerinden detaylı bir şekilde örneklenir. Kuran indiği dönemde atalarının göktanrı inançlarını kitaplarına uyarlamış olan Yahudi müşrikler ise kendi krallarını Tanrının oğlu ve vekili gösterip bu vasıtasıyla tanrının yeryüzünü idare ettiğini halka telkin ederek sömürürlerken; Hristiyan müşrikler ise Hz İsa’yı göktanrı inançlarında olduğu gibi Allah’ın oğlu ilan ederek onun üzerinden ruhbanlık/Kilise vasıtasıyla sömürü hükümleri yazarak halkı soyuyorlardı. Aynı fitne soygunu Arap müşriklerde Güneş tanrı’sının kızları olarak andıkları Lat Menat ve Uzza üzerinden put sahibi kahinler tarafından gerçekleştiriliyordu. Tüm aracılı şirk inançları, { bkz; Zuhruf suresi 23, 31} elit hakim zümrenin çıkar payandası olan ruhbanların kurguladığı ve yönettiği bir sömürü düzeni ve aldatmacasıdır. Bu aldatmacada güneş tanrısının ailesinden olduğu varsayılan yıldızlar da; çeşitli uluslar tarafından Güneş tanrı’sının evlatları olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Kur’an’ın muhtelif ayetlerinde Zumer suresi 5. ayetinde de açıklandığı üzere Güneş’in ve ayın ve yıldızların aslında niçin yaratıldıkları ve ne işe yaradıkları aktarılmaktadır. Kuran’da bu önemli husus muhtelif ayetleriyle defaatla zikredilirken, tapındıkları güneşin {bkz; Yunus suresi 5} insanlar için bir Ziya (ışık ve aydınlık) ve Allah’a evlat nisbet ederek dolaylı yöneldikleri ay ve yıldızların sadece ışık veren cisimler olduğu defaatla vurgulanmıştır. Örneğin; “Gece ve gündüz, güneş ve ay O´nun yaratılış âyetlerindendir. Eğer Allah´a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da artık secde etmeyin. Onları (Bkz;Yunus 5 size ışık ve ısı olması için musahhar kılan) yaratan Allah´a secde edin!” Fussilet suresi 37
10/YÛNUS-6: İnne fîhtilâfil leyli ven nehâri ve mâ halakallâhu fîs semâvâti vel ardı le âyâtin li kavmin yettekûn(yettekûne).
Muhakkak ki gece ile gündüzün, peşpeşe (karşılıklı) gelmesinde ve Allah’ın semalarda ve arzda (tüm bu yoktan) yarattığı şeylerde, takva sahibi bir kavim için elbette âyetler (Aziz Allah’ın ahiret alemini de yaratmaya muktedir olduğuna dair deliller ibretler) vardır.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, (Müşrikler) Bize aracısız ulaşmayı dilemezler.( Allah’a evlatlar nisbet edip o vekil ilahlar üzerinden uydurdukları hükümlerle yeryüzünde nemalandıkları için Ahirete ve ahirette Hâkim Allah tarafından yargılanmaya da iman etmezler) Çünkü onlar gelip geçici dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
Hem Arap hem Hristiyan hem yahudi müşrikler, tüm aracılı şirk inançlarında olduğu gibi, ahiret alemini ve ahirette Allah tarafından sorgulanacaklarını ve yeryüzü amelleri karşılığında cennet cehennem ile mukabele göreceklerini reddederler. Müşrik inançlarda insanlar tepsi gibi düz tahayyül ettikleri dünyanın altında bulunduğu iddia edilen ölüler diyarına gideceklerini düşünürlerdi. Tekrar dirilebilmeleri için tanrının temsilcisi kabul ettikleri aracılara yıllık mahsüllerinden pay öderlerdi. Böylece Tanrıları da aracı ruhbanlar vasıtasıyla onların mahsüllerine bereket gönderir rızıklarını açar dertlerine derman hastalıklarına şifa olurdu. Yani halk böyle sömürülürdü. Bu yüzden dünya hayatının cazibesine aldanıp malını mülkünü çoğaltıp evlatlarını arttırmak isteyenler müşrik din adamlarına tabi olurdu.
Şirk sömürü düzeninden nemalanan aracılar bu nedenle, aracı ve şefaatçı kabul etmeyen İslam’ın Allah’ına ve gönderilmiş tüm Resul’lerine her dönem büyük bir muhalefetle direndiler. Hem Arap müşrikler hem Ehli kitap anılan Hristiyan ve yahudi müşrikler ahiret hayatına inanmadıkları için bu nedenle Kuran’ın ilgili sure ve ayetlerinde yaratılıştan örnekler verilir Ve; “Gördüğünüz tüm bu yaratılmışlığı ve canlılığı zaten yoktan var etmiş olan Allah, o halde ahireti ve oradaki canlılığı da yaratmaya muktedir değil mi ? Yasin 81” sorusuna kullarını muhatap kılarak, ahirete iman için yaratılış süreçlerine bakarak yaratılıştan tefekkürle ibret alınması öğütlenmiştir.
10/YÛNUS-8: Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların (fitne ile) kazandıklarının bir gerekliliği olarak varacakları yer ateştir (cehennemdir).
10/YÛNUS-9: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar) ve amilüssalihat (Allah’ı razı etmek için yeryüzünde salih amel) yapanlar, îmânlarından dolayı Rab’leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.
10/YÛNUS-10: Da’vâhum fîhâ subhânekellâhumme ve tehiyyetuhum fîhâ selâm(selâmun), ve âhıru da’vâhum enil hamdulillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Onların orada duaları: “Allah’ım, Sen Sübhan’sın demek olur (Ahirete inanmayan müşriklerin aksine Allah’ım demekki Sen Sen cenneti ve cehennemi ve Ahiret hayatını yaratabilecek olağanüstü kudretteymişsin. derler). Ve onların orada (ahirette) hayatları “Selâm”dır. (Selamettedir) Ve dualarının sonu, (hem yeryüzü hem ahiret olmak üzere iki aleme kasıtla) “Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmek”tir.
10/YÛNUS-11: Ve lev yuaccilullâhu lin nâsiş şerresti’câlehum bil hayri le kudiye ileyhim eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Ve eğer Allah onların hayrı acele istemeleri gibi insanlara şerr için acele etseydi, (yeryüzünde bir sınav yaşantı süresini insanlara önceden ahirette söz vermemiş olsaydı) elbette onların ecelleri hemen yerine getirilirdi. Fakat (hayatta iken) Bize aracısız ulaşmayı dilemeyen o kimseleri işte böyle isyanları içinde şaşkın bırakırız.
Bkz: Hicr suresi 26~50 ve Bakara suresi 30~40 Hz Adem, kovulduğu cennete tekrar kabul edilmesi için, bir daha asla Allah’a sadakatsızlık yapmayacağına dair Allah’a yemin ederek bir fırsat ister ve bu tevbeli yemin üzerine; “Allah’a aracısız sadakat” dairesinde sınanmak koşuluyla ve Allah’ın belirlediği bir ömür süresince bu isteği Allah tarafından kabul görür. Ve Aziz Allah Adem’in nesline dünya fırsat yaşantısında bir ömür süresi vereceğini önceden ahirette “söz verdiği için” dünya yaşantısında Allah’a ahirette vermiş olduğu sözü unutup, sadakat yerine isyanı seçen kafirlerin canlarını acele edip hemen almaz. Bilakis, Rağmen, insana vermiş olduğu söze sadık kalmak adına ömür süre içinde azabı ancak tehir eder, erteler. Eğer toplumun tüm fertleri çeşitli uyarılara rağmen Küfür imanında ısrar ediyorlarsa o hallerde ise o toplumu tümden helak eder. Ancak, aşağıda devam eden Yunus suresi ayetleriyle de kıssa edilip örneklendiği gibi, helak öncesi tüm kavimler/toplumlar Resul’ler vasıtasıyla mutlaka ısrarlı bir şekilde uyarılmışlardır. {bkz;Kasas suresi 59 Hicr suresi 4 İsra suresi 16 Şuara suresi 208 }
Yeryüzü sınav fırsat yaşantısında isyan etmek yerine; Allah’a aracısız sadakat gösterip önceden ahirette verdiği yemine sadık kalan itaatkar kullara “yemin sahipleri” veya “Âshab-ı yemin” denir ve onlar cennet ile müjdelenmişlerdir. {bkz: Vakıa suresi 27 Müdessir suresi 39} Bir kez daha sadakatsizlik yapmamak akdi ile önceden tevbe verip fırsat istendiği için, yeryüzü yaşantısı Rahman Allah tarafından insana ön verilmiş bir borçtur ve borç üzerinde sürdürülen gelip geçici bir rahmet yaşantısıdır.
10/YÛNUS-12: Ve izâ messel insâned durru deânâ li cenbihî ev kâiden ev kâimâ(kâimen), fe lemmâ keşefnâ anhu durrehu merre ke’en lem yed’unâ ilâ durrin messeh(messehu), kezâlike zuyyine lil musrifîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve insana bir darlık (musîbet, sıkıntı) isabet ettiği zaman, yatarken, otururken veya ayaktayken Bize dua eder. Fakat sıkıntısını ondan giderdiğimiz zaman ona isabet eden darlıkta (sanki önceden) Bize dua etmemiş gibi ( faydayı aracılara ve onların düzmece ilahlarına malederek Allah’a) sırtını döner. İşte, (sınav fırsat hayatını aracıların batıl şirk inançları ile boşu boşuna israf eden) o müsriflere yapmış oldukları şeyler böyle gaflet ile süslendi.
10/YÛNUS-13: Ve lekad ehleknel kurûne min kablikum lemmâ zalemû ve câethum rusuluhum bil beyyinâti ve mâ kânû li yu’minû, kezâlike neczil kavmel mucrimîn(mucrimîne).
Andolsun, sizden önceki devirlerde de yaşayanları zulmettikleri zaman helâk ettik. Ve onlara resûlleri Allah’ın beyyineleri (Allah’ın beyanları/Zikr) ile gelmişti. Ve ancak (buna rağmen) onlar inanmadılar. Mücrim (suçlu) bir kavmi akabinde işte böyle cezalandırırız.
10/YÛNUS-14: Summe cealnâkum halâife fîl ardı min ba’dihim li nanzure keyfe ta’melûn(ta’melûne).
Sonra sınavda nasıl amel ettiğinize bakmamız için, onların ardından sizi, (onları sınadıktan sonra şimdi sizin neslinizi) yeryüzünde halifeler kıldık.
Halife = Kelime anlamı olarak, “ardıl” demektir. (Lisan’ul-Arab). İsm-i fâil olarak halife (الخالف), birinin yerine geçen veya arkadan gelen anlamlarına gelir. İsm-i mef’ûl (المخلوف) olarak da halife: yerine başkasını bırakan, arkasında birini bırakan kimse demektir. Kuran açıklamasına göre Halife; Bir nesil diğerinin halefi olacak şekilde, yani biri diğerinin yerine geçip, yeryüzünde birbiri ardınca, Allah’ın hükümleri üzerinde sınanıp, Allah’ın hükümlerini sürdüren “birbirlerinin halefleri kılınmış kullar” manasında kullanılmıştır.
Günümüzde kullanılan “Halife” kavramı; Bir ülkenin başındaki kralın soyundan gelen evlatlardan birisinin tahta geçmesi ve yönetimi ele alması anlamını taşır.
Bu önemle; günümüze kadar anlam değiştirerek gelmiş ve günümüz zihinlerinde karışıklık yaratan bu önemli kavram; Kuran’da ; “birbirinin ardınca gönderilen diğer nesil ya da ardınca İslam’a halef olmuş Resuller” manasında kullanılır. Sâd suresi 26. ayetinde Hz Davud (A.S) için; Hz Musa ve Hz Harun (A.S) ardınca (İslam dininin) halefi olarak; Yeryüzünde İslam dininin tebliği görevini sürdüren Allah’ın Resûlü kılındığı ilan ve ifade edilmektedir. Ayrıca Resuller tebliğ görevlerini sürdürürlerken, İslam’ı kabul etmiş olan kavimlerin başında, (helak edilen kavimlerin haricinde) dönemsel Ulü’l-emr yetkileriyle görevler de almışlardır. İslam devlet yönetiminin başındaki kişiler, Kuran’da, “yönetici/Ulü’l-emr” olarak zikredilir. Kuran’a göre her insan bir diğerinin halefi manasında halifedir. Ya da her Resul bir diğerinin halefi manasında halifedir. Resullerde halife tayini, Allah tarafından takdir görürken; Kullar arasında Allah’ın hükümleriyle hükmedecek olan, ulül-emr tayini, müminlerin seçimleriyle gerçekleşir. Her insan zaten halife olduğu için ; eğer aralarından bir kişi İslam devletini yönetmek için Ulü’l-emr olarak seçilirse, o kişi de yönetici sorumluluğunda Allah’ın hükümlerini sürdürüp, “Allah’ın hükümleriyle yönetme sorumluluğu” üzerinde Allah’a hesap verecek olan bir kuldur. Ve müminler İslam’i yaşantının en iyi şekilde ifa edilebilmesi için {Bkz: Nisa suresi 59} ulü’l-emr’e itaat etmek zorundadır. Ancak; Eğer Halifelerin arasından seçilmiş olan kişi, bir ulü’l-emr olsa dahi, o kişi, Allah’ın hükümlerin dışına çıktığı an fasık (dinden çıkmış kafir) damgası yer ve yöneticilik yetkileri düşer. İslam hayatında asıl olan; İster yöneten ister yönetilen olsun, her halife Allah’ın indirdiği ile hükmedip Allah’ın indirdiği ile amel etmek sorumluluğundadır. Allah’ın nezdinde hiçbir cinsiyetin, hiçbir kulun ve hiçbir makamın diğerine üstünlüğü yoktur. {bkz Nahl suresi 60} Âla olma (üstün olma) durumu yalnızca Allah’a ait bir haktır. Ve {Bkz: Hucurat suresi 13} halifeler arasında Üstünlük Allah’a ve hükümlerine karşı doruk itina etmek demek olan “takva” iledir. Ancak birbirlerinin halefi olarak {bkz; Cinn suresi 27,28} Allah’a “bihakkın takva” ile tebliğ görevlerini ifa etmiş olan Resullerin {Bkz Bakara suresi 136, 285} birbirlerine karşı üstünlükleri yoktur. {Halife tezekkürü için detaylı bkz; Fatr suresi 39 Neml suresi 62 Yunus suresi 14, 73 Enam suresi 165, Bakara suresi 30}
10/YÛNUS-15: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena’ti bi kur’ânin gayri hâzâ ev beddilh(beddilhu), kul mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).
Ve onlara âyetlerimiz, delillerle okunduğu zaman Bize aracısız ulaşmayı dilemeyen o kimseler (mutrafi müşrik) kimseler şöyle dedi: “Bize bundan başka bir Kur’ân getir veya O’nu değiştir.” De ki: “O’nu, ben kendi nefsimden ilka ederek (uydurarak/kafama göre) benim değiştirmem olamaz. Ben ancak bana vahyolunan şeye tâbî olurum. Şâyet Rabbime asi olursam muhakkak ki ben, büyük günün azabından korkarım.”
Yunus suresi iniş sirasına göre 51. sıradadır. Araf suresi ise iniş sırasına göre 39 sıradadır. Yunus suresinden önce indirilen Araf suresi tebliği döneminde mutrafi müşrikler, çığ gibi büyümekte olan İslam dini karşısında, Allah’ın otoritesi üzerinden sömürdükleri kitleyi artık kaybedecekleri endişesiyle, {bkz Araf suresi 203,204} “Mutrafilerin şirk sömürü düzenini kayıran/koruyan“ ayetlerin gelmesi hususunda, Allah’ın Resul’ü Hz Muhammed (S.A.V) Nebi ile pazarlıklar etmeye başlamışlardı.
Taha suresi ise iniş sırasına göre 45. sıradadır. Araf suresi ardınca indirilen, Taha suresi 126~134 ayetleri arasında, mutrafilerin o dönem yaptıkları pazarlıklar, örnekler üzerinden daha kapsamlı aktarılmakta: Ve Taha suresi ayetlerinde, mutrafi müşriklere cevaben; Allah’ın kullarına indirdiği sınav yükümlülükleri (Zikr) her dönem aynı olduğu için, tüm kulların her dönem yeryüzünde aynı hükümler üzerinden sınanacağı ve bu durumun asla değişmeyeceği bildirilmektedir.
Ve Hz Muhammed (S.A.V) Nebi’ye ölesiye muhalefet eden, ancak İslam karşısında sürekli taraftar kaybettikleri için, mutrafilerin haklarını da koruyan ayetler indirilmesi hususunda Nebi ile pazarlık etmeye çalışan Mekke ve taif eşrafından oluşan mutrafilere; geçmişte İslam dinine karşı direndikleri için helak edilmiş olan müşrik kavimlerin akibetleri hatırlatılıp, “pazarlık etmek yerine bundan ibret almaları” ve ısrar etmeleri halinde ise, aynı duruma kendilerinin de akibet edileceği vurgulanmaktadır.
87. Sırada nüzul edilen Rad suresi 36. ayetinde, geçmişte kitap verilmiş yahudi ve Hristiyan müşriklerden halkı sömürmeye alışmış bir kısım din adamlarının hala pazarlık etmeye yeltendikleri belirtilmekte ve cevaben; Hz Muhammed (S.A.V) nebinin asla hüküm koyamayacağı ve müşriklerin isteği doğrultusunda bu değişikliğin asla yapılmayacağı onlara da tekrar hatırlatılmaktadır.
Yunus suresi 15. ayetinde önceki surelerde mutrafilerin sıklıkla dile getirdikleri “ayet değişikliği” ısrarları vurgulanmaktadır.
Mutrafiler kimdir? Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {Bkz: Sebe suresi 37, bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır. Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi 78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanan “Mekke ve Taif” eşrafından oluşan elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini sürdürebilmek adına, oluşturdukları {bkz:Alak suresi 17} “yönetim meclisi” birlikteliğinde, çeşitli tuzak ve iftiralarla topyekün Hz Muhammed (S.A.V) nebiye muhalefet ediyorlardı
10/YÛNUS-16: Kul lev sâallâhu mâ televtuhû aleykum ve lâ edrâkum bihî, fe kad lebistu fîkum umuren min kablih(kablihî), e fe lâ ta’kilûn(ta’kilûne).
De ki: “Şâyet Allah dilememiş olsaydı, O’nu şimdi size okumazdım ve O’nu size bildirmezdim. Halbuki O’ndan önce (Allah’ın Resul’ü kılınmamdan önce) içinizde (40 yıl) ömür sürdüm. Hâlâ akıl etmiyor musunuz?”
Eğer kafama göre kural koyucu olmuş olsaydım veya ayetleri kendim uydurmuş olsaydım Resullüğüm tebliğ edilmeden önce aranızda yaşamış olduğum 40 yıllık süre içinde de bir takım şeyler söylerdim. Eğer tebliğe şimdi aniden başladıysam, “bunları size beyan etmemi Aziz Allah dilediği içindir”. Bu tebliğ İnsani bir keyfiyet değildir. Ve “Bir hükmü ancak Allah koyar”. Buyurulmaktadır.
10/YÛNUS-17: Fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyâtihî), innehû lâ yuflihul mucrimûn(mucrimûne).
Artık Allah’a karşı yalanla iftira edenden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim (var)dır? Muhakkak ki O, (Allah) mücrimleri (suçluları) felâha (kurtuluşa) erdirmez.
10/YÛNUS-18: Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yedurruhum ve lâ yenfeuhum ve yekûlûne hâulâi şufeâunâ indallâh(indallâhi), kul e tunebbiûnâllâhe bimâ lâ ya’lemu fîs semâvâti ve lâ fîl ard(ardı), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Ve onlara fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere (aracılara ve aracıların uydurma düzmece ilahlarına) kulluk ediyorlar. Ve “Bunlar, Allah’ın yanında bizim şefaatçilerimiz.” diyorlar. De ki: “Yeryüzünde ve semalarda bilmediği bir şeyi (sanki onların ne ve kim olduğunu) Allah’a haber mi veriyorsunuz?” O, Sübhan’dır (eksik sıfatlardan münezzeh olağanüstü kudrettedir. Yeryüzündeki İş oluşları idare ve tedbir etmek için bir başka otoriteye (evlatlarına yada aracılara) ihtiyaç duyacak zillette değildir), O onların ortak koştuğu şeylerden (aracılar ve ilahlarından) yücedir.
10/YÛNUS-19: Ve mâ kânen nâsu illâ ummeten vâhideten fahtelefû, ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kudiye beynehum fîmâ fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
Ve (başlangıçta) insanlar, (İslam’a yönelmiş) tek bir ümmetten başka bir şey olmadı. Sonradan ihtilâfa (aracılar ve aracılık kurumu yüzünden batıl ve hak olmak üzere şirk ile ayrılığa) düştüler. Rabbinden bir söz (ahirette önceden verdiği bir sınav mühleti sözü) verilmiş olmasaydı, onların aralarında ihtilâfa düştükleri şey hakkında mutlaka (o an) hemen hüküm verilirdi.
10/YÛNUS-20: Ve yekûlûne lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), fe kul innemel gaybu lillâhi fentezirû, innî meakum minel muntazirîn(muntazirîne).
Ve: “Rabbinden ona bir âyet (Resul’e mucize/mucizevi bir delil) indirilse olmaz mıydı?” derler. O zaman de ki: “Gayb, yalnız Allah’ındır. Artık bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
Aziz Allah geçmişte dönemlerde olduğu gibi Kuran indirilirken de müminlere “mucizeleri ile” yardım etmiştir. Ancak verilen mucizeler müşriklerin İslam’a “lütfen çağrısıyla” tabi olmaları için değil bilakis savaş üzerinde yardımlarla ve böylece müminlerin kalplerinin mutmain olması içindir. Hz Muhammed (S.A.V) dönemi uygulanmış yardım mucizelerinin Detayları için Bkz; Ali İmran suresi 122~127 Enfal suresi 9~14 Ve Yunus suresi 20. ayetinde mucize bekleyen müminlere, “Allah’ın ne zaman ve hangi koşulda mucize göstereceğini yalnızca Allah bilir! Mucizelerini Bekleyin. Biz de bekliyoruz! vurgusu yapılmaktadır.
10/YÛNUS-21: Ve izâ ezaknen nâse rahmeten min ba’di darrâe messethum izâ lehum mekrun fî âyâtinâ, kulillâhu esrau mekrâ(mekren), inne rusulenâ yektubûne mâ temkurûn(temkurûne).
Ve onlara bir sıkıntı, bir darlık isabet etmesinden sonra, insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman, onların âyetlerimiz hakkında tuzakları olduğu zaman (alay ettikleri veya Allah’tan kullara yapılan yardımları kendi ilahlarına malederek yalanladıkları zaman) de ki: “Allah, tuzak kurmakta daha hızlıdır.” Muhakkak ki elçilerimiz (melekler) kurduğunuz şeyleri (ne kuruyorsanız) yazıyorlar.
10/YÛNUS-22: Huvellezî yuseyyirukum fîl berri vel bahr(bahri), hattâ izâ kuntum fîl fulk(fulki), ve cereyne bihim bi rîhin tayyibetin ve ferihû bihâ câethâ rîhun âsifun ve câehumul mevcu min kulli mekânin ve zannû ennehum uhîta bihim deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), le in enceytenâ min hâzihî le nekûnenne mineş şâkirîn(şâkirîne).
Karada ve denizde sizi seyrettiren (gezdiren) O’dur. Hatta sizden (insanlar) geçmişte de güzel, hoş rüzgârlar ile gemilerle denizde seyrediyordunuz. Ve böylece onunla ferahlanıp seviniyordunuz. Sonra aniden fırtınalı bir rüzgâr gelince onları her taraftan dalgalar sardı. Birden ihata edildiklerini (ölümle kuşatılıp çevrildiklerini) düşündüler. (İşte o zaman, korkuyla) Dîni, Allah’a has kılarak ihlâsla “aracısız bir halde” Allah’a dua ettiler: “Eğer bizi bundan kurtarırsan, biz mutlaka şükredenlerden oluruz.” dediler.
10/YÛNUS-23: Fe lemmâ encâhum izâ hum yebgûne fîl ardı bi gayril hakk(hakkı), yâ eyyuhen nâsu innemâ bagyukum alâ enfusikum metâal hayâtid dunyâ summe ileynâ merciukum fe nunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Fakat onları kurtarınca, (o zaman) onlar tekrar nankörlükle (aracılara yönelerek) yeryüzünde haksız yere azgınlık yaptılar. Ey insanlar! Sizin azgınlığınız size (kendinize)dir, dünya hayatının geçici metaı (sınav mühleti menfaati)dir, sonra dönüşünüz muhakkak ki Bizedir. O zaman yapmış olduklarınızı elbette size Biz haber vereceğiz.
10/YÛNUS-24: İnnemâ meselul hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî nebâtul ardı mimmâ ye’kulun nâsu vel en’âm(en’âmu), hattâ izâ ehazetil ardu zuhrufehâ vezzeyyenet ve zanne ehluhâ ennehum kâdirûne aleyhâ etâhâ emrunâ leylen ev nehâren fe cealnâhâ hasîden ke en lem tagne bil ems(emsi), kezâlike nufassilul âyâti li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Dünya hayatının durumu (örneği) Allah’ın semadan sizler için indirdiği ,böylece yeryüzünde, insanların ve hayvanların nasiplenerek yediği, arzın bitkileri ile karışan su gibidir. Hatta yeryüzü onun verdiği suyun güzelliğiyle güzelleştiği zaman {bkz;Kehf suresi 32~46 , Kalem suresi 17~33} bazı tarla sahipleri şımararak (kibirle) kendilerinin herşeye kaadir (muktedir) olduğunu zannettiler. Onlara da afat emrimiz gece veya gündüz geldi ve böylece o şımaranların mahsülünü afetle aniden hasat ettik. Öyle ki; Sanki o mahsul dün hiç olmamış gibi her yer dümdüz oluyordu.. İşte bu örnekleri, âyetlerimizi tefekkür eden bir kavim için ayrı ayrı açıklıyoruz.
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed’û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, ancak (aracısız) teslim yurduna (İslam’a ) davet eder ve ancak (Allah) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm’e ulaştırır. (Buna aracılar ve sahte ilahları muktedir değildir.)
10/YÛNUS-26: Lillezîne ahsenûl husnâ ve zîyâdeh(zîyâdetun), ve lâ yerheku vucûhehum katerun ve lâ zilleh(zilletun), ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Onlar için Ahsenül hüsna (Cennet halkına dahil edilmek ) ve ziyadesi vardır. Onların yüzlerini orada bir keder kaplamaz ve bir zillet yoktur. İşte onlar, cennet halkıdır. Onlar, orada devamlı kalanlardır.
10/YÛNUS-27: Vellezîne kesebûs seyyiâti cezâu seyyietin bi mislihâ ve terhekuhum zilleh(zilletun), mâ lehum minallâhi min âsim(âsimin), ke ennemâ ugsîyet vucûhuhum kita’an minel leyli muzlimâ(muzlimen), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Seyyiat kazanan kimselerin seyyiatlerinin cezası (Bkz: Ali İmran suresi 120, Tevbe suresi 50 Allah’ın hükümlerinin hepsi hasenattır ve insanların hayrınadır. Allah’ın hükümlerinin aksi seyyiattır ve seyyiat kazananların) cezası, onun misli kadardır. Ve onları ahirette elim bir zillet kaplar. Ve onların (hidayet ve şefaat vaad eden müşriklerin iddialarının aksine) orada onların Allah’a karşı bir koruyucuları da yoktur. Onların orada yüzleri artık karanlık bir geceden bir parça ile kaplanmış gibidir. İşte onlar, ateş halkıdır. Onlar, orada devamlı kalacak olanlardır.
10/YÛNUS-28: Ve yevme nahsuruhum cemîan summe nekûlu lillezîne eşrekû mekânekum entum ve şurekâukum, fe zeyyelnâ beynehum, ve kâle şurekâuhum mâ kuntum iyyânâ ta’budûn(ta’budûne).
Ve o gün (hesap günü) onların hepsini toplayacağız. Sonra şirk koşanlara şöyle diyeceğiz: “Siz ve şirk koştuklarınız yerlerinize.” Böylece onların (şefaat vaad eden mutrafi aracılarla onlara aldananların) aralarını açacağız. Ve onların (Allah’ın hükümlerine) ortak koştukları aracılar (Allah’tan başka hüküm koyucular kendileri oldukları halde aldattıkları kişilere) : “Siz yeryüzünde bize ibadet etmiyordunuz.” diyecekler.
10/YÛNUS-29: Fe kefâ billâhi şehîden beynenâ ve beynekum in kunnâ an ibâdetikum le gâfilîn(gâfilîne).
(Mutrafilere Aldananlar) Artık şimdi bizim ve sizin aranızda şahit olarak Allah kâfidir. Biz, yeryüzündeyken sizin ibadetinizden gerçekten gâfildik. Diyecekler. (ilahlarınızı gerçek ilahlar sanıp uydurduğunuz hükümlerle bizi aldattığınızı asla düşünmüyorduk. diyerek, aldananlar aldatanları suçlayarak kendilerini aklamaya çalışacaklar).
10/YÛNUS-30: Hunâlike teblû kullu nefsin mâ eslefet ve ruddû ilallâhi mevlâhumul hakkı ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Oysa ahirette herkes, yeryüzü geçmişindeki kendi amelleri üzerinden yargılanacaktır. Artık orada aldatan ve aldananların hepsi “hak mevlâları olan Allah’a” döndürülmüşlerdir ve müşriklerin Allah’a eş koştukları uydurma hayali sahte ilahlar da acı bir hakikat üzerinde zihinlerden yok olacaktır.
Hâkk kelimesi kavram olarak, Kuran’da “mutlak gerçek”, “mutlaka vuku bulacak olan gerçek” manasında kullanılmıştır.
Aziz Allah’ın güzel isimlerinden birisi de {bkz:Yunus suresi 30, 32} El-Hakk Allah’tır. Manası mutlak gerçek olan Allah demektir.
Hak’i-kat, “ hak katından bildirilen mutlak gerçek” demektir. {bkz; Hakka suresi,1,2,3 , 51} ve Bu yüzden, “hakk katından bildirilen mutlak gerçekler” manasıyla {bkz: Enam suresi 5, Neml suresi 79, Yunus suresi 76,77, Ahkaf suresi 7} “Kur’an’ın diğer bir ismi Hakikat’tır.”
Gerçek; Her insanın bilgileri oranında duyuları yoluyla zihninde şekillendirebildiği nesne veya olgulardır. “Hakk” yani “Mutlak gerçek” ise insanın bilgisi haricindeki olguları da kapsayan, bir şeyin değişemez bilgi ile mutlak halidir. Nasıl ki, evrenin dışını henüz keşfedememiş ve bilmiyor oluşumuz yüzünden, evrenin dışında bir şeyler olmadığını söyleyemiyorsak: Ya da, Afrika’da, İngiltere’de veya Amerika’da ,yaşayan karıncaların bizleri görmeye yetecek kifayette yaratılmamış olmaları, nasıl ki zihinlerimize, “bizlerin de var olmadığı” anlamını getirmiyorsa: Sınav dünya yaşantısında aciz yaratılmış olmamız sebebiyle, henüz ahiret alemini görmüyor oluşumuz yüzünden, ahiret aleminin de varlığını reddedip onu inkar edemeyiz.
Bu nedenle;Kuran’ın tedrisat ettiği gibi;
“Aczi ve yaratılışı yüzünden insanın henüz göremediği ve bu yüzden El Hakk Allah’ın katından beyan ettiği o kıymetli hakk bilgilere “hakikat” denir.”
Kulların birbirlerine kendi beyanları üzerinde ise, kavram olarak, hakk’i-kat yerine, “gerçek” kelimesi kullanılmalıdır.
Hakk katından bildirilen mutlak gerçek demek olan “hakikat” kavramı; günümüzde anlam kayması geçirerek, maalesef insanların veya kurumların verdikleri haberler, yayınlar, anlamında da kullanılmaktadır. Kurumlar veya insanlar, ancak ve ancak bir diğer adı “Hakikat” olan Ku’ran’ı tebliğ ederken hakikatı aktarabilirler ve bu aktarımda cümle içinde hakikat kavramını kullanabilirler. Bir kişi ya da bir kurumun kendi beyanlarını teyid edip onaylamak için ise “hakikat” yerine “bu gerçektir ” diyerek “gerçek” kelime kavramıyla onay verilmelidir.
Günümüzde bu kavram yanlışları, yaygın bir halde yapılıyor olsa da: “Kuran’a göre {Bkz Nisa suresi 46, Maide suresi 13 Ali İmran suresi 79} bir kelimeyi tahrif ederek başka manaya tevil etmek veya manasını değiştirmek küfürdür”. Bu önemle; kavramlar, “Allah’ın kullarına âyetleriyle öğrettiği tedrisattan başka manada asla kullanılmamalıdır”!
“Hak katından açıklanan hükmün hak’i-katını Allah’dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: “Biz O’na îmân ettik, Allah’ın ayetleriyle açıkladığına iman ettik çünkü hepsi Rabbimizin katındandır derler. Âl-i İmran suresi 7
Nitekim size aranızdan birini Resul kılıp gönderdik: O size âyetlerimizi okuyor, ve size, daha önce bilmediklerinizi de göstererek size, kitabı ve hikmeti öğretiyor böylece sizi arındırıp temizliyor. Bakara suresi 151
10/YÛNUS-31: Kul men yerzukukum mines semâi vel ardı emmen yemlikus sem’a vel ebsâre ve men yuhricul hayye minel meyyiti ve yuhricul meyyite minel hayyi ve men yudebbirul emr(emre), fe se yekûlûnâllâh(yekûlûnâllâhu), fe kul e fe lâ tettekûn(tettekûne).
De ki: “Semadan ve arzdan sizi kim rızıklandırıyor? Veya işitmenin (işitme duyusunun) ve görmenin (görme hassasının) meliki (sizi bu hassalarda muktedir kılan) kimdir? Ve canlıyı cansızdan çıkaran ve cansızı canlıdan çıkaran kimdir? (Aracılar veya sahte ilahları mıdır?) Ve tüm işi (yaratıp, yöneten) düzenleyip idare ve tedbir eden kimdir?” O zaman: “Allah” diyecekler. Öyleyse: (aracıları terkedip) “Hâlâ Allah’a takva sahibi olmayacak mısınız?” de.
10/YÛNUS-32: Fe zâlikumullâhu rabbukumul hakk(hakku), fe mâzâ ba’del hakkı illed dalâl(dalâlu), fe ennâ tusrafûn(tusrafûne).
Öyleyse, Sizin Rabb’iniz olan O Allah Hakk’tır. (mutlak gerçek olan Allah’tır) O halde Hakk’tan sonrası ise dalâlette kalmaktan başka nedir? Artık hala (Hakk’tan dalâlete) nasıl çevrilirsiniz?
10/YÛNUS-33: Kezâlike hakkat kelimetu rabbike alellezîne fesekû ennehum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Böylece senin Rabbinin sözü (ahirette başlarına gelecek olan azap ve yeryüzünde kalblerine tabedilen ekkinet mühürü sözü) fasık olan (dinden çıkmış olan) kimseler üzerine hak oldu. Muhakkak ki onlar, artık inanmazlar.
10/YÛNUS-34: Kul hel min şurekâikum men yebdeul halka summe yu’îduh(yu’îduhu), kulillâhu yebdeul halka summe yu’îduhu fe ennâ tu’fekûn(tu’fekûne).
De ki: “Sizin ortaklarınızdan (şirk koştuğunuz sahte ilahlarınızın arasında insanı) ilk kez ahirette örneksiz yaratıp, sonra tekrar onu (yeryüzünden) ahirete geri döndürecek kim var?” De ki: “Örneksiz, ilk defa yaratıp sonra onu (yeryüzünden ölümle) tekrar ahiret yurduna geri döndürecek Allah’tır. Öyleyse (hala hakk yoldan) nasıl döndürülüyorsunuz?”
10/YÛNUS-35: Kul hel min şurekâikum men yehdî ilel hakk, kulillâhu yehdî lil hakk(hakkı), e fe men yehdî ilel hakkı ehakku en yuttebea em men lâ yehiddî illâ en yuhdâ, fe mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne).
De ki: “Sizin ortaklarınızdan Hakk’a (Allah’ın indirdiği hidayet nuru Zikr/Kur’an ile mutlak gerçek olan selamet yurdu nimet-i cennetine) sizi hidayet edecek kimse var mı?” De ki: “Allah, Hakk’a hidayet eder. Öyleyse Hakk’a hidayet eden mi tâbî olunmaya daha lâyıktır yoksa hidayete erdirilmedikçe, kendisi hidayete eremeyen (aracı) kimse mi?” Artık size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
10/YÛNUS-36: Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ(zannen), innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey’â(şey’en), innallâhe alîmun bimâ yef’alûn(yef’alûne).
Ve onların çoğu zandan başka bir şeye tâbî olmaz. Şüphesiz zan, haktan (mutlak gerçek olan ve ödül/ceza mukabilinde yargılanacağınız ahiret hayatında) size bir şey kazandırmaz. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını bilendir.
10/YÛNUS-37: Ve mâ kâne hâzel kur’ânu en yufterâ min dûnillâhi ve lâkin tasdîkallezî beyne yedeyhi ve tafsîlel kitâbi lâ reybe fîhi min rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve bu Ku’rân, Allah’tan başkası tarafından indirilmiş değildir. Ve lâkin, onların ellerinde olanı (önceden gönderilmiş ve henüz tahrif edilip bozulmamış kitapları/Zikr’i ve Resul’leri de) tasdik eder ve Kitab’ı tafsil eder ( sonradan tahrif edilen kitapların önceki halini içyüzünü ayrıntılı olarak açıklar). O’nun hakkında şüphe yoktur, Bu kitap (Kuran/Zikr) size âlemlerin Rabbindendir.
10/YÛNUS-38: Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), kul fe’tû bi sûretin mislihî ved’û menisteta’tum min dûnillâhi in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenlerseniz, o taktirde Allah’tan başka gücünüzün yettiği kimseleri çağırın ve onun gibi bir sure getirin!”
10/YÛNUS-39: Bel kezzebû bimâ lem yuhîtû bi ilmihî ve lemmâ ye’tihim te’vîluh(te’vîluhu), kezâlike kezzebellezîne min kablihim fanzur keyfe kâne âkibetuz zâlimîn(zâlimîne).
Hayır onlar, (o mutrafi müşrikler sömürü düzenleri bozulmasın diye) kendilerine tebliğ edilenin ilmini bile kavramadan, kendilerine yorumu dahi yapılmamış bir şeyi yalanladılar. Aynı bunlar gibi bunlardan öncekiler de (önce yaşamış mutrafi müşrikler de daima Allah’ın indirdiği Zikr’i ) yalanladılar. Artık bak, sonunda müşrik zalimlerin akibetleri nasıl oldu.
10/YÛNUS-40: Ve minhum men yu’minu bihî ve minhum men lâ yu’minu bih(bihi), ve rabbuke a’lemu bil mufsidîn(mufsidîne).
Ve geçmişte onlardan, ona (Zikre/Kuran’a) îmân eden kimseler vardı ve onlardan ona îmân etmeyen kimseler de vardı. (Ancak) Senin Rabbin (tüm dönemlerde) fesat çıkaranları en iyi bilir.
10/YÛNUS-41: Ve in kezzebûke fe kul lî amelî ve lekum amelukum, entum berîûne mimmâ a’melu ve ene berîun mimmâ ta’melûn(ta’melûne).
Ve eğer seni yalanlarlarsa o zaman de ki: “Benim amelim bana ve sizin ameliniz size ait. Siz benim yaptığım şeylerden uzaksınız, ben de sizin yaptığınız şeylerden uzağım.”
10/YÛNUS-42: Ve minhum men yestemiûne ileyk(ileyke), e fe ente tusmius summe ve lev kânû lâ ya’kilûn(ya’kilûne).
Onlardan seni dinleyen kimseler var. Fakat (kalplerine tabedilen ekkinet mühürü yüzünden) duyduklarını akıl edemiyorlarsa o sağırlara sen mi duyuracaksın?
Aziz Allah’ı tek ve yegane otoriteleri olarak kabul etmedikleri gibi; Hakim Allah’ın hükmüne farklı ilahlarla ortak koşan müşriklerin kalplerine; “şirk küfür imanını seçmeleri yüzünden”; Aziz Allah tarafından Kuran’ı anlamalarını ve idrak etmelerini engelleyen, hicab-ı mesture/ algı idrak perdesi/örtüsü zikredilen; “ekkinet mührü” vurulduğunun 41. Sırada indirilen Yasin suresi 9,10. ayetleriyle açıklanması üzerine ve daha sonra 50. sırada indirilen İsra suresi 45,46 ayetlerinde ve 55. sırada indirilen Enam suresinde 25,26. Ayetlerinde ekkinet mührü konusunun detaylandırılarak açıklanmasından sonra, 61. Sırada indirilmiş olan Fussilet suresi 5. ayetinde müşriklerin hicab-ı mesture ekkinet mührü hususuna cevaben dile getirmiş oldukları bahaneler aktarılıyor. Ayrıca hicab-ı mesture vakra perdesi için {bkz;Fussilet suresi 44}
“36/YÂSÎN-9: Ve (Allah’a aracısız yönelip amenü olmadıkları için/küfür İmanında direndikleri için) onların önlerine ve arkalarına set kılarak böylece onları hakk-i’kat’tan (Allah katından bildirilen/indirilen mutlak gerçekten/Kuran’dan) perdeledik. Artık onlar görmezler.”
“36/YÂSÎN-10: Ve onları artık uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir. (Bkz ; İsra suresi 56 Enam suresi 25,26 Küfür İmanını tercih ettikleri için müşriklerin kalplerine vurulmuş ekkinet mühürleriyüzünden artık onlar (Zikr’i/Kuran’ı idraka) perdelidirler) Artık Onlar âmenû olamazlar.”
“17/İSRÂ-45: Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete inanmayanlar arasına hicab-ı mesture (algı/idrak örtüsü/perdesi) koyduk.
“17/İSRÂ-46: O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine koyduğumuz ekinnet mührü ile onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini (işinde ve hükmünde ortağı yardımcısı aracısı vekili olmadığını) zikrettiğin zaman onlar bu yüzden sana nefretle arkalarını döndüler./dönüyorlar.
“6/EN’ÂM-25: Ve onlardan (Allah’ın otoritesine başka ilahları eş tutarak küfür İmanını tercih etmiş o müşrik kafirlerden) kim seni dinlerse, seni anlamamaları için onların kalplerinin üzerine ekinnet(kalp mühürü) koyduk ve bu yüzden onların kulaklarında bir vakra (ağırlık) vardır. Ve onlar bütün âyetleri (mucizeleri) görseler, bile ona inanmazlar. Hatta sana geldikleri zaman, seninle bu yüzden tartışırlar. Kâfir olanlar bu yüzden: “Bu ancak (bu Kur’an) evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.” derler”.
“6/EN’ÂM-25: Ve onlar, insanları (Allah’a aracısız iman ve teslim olmaktan ve Kuran’dan ) nehyederler (men ederler) ve kendileri de bu yüzden ondan (aracısız iman ve teslim olmaktan/Kuran’dan) uzak dururlar. Oysa onlar; (bunu yaparak) Kendilerinden başkasını helâk etmezler ve (ekkinet mühürleri yüzünden) yaptıklarının şuurunda değillerdir.”
10/YÛNUS-43: Ve minhum men yanzuru ileyk(ileyke), e fe ente tehdil umye ve lev kânû lâ yubsırûn(yubsırûne).
Ve onlardan sana bakanlar var, fakat (kalplerindeki ekkinet mühürü yüzünden) onlar görmüyorlarsa (şirk koştukları için kalplerine ekkinet mührü vurulmuş o kimselerin basar hassalarını Allah çalıştırmıyorsa ve Onlar Allah’a aracısız yönelmediği halde) O âmâları sen mi hidayete erdireceksin?
Kişi; Amenü olup Allah’a aracısız yönelmedikçe yani Şirk koşmaktan vazgeçmedikçe, kişinin kalbindeki mühür asla açılmaz ve tüm hassaları idraka kapalı tutulur. Bkz; Bakara suresi 7~17 Bu nedenleİslam’da vesile ve vesilecileri aradan çıkarıp Zikre/Kuran’a tabi olmak olmazsa olmaz yegane şarttır. Bkz; İsra suresi 56,57
10/YÛNUS-44: İnnallâhe lâ yazlimun nâse şey’en ve lâkinnen nâse enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Muhakkak ki Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Lâkin, (aracılara yönelip şirk koşmakla) insanlar kendi nefslerine kendileri zulmetmiş olurlar.
10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Kıyamet günü), (yeryüzünde) sanki gündüz bir saatten fazla kalmamışlar gibi (zannedecekler ve) onları toplayacak (ahirete haşredecek). Birbirlerini (orada gerçek yüzünü) tanıyacaklar. Allah’a mülâki olmayı (ahiret din/hesap gününde Allah tarafından yargılanmayı ) yalanlayanlar, orada (ahirette) hüsrandadır. Ve o müşrikler, (iddia ettikleri gibi asla) hidayete eren kimseler olmadılar.
Tüm çok tanrılı inançlarda ahiret hayatı yoktur ve müşrik inançların tümünde yaşam tepsi gibi düz tahayyül ettikleri tek bir dünyada gerçekleşmektedir. Müşrik inançlarda insanlar öldükten sonra toprağın altında bulunan ölüler diyarına gönderilmektedir ve suçlu bulunanların ise (yani aracılara istedikleri vergiyi ödemeyenler) toprağın altında bulunduğu söylenen kükürt havuzlarında yakılacağı telkin edilmekteydi ve günümüzde de sanki İslam’a aitmiş gibi dillendirildiği üzere suçlu olanlar “kabir azabına” maruz bırakılırlardı. Oysa “Kuran’da kabir azabı yoktur.!” Bu nedenle; Bu müşrik korkutmacası için Rum suresi 55. Ayetinde Ve o saatin gelip kıyâmetin koptuğu gün, müşrik mücrimler bir saatten fazla (mezarda) kalmadıklarına yemin ederler. İşte ahirete böyle döndürülüyorlardı (kabirlerde bir saat gibi çok kısa bir müddet kabirde kaldıklarını sanıyorlardı. vurgusuyla kullar, {bkz:Yunus suresi 77} “insanları korkularla elit hakim zümre adına sömüren” müşrik ruhbanların bu sinsi sömürü fitnesine karşı uyarılmıştır. {Kabir azabı fitnesi için ilgili diğer uyarı ayetlerine bkz; İsra suresi 52 Taha suresi 104 Yunus suresi 45 Rum suresi 55 Ahkaf suresi 35} Ve Müşrik ruhbanlar insanları korkutup sömürmek adına kendilerine biat edenlerin dünyada yeniden diriltileceği yalanını da telkin ediyorlardı. Örneğin; Hristiyan müşrikler Allah’ın oğlu olarak niteledikleri Hz İsa (A.S)’ın tekrar Mehdi olarak yeryüzüne geleceğini insanlığı kurtaracağını ve o güne kadar Hristiyan olmuş kişilerin yeryüzünde sonsuz mutlu bir yaşam sürdüreceğini telkin ederek insanları sömürüyorlardı. (Bu fitneye hala devam ediyorlar) Oysa İslam inancına göre ademoğlu sınandıktan sonra kıyamet kopacak ve yeryüzü tamamen yok olacaktır ve ardından ikinci alem ve asıl hayat zikredilen ahiret yaşamı başlayacaktır. Ve {bkz;Nisa suresi 41,42} gönderilmiş olan tüm Resul’ler beas günü ahiret hayatında ümmetlerinin üzerinde şahit tutulacaktır. “ Kıyamet inancı” Tek dünyadan ibaret olan şirk inançlarının tüm fitne ve yalanlarını kökten yok ettiği için “kıyamet ve Ahiret hayatı” müşriklerin ısrarla reddettikleri bir hakikattır. Ve Mehdi inancı ; kıyamet ve ahiret hayatını reddeden müşriklerin iman ettiği ve ölesiye savundukları bir fitnedir
10/YÛNUS-46: Ve immâ nurîyenneke ba’dellezî naıduhum ev neteveffeyenneke fe ileynâ merciuhum summallâhu şehîdun alâ mâ yef’alûn(yef’alûne).
Ama sana, onlara vaadettiğimizin (ahiret hayatının) bir kısmını göstersek veya seni (senden kurtulmak istedikleri için) vefat ettirsek de o zaman yine de (sonunda) onların dönüşü, Bizedir. (Korktukları hesap gününün azabından seni öldürmekle asla kurtulamayacaklar ve Allah’ın huzurunda yargılanacaklar ) Allah, onların yaptığı şeylere şahittir.
10/YÛNUS-47: Ve likulli ummetin resûl(resûlun), feizâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).
Her ümmetin bir resûlü vardır. (Geçmişte) Onlara, resûlleri geldiği zaman onların aralarında daima adaletle hükmolundu. Onlara (Allah’ın indirdiği ile hükmedip hükmü ile amel etmiş olanlara) asla zulmedilmez.
10/YÛNUS-48: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sadıkîn(sadıkîne).
Ve: “Eğer siz, sözünüzde sadıklarsanız bu vaad, ne zaman?” derler. (ahiret hayatı, hesap/din günü yoktur Eğer gücünüz yetiyorsa o azabı şimdi hemen getirin diye alay ederek meydan okudular)
10/YÛNUS-49: Kul lâ emliku li nefsî darran ve lâ nef’an illâ mâ şâallâh(şâallâhu), li kulli ummetin ecel(ecelun), izâ câe eceluhum fe lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn(yestakdimûne).
De ki: “Allah’ın dilediği şey hariç, ben nefsime bir fayda veya bir zarar vermeye malik değilim. Her ümmetin bir eceli ve mühleti vardır. Onların eceli geldiği zaman artık bir saat tehir edilmez ve öne alınmaz.”
10/YÛNUS-50: Kul ereeytum in etâkum azâbuhu beyâten ev nehâren mâzâ yesta’cilu minhul mucrimûn(mucrimûne).
De ki: “O’nun azabı şâyet gece veya gündüz size şimdi aniden gelse, mücrimlerin (suçluların) acele istedikleri akibetleri orada ne olacak hiç düşündünüz mü?
10/YÛNUS-51: E summe izâ mâ vakaa âmentum bih(bihi), âl’âne ve kad kuntum bihî testa’cilûn(testa’cilûne).
O, (ölüm/kıyamet)vuku bulduktan sonra mı O’na îmân edeceksiniz ki? Siz şimdi onu acele istiyorsunuz!
10/YÛNUS-52: Summe kîle lillezîne zalemû zûkû azâbel huld(huldi), hel tuczevne illâ bimâ kuntum teksibûn(teksibûne).
Yeryüzünde şirk ile zulmedenlere orada (ahirette) “Ebedî azabı tadın!” denildiği zaman; Yoksa, siz (ebedi cehennem azabından) başkası bir şey ile mi cezalandırılacağınızı sanıyorsunuz?
10/YÛNUS-53: Ve yestenbiûneke ehakkun hû(hûve), kul î ve rabbî innehu le hakkun ve mâ entum bi mu’cizîn(mu’cizîne).
Ve senden haber soracaklar: “O (Allah) hak mıdır (mutlak gerçek midir)?” De ki: “Evet, Rabbime andolsun.” Muhakkak ki o, kesin olarak haktır (mutlak gerçektir) ve sizler Allah’ı aciz bıracak olanlar değilsiniz. (o düzmece aracıların şefaati veya yardımlarını umarak Allah’tan size gelecek cehennem azabını engelleyemezsiniz)
10/YÛNUS-54: Ve lev enne li kulli nefsin zalemet mâ fîl ardı leftedet bih(bihi), ve eserrun nedâmete lemmâ reevul azâb(azâbe), ve kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Muhakkak ki; (şirk ile) zulmeden her nefs, yeryüzünde ne varsa hepsi onun olsa, azabı gördüğü zaman, mutlaka onların hepsini feda ederdi (verirdi). Ve onların (sınananların) arasında daima adaletle hükmedilmektedir. Ve onlara haksız yere zulmedilmez.
10/YÛNUS-55: E lâ inne lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), e lâ inne va’dallâhi hakkun ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Göklerde ve yeryüzünde olanlar, muhakkak Allah’ın değil mi? Allah’ın vaadi mutlaka hak değil mi? Ve lâkin onların çoğu bu hakikatı idrak etmezler.
10/YÛNUS-56: Hûve yuhyî ve yumîtu ve ileyhi turceûn(turceûne).
O, diriltir ve O öldürür. Ve sonunda yargılanmak üzere O’nun makamına döndürüleceksiniz.
10/YÛNUS-57: Yâ eyyuhen nâsu kad câetkum mev’ızatun min rabbikum ve şifâun limâ fîs sudûri ve huden ve rahmetun lil mu’minîn(mu’minîne).
Ey insanlar! Size, (Kuran/Zikr ile) Rabbinizden öğüt ve göğsünüzde olana (bkz: Yunus suresi 43 küfrü terketmenizle beraber kalb-i sudurunuz’dan ekkinet mührünü sökmeye tek yetkili olan Allah’tan ) şifa ve mü’minlere hidayet ve rahmet gelmiştir.
10/YÛNUS-58: Kul bi fadlillâhi ve bi rahmetihî fe bi zâlike felyefrehû, hûve hayrun mimmâ yecmeûn(yecmeûne).
De ki: Ona (Allah’a) tabii olanlar “Allah’ın fazlı (yardım ve himayesi) ve O’nun rahmeti ile artık ferahlasınlar (sevinsinler). O, (Allah’ın yardımı ve himayesi ve sunacağı imkanlar) onların (mutrafi müşriklerin) topladıkları şeylerden (dünya metaından) daha hayırlıdır.”
10/YÛNUS-59: Kul e reeytum mâ enzelâllâhu lekum min rızkın fe cealtum minhu harâmen ve halâlâ(halâlen), kul allâhu ezine lekum em alallâhi tefterûn(tefterûne).
De ki: “Allah’ın sizin için rızık olarak indirdiği şeyleri gördünüz mü? Sonra da (kendi uydurmalarınızla) onlardan (bir kısmını) haram ve (bir kısmını) helâl kıldınız.” De ki: (Bunu yaparken) “Allah size özel bir izin mi verdi, yoksa Allah’a Siz mi iftira mı ediyorsunuz?”
Bkz; Enam suresi 91 Araf suresi 142~145 Gerçek Tevrat iki taş levhadan ibarettir. Batıl tahrif Tevrat ise 40 kitaptır ve içeriğine kasıtla, insanın asla ezberinde tutamayacağı onbinlerce haram ve helal yerleştirilmekle halk din adamlarının bilgi ve danışmanlığına neredeyse her konuda mecbur bırakılmıştır. Âl-i İmran suresi 93. ayetinde “Allah’ın haram kılmadığı halde”, aracılık müessesesiyle batıla tabi olmuş Müşrik İsrailoğullarının, yiyecekler üzerinde kendi hevalarına göre çeşitli haramlar koydukları açıklanırken Araf suresi 32. ayetinde bu husus, ziynet eşyaları üzerinden de tilavet edilmektedir. Yunus suresi 59. ayetinde ise halkı sömürmek gayesinde tarih boyunca her dönemde tatbik edilmiş olan “helal ve haram uydurma” yöntemi ve böylece halkın her konuda müşrik aracıların danışmanlığına mecbur bırakılmış olması önemiyle vurgulanmıştır.
10/YÛNUS-60: Ve mâ zannullezîne yefterûne alâllahil kezibe yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), innallâhe le zû fadlın alen nâsi ve lâkinne ekserehum lâ yeşkurûn(yeşkurûne).
Kıyâmet günü, Allah’a yalanla iftira edenlerin zannı nedir? (Allah’a yalanla iftira edenler, kıyamet günü başlarına ne geleceğini zannediyorlar. Bkz: Yunus suresi 69) Muhakkak ki Allah, insanlara karşı (takva/itaat karşılığı mükafat görecekleri) fazlın elbette asıl sahibidir. Ve lâkin onların çoğu bunu düşünüp şükretmezler.
10/YÛNUS-61: Ve mâ tekûnu fî şe’nin ve mâ tetlû minhu min kur’ânin ve lâ ta’melûne min amelin illâ kunnâ aleykum şuhûden iz tufîdûne, fîh(fîhi) ve mâ ya’zubu an rabbike min miskâli zerretin fîl ardı ve lâ fîs semâi ve lâ asgare min zâlike ve lâ ekbere illâ fî kitâbin mubîn(mubînin).
Ve bir iş ile meşgul olmanız, Kur’ân’dan bir şey okumanız ve yaptığınız bir amel yoktur ki, ona daldığınız zaman sizin üzerinize şahitler olmayalım. Yeryüzünde ve semada zerre ağırlığınca bir şey Rabbinizden gizli kalmaz. Ve ondan daha büyüğü ve daha küçüğü yoktur ki, Kitab-ı Mübîn’de {bkz:Kaf 21,22,23 Zuhruf 80,Yasin,12, kulların tüm yeryüzü amellerinin kaydının tutulduğu o kitapta) olmasın.
10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına ( bkz: Âl-i İmran suresi 7 Yûnus suresi 108, 109 Allah’ı en Alâ dost bilip onun indirdiği Kitab’ı Zikre/Kuran hükümlerine itimat ederek onu tedris edenlere/öğrenip öğretenlere), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (Allah’a aracıssız iman ve teslim olmuşlardır) ve takva sahibi olmuşlardır.
10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir. (büyük/ebedi kurtuluştur)
10/YÛNUS-65: Ve lâ yahzunke kavluhum, innel izzete lillâhi cemîâ(cemîan), huves semîul alîm(alîmu).
Onların (Bkz; Yunus suresi 15 O Mutrafi müşriklerin) sözleri sakın seni üzmesin. Muhakkak ki bütün izzet, (üstünlük ve şeref) daima Allah’ındır. O; işiten, en iyi bilendir.
10/YÛNUS-66: E lâ inne lillâhi men fîs semâvâti ve men fîl ard(ardı), ve mâ yettebiullezîne yed’ûne min dûnillâhi şûrekâ(şûrekâe), in yettebiûne illez zanne ve in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
Semalarda ve yeryüzünde olan kimseler (insana yardım edebilecek tüm melekler) muhakkak Allah’ın otoritesindedir, öyle değil mi? Allah’tan başka ortaklara (aracılara) dua edenler neye tâbî oluyorlar? Ancak zanna tâbî olurlar ve onlar sadece tahmin ederler. (Aracılar tahminler uydurarak/yürüterek insanları aldatırlar).
10/YÛNUS-67: Huvellezî ceale lekumul leyle li teskunû fîhi ven nehâre mubsırâ(mubsıren), inne fî zâlike leâyâtin li kavmin yesmeûn(yesmeûne).
İçinde dinlenmeniz için geceleri vücuda getiren ve içinde (salih ameller biriktirebilmeniz için) basireti sağlayıp, gündüzü (aydınlık) kılan O’dur. Muhakkak ki bunda, işiten bir kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.
10/YÛNUS-68: Kâlûttehazallâhu veleden subhâneh(subhânehu), huvel ganiy(ganiyyu), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), in indekum min sultânin bi hâzâ, e tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
‘Allah çocuk edindi” dediler. O, ondan (İnsana benzer eksik sıfatlardan) münezzehtir. O, Ganî’dir. Semalarda ve yeryüzünde olan şeyler sadece O’nun yaratmasıdır. Yanınızda ithamlarınıza dair hiçbir delil yoktur. Allah’a bilmediğiniz gerçek hakkında bir şey mi söylüyorsunuz?
Geçmişte tüm çok tanrılı inançlarda; Güneş tanrısı baş tanrı olarak kabul ediliyordu. Ve yıldızlar; Tanrının dünyayı yönetmek adına muhtelif konularda vekili olarak yetkilendirdiği, kızları veya oğulları varsayılıyordu. Ve İslam haricinde geçmişte varolmuş ulusların tümü yıldızların isimlerine totemleştirdikleri gök tanrı putları üzerinden yıldız ilahlara tapınırlardı. Ve tanrıların/ilahların isteklerini put sahibi anılan “put hizmetkarı” kahinlerden öğrenirlerdi. Bu hakikat Kuran’da Enam suresi 75~83 ve Saffat suresi 83~98 ayetlerinde kıssa edilerek; Hz İbrahim üzerinden detaylı bir şekilde örneklenir. Ve gök Tanrı inançlarına göre (o dönem mesafe ölçer cihazlar henüz olmadığından) gökkubbeyi dünyanın tepesinde yüksek direkler üzerinde kurulu Tanrı’ların yaşadığı düz bir katman olarak tahayyül ederlerdi. Bu yüzden göktanrı inançlarına bir reddiye olarak {bkz;Lokman suresi 10 Rad suresi 2} ayetlerinde “gökyüzünü direksiz yarattık” vurgusu yapılmıştır. Kuran indiği dönemde de atalarının gök Tanrı inançlarını kitaplarına uyarlamış olan Yahudi müşrikler ise kendi krallarını Tanrının oğlu ve vekili gösterip bu vasıtasıyla tanrının yeryüzünü idare ettiğini halka telkin ederek sömürürlerken; . Hristiyan müşrikler ise Hz İsa’yı diğer gök Tanrı inançlarında olduğu gibi Allah’ın oğlu ilan ederek onun üzerinden ruhbanlık/Kilise vasıtasıyla sömürü hükümleri yazarak halkı soyuyorlardı. Aynı fitne soygunu Arap müşriklerde Güneş Tanrı’sının kızları olarak andıkları Lat Menat ve Uzza üzerinden put sahibi kahinler tarafından gerçekleştiriliyordu. Dolayısıyla göktanrı ilahları üzerinden aldatılan halk Lat Uzza ve Menat olarak isimlendirdileri Allah’ın kızları olarak varsaydıkları, Putlar’ın hidayeti ve şefaatini umarak Allaha dolaylı yöneliyorlardı. Ve Put sahipleri düzmece ilahların insanlardan istediği vergileri harçları miktarıyla halka iletiyordu. Put hizmetkarı aracılar Allah’ın (sözde!) Melek ilahe kızlarıyla cinler vasıtasıyla saffat 6~11 ve Hicr 17,18 ayetlerinde bu yalanları reddedildiği halde haberleştiklerini aktarıyordu. Yani halk, Allah’a evlat nisbet ettikleri ilahlar veya ilaheler üzerinden {Bkz Zumer suresi 23 ve 31} bir şehrin veya kavmin mutrafileri anılan elit hakim zenginler ve onların çıkar payandası olan din adamları tarafından sömürülüyordu.
10/YÛNUS-69: Kul innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
De ki: “Muhakkak ki Allah’a yalanla iftira eden kimseler felâha (kurtuluşa) eremezler.”
10/YÛNUS-70: Metâun fîd dunyâ summe ileynâ merciuhum summe nuzîkuhumul azâbeş şedîde bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).
Dünyada sizin için bir meta (sınanma süresince yeryüzü mülkümüzde geçinme) vardır. Sonra onların dönüşleri Bize ahiret yurduna Allah’ın yargı makamınadır. Sonra da (Bkz Yunus suresi 1 İslam’ı/Kuran’ı) inkâr etmiş olmalarından dolayı onlara şiddetli azap tattıracağız.
10/YÛNUS-71: Vetlu aleyhim nebe’e nûh(nûhın), iz kâle li kavmihî yâ kavmi in kâne kebure aleykum makâmî ve tezkîrî bi âyâtillâhi fe alâllâhi tevekkeltu fe ecmiû emrekum ve şurekâekum summe lâ yekun emrukum aleykum gummeten summakdû ileyye ve lâ tunzirûn(tunzirûne).
Ve onlara Hz. Nuh’un haberini oku. Kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Benim aranızda bulunmam ve Allah’ın âyetlerini size zikretmem, size ağır geliyorsa, artık ben sadece Allah’a tevekkül ettim (güveniyorum). Bundan sonra siz ve ortaklarınız ( bkz; Nuh suresi 23 Allah’ın evlatları ve yeryüzünde yönetimindeki vekilleri olarak gördüğünüz , Vedd’i, Suvâa’yı, Yagûs’u ve Yaûka’yı ve Nesra’yı .” çağırın ve o sahte aracı ilahlarınızla birlikte bana vereceğiniz ceza hakkında ), şimdi hemen karar verin. (Acele edin ki) Sonra işlerinizde (uydurma ilahlarınız tarafından) size keder olmasın. Sonra da bana vereceğiniz hükmü elinizden geliyorsa mutlaka uygulayın ve sakın beklemeyin.” Demişti. (Diyerek onlara meydan okumuştu)
10/YÛNUS-72: Fe in tevelleytum fe mâ se’eltukum min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâllâhi ve umirtu en ekûne minel muslimîn(muslimîne).
Ama şâyet (Allah’a aracısız yönelip İslam’a) dönerseniz, Ben sizden (aracıların talep ettiği gibi vergi pey vb) bir ücret de istemiyorum. Benim ecrim yalnız Allah’a aittir. Ve ben O’na teslim olanlardan olmakla emrolundum.
10/YÛNUS-73: Fe kezzebûhu fe necceynâhu ve men meahu fîl fulki ve cealnâhum halâife ve agraknellezîne kezzebû bi âyâtinâ, fanzur keyfe kâne âkıbetul munzerîn(munzerîne).
Fakat onu da yalanladılar. Sonra Biz, onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık. Ve kurtardıklarımızı yeryüzüne, halifeler kıldık ve âyetlerimizi yalanlayan o kimseleri, (suda) boğduk. Artık bak, uyarılanların akibeti nasıl oldu.
10/YÛNUS-74: Summe beasnâ min ba’dihî rusulen ilâ kavmihim fe câûhum bil beyyinâti fe mâ kânû li yu’minû bimâ kezzebû bihî min kabl(kablu), kezâlike natbeu alâ kulûbil mugtedîn(mugtedîne).
Sonra onun arkasından gelen kavimlere de nice resûller gönderdik. Onlara Allah’ın beyyineleri (Allah’ın beyanlarını/Zikr’i) getirdiler. Daha önceki resulleri yalanladıkları gibi böylece onlar da mü’min olmadılar. Böylece o Haddi (Allah’ın sınırlarını şirk ile) aşanların kalplerini (ekkinet ile) mühürledik. (Küfür imanında direnen tüm müşriklere şeriat edildiği üzere, idrakları ekkinet mühürü ile perdelendiği için ve bu yüzden artık mümin olma şansları kalmadığı için sonuçla helak edildiler)
10/YÛNUS-75: Summe beasnâ min ba’dihim mûsâ ve hârûne ilâ fir’avne ve melâihî bi âyâtinâ festekberû ve kânû kavmen mucrimîn(mucrimîne).
Sonra onların arkasından Musa ve Harun’u âyetlerimizle firavun ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar da kibirlendiler. Ve mücrim (suçlu) kavim oldular.
10/YÛNUS-76: Fe lemmâ câehumul hakku min indinâ kâlû inne hâzâ le sıhrun mubîn(mubînun).
Böylece onlara katımızdan hakk (Zikr/Kur’an) geldiği zaman: Onlar da “Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir.” dediler.
10/YÛNUS-77: Kâle mûsâ e tekûlûne lil hakkı lemmâ câekum, e sıhrun hâzâ, ve lâ yuflihus sâhırûn(sâhırûne).
Musa (A.S) şöyle dedi: “Size de hakk (Zikr/Kur’an) geldiği halde onun hakkında, bu bir sihirdir diye konuşmaktasınız. Ve lakin, muhakkak ki sihirbazlar felâha ermez.”
10/YÛNUS-78: Kâlû e ci’tenâ li telfitenâ ammâ vecednâ aleyhi âbâenâ ve tekûne lekumel kibriyâu fîl ard(ardı), ve mâ nahnu lekumâ bi mu’minîn(mu’minîne).
Dediler ki: “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden (yalnızca bir ülkenin kralına veya kavmin mutrafilerine üstünlük ve yönetme hakkı veren atalarımızın dini çok tanrılı müşrik inancımızdan) bizi çevirip sonra da yeryüzünde (Allah’ın otoritesi üzerinden kazandığımız tüm bu servet ve) üstünlük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Ve tabii ki biz, ikinize de îmân edecek değiliz.” Dediler.
10/YÛNUS-79: Ve kâle fir’avnu’tûnî bi kulli sâhırin alîm(alîmin).
Ve firavun: “Bütün bilgin (usta) sihirbazları bana getirin!” demişti.
10/YÛNUS-80: Fe lemmâ câes seharetu kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
Böylece sihirbazlar geldiği zaman Musa (A.S) onlara: “Siz atacağınız şeyleri atın.” dedi.
10/YÛNUS-81: Fe lemmâ elkav kâle mûsâ mâ ci’tum bihis sihr(sihru), innallâhe se yubtiluh(yubtiluhu), innallâhe lâ yuslihu amelel mufsidîn(mufsidîne).
Onlar attıkları zaman Musa (A.S) şöyle dedi: “Sizin getirdiğiniz şey sihirdir. Muhakkak ki Allah, onu bâtıl kılacaktır. (kendi göstereceği gerçek mucizeyle sizin sihrinizi değersiz kılacaktır ) Allah, muhakkak ki fesat çıkaranların amelini ıslâh etmez. Demişti.
10/YÛNUS-82: Ve yuhikkullâhul hakka bi kelimâtihî ve lev kerihel mucrimûn(mucrimûne).
Ve mücrimler (şirk ile Allah’a asi olmuş suçlular) kerih görse de (istemese de) Allah hakkı gerçekleştirir.
10/YÛNUS-83: Fe mâ âmene li mûsâ illâ zurriyyetun min kavmihî alâ havfin min fir’avne ve melâihim en yeftinehum, ve inne fir’avne leâlin fîl ard(ardı) ve innehu le minel musrifîn(musrifîne).
Bundan sonra, firavunun ve onun ileri gelenlerinin (karyenin mutrafileri/elit hakim zümrenin) onları fitnelemesi korkusuyla (başlarına belâ olup sonra eziyet ederler diye) Musa (A.S)’ın (kendi) kavminden, zürriyetinden olan bir gurup (Hz Musa’ya) îmân etmedi. Ve muhakkak ki firavun, yeryüzünde gerçekten üstündü. Ve gerçekten o müsriflerdendi (sınanmak için bahşedilmiş yeryüzü fırsat hayatını kötü akibeti için batıl ile israf edenlerdendi)
10/YÛNUS-84: Ve kâle mûsâ yâ kavmi in kuntum âmentum billâhi fe aleyhi tevekkelû in kuntum muslimîn(muslimîne).
Ve Musa (A.S) (Bkz; Yunus suresi 83 kendi içlerinden bir gurubun korkuyla iman etmediğini görünce) şöyle dedi: “Ey kavmim! Eğer siz, Allah’a âmenû (Allah’a aracısız iman ve teslim) olanlarsanız, artık sadece O’na (Allah’a) tevekkül edin.” (Firavun ve yandaşlarından korkmayın/sadece Allah’a güvenin!)
10/YÛNUS-85: Fe kâlû alallâhi tevekkelnâ, rabbenâ lâ tec’alnâ fitneten lil kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Bunun üzerine: “Biz de Allah’a tevekkül ettik. Rabbimiz, bizi bu zalim kavme fitne kılma.” (Bu zalim kavimle sınama) dediler.
10/YÛNUS-86: Ve neccinâ bi rahmetike minel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
Ve bizi, Senin rahmetinle bu kâfirler kavminden kurtar. Diye dua ettiler.
10/YÛNUS-87: Ve evhaynâ ilâ mûsâ ve ahîhi en tebevveâ li kavmikumâ bi mısra buyûten vec’alû buyûtekum kıbleten ve akîmus sâlah(sâlate), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne).
Musa (A.S) ve kardeşine şöyle vahyettik: “İkinizin kavmi için Mısır’a evler yapın ve evlerinizi kıble kılın ve namazı orada ikame edin. Ve bunun için mü’minleri müjdele!”
10/YÛNUS-88: Ve kâle mûsâ rabbenâ inneke âteyte fir’avne ve melâhu zîneten ve emvâlen fîl hayâtid dunyâ rabbenâ li yudıllû an sebîlik(sebîlike), rabbenatmis alâ emvâlihim veşdud alâ kulûbihim fe lâ yu’minû hattâ yerevul azâbel elîm(elîme).
Ve Musa (A.S) şöyle dedi: “Rabbimiz, muhakkak ki Sen, firavun ve onun ileri gelenlerine dünya hayatında ziynet (süs eşyası) ve mallar verdin. Rabbimiz, (o mallar) onları Senin yolundan saptırsın! Rabbimiz, onların mallarını mahvet, onların kalplerini sıkıştır. Artık elîm azabı görünceye kadar onlar, mü’min olmazlar.”
10/YÛNUS-89: Kâle kad ucîbet da’vetukumâ festekîmâ ve lâ tettebi ânni sebîlellezîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “İkinizin duasına icabet edilmiştir (kabul edilmiştir). Artık ikiniz de (kendinizi dîne) ikame edin (Allah’a ve hükümlerine çağırmaya devam edin). O haddi bilmeyen kimselerin Benden (uzaklaşan) yoluna tâbî olmayın.” dedi.
10/YÛNUS-90: Ve câveznâ bi benî isrâîlel bahre fe etbeahum fir’avnu ve cunûduhu bagyen ve advâ(adven), hattâ izâ edrekehul gareku kâle âmentu ennehu lâ ilâhe illellezî âmenet bihî benû isrâîle ve ene minel muslimîn(muslimîne).
Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Böylece firavun ve onun ordusu, azgınca ve düşmanlıkla onları takip etti. (Sular), onu boğacak düzeye erişince, (firavun) artık ancak o zaman: “İsrailoğullarının inandığı ilâhtan başka (bir ilâh) olmadığına ben de îmân ettim. Ve ben (de), artık müslümanlardanım (İslam’a teslim olanlardanım).” dedi.
10/YÛNUS-91: Âl’âne ve kad asayte kablu ve kunte minel mufsidîn(mufsidîne).
Şimdi (mi) yenilgiden sonra teslim oldun, öyle mi? Ve oysa sen, daha önce Allah’a asi olmuştun. Ve sen, fesat çıkaranlardan idin.
10/YÛNUS-92: Fel yevme nuneccîke bi bedenike li tekûne limen halfeke âyeh(âyeten), ve inne kesîren minen nâsi an âyâtinâ le gâfilûn(gâfilûne).
Böylece senden sonraki nesillere, bir delil (ibret-i mucize) olman için, bugün senin bedenini öldürüp (naaşını) kurtaracağız. Ve insanların çoğu, elbette âyetlerimizden (mucizelerimizden) gâfillerdir.
10/YÛNUS-93: Ve lekad bevve’nâ benî isrâîle mubevvee sıdkın ve razaknâhum minet tayyibât(tayyibâti), femahtelefû hattâ câehumul ilm(ilmu), inne rabbeke yakdî beynehum yevmel kıyâmeti fî mâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
Ve andolsun ki; İsrailoğullarını güzel bir yere yerleştirdik. Ve onları tayyib (temiz, helâl) rızıktan rızıklandırdık. Bundan sonra onlara (Bkz Bakara suresi 100,101 hevalarına göre hükümler koyup İslam dininden uzaklaştıkları o fetret dönemleri haricinde) onlara tekrar ilim (Zikr) gelinceye kadar (hakk din İslam ile) ihtilâfa düşmediler. Muhakkak ki senin Rabbin, kıyâmet günü, hakkında ihtilâfa (anlaşmazlığa) düşmüş oldukları şeylerde, onların aralarında en doğru hükmü verir.
10/YÛNUS-94: Fe in kunte fî şekkin mimmâ enzelnâ ileyke fes’elillezîne yakreûnel kitâbe min kablik(kablike), lekad câekel hakku min rabbike fe lâ tekûnenne minel mumterîn(mumterîne).
Bundan sonra eğer sana indirdiğimiz şey hakkında şüphe içinde olursan, o zaman (bu anlattığımız hak ve batıl itilafı ve ayrılığı hakkında) senden önce kitabı (iki taş levhaya yazılı olan ve on emirden oluşan Tevrat’tı) okuyan kimselere sor. Andolsun ki; sana Rabbinden hak geldi. Öyleyse sakın şüphe edenlerden olma.
Hz Musa (A.S) Nebi’ye verilmiş olan Tevrat kitabı, yahudi muktesimler tarafından her gönderilen Resul’ün ardınca sömürü hükümleri eklenerek zamanla 40 kitap haline dönüştürülmüştür.
Atâlar; geçmişte gönderilmiş tüm kitaplarda da mevcut olan Rabb’in genel kaideleridir. Hz Musa (A.S) ile gönderilmiş olan iki taş levhadan ibaret Tevrat’ın ilk âta hükmü {bkz;İsra suresi 22} Allah’tan başka ilah edinme o zaman kınanmış ve hor görülmüş olarak yapayalnız kalırsın! İsra suresi 22 hükmüdür. Ve bu hükmün, Rabb’in bir âta hükmü olduğu ve Tevrat’ta da yazılı olduğu İsra suresi 20. ayetiyle belirtilmektedir.
Kur’an’ın da işaret ettiği gibi, bu ayet günümüzdeki, Tevrat mısırdan çıkış kitabı 20:3 bölümünde yazılı mevcuttur.
Yunus suresi 98. Ayetinde: Bu emirin Rabb’in bir âta hükmü olduğu ve Tevrat’ta da yazılı olduğu bunun doğruluğunu Tevrat’ı okumuş herhangi birisinin teyid edebileceği vurgulanmaktadır.
Oysa yahudi müşrikler, İslam dininde, Allah’tan başka hüküm koyucu bir ilah olmadığı halde ve bu husus Tevrat’ta da yazılı ve mevcut iken: Kendi krallarını Allah’ın oğlu ilan edip o kral evlatlar üzerinden mutrafiler lehine düzmece hükümler uydurarak halkı yüzyıllar boyu sömürmüşler ve Kur’an indiği dönem içinde de, İslam’a muhalefet ederek bu sömürüyü devam ettirmek arzusunu taşımaktadırlar.
10/YÛNUS-95: Ve lâ tekûnenne minellezîne kezzebû bi âyâtillâhi fe tekûne minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayan o kimselerden olma. O taktirde hüsrana uğrayanlardan olursun.
10/YÛNUS-96: İnnellezîne hakkat aleyhim kelimetu rabbike lâ yu’minûn(yu’minûne).
Muhakkak ki onlar yaptıklarıyla, (şirk koşmakla) Rabbinin (ekkinet mühürü) sözünü üzerlerine hakettiler. Onlar, artık mü’min olamazlar.
10/YÛNUS-97: Ve lev câethum kullu âyetin hattâ yerevûl azâbel elîm(elîme).
Ve eğer onlara bütün âyetler gelse bile, elîm azabı (cehennem azabını ahirette hakikat üzerinde) görene kadar onlar artık mü’min olmazlar.
10/YÛNUS-98: Fe lev lâ kânet karyetun âmenet fe nefeahâ îmânuhâ, illâ kavme yûnus(yûnuse), lemmâ âmenû keşefnâ anhum azâbel hızyi fîl hayâtid dunyâ ve metta’nâhum ilâ hîn(hînin).
O zikir verdiğimiz ülke halkları keşke âmenû olsaydı da (Allah’a aracısız iman ve teslim olsaydı) da böylece onun (ülke halkının) îmânı, onlara (hem yeryüzünde hem ahirette) fayda verseydi, olmaz mıydı? Ancak Yunus’un kavmi sonradan âmenû olunca, onlardan dünya hayatında aşağılayıcı azabı kaldırdık ve onları belli bir zamana kadar metalandırdık (yeryüzünde ömür süre geçirmelerine bir müddet daha müsaade ettik).
10/YÛNUS-99: Ve lev şâe rabbuke le âmene men fîl ardı kulluhum cemîâ(cemîân), e fe ente tukrihun nâse hattâ yekûnu mu’minîn(mu’minîne).
Ve şâyet senin Rabbin dileseydi, yeryüzünde olan kimselerin hepsi elbette topluca îmân ederlerdi. Yoksa sen, (insanları sınamak için özgür irade ile gönderdiğimiz halde) insanları mü’min(ler) oluncaya kadar zorlayacak mısın?
10/YÛNUS-100: Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve Allah’ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü’min olması (mümkün) olamaz. Ve çünkü (Allah), akıl etmeyen o kimselerin üzerine ceza verir. ( aracılara tabi olup kendisine yönelmedikleri için idrak hassaslarını, kalbini mühürler ve azaba mahkum eder)
10/YÛNUS-101: Kulinzurû mâzâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve mâ tugnîl âyâtu ven nuzuru an kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
De ki: “Semalarda ve yeryüzünde neler var bakın! Âmenû olmayan (Allah’a aracısız iman ve teslim olmayan) bir kavme, âyetler ve uyarılar asla fayda vermez.”
10/YÛNUS-102: Fe hel yentezırûne illâ misle eyyâmillezîne halev min kablihim, kul fentezırû innî meakum minel muntezirîn(muntezirîne).
Yoksa (şimdiki dönemin müşrikleri) onlardan önce de geçmiş olan (diğer helak ettiğimiz kavimlerin akibeti olan) günlerin benzerinden başkasını mı bekliyorlar? “Artık bekleyin, muhakkak ki ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” de.
10/YÛNUS-103: Summe nuneccî rusulenâ vellezîne âmenû kezâlik(kezâlike), hakkan aleynâ nuncil mu’minîn(mu’minîne).
Sonra Biz, resûllerimizi ve âmenû olan kimseleri muhakkak kurtarırız. Mü’minleri kurtarmamız üzerimize bir haktır.
10/YÛNUS-104: Kul yâ eyyuhen nâsu in kuntum fî şekkin min dînî,fe lâ a’budullezîne ta’budûne min dûnillâhi, ve lâkin a’budullâhellezî yeteveffâkum, ve umirtu en ekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dînimden şüphe içinde oldunuzsa ben, sizin Allah’tan başka taptıklarınıza tapmam. Ve lâkin sizi vefat ettirecek olan Allah’a kulluk ederim. Ve ben, böylece mü’minlerden olmakla emrolundum.”
10/YÛNUS-105: Ve en ekim vecheke lid dîni hanîfâ, ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).
Ve yüzünü * hanif olarak o dîne yönelt. Ve sakın müşriklerden olma!
İslam dinini diğer inançlardan ayrıştıran en belirgin özelliklerden ilki yaratıcı tanımıdır. {Bkz; Yunus suresi 68} Bu yüzdendir ki Kuran’da samimiyet demek olan İhlas suresinde tanımlanmış olan Oğlu veya kızları olmayan eşi dengi ve benzeri olmayan Vahid Allah’a inanmak İslam dininin giriş kapısıdır. Kuran’da Hz İbrahim Hz Musa gibi peygamberlerin kıssalarında, fitne tanrılarının reddiyesi ardınca “Ben mü’minlerin ilkiyim” ifadesiyle İhlas suresinde zikredilen Allah’a kul olmanın İslama geçişin ilk şartı olduğu vurgulanmıştır. Oğlu veya kızlarını yeryüzüne vekili olarak atayan aracıların hayal mahsulü insana benzer Fitne Tanrı’larını reddedip, “tek Tanrıya” iman etmiş ve böylece yaratıcıya aracısız yönelmiş kişilere hanif denir.
10/YÛNUS-106: Ve lâ ted’u min dûnillâhi mâ lâ yenfeuke ve lâ yadurruk(yadurruke), fe in fealte fe inneke izen minez zâlimîn(zâlimîne).
Allah’tan başka sana fayda ve zarar vermeyen şeylere dua etme. Bundan sonra eğer öyle yaparsan, o zaman sen mutlaka zalimlerden olursun.
10/YÛNUS-107: Ve in yemseskallâhu bidurrin fe lâ kâşife lehu illâ hû(hûve), ve in yuridke bi hayrin fe lâ râdde li fadlih(fadlihi), yusîbu bihî men yeşâu min ibâdih(ibâdihi), ve huvel gafûrur râhîm(râhîmu).
Ve eğer Allah, sana bir zarar (bir darlık) dokundurursa, artık onu, O’ndan (Allah’tan) başka giderecek kimse yoktur. (Aracılar ve düzmece ilahları buna malik değildir) Ve eğer senin için bir hayır isterse, o taktirde O’nun fazlını geri çevirecek kimse yoktur. O’nu kullarından ancak O dilediği kimseye isabet ettirir. Ve O; Gafûr’dur (günahları mağfiret edendir), Rahîm’dir (Yalnızca müminleri koruyup esirgeyendir)
10/YÛNUS-108: Kul yâ eyyuhen nâsu kad câekumul hakku min rabbikum, fe men ihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihi), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve mâ ene aleykum bi vekîl(vekîlin).
De ki: “Ey insanlar, Rabbinizden size hak (Sırat’ı mustakime/Hidayete ulaştıran Kuran hükümleri) gelmiştir! Kim onunla hidayete erdiyse, muhakkak ki kendi nefsi için hidayete erer. Ve kim dalâlette olduysa ancak kendi aleyhine (kendi hataları üzerine) dalâlette olur. Ve ben, sizin üzerinize * vekil değilim.
Allah’a evlat nisbet edip, yeryüzü yönetiminde yegane yetkili saydıkları o evlat ilahlar üzerinden kullandıkları sözde vekaletlerle af, mağfiret, şefaat, hidayet dağıtan aracılar gibi; Bana, Allah’tan verilmiş böyle ayrıcalıklı yetkiler ve vekalet yok! Ben sizin üzerinizde; Allah’ın yeryüzü yönetimindeki bir vekili değilim. “Sizler Allah’a karşı ancak indirdiği Kuran/Zikr hükümlerinden sorumlusunuz” vurgulanmaktadır.
10/YÛNUS-109: Vettebi’ mâ yûhâ ileyke vasbir hattâ yahkumallâh(yahkumallâhu), ve huve hayrul hâkimîn(hâkimîne).
Ve sana vahyolunan şeye tâbî ol! Ve Allah, hükmedinceye kadar sabret! (23 yıllık Kuran tamamlanma sürecinde/yeni bir hüküm gelene kadar sabret) Ve O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.