9/TEVBE-1: Berâetun minallâhi ve resûlihî ilellezîne âhedtum minel muşrikîn (muşrikîne).
Müşriklerden, ahd aldığınız (sulh yapılacağına dair 4 aylık anlaşma yaptığınız) kimselere Allah’tan ve O’nun resûlünden bir beraattir (bir ihtardır).
9/TEVBE-2: Fesîhû fil ardı erbeate eşhurin va’lemû ennekum gayru mu’cizîllâhi ve ennallâhe muhzîl kâfirîn(kâfirîne).
Artık yeryüzünde dört ay dolaşın. Ve muhakkak ki siz, (Hüküm ve hikmet sahibi Hakim Allah’ın af tevbe hidayet vb Uluhiyet yetkilerini gasp edip keyfinizce hükümler koymakla Allah’ın kulları üzerindeki otoritesini yok edip) Allah’ı aciz bırakamayacağınızı ve asıl Allah’ın kâfirleri alçaltıcı olduğunu biliniz. De.
9/TEVBE-3: Ve ezanun minallâhi ve resûlihî ilen nâsi yevmel haccıl ekberi ennallâhe berîun minel muşrikîne ve resûluh (resûluhu), fe in tubtum fe huve hayrun lekum, ve in tevelleytum fa’lemû ennekum gayru mu’cizîllâh (mu’cizîllâhi), ve beşşirillezîne keferû bi azâbin elîm(elîmin).
Ve Bu; büyük hac (Hacc’ul ekber) günü, Allah’tan ve O’nun resûlünden insanlara bir bildiridir (ilândır). Muhakkak ki; Allah ve O’nun resûlü, müşriklerden berîdir (Müşrik aracılarının iddialarının aksine; Allah işinde ve hükmünde; aracıları ve ilahlarını kendisine ortak etmez ). (Ey müşrikler) Bundan sonra eğer tövbe eder İslam’a dönerseniz artık o sizin için daha hayırlıdır ve eğer İslam’a yüz çevirirseniz, sizler yeryüzünde Allah’ı aciz bırakamayacağınızı biliniz. Diyerek kâfir kimseleri elîm bir azap ile uyar (ikaz et).
9/TEVBE-4: İllellezîne âhedtum minel muşrikîne summe lem yankusûkum şey’en ve lem yuzâhirû aleykum ehaden fe etimmû ileyhim ahdehum ilâ muddetihim, innallâhe yuhıbbul muttekîn (muttekîne).
Müşriklerden ahd almanız üzerine; (haram aylarda 4 aylık sulh müddetince) size karşı sulh anlaşma şartlarından bir şey eksiltmeyenler ve sulh sürecinde size karşı bazı kimselerle (içinizdeki münafıklarla) aleyhinize yardımlaşanlar müstesna olmak şartıyla; sulh müddetinin sonuna kadar bekleyerek ahdlerini tamamlamalarına fırsat verin. Muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.
9/TEVBE-5: Fe izenselehal eşhurul hurumu faktulûl muşrikîne haysu vecedtumûhum ve huzûhum vahsurûhum vak’udû lehum kulle marsad (marsadin), fe in tâbû ve ekâmûs salâte ve âtûz zekâte fe hallû sebîlehum, innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Böylece haram aylar çıktığı zaman (4 aylık mühlet bitiminde) onları gözetleyerek muhasara altına alın onları kuşatıp yakalayın. Eğer içlerinden, İslam’ın ibadetlerine uyup zekâtlarını vereceklerine dair size söz verenler olduğu takdirde bu tövbe ardınca onların yolunu serbest bırakın. {bkz:Tevbe suresi 11} Küfürde direnenleri ise onları ( bkz; Tevbe Suresi 12 küfürde direnen küfrün önderlerini) öldürün. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur, Rahîm’dir.
9/TEVBE-6: Ve in ehadun minel muşrikîn estecâre ke fe ecirhu hattâ yesmea kelâmallâhi summe eblighu me’meneh(me’menehu), zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve eğer müşriklerden birisi senden yardım isterse, o taktirde, Allah’ın kelâmını işitinceye (Kuran hükümlerine vakıf oluncaya,öğreninceye) kadar onu himaye et. Sonra o kimseleri emin (huzurlu) olduğu bir yere ulaştır. (İslam toplumunun arasına karışmaları rehabilitasyon sürecinde, aileleriyle birlikte huzur içinde yaşayabilmeleri için iş kurma iş sahibi yapma barınma vb konularda maddi manevi destek ver. Bkz; Enfal süresi 68~75) İşte bu af, onların bilmeyen (İslam’ı tanımayan ve aracılar tarafından aldatılmış) bir kavim olmalarından dolayıdır.
9/TEVBE-7: Keyfe yekûnu lil muşrikîne ahdun ındallâhi ve ınde resûlihî illellezîne âhedtum ındel mescidil harâm(harâmi), fe mestekâmû lekum festekîmû lehum, innallâhe yuhıbbul muttekîn(muttekîne).
(Hükmün yegane sahibi olan Hakim) Allah’ın ve O’nun resûlünün yanında (fitne hükümleri yazan) müşriklerin nasıl bir ahdi olur? Mescid-i Haram yanında geçmişte ahd aldığınız kimseler hariç/Geçmişte söz verildiği için. Artık size karşı söz verdikleri ahdlerini tutarlarsa, siz de mukabele ederek ahdi yerine getirin. Muhakkak ki Allah; takva sahiplerini sever.
9/TEVBE-8: Keyfe ve in yazherû aleykum lâ yerkubû fîkum illen ve lâ zimmeh (zimmeten), yurdûnekum bi efvâhihim ve te’bâ kulûbuhum, ve ekseruhum fâsikûn(fâsikûne).
(Yetkileri olmadığı halde kendilerini Allah adına hüküm koyucu olarak ilan etmiş olan müşriklerin şimdi savaşı kaybettiklerini anladıkları için) Artık bu vakitten sonra sizinle nasıl bir ahdleri olabilir ki? Eğer size karşı kuvvetlenip galip gelselerdi, şimdi size karşı ne bir yakınlık ve ne de bir zimmet (müminlerin hakları ve mülklerini) gözetmezlerdi. Ve onlar ki şimdi kalpleri İslam’a karşı direndiği halde (artık yenilgiden korktukları için) şimdi sizi ağızlarıyla (ahitlerle/sözleşmelerle) razı etmeye çalışıyorlar. ve oysa onların çoğu fasıktırlar.
9/TEVBE-9: İşterev bi âyâtillâhi semenen kalîlen fe saddû an sebîlih(sebîlihî),innehum sâe mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Allah’ın âyetlerini (kendi çıkarları için) az bir bedele sattılar. Böylece O’nun (Allah’ın hidayetinden ve yeryüzünde Barış ve huzuru getiren İslam’ın hak) yolundan (insanları) men ettiler (Sıratı Mustakîm’e insanların ulaşmasına mani oldular). Muhakkak ki; onların yapmış oldukları çok kötü bir şeydi.
9/TEVBE-10: Lâ yerkubûne fî mu’minin illen ve lâ zimmeh(zimmeten), ve ulâike humul mu’tedûn(mu’tedûne).
(Onlar) asla Mü’minler hakkında bir yakınlık ve bir zimmet gözetmezler (mü’minlerin haklarını gözetmezler). İşte onlar, daima hakka tecavüz edenlerdır.
9/TEVBE-11: Fe in tâbû ve ekâmus salâte ve âtuz zekâte fe ıhvânukum fîd dîn (dîni), ve nufassılul âyâti li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
Bundan sonra eğer onlar, resûlün önünde Allah’a aracısız iman ve teslim olacaklarına dair söz verip (kelime-i şahadet ile) tövbe ederlerse ve sonra İslam’ın İbadetlerini ikâme ederler ve zekâtı verirlerse artık (onlar), sizin dînde kardeşlerinizdir. Ve bilen bir kavim için işte âyetleri böyle ayrıntılı açıklıyoruz.
9/TEVBE-12: Ve in nekesû eymânehum min ba’di ahdihim ve ta’anû fî dînikum fe kâtilû eimmetel kufri innehum lâ eymâne lehum leallehum yentehûn(yentehûne).
Ve ahdlerinden sonra şâyet yeminlerini bozarlarsa ve dîniniz hakkında dil uzatırlarsa o taktirde küfrün önderleri ile savaşın. Çünkü muhakkak ki artık onların yeminlerinin bir hükmü/geçerliliği kalmamıştır. ( Savaşın ki) Böylece (şirk küfür imanı ile İnsanların sırat-ı mustakime ulaşmalarını engellemekten) vazgeçerler.
9/TEVBE-13: E lâ tukâtilûne kavmen nekesû eymânehum ve hemmû bi ihrâcir resûli ve hum bedeûkum evvele merreh(merretin), e tahşevnehum, fallâhu ehakku en tahşevhu in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Yeminlerini bozan bir kavimle savaşmayacak mısınız? Ve (onlar geçmişte türlü tuzaklarla cefalarla) resûlü (yurdundan) çıkarmaya kalkıştılar ve üstelik sizinle (savaşmaya) ilk defa başlayanlar onlardı. O halde Onlardan korkuyor musunuz? (Ki sunmuş oldukları yeni yeni sözleşmelere temayül gösteriyorsunuz) Şâyet mü’minlerden iseniz O halde muhakkak ki Allah, korkmanız için daha çok hak sahibidir.
9/TEVBE-14: Kâtilûhum yuazzibhumullâhu bi eydîkum ve yuhzihim ve yansurkum aleyhim ve yeşfi sudûre kavmin mu’minîn(mu’minîne).
Onlarla savaşın. (Yeni Sulh tekliflerine yanaşmayın) Allah sizin ellerinizle onları azaplandırır ve onları alçaltır. Ve onlara karşı size yardım eder (müminleri fetihe ulaştırır). Ve mü’minler kavminin göğüslerine şifa verir (onları iyileştirir, ferahlatır).
9/TEVBE-15: Ve yuzhib gayza kulûbihim, ve yetûbullâhu alâ men yeşâ’u, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Ve onların arasından (İslam’a hicret edecek olan Allah’ın dilediği kişilerin) kalplerinde size karşı bulunan öfkeyi giderir. Ve Allah, mutlaka dilediği kimselerin tövbesini kabul eder. Ve Allah; (İslama hicrete meyleden kişilerin kalbi sudurunda olanı bilen) Alîm’dir, Hakîm’dir.
9/TEVBE-16: Em hasibtum en tutrekû ve lemmâ ya’lemillâhullezîne câhedû minkum ve lem yettehızû min dûnillâhi ve lâ resûlihî ve lel mu’minîne ve lîceh(lîceten), vallâhu habîrun bi mâ ta’melûn(ta’melûne).
Yoksa siz Allah’ın; Allah’tan ve O’nun resûlünden ve mü’minlerden başkasını dost edinmeyen ve Allah yolunda savaşanları bilmesine rağmen, sizi (amelleriniz üzerinde) imtihan etmeden bırakacağını mı sandınız? Ve Allah, daima yaptığınız şeylerden haberdardır.
9/TEVBE-17: Mâ kâne lil muşrikîne en ya’murû mesâcidallâhi şâhidîne alâ enfusihim bil kufr(kufri), ulâike habitat a’mâluhum ve fîn nâri hum hâlidûn (hâlidûne).
(Sömürü aracılık müessesesini ihya edip halkı putlar aracılığıyla Allah’ın otoritesi üzerinden kandıran) )Müşriklerin Allah’ın mescidlerini (23 yılda verilmiş bunca mücadeleye rağmen şimdi eskisi gibi tekrardan şirk dini üzerine) imar etmeleri asla mümkün olmaz. Kendilerinin küfürlerine (inkârlarına, kâfirliklerine) kendileri bile şahitler iken onların (batıl/şirk sömürü) amelleri bundan sonra artık heba olmuştur. Ve onlar, artık ateşte ebedî kalacak olanlardır.
9/TEVBE-18: İnnemâ ya’muru mesâcidallâhi men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve ekâmes salâte ve âtez zekâte ve lem yahşe illâllâhe fe asâ ulâike en yekûnû minel muhtedîn(muhtedîne).
(Bundan sonra) Allah’ın mescidlerini ancak, Allah’a ve ahiret gününe îmân eden ve ibadetlerini ikame eden ve zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmayan mümin kimseler (İslam dini üzerine) imar eder. İşte (bu imardan sonra) onların (müşriklerin O mescitlerde Allah’a aracısız yönelerek belki) böylece hidayete erenlerden olması umulur.
9/TEVBE-19: E cealtum sikâyetel hâcci ve ımâretel mescidil harâmi ke men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve câhede fî sebilillâh(sebilillâhi), lâ yestevûne ındallâh(ındallâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Mescid-i Haram’ın (Allah’ın İslam hükümleriyle tekrar) imar edilmesi yükümlülüğünde Siz hac edenlere su verenlerle (bkz;Enam suresi 136~147 Hac edenlerin kestikleri kurbanlıkları Allah adına toplayıp yoksunlara İnfak etmeyen ve üstüne üstelik alay eder gibi insanlara sadece su ikram eden müşriklerle) Allah’a ve yevm’il âhire (Ahiret gününe) îmân eden ve Allah yolunda (Allah’ın hükümlerini yeryüzünde imar ve ihya etmek için) cihad eden (mümin) kimseler ile bir mi tuttunuz? (Onlar) Allah katında asla müsavi (eşit) değildir. Ve Allah, zalim kavmi asla hidayete erdirmez.
9/TEVBE-20: Ellezîne amenû ve hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim a’zamu dereceten ındallâh(ındallâhi) ve ulâike humul fâizûn (fâizûne).
Âmenû olan (Allah’a aracısız iman ve teslim olan) ve hicret eden (İslama sonradan geçen) kimselerle birlikte, malları ve canları ile Allah yolunda cihad eden kimselerin, Allah’ın katında en büyük dereceleri vardır. Ve işte onlar, onlar kurtuluşa erenlerdir.
9/TEVBE-21: Yubeşşiruhum rabbuhum bi rahmetin minhu ve rıdvânin ve cennâtin lehum fîhâ naîmun mukîm(mukîmun).
Rab’leri, onları kendinden bir rahmet ile ve bir rıdvan (razı oluş ile) ve cennetler ile onları müjdeler. Onlar için, orada daimî ni’metler vardır.
9/TEVBE-22: Hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), innallâhe indehû ecrun azîm (azîmun).
(Onlar), orada ebedî (sonsuz) kalıcıdırlar. Muhakkak o Allah ki; O’nun katında, ecrul azîm (bir cennet mükafatı) vardır.
9/TEVBE-23: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû âbâekum ve ihvânekum evliyâe inistehabbûl kufre alel îmâni, ve men yetevellehum minkum fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
Ey âmenû olanlar! Îmâna karşı (îmân etmelerine rağmen), îmândan üstün tutarak şâyet (tekrar) küfrü severlerse (şirke/müşriklere temayül ederlerse) babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Ve sizden kim onlara dönerse işte onlar,zalimlerdir.
9/TEVBE-24: Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâretun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye’ tiyallâhu bi emrih(emrihî), vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn(fasikîne).
De ki: “Şâyet babalarınız ve oğullarınız ve kardeşleriniz ve zevceleriniz ve aşiretiniz ve kazandığınız mallarınız, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve razı olduğunuz (hoşunuza giden) evler, Allah’tan ve O’nun resûlünden ve O’nun yolunda cihad etmekten (Allah’ın vahyi olan Kuran’ın hükümleştirilmesi yolunda/gayesinde cihad etmekten) size daha sevgili ise artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Ve (bilin ki) Allah, fasıklar kavmini (topluluğunu) hidayete erdirmez.
9/TEVBE-25: Lekad nasarakumullâhu fî mevâtıne kesîretin ve yevme huneynin iz a’cebetkum kesretukum fe lem tugni ankum şey’en ve dâkat aleykumul ardu bi mâ rehubet summe velleytum mudbirîne.
Andolsun ki; Allah, size birçok savaş yerinde ve Huneyn günü yardım etti. Çokluğunuz hoşunuza gittiği halde (hoşunuza gitmesine rağmen) artık o çokluk (savaş esnasında) size bir fayda getirmedi. Yeryüzünün genişliğine rağmen arkanızı dönerek kaçtığınız yerler size dar geldi.
9/TEVBE-26: Summe enzelallâhu sekînetehu alâ resûli-hî ve alel mu’minîne ve enzele cunûden lem terev-hâ ve azzebellezîne keferû ve zâlike cezâul kâfirîn(kâfirîne).
Allah, sizin onu göremediğiniz bir ordu indirdi ve kâfirleri azaplandırdı ve böylece resûlünün ve mü’minlerin üzerine (o savaş meydanında da) sekînetini (Allah’ın yardımlarını üzerlerinde hissettikleri için artık korkusuzca ve gönül rahatlığı içinde hep muzaffer olacakları duygusunu) indirmiş oldu. işte bu ceza kâfirlerin akibetidir.
Sekinet ve önemi; Tevbe suresi iniş sırasına göre 113. Sıradadır. Daha önce 109. sırada indirilmiş olan Fetih suresi 1~29 arasında tekrar açıklanmış olup 93. sırada nüzul edilmiş olan {Bkz; Enfal suresi: 7,8,9} ayetlerinde Aziz Allah; Kafirlerin arkasının kesilip küfrün yok olması adına ve “Kendi ordularının yardım vaadi ile” kuvvetli olan gurupla savaşılmasını ve batılın bir zaferle/fetihle yok edilmesini istiyordu. Aziz Allah, Savaş emri verdiği halde müminlerin arasından bazı kimseler bu savaş emirinden kaçınarak Allah’ın Resul’ü ile tartışıyorlar ve cihada katılmak istemiyorlardı. Enfal suresi 17. Ayetinde; Siz savaşmak istemediğiniz halde Allah sizi bu savaşa teşvik edip ardından da “Allah’ın müminlere mutlaka yardım ulaştıracağından herkesin tatmin/mutmain olması için” meleklerinden ordular gönderdi ve sizi bu savaşta hem muzaffer kıldı hem de amelleriniz üzerinde imtihan etti. Buyurulmaktadır.
Müminlerin kalplerinin‘ Allah’ın yardım göndereceğinden mutmain olması ve sekinet duygusu içinde olmaları önemliydi Zira; O dönem {Bkz:Enfal suresi 49}.
“Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler savaştan önce müminler hakkında kibirle şöyle diyorlardı: “Bunların batıl/sahte dinleri, kendilerinin aldattı.” Ve oysa kim hak gerçek olan Allah’a tevekkül ederse o taktirde muhakkak hak gerçek olan Allah, ve taraftarları galip gelir” Enfal suresi 49
Diyerek müminleri küçümseyici propagandalarla, İslam dininin önünü kesmeye çalışıyorlardı . Enfal suresi devam eden ayetlerinde, Aziz Allah’ın, müminlere yaptığı mucizevi yardımlar ve ameller üzerinde kılınan imtihanlar ve aynı dönemde çıkarılan fitneler çok detaylı açıklanmaktadır. Enfal suresinden önce indirilmiş olan Bakara suresi son ayetlerinde de; Müşriklerin İslam karşıtı, “Muhammed’in Allah’ı sahte bir ilahtır. Bu yüzden müminler savaşta bize karşı mutlaka yenilgiye uğrayacaklar” propagandalarına karşılık, Hz Muhammed S.A.V’in Allah’ın Resul’ü olduğu ve geçmişte olduğu gibi mutlaka şimdi de Aziz Allah, kafirlere karşı görünmez ordularını gönderip müşriklere karşı mutlaka galip geleceği ve böylece müminlerin sekinet duygusu içinde, yani Allah’ın gücünü ve kudretini üzerlerinde hissettikleri için müminlerin gönül rahatlığı ve korkusuzca muzaffer olma duyguları içinde hareket edecekleri, geçmişteki bazı Resullerden örnekler de verilerek, tüm bu yaşananlardan ibret alınması öğütlenmektedir. Konuyu detaylandıran tezekkür ayetleri için Bkz; Enfal suresi 5~67 , Fetih suresi 1~29 , Ahzâb suresi 10~27 , Ali İmran suresi 121~127 Bakara suresi 248 Tevbe suresi 26, 40
9/TEVBE-27: Summe yetûbullâhu min ba’di zâlike alâ men yeşâ’u, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Daha sonra da bunun ardından Allah, dilediği kimsenin tövbesini kabul etti. Ve Allah, Gafur’dur (mağfiret edendir) ve Rahîm’dir (sadece müminleri koruyup esirgeyendir).
9/TEVBE-28: Yâ eyyuhellezîne âmenû innemâl muşrikûne necesun fe lâ yakrebul mescidel harâme ba’de âmihim hâzâ ve in hıftum ayleten fe sevfe yugnîkumullâhu min fadlihî in şâe, innallâhe alîmun hakîm(hakîmun).
Ey âmenû olanlar! (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar ) (İnsanları Allah’ın otoritesi üzerinden aldatıp sömüren) Müşrikler sadece bir necistir (pisliktir). Artık onlar bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Ve eğer (onlardan bazı kimselerin Mescidi Haram’dan men etmeniz sebebiyle, size karşı iktisadi ticari yaptırım yapacakları endişesiyle) yoksulluğa düşmekten kaygı duyarsanız, Allah şâyet dilerse (Kendi) fazlından sizi yakında zenginleştirecektir. Muhakkak ki Allah; Alîm’dir, Hakîm’dir.
9/TEVBE-29: Kâtilûllezîne lâ yu’minûne billâhi ve lâ bil yevmil âhıri ve lâ yuharrimûne mâ harremallâhu ve resûluhu ve lâ yedînûne dînel hakkı minellezîne ûtûl kitâbe hattâ yu’tûl cizyete an yedin ve hum sâgirûn(sâgirûne).
Kitap verilenlerden, Allah’a ve yevm’il âhire (Otoritesine kimseyi ortak etmeyen Allah’a ve Kuran’da bildirilen ahirete ve din gününe) inanmayan kimselerle (yahudilerin ve Hıristiyanların kitabında cennet cehennem ve ahiret inancı yoktur) ve Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün haram ettiğini haram etmeyenlerle ve hak dîni, dîn edinmeyenlerle, önünüzde küçük düşüp, elleriyle cizyeyi (İslam’ın belirlediği şartlarla vergilerini) verinceye kadar onlarla savaşın.
9/TEVBE-30: Ve kâletil yahûdu uzeyrunibnullâhi ve kâletin nasârel mesîhubnullâh(mesîhubnullâhi) zâlike kavluhum bi efvâhihim yudâhiûne kavlellezîne keferû min kabl(kablu) kâtelehumullâh(kâtelehumullâhu) ennâ yu’fekûn(yu’fekûne).
Ve yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur.” dediler ve nasraniler: “Mesih Allah’ın oğludur.” dediler. (Allah böyle birşey söylemediği halde iftirayla) Onların ağızlarıyla söylediği bu sözler, daha önceki inkâr eden ve helak edilen kavimlerin sözlerine ne kadar benziyor. Allah onları da öldürsün. Nasıl da döndürülüyorlar.
9/TEVBE-31: İttehazû ahbârehum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâhi vel mesîhabne meryem(meryeme), ve mâ umirû illâ li ya’budû ilâhen vâhidâ (vâhiden),lâ ilâhe illâ huve, subhânehu ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Onlar, ahbarları (dîn adamlarını) ve ruhbanları (rahipleri) ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka (Tanrı’nın oğlu ve vekili ve Aziz olarak) Rab’leri edindiler. Oysa ki onlar (geçmişte kitap verilenler) Tek bir ilâha ( otoriteye) kul olmalarından başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. O Allah ki, şirk koştukları aracılardan münezzehtir.
9/TEVBE-32: Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye’ballâhu illâ en yutimme nûrehu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne).
(Onlar) ağızları ile Allah’ın nurunu söndürmeyi (Yegane Hüküm koyucu olan Samed ve Vahid olan Allah’ın kitabı Kuranı ve hükümlerini ortadan kaldırmayı) istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlayacaktır.
9/TEVBE-33: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ ve dînil hakkı li yuzhirehu aled dîni kullihî ve lev kerihel muşrikûn(muşrikûne).
Resûl’ünü müşrikler kerih görseler de, hidayetle ve hak dîn ile (bu dîni) bütün dînler üzerine izhar etmesi (hak dîn olduğunu göstermesi) için gönderen odur.
9/TEVBE-34: Yâ eyyuhellezîne âmenû inne kesîren minel ahbâri ver ruhbâni le ye’kulûne emvâlen nâsi bil bâtıli ve yasuddûne an sebîlillâh(sebîlillâhi), vellezîne yeknizûnez zehebe vel fıddate ve lâ yunfikûnehâ fî sebîlillâhi fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin).
Ey âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar)! Muhakkak ki; ahbarlardan (yahudi din adamlarından) ve ruhbanlardan (rahiplerden) çoğu, mutlaka insanların mallarını bâtılla (aracıların sömürü düzeninde kendi kasalarını doldurmak için uydurma hükümlerle/emaniye uydurarak) yerler ve insanları Allah’ın hidayet yolundan engellerler. Ve altın ve gümüşü (kendi zenginliklerinde) biriktiren ve onu Allah yolunda infâk etmeyen o (müşrik) kimselere; artık onlara elîm azabı haber ver.
9/TEVBE-35: Yevme yuhmâ aleyhâ fî nâri cehenneme fe tukvâ bihâ cibâhuhum ve cunûbuhum ve zuhûruhum, hâzâ mâ keneztum li enfusikum fe zûkû mâ kuntum teknizûn(teknizûne).
Cehennem ateşinde üzerlerinde (demir) kızdırıldığı gün, böylece onunla, onların alınları, yanları, sırtları dağlanır. Bu, (yeryüzündeyken Allah’ın otoritesi üzerinden) kendi zenginlikleriniz için biriktirdiğiniz şeyler içindir. Şimdi siz (yeryüzündeyken) biriktirmiş olduğunuz o şeylerin azabını tadıyorsunuz! denir.
9/TEVBE-36: İnne iddeteş şuhûri indallâhisnâ aşere şehren fî kitâbillâhi yevme halakas semâvâti vel arda minhâ erbeatun huruma(hurumun) zâliked dînul kayyimu fe lâ tazlimû fîhinne enfusekum ve kâtilûl muşrikîne kâffeten kemâ yukâtilûnekum kâffeh(kâffeten), va’lemû ennallâhe meal muttekîn(muttekîne).
Muhakkak ki; Allah’ın gökleri ve yeryüzünü yarattığı gün sayısı önceden {bkz; Yunus suresi 5} belirttiği gibi kayyum din olan (Allah’a aracısız borçlanılan din olan) İslam’a göre ayların adedi, 12’dir. Onlar’a göre (müşrik inançlarına göre) ayların dördü (kendilerine savaşmayı haram kıldıkları) aylar’dır. Artık onların içinde (4 aylık sulh mühletince savaşmak size de ayetiyle yasak kılındığı için bkz: Tevbe,4) sulh ahdini çiğneyerek nefslerinize zulmetmeyin. Onlar nasıl aynı anda topyekün hepinize savaş açtıysa siz de bölünmeden ayrışmadan (4 aylık sulh mühleti bitince) müşriklere karşı birlik halinde savaşın. Ve biliniz ki, muhakkak Allah, takva sahipleri ile beraberdir.
Haram ay zikredilen 4 ay sadece müşrik inançlarında kutsaldır. İslam inancında müşriklerin kutsadığı bu 4 ayın Kuran hükmüne göre hiçbir kutsiyeti yoktur. Sadece;”Müşriklerle bu 4 ay süre içinde sulh anlaşması yapıldığı için savaşılmamıştır.
9/TEVBE-37: İnnemen nesîu ziyâdetun fîl kufri yudallu bihillezîne keferû yuhillûnehu âmen ve yuharrimûnehu âmen li yuvâtiû iddete mâ harremallâhu fe yuhillû mâ harremallâh(harremallâhu), zuyyine lehum sûu a’mâlihim, vallâhu lâ yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne).
(sulh mühletini uzatmak) savaşı ertelemek ancak küfürde artışı sağlar. Ki küfürde direnen Kâfirler bu mücadele ile engellenir. Allah’ın (Bkz; Tevbe suresi 3~6, 15, 20 İslama hicret edecek olanlara son bir fırsat olsun diye) savaşmayı haram kıldığı 4 ayın adedini, (savaşı tehir edip sulhu uzatma gayeleri için müşrikler) ‘savaşmak 1 yıl helâl bir yıl haram” diyerek (sulh süresini) şimdi 1 yıla böyle uzatmaya çalışıyorlar. Allah’ın onlara haram ettiği “batıl şirk dinini helâl saymakla” kötü amelleri onlara işte şimdi böyle hileler ardında süslendi. Allah, kâfir bir kavmi asla hidayete erdirmez.
9/TEVBE-38: Yâ eyyuhellezîne âmenû mâ lekum izâ kîle lekumunfirû fî sebîlillâhissâkaltum ilel ard(ardi), e radîtum bil hayâtid dunyâ minel âhireh(âhireti), fe mâ metâul hayâtid dunyâ fîl âhireti illâ kalîl(kalîlun).
Ey âmenû olanlar ( Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar)! Size ne oldu da ? Size, “Allah’ın yolunda cihada çıkın denildiği zaman, siz (bulunduğunuz) yere meyledip kaldınız. Ahiretten (vazgeçip) dünya hayatına mı razı oldunuz? Dünya hayatının metaı (malı ve varlığı), ahiretten daha azdır.
9/TEVBE-39: İllâ tenfirû yuazzibkum azâben elîmen ve yestebdil kavmen gayrekum ve lâ tedurrûhu şey’â (şeyen), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Sefere çıkmanız hariç, (4 aylık süre bitiminde) savaşa gönüllü olarak katılmadığınız taktirde Allah bulunduğunuz yerde bile size elîm bir azapla azap eder. Ve sizi (öldürerek yerinizi) başka bir kavimle değiştirir. Ve O’na siz hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Ve Allah, herşeye kaadirdir.
9/TEVBE-40: İlla tensurûhu fe kad nasarahullâhu iz ahrecehullezîne keferû sâniyesneyni iz humâ fîl gâri iz yekûlu li sâhibihî lâ tahzen innallâhe meanâ, fe enzelallâhu sekînetehu aleyhi ve eyyedehu bicunûdin lem terevhâ ve ceale kelimetellezîne keferûs suflâ, ve kelimetullâhi hiyel ulyâ vallâhu azîzun hakîm (hakîmun).
O’na sizin yardım etmeniz dışında bir zamanlar Allah, O’na (Resûl’üne) yardım etmişti. Kâfir olanlar, O’nu (Mekke’den) çıkardığı (çıkmaya mecbur ettikleri) zaman o iki (kişi)nin ikincisi idi. İkisi mağarada iken arkadaşına şöyle demişti: “Mahzun olma! Muhakkak ki; Allah, bizimle beraber. (Çünkü) ” O zaman Allah, O’nu sizin göremediğiniz bir ordu ile desteklemişti ve böylece ona sekinetini (gönül rahatlığı içinde korkusuzca hareket etme duygusunu) indirmişti. Ve Kâfirlerin sözünü de böylece sufli kıldı. Ve Allah’ın sözü (Kur’an) çok yücedir. Ve Allah; Azîz’dir (üstündür), Hakîm’dir.
9/TEVBE-41: İnfirû hıfâfen ve sikâlen ve câhidû bi emvâlikum ve enfusikum fî sebîlillâh(sebîlillâhi), zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Hafif ve ağır (süvari ve piyade) olarak (sefere) çıkın ve mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. İşte bu, eğer bilmiş olsanız, sizin için daha hayırlıdır.
9/TEVBE-42: Lev kâne aradan karîben ve seferen kâsıden lettebeûke ve lâkin beudet aleyhimuş şukkah(şukkatu), ve seyahlifûne billâhi levisteta’nâ leharecnâ meakum, yuhlikûne enfusehum, vallâhu ya’lemu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
Eğer yakın olan bir dünya malı (ganimet) ve rahat bir sefer olsaydı, elbette hepsi (münafıklarda) sana tâbî olurlardı ve lâkin meşakkatli (sefer) onlara uzak geldi. “Şâyet gücümüz yetseydi elbette sizinle beraber çıkardık” diye Allah’a yemin edeceklerdir. (Böyle söylemekle aslında) Kendilerini helâk ediyorlar. Ve Allah, onların gerçekten yalancılar olduğunu bilir.
9/TEVBE-43: Afallâhu ank(anke), lime ezinte lehum hattâ yetebeyyene lekellezîne sadakû ve ta’lemel kâzibîn(kâzibîne).
Allah seni affetti, ancak sadık olanlar sana (savaş meydanında sadakat amelleri üzerinde) belli oluncaya ve böylece (savaşmaktan kaçan münafıkların da) yalancı oldukları bilininceye kadar kadar niçin onlara izin verdin?
9/TEVBE-44: Lâ yeste’zinukellezîne yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri en yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim,vallâhu alîmun bil muttekîn(muttekîne).
Allah’a ve ahiret gününe îmân eden kimseler, malları ve canları ile cihad etmek konusunda senden izin istemezler. Ve Allah, takva sahiplerini bilir.
9/TEVBE-45: İnnemâ yeste’zinulkellezîne lâ yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri vertâbet kulûbuhum fe hum fî reybihim yetereddedûn(yetereddedûne).
Senden sadece Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar ve kalpleri şüpheye düşmüş olanlar (münafıklar) izin isterler. Artık onlar, kendi şüpheleri içinde işte böyle tereddüt ederler.
9/TEVBE-46: Ve lev erâdûl hurûce le eaddû lehû uddeten ve lâkin kerihallâhunbiâsehum fe sebbetahum ve kîlak’udû meal kâidîn (kâidîne).
Ve eğer savaşa çıkmak isteselerdi savaş için elbette bir hazırlık yaparlardı. Ve fakat Allah, onların durumunu kerih gördü. (Savaşa katılmalarını uygun görmedi) Böylece onları (kalplerine korku vererek ) alıkoydu ve onlara: “Geri kalanlarla (savaşa katılmak istemeyenlerle) beraber oturun.” dendi.
9/TEVBE-47: Lev harecû fîkum mâ zâdûkum illâ habâlen ve lâ evdaû hılâlekum yebgûnekumul fitneh(fitnete), ve fîkum semmâûne lehum, vallâhu alîmun biz zâlimîn(zâlimîne).
Eğer sizin aranızda (savaşa) çıksalardı, (düşmanla işbirliği yaparak) size kötülüğü arttırmalarından başka bir şey yapmazlardı. Onlar ki; Sizin içinizde fitne çıkmasını isterler ve mutlaka sizin aranızda fitne için gayret gösterirlerdi. Sizin aranızda onları (o münafıkları) dinleyecek olanlar da vardı ve fakat Allah zalimleri bilendir.
9/TEVBE-48: Lekadibtegûl fîtnete min kablu ve kallebû lekel umûre hattâ câel hakku ve zahere emrullâhi ve hum kârihûn(kârihûne).
Andolsun ki; daha önce de fitne çıkarmak istediler ve hak gelinceye kadar sana (birtakım) işler çevirdiler. Ve onlar, kârihûn olmalarına rağmen (istememelerine rağmen) Allah’ın emri daima zahir oldu.(gerçekleşti)
9/TEVBE-49: Ve minhum men yekûlu’zen lî ve lâ teftinnî, e lâ fîl fitneti sekatû, ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfîrin(kâfîrine).
Ve onlardan kimi: “Bana izin ver, böylece beni (savaş emrine itaat üzerinde ) bir fitneye düşürme.” der. Onlar şimdi böyle söylemekle fitneye düşmüş değiller mi? Ve muhakkak ki; cehennem, kâfirleri mutlaka ihata edicidir (kuşatıcıdır).
9/TEVBE-50: İn tusıbke hasenetun tesu’hum, ve in tusıbke musîbetun yekûlû kad ehaznâ emrenâ min kablu ve yetevellev ve hum ferihûn(ferihûne).
Eğer sana bir hasene (hayır) isabet ederse (bu), onları üzer ve eğer sana bir musîbet isabet ederse: “Biz daha önce (onlardan uzaklaşarak/savaştan kaçarak) zaten tedbirimizi almıştık.” derler ve sevinerek dönüp giderler.
9/TEVBE-51: Kul len yusîbenâ illâ mâ keteballâhu lenâ, huve mevlânâ, ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
De ki: “Allah’ın bize yazdığı şeyden başkası, bize asla isabet etmez. O, bizim Mevlâ’mızdır.” Ve artık mü’minler, sadece Allah’a tevekkül etsinler.
9/TEVBE-52: Kul hel terabbesûne binâ illâ ıhdel husneyeyn(husneyeyni) ve nahnu neterabbesu bikum en yusîbekumullâhu bi azâbin min indihî ev bi eydînâ, fe terabbasû innâ meakum muterabbisûn(muterabbisûne).
De ki: “Bizim için iki güzelliğin birinden başkasını mı bekliyorsunuz? Ve biz (de) Allah’ın, O’nun katından veya bizim elimizle size bir azap isabet ettirmesini bekliyoruz. Artık siz (de) bekleyin! Muhakkak ki; biz de sizinle beraber bekleyenleriz.
9/TEVBE-53: Kul enfikû tav’an ev kerhen len yutekabbele minkum, innekum kuntum kavmen fâsikîn(fâsikîne).
De ki: “Kerih görerek veya gönül rızası ile de infâk etseniz de, sizden asla kabul edilmez. Çünkü siz de artık (İslam saflarından ayrılmakla) fasık bir kavim oldunuz.”
9/TEVBE-54: Ve mâ meneahum en tukbele minhum nefekâtuhum illâ ennehum keferû billâhi ve bi resûlihî ve lâ ye’tûnes salâte illâ ve humkusâlâ ve lâ yunfikûne illâ ve hum kârihûn(kârihûne).
Ve onların infâklerinin, onlardan kabul edilmesine mani olan şey, ancak Allah’ı ve O’nun resûllerini inkâr etmeleri ve (İslam’ın ihyası için salât etmeye) yardımlaşmaya üşenerek gelmeleri ve onların ancak İslam’ı kerih görerek (tedbiren mecburen) infâk etmeleridir.
9/TEVBE-55: Fe lâ tu’cibke emvâluhum ve lâ evlâduhum, innemâ yurîdullâhu li yuazzibehum bihâ fîl hayâtid dunyâ ve tezheka enfusuhum ve hum kâfirûn(kâfirûne).
Artık onların malları ve evlâtları senin de hoşuna gitmesin. Allah dünya hayatında onları, onlarla (malları ve evlatları üzerinde) azaplandırmayı ve onların nefslerinin (canlarının), kâfir olarak çıkmasını ister.
Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır. Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi 78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Tevbe suresi nüzûlü döneminde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmaya devam eden elit hakim zümre/“Mekke ve taifli mutrafiler” Tevbe suresi nüzûlü döneminde, gerek anlaşmalarla gerek müslümanların arasına nifak sokarak gerekse {bkz:Tevbe suresi 107} sahte mescidler imar ettirerek İslam’a direnmeye çalışıyorlardı. {Tevbe suresi 55 ve 85. Ayetlerinde de zikredildiği üzere} Ellerindeki en önemli fitne argümanı ise; Mallarının ve evlatlarının çokluğunu kanıt göstererek; Hz Muhammed (S.A.V) nebinin Allah’ının aslında sahte olduğu ve bu yüzden {bkz; Enfal suresi 49} gerçek “ilahların ve o ilahların sevgili kulları sayılan mutrafilerin” savaşta mutlaka galip geleceğini halka telkin ederek, müminlerin arasında fesat çıkarıyorlardı. Aşağıda devam eden ayetlerinde mutrafilerin çıkardığı fitneler ve müminlerin arasından ganimet verilmediği için veya menfaatlarına ters düştüğü için onlarla işbirliği içine giren münafıklar olaylar üzerinde çeşitli örneklerle açıklanacak.
9/TEVBE-56: Ve yahlifûne billâhi innehum le minkum, ve mâ hum minkum ve lâkinnehum kavmun yefrekûn(yefrekûne).
İşte Onlar, (münafıklar) sizden olmadıkları halde mutlaka sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Onlar, (münafıklar cihadda) korkak bir kavimdir.
9/TEVBE-57: Lev yecidûne melce’en ev magârâtin ev muddehalen le vellev ileyhi ve hum yecmehûn(yecmehûne).
Eğer onlar, (cihadda) sığınacak bir yer veya mağara(lar) veya girilecek bir yer bulsalardı, mutlaka oraya yönelip, süratle oraya kaçarlardı.
9/TEVBE-58: Ve minhum men yelmizuke fis sadakât(sadakâti), fe in u’tû minhâ radû ve in lem yu’tav minhâ îzâ hum yeshatûn(yeshatûne).
Ve onlardan, sadakalar konusunda seni kınayıp ayıplayan kimseler vardır. Öyle ki eğer ondan (sadakadan ve ganimetten) kendilerine verilirse razı olurlar ve verilmezse, o zaman kızarlar. ( ve bu kızkınlıkla fitne ve dedikodular çıkarırlar, nebiye eza ederler. Bkz; Tevbe Suresi 61, 62 )
9/TEVBE-59: Ve lev ennehum radû mâ âtâhumullâhu ve resûluhu ve kâlû hasbunâllâhu se yu’tinâllâhu min fadlihî ve resûluhû innâ ilâllâhi râgıbûn(râgıbûne).
Ve eğer onlar, gerçekten Allah’ın ve O’nun resûlünün onlara verdiği şeye razı olsalardı: “Allah bize kâfidir, Allah ve O’nun resûlü bize yakında fazlından verecek. Muhakkak ki; biz Allah’a rağbet edenleriz.” derlerdi.
9/TEVBE-60: İnnemas sadakâtu lil fukarâi vel mesakîni vel âmilîne aleyhâ vel muellefeti kulûbuhum ve fîr rikâbi vel gârimîne ve fî sebîlillâhi vebnissebîl(vebnissebîli), farîdaten minallâh(minallâhi), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Muhakkak ki; sadaka, Allah’tan bir farz olarak fakirler ve miskinler (işsizler) ve düşkünler üzerinde görevli kılınmış “amiller” eliyle ( Amiller: İslam’ın ihyası için memur edilmiş, hem İslam’ı anlatan hem de infak/zekat/sadaka toplayan memurlardır) üzerinden kalpleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, kölelere ve borçlulara ( *Müşriklere borçlu olup da) Allah yolunda (İslam’a hicret etmekte olan) yolculara aittir. Ve Allah, herşeyi bilen yegane hüküm sahibidir.
Ayetinde anılan “borçlular” hususu Müşriklerle müminler arasında ortaya çıkan maddi anlaşmalar üzerinde oluşan borçlar üzerine kullanılmıştır. Savaşta müşriklerin eline esir düşmüş müminler, müşrikler tarafından köle olarak kabul edilir ve satılırdı. Ve savaşta Müminlere esir düşenler ise; İslamda köle ticareti ve köleden faydalanmak yasak olduğu için {Bkz; Nisa 24} ve iyi muamele edilerek {bkz:Nisa 36} bir mümin esire karşılık {bkz;Enfal 67} fidye olarak sunulurdu. {bkz; Muhammed suresi 4} Fidye veren bir müşrik olmaz ise savaş bittiğinde köle olarak tutulmaz mutlaka müminlerle savaşmayacağına dair misak alınarak serbest bırakılırdı. { bkz;Muhammed 4} ve Eğer esirlerin arasından İslam’a hicret etmek isteyen olursa diğer müminler gibi muamele edilerek her tür yardımı görürdü. {Enfal 72,73,74} Allah yolunda müşriklerle savaşan ve bu kutsal gayede müşriklere esir düşmüş müminler çoğunlukla satın alınmak suretiyle özgürlüğüne kavuşturulmuştur. {Bkz Bakara suresi 177} ve ayrıca Nisa suresi 92. ayetinde anılan “Tahrîr-i rakabe “ hususu, “esir düşmüş müminlerin kurtarılması gayesinde” “kaybedilen bir cana karşılık özgürlüğüne kavuşturularak yaşama döndürülen bir diğer can” kısas ve kıyasındadır. Aziz Allah’ın İslama ve kardeşlik aktiyle müminlere ayetleriyle yakın kıldığı kişiler Kuran’da “yakınlar” ya da “yakın kılınanlar” olarak ifade edilir. Yakın kılınanlar; Gerek savaş esnasında, gerek savaş harici İslam dinini tercih etmekle müşrikler tarafından herşeyine el konularak dışlanan aileler veya efendisini savaşta kaybeden veya İslam’a hicret ederek efendilerini terk eden köleler veya cariyelerdir. Bakara suresi iniş sırasına göre Kuran’da 92. sıradadır. Daha önce 70 sırada indirilen Nahl suresi 41. ve 90. ayetleriyle İslam’a hicret etmek isteyen kimselerin rahat ve güvenli bir yurda yerleştirilecekleri Allah’ın çağrı hükmüyle müjdelenmiştir. Ve daha sonra 84. sırada nüzul edilen Rum suresi 34. ayetinde ve ardından 88. sırada Hacc suresi 58,59 ayetlerinde ailelerinin de hakları gözetilerek İslam’a ve müminlere kardeşlik aktiyle “yakın kılınan” bu kişilerin haklarının mutlaka verilmesi muhkem ayetiyle hüküm edilmiştir. Rum suresinde yakın kılınanların bakımı ve rehabilitasyonu için gerekli zekatın toplanıp kimseyi mağdur etmeden zor durumda bırakmadan verilmesi buyurulmaktadır. 70. sırada indirilmiş olan Nahl suresi ve 84. sırada indirilen Rum suresinde ve 88. Sırada Hacc suresinde, ihtiyaç sahiplerinin sahiplenilmesi hakkındaki zekat çağrıları o kadar etkili olmuştur ki {bkz Tevbe Suresi 79} bu yardımlaşma sayesinde hür ya da köle bir çok kişinin İslam’a geçişi sağlanmıştır. Enfal suresinden bir sure Öncesinde indirilmiş olan Bakara suresi 177. ayetinde esirlerin satın alınarak kurtarılması müminlere zaten farz kalınmıştır. Ayrıca İslama hicret eden kadınlar hususiyetinde birçok kadının müşriklere olan “borcu” müminlerin sadakalarıyla ödenmiştir. Tevbe Suresi nüzulü Kuran’ın 113. sırasındadır. Tevbe Suresi ayetlerinden de Görülüyor ki müşrikler artık tamamen İslama karşı yenilgiye uğramışlardır. Buna rağmen; Aziz Allah, 111. Sırada mümtehine suresinde önceden koymuş olduğu borç anlaşma hükümlerine {Tevbe 60. Ayetinde borçlulara ödenek ayırarak} “galibiyete rağmen” riayet edilmesini buyurmaktadır..
60/MUMTEHİNE-10: Ey âmenû olanlar! Mümin olmak için hicret etmiş olan kadınlar size geldikleri zaman onları imtihan edin (İslam’a hicret sebeplerini sorun). Allah, onların îmânını çok iyi biliyor. Artık onların mü’min hanımlar olduğunu bilirseniz (mü’min olacaklarından emin olursanız), bundan sonra onları kâfirlere geri döndürmeyiniz. Onlar (İslam’a hicret edip mü’min olan hanımlar), artık diğerlerine (kâfir erkeklere) helâl değildir. Diğerleri de (kâfir erkekler de), onlar için (mü’min hanımlar için) helâl değildir. Onlara (kâfirlerin hanımları için önceden), infâk etmiş oldukları şeyi (Tevbe 60 ödeneğinden) geri verin. Ve bundan sonra artık kendilerine (İslam’a hicret ederek mümin olmuş hanımlara) siz mehirlerini kendilerine verdiğiniz taktirde, o kadınlarla nikâh yapmanızda artık sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve fakat aranızda kâfir olan kadınları asla nikâhınızda tutmayın. Ve siz onlara önceden ne infâk ettiyseniz (mehir olarak ne verdiyseniz) onu geri isteyiniz. Ve onlar da (Müşrikler de İslama hicret eden kadınlardan) infâk ettiklerini geri istesinler. İşte bu, Allah’ın hükmüdür. (Müşriklerle) Aranızda böyle hüküm vermektedir. Ve Allah; Alîm’dir (en iyi bilendir), Hâkim’dir (hüküm sahibidir).
60/MUMTEHİNE-11: Ve müminlerden herhangi birinin eşi kâfirlere katılırsa ve eşi için vermiş olduğu mehir (müşrikler tarafından) ona geri ödenmezse, sıra size geldiğinde onlar için (İslam’a hicret eden kadınlar için onlara) ödemeniz gereken miktardan tahsil ederek o mümin kişiye hakkını verin. Ve îmân etmiş olduğunuz Rabbinize karşı takva sahibi olun.
İslama hicret edenleri köleleri cariyeleri yetimleri muhtaçları vb, himaye yardım barındırma gibi hususlarda Kur’an hükümlerinde belirtildiği gibi layıkıyla gözeten mallarıyla cihad eden “takva sahibi” kişilere “Rahim sahipleri” denir ”
Kuran’da Rahim sahipleri önderliğiyle yapılan rehabilitasyon çalışmaları için “ıslah etmek” deyimi kullanılmıştır. {Bkz; Enfal 74 -Beled 13~18 Mücadele 3 Maide 89} Ayrıca Cariye ve Kölelerin yaşamlarının ıslahı ve rehabilitasyon çalışmaları hususiyetinde Tevbe Suresi 60. ayetiyle ödenek ayrılmıştır. Ayrıca; İslam’da; Köle ve cariye kullanmak ve faydalanmak yasaktır. Savaşta efendilerinden kaçıp İslam’a hicret etmek isteyen veya müşrik efendilerinin kaçmasıyla ortada kalan köleler veya cariyeler Rahim sahipleri tarafından {Nisa36} ayetinde belirttiği üzere güzel muamele edilerek himaye edilir ve Rahim sahipleri tarafından mehirleri verilerek evlendirilirdi. {Bkz: Nisa 25} Kölelik yasak olduğu için Ayetinde belirtildiği üzere Rahim sahiplerinin koruma ve gözetiminde evde tutulan cariyelerden asla faydalanılmazdı. Ancak kendi evlenme arzuları ile mehirlerinin mutlaka kendilerine ödenmesi kaydı şartıyla {bkz: Nur suresi 32,33 Nisa suresi 25} şartlarıyla evlendirilen cariyeler ancak evlendikten sonra diğer hür kadınlar gibi aile hayatına katılıp ev işlerine katkı ve fayda sağlarlardı. İslam’a yakın kılınanlar ve onların borçları hususiyetinde gelişen detaylı hükümleri için {bkz; Bakara 177 Bakara suresi 215 ve 261~274}
9/TEVBE-61: Ve minhumullezîne yu’zûnen nebiyye ve yekûlûne huve uzun(uzunun), kul uzunu hayrin lekum yu’minu billâhi ve yu’minu lil mu’minîne ve rahmetun lillezîne âmenû minkum, vellezîne yu’zûne resûlallâhi lehum azâbun elîm(elîmun).
Onlardan nebîye eza (eziyet) eden kimseler: “O bir kulak (gibi)dir, (her söyleneni dinler, inanır).” diyorlar. De ki: “O, sizin için hayrın kulağıdır (sözünüzü işitir ama; bilmemesinden değil, sizin için umudu kesmiş olmamasından ötürü hayrın kulağıdır). Ve o ancak ve ancak Allah’a inanır ve mü’minlere inanır. Ve O (Hz Muhammed S.A.V) sizden âmenû olanlar için bir rahmettir. Allah’ın resûlüne eza edenlere (ona yakışıksız söz söyleyen, aşağılayan, ayıplayıp kınayanlara), onlara, elîm bir azap vardır.
9/TEVBE-62: Yahlifûne billâhi lekum li yurdûkum, vallâhu ve resûluhû ehakku en yurdûhu in kânû mu’minîn(mu’minîne).
Sizi razı etmek için Allah’a yemin ederler ve eğer mü’minlerse (mü’min olsalardı), Allah ve O’nun resûlü, muhakkak ki razı edilme hususunda daha çok hak sahibidir.
9/TEVBE-63: E lem ya’lemû ennehu men yuhâdidillâhe ve resûlehu fe enne lehu nâre cehenneme hâliden fîhâ, zâlikel hızyul azîm(azîmu).
Allah ve O’nun resûlüne karşı, kim haddi (şerr-i haddi/şeriatı/Kurandaki emir ve yasakları) aşarsa, artık onun için mutlaka orada ebediyyen kalacağı cehennem ateşinin olduğunu bilmiyorlar mı? İşte bu, büyük rüsvalıktır (rezilliktir).
9/TEVBE-64: Yahzerul munâfikûne en tunezzele aleyhim sûretun tunebbiuhum bi mâ fî kulûbihim, kulistehziu, innallâhe muhricun mâ tahzerûn(tahzerûne).
Münafıklar, onların kalplerinde olan şeyi (nifakı) onlara haber veren bir surenin onlara indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: “Alay edin. Muhakkak ki Allah, çekindiğiniz (gizlediğiniz) şeyi açığa çıkarandır.”
9/TEVBE-65: Ve lein se’eltehum le yekûlunne innemâ kunnâ nahûdu ve nel’ab(nel’abu), kul e billâhi ve âyâtihî ve resûlihî kuntum testehziûn (testehziûne).
Ve eğer onlara sorarsan mutlaka: “Biz sadece lâfa dalmıştık ve eğleniyorduk.” diyecekler. De ki: “Siz, Allah ile O’nun âyetleri ve O’nun resûlü ile mi alay ediyordunuz?”
9/TEVBE-66: Lâ ta’tezirû kad kefertum ba’de îmânikum, in na’fu an tâifetin minkum nuazzib tâifeten bi ennehum kânû mucrimîn(mucrimîne).
Özür beyan etmeyin. Siz, îmânınızdan sonra inkâr etmiştiniz. Eğer sizden bir grubu (Bkz; Tevbe Suresi 74~78 Tevbe üzerine) affetsek dahi suçta direnen o ısrarcı gruba mutlaka azap edeceğiz.
9/TEVBE-67: El munâfikûne vel munâfikâtu ba’duhum min ba’d(ba’din), ye’murûne bil munkeri ve yenhevne anil ma’rûfi ve yakbidûne eydiyehum nesûllâhe fe nesiyehum innel munâfıkîne humul fâsikûn(fâsikûne).
Münafık erkekler ve münafık kadınlar, birbirlerindendir. Münkeri (batılı/emaniyeyi) emrederler ve ma’ruftan (Zikr/Kuran hükümlerinden) insanları nehyederler (yasaklarlar) ve ellerini sıkarlar (İnfak etmez cimrilik ederler). (Onlar), Allah’ı unuttular böylece (O da) onları unuttu. Muhakkak ki münafıklar, (dinden çıkmış) fasıklardır.
9/TEVBE-68: Vaadallâhul munâfikîne vel munâfikâti vel kuffâre nâre cehenneme hâlidîne fîhâ hiye hasbuhum, ve leanehumullâh(leanehumullâhu) ve lehum azâbun mukîm (mukîmun).
Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara ve kâfirlere, orada ebedî kalacakları cehennem ateşini vaadetti. O (cehennem), onlara yeter. Ve Allah, onlara lânet etti. Ve onlar için ikâme edilmiş olan (devamlı kılınan) bir azap vardır.
9/TEVBE-69: Kellezîne min kablikum kânû eşedde minkum kuvveten ve eksere emvâlen ve evlâdâ(evlâden), festemteû bi halâkihim, festemta’tum bi halâkikum kemastemteallezîne min kablikum bi halâkihim ve hudtum kellezî hâdû, ulâike habitat a’mâluhum fid dunyâ vel âhıreh(âhıreti), ve ulâike humul hâsirûn (hâsirûne).
Sizler, sizden önceki dönemlerde yaşamış müşrik kavimlerdeki kafir kimseler gibisiniz. Onlar, mal ve evlât olarak sizden daha çoktular, ve hatta sizden daha kuvvetli idiler. Böylece onlar bile nasipleri kadar (sınanmaları mühletince yeryüzü mülkümüzden) faydalandılar, sizden önceki kimselerin nasipleri ölçüsünde faydalandığı gibi siz de (yeryüzü mülkümüzde) ancak nasibiniz kadar faydalandırılacaksınız. Şimdi siz de geçmişte (dünya metaına) dalan o müşrik kafirler gibi hüsrana daldınız. O hüsrana uğrayan kimseler ki, hepsinin amelleri heba oldu.
9/TEVBE-70: E lem ye’tihim nebeullezîne min kablihim kavmi nuhin ve âdn ve semûde ve kavmi ibrâhîme ve ashâbi medyene vel mu’tefikât(mu’tefikâti), etethum rusuluhum bil beyyinat(beyyinati), fe mâ kânallâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Onlardan öncekilerin; (önce yaşamış olan) Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin ve İbrâhîm kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi onlara gelmedi mi? Onlara da resûlleri, Allah’ın beyyinelerini (Allah’ın beyanlarını/Zikr’i) getirdi. Öyleyse (küfürde direnenleri helak edip cehenneme mahkum etmekle) Allah, onlara zulmetmedi. Ve lâkin onlar, (Allah’ın beyanlarına/Zikre yüz çevirmekle) kendi kendilerine zulmettiler.
9/TEVBE-71: Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d(ba’din), ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnas salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh(yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır. Ma’ruf ile (Kuran ile) emreder ve münkerden (batıldan/emaniyeden) nehyederler (yasaklarlar) ve (İslami yaşantının ihyası için) yardımlaşmayı ikâme ederler ve zekâtı verirler. Allah’a ve O’nun resûlüne itaat ederler. İşte onlar ki, Allah, onlara rahmet edecek. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir, Hakîm’dir.
9/TEVBE-72: Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn(adnin), ve rıdvânun minallâhi ekber(ekberu), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara orada ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vaadetti. Adn cennetlerinde güzel meskenler (vardır). Ve (bunların) en büyüğü ki, Allah’tan bir rızadır (Allah’ın razı olmasıdır). İşte o, fevz-ül azîmdir (en büyük kurtuluştur).
9/TEVBE-73: Yâ eyyuhen nebiyyu câhidil kuffâre vel munâfikîne vagluz aleyhim, ve me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr(masîru).
Ey nebî! (Küfür İmanında direnen) kafirlerle ve (onlarla yardımlaşan) Münafıklarla cihad et (savaş). Ve onlara sert (katı) davran. Ve onların barınacağı yer cehennemdir ve gidilen yer (dönüş yeri), ne kötü.
9/TEVBE-74: Yahlifûne billâhi mâ kâlû, ve lekad kâlû kelimetel kufri ve keferû ba’de islâmihim ve hemmû bi mâ lem yenâlû, ve mâ nekamû illâ en egnâhumullâhu ve resûluhu min fadlih(fadlihi), fe in yetûbû yeku hayren lehum, ve in yetevellev yuazzibhumullâhu azâben elîmen fid dunyâ vel âhıreh(âhıreti), ve mâ lehum fîl ardı min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Andolsun ki; “küfür” kelimesini söyledikleri halde, şimdi Allah’a karşı küfür söylemediklerine dair yemin ederler. Ve oysa İslâm olduktan sonra onu inkâr ettiler. Nail olamayacakları (yapamayacakları) ve intikam almak istedikleri şey sadece Allah’ın ve Resûl’ünün onları, fazlından zenginleştirmiş olmasıydı. (Bkz; Tevbe Suresi 58 Ganimetlerden pay verilmemiş ve sadece cennet vaad edilmiş olması üzerine kızgınlıkla intikam almak istemişlerdi) Artık tövbe ederlerse onlar için hayırlı olur. Ve şâyet dönerlerse, Allah onları mutlaka dünyada ve ahirette elim azapla azaplandırır. Ve onların, yeryüzünde bir dostu ve yardımcısı yoktur.
9/TEVBE-75: Ve minhum men âhedallâhe le in âtânâ min fadlihî Le nessaddekanne ve le nekûnenne mines sâlihîn(sâlihîne).
Onlardan (bazı) kimseler: “Eğer (Allah), Kendi fazlından bize verirse, elbette mutlaka sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz.” diye, Allah’a ahd verdiler.
9/TEVBE-76: Fe lemmâ âtâhum min fadlihî bahılû bihî ve tevellev ve hum mu’ridûn(mu’ridûne).
Bundan sonra (Allah), Kendi fazlından olan (dünya nimetlerinden) onlara vermesine rağmen, (sadaka vermekte) cimri oldular. Ve onlar, yüz çeviren kimseler olarak (ahdlerinden) döndüler.
9/TEVBE-77: Fe a’kabehum nifâkan fî kulûbihim ilâ yevmi yelkavnehu bi mâ ahlefullâhe mâ vaadûhu ve bi mâ kânû yekzibûn(yekzibûne).
Böylece O’na (Allahû Tealâ’ya) vaadettikleri şeyi, Allah’a karşı yerine getirmediklerinden ve yalan söylemiş olduklarından dolayı, (onların bu yaptıklarının) sonucunda (Allah), onların kalplerine, onunla karşılaşacakları güne kadar nifak duygusu verdi.
9/TEVBE-78: E lem ya’lemû ennallâhe ya’lemu sırrehum ve necvâhum ve ennallâhe allamul guyûb(guyûbi).
Allah’ın, onların sırlarını ve fısıldaşmalarını bildiğini bilmiyorlar mı? Ve muhakkak ki; Allah, gaybte olanları (gizledikleri her şeyi) çok iyi bilir.
9/TEVBE-79: Ellezîne yelmizûnel muttavviîne minel mu’minîne fîs sadakâti vellezîne lâ yecidûne illâ cuhdehum fe yesharûne minhum sehirallâhu minhum, ve lehum azâbun elîm(elîmun).
(Allah’ın fazlından vermesiyle) Zengin oldukları için yükümlülüğünden fazlasını gönüllü vererek mallarıyla cihad eden müminler ve verecek başka bir şeyleri olmadığı için emek ve çabalarıyla cihad eden müminler hakkında, canları ve malları ile Allah’a göstermiş oldukları bu sadakat hususunda geçmişte alay eden kafirler ve münafıklarla şimdi Allah alay ediyor. Ve onlar için artık elîm azap vardır. {bkz:Tevbe Suresi 58}
9/TEVBE-80: İstagfir lehum ev lâ testagfir lehum, in testagfir lehum seb’îne merreten fe len yagfirallâhu lehum, zâlike bi ennehum keferû billâhi ve resûlih(resûlihi), vallâhu lâ yehdîl kavmel fâsikîn(fâsikîne).
Onlar için mağfiret dile veya onlar için mağfiret dileme. Eğer yetmiş kere mağfiret dilesen de Allah, onları asla mağfiret etmez. İşte bu, Allah’ı ve O’nun Resûl’ünü inkâr etmeleri sebebiyledir. Ve Allah, (dinden çıkmış) fasık kavmi hidayete erdirmez.
9/TEVBE-81: Ferihal muhallefûne bi mak’adihim hılâfe resûlillâhi ve kerihûen yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâhi ve kâlû lâ tenfirû fîl harr(harri), kul nâru cehennemeeşeddu harrâ(harren), lev kânû yefkahûn(yefkahûne).
Geri kalanlar (savaştan kaçınan münafıklar), Allah’ın Resûl’üne muhalefet ederek (hilâfında olarak) cihaddan geri kalıp oturmaları ile ferahladılar. Allah yolunda malları ve nefsleri (canları) ile cihad etmeyi kerih gördüler. Ve: “Sıcakta savaşa çıkmayın.” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha şiddetli sıcaktır.” Keşke idrak etmiş olsalardı.
9/TEVBE-82: Fel yadhakû kalîlen vel yebkû kesîrâ(kesîren), cezâen bi mâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Artık kesbettikleri (kazandıkları) şeyler dolayısıyla ceza (bedel, karşılık) olarak bundan sonra az gülsünler ve çok ağlasınlar.
9/TEVBE-83: Fe in receakallâhu ilâ tâifetin minhum feste’zenûke lil hurûci fe kul len tahrucû maiye ebeden ve len tukâtilû maiye aduvv(aduvven), innekumradîtum bil ku’ûdi evvele merretin fak’udû meal hâlifîn(hâlifîne).
Bundan sonra Allah, seni onlardan bir grubun yanına döndürdüğü zaman senden (cihada) çıkmak için izin isterlerse o zaman onlara de ki: “Benimle beraber ebediyyen asla çıkamazsınız ve benimle beraber artık asla düşmanla savaşamazsınız. Çünkü siz, (İslam saflarına diğer insanların katılımını da engellemek gayesiyle savaşa katılmayıp fitne çıkaran münafıklara katılarak siz de onlar gibi) geride oturmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlarla beraber hep birlikte oturun.
9/TEVBE-84: Ve lâ tusalli alâ ehadin minhum mâte ebeden ve lâ tekum alâ kabrih(kabrihi), innehum keferû billâhi ve resûlihî ve mâtû ve hum fâsikûn (fâsikûne).
Onlardan ölen bir kimsenin üzerine, namazı ebediyyen (hiçbir zaman) kılma ve onun kabri başında durma. Çünkü onlar, Allah’ı ve O’nun Resûl’ünü inkâr ettiler ve onlar fasık(lar) olarak öldüler.
9/TEVBE-85: Ve Lâ tu’cibke emvâluhum ve evlâduhum, innemâ yurîdullâhu en yuazzibehum bihâ fîd dunyâ ve tezheka enfusuhum ve hum kâfirûn(kâfirûne).
Ve onların malları ve evlâtları, senin hoşuna gitmesin (seni imrendirmesin). Allah dünya hayatında, onlarla (onların malları ve evlâtları ile) onlara azap etmek ister ve onların nefslerinin (canlarının) kâfir olarak çıkmasını ister.
9/TEVBE-86: Ve izâ unzilet sûretun en âminû billâhi ve câhidû mearesûlihiste’zeneke ulût tavli minhum ve kâlûzernâ nekun meal kâ’ıdîn(kâ’ıdîne).
Ve Allah’a âmenû olmak (Allah’a aracısız iman ve teslim olmak) ve O’nun Resûl’ü ile beraber cihad etmek (için) bir sure indirildiği zaman onlardan (münafıklardan) “servet sahipleri” (Bkz: Tevbe suresi 79 malları ve canları ile cihad eden müminlerin aksine) senden izin istediler. Ve (şöyle) dediler: “Bizi bırak, kalanlarla (oturanlarla) beraber olalım.”
9/TEVBE-87: Radû bi en yekûnû meal havâlifi ve tubia alâ kulûbihim fe hum lâ yefkahûn(yefkahûne).
Geri kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Ve onların kalplerinin üzeri artık tabedildi (mühürlendi). Artık onlar fıkıh edemezler.
9/TEVBE-88: Lâkinir resûlu vellezîne âmenû meahu câhedû bi emvâlihim ve enfusihim, ve ulâike lehumul hayrâtu ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Fakat Resûl ve âmenû olanlar, (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar) malları ve nefsleri (canları) ile onunla beraber cihad ettiler. Ve işte onlar; (bütün) hayırlar, onlarındır. Ve işte onlar; onlar, felâha (kurtuluşa) erenlerdir.
9/TEVBE-89: Eaddallâhu lehum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Allah, onlar için altından nehirler akan cennetler hazırladı. Orada ebediyyen kalıcıdırlar. İşte bu “fevz-ül azîm” dir (en büyük kurtuluş, mükâfattır).
9/TEVBE-90: Ve câel muazzirûne minel a’râbi lî yu’zene lehum ve ka’adellezîne kezebûllâhe ve resûleh(resûlehu), se yusîbullezîne keferû minhum azâbun elîm(elîmun).
Ve bedevî Araplar’dan onlara izin verilmesi için özür beyan edenler ve Allah’a ve O’nun Resûl’üne yalan söyleyerek oturup, (geri) kalan kimseler geldiler. Onlardan kâfir olanlara elîm (acı) azap isabet edecek.
9/TEVBE-91: Leyse alâd duafâi ve lâ alel merdâ ve lâ alellezîne lâ yecidûne mâ yunfikûne haracun izâ nasahû lillâhi ve resûlih(resûlihî), mâ alel muhsinîne min sebîl(sebîlin), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
“Allah ve O’nun Resûl’üne biat edilmesi için insanlara nasihat verdikleri taktirde” zayıf ve güçsüz olanların ve hasta olanların ve infâk edecek (verecek) bir şey bulamayanların da üzerinde bir günah yoktur. Muhsinlerin üzerine (aleyhlerinde) bir yol yoktur. Ve Allah; Gafur’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir.
9/TEVBE-92: Ve lâ alellezîne izâ mâ etevke li tahmilehum kulte lâ ecidu mâahmilukum aleyhi tevellev ve a’yunuhum tefîdu mined dem’i hazenen ellâ yecidû mâ yunfikûn(yunfikûne).
Onları taşıman (bindirip, sevketmen) için sana geldikleri zaman, senin: “Sizi üzerinde taşıyacak (bindirecek) bir şey bulamadım.”dediğinde, sana infâk edecek bir şey bulamadıkları için hüzünlenerek ve gözlerinden kanlı yaşlar akarak gerisin geriye dönen kimselere de (bir günah) yoktur.
9/TEVBE-93: İnnemes sebîlu alellezîne yeste’zinûneke ve hum agniyâ’(agniyâu), radû bi en yekûnû meal havalifi ve tabeallâhu alâ kulûbihim fe hum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Fakat zengin oldukları halde senden izin isteyip, geride kalanlarla beraber olmaya razı olan kimselere (azabın) istikamet yolu vardır. Ve çünkü Allah, onların kalplerinin üzerini tabetti (mühürledi). Artık onlar bilemezler.
9/TEVBE-94: Ya’tezirûne ileykum izâ reca’tum ileyhim, kul lâ ta’tezirû len nu’mine lekum kad nebbe enallâhu min ahbârikum, ve se yerallâhu amelekum ve resûluhu summe tureddûne ilâ âlimil gaybi veş şehâdetî fe yunebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Onlara geri döndüğünüz zaman size mazeret (özür) beyan ederler. “Özür beyan etmeyin size asla inanmayız.” de. Allah, sizin haberlerinizi (durumunuzu) bana bildirmişti. Ve Allah ve O’nun Resûl’ü, sizin amellerinizi görecek. Sonra gaybı (görünmeyeni) ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. Böylece yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.
9/TEVBE-95: Se yahlifûne billâhi lekum izenkalebtum ileyhim li tu’ridû anhum, fe a’rıdû anhum, innehum ricsun ve me’vâhum cehennem (cehennemu), cezâen bi mâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Onlara döndüğünüz zaman onlardan yüz çevirirsiniz diye, (çevirmemeniz için korkularından) size Allah’a karşı yemin edeceklerdir. Artık onlardan yüz çevirin! Çünkü onlar, artık murdardır ve kesbetmiş oldukları şeyler sebebiyle barınacakları yer cehennemdir.
9/TEVBE-96: Yahlifûne lekum li terdav anhum, fe in terdav anhum fe innallâhe lâ yerdâ anil kavmil fâsikîn(fâsikîne).
Onlardan razı olmanız için size yemin ederler. Eğer siz onlardan razı olursanız (razı olsanız bile) muhakkak ki Allah, fasık kavimden razı olmaz.
9/TEVBE-97: El a’râbu eşeddu kufren ve nifâkan ve ecderu ellâ ya’lemû hudûdemâ enzelallâhu alâ resûlih(resûlihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Bedevî Araplar, küfür (inkâr) ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah’ın Resûl’üne indirdiği şeylerin sınırlarını bilmemeye daha yatkındırlar. Ve Allah; Alîm (en iyi bilen)’dir, Hakîm (hikmet sahibi, hüküm sahibi)’dir.
9/TEVBE-98: Ve minel a’râbi men yettehızu mâ yunfiku magremen ve yeterabbesu bi kumud devâir(devâire), aleyhim dâiretussev’ (dâiretussev’i), vallâhu semîun alîm(alîmun).
Ve bedevî Araplar’dan, infâk ettiği şeyi zarar kabul eden kimseler vardır. Ve devrin değişmesini, size (başınıza) kötü devirlerin (felâketlerin) gelmesini beklerler. Kötü dönemler (felâketli olaylar) onların üzerine olsun! Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
9/TEVBE-99: Ve minel a’râbî men yu’minu billâhi vel yevmil âhıri ve yettehızu mâ yunfiku kurubâtin indallâhi ve salavâtir resûl(resûli), e lâ innehâ kurbetunlehum, se yudhıluhumullâhu fî rahmetih(rahmetihî), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve bedevî Araplar’dan Allah’a ve ahiret gününe inananlar vardır. Ve infâk ettikleri şeyleri Allah’ın indinde ve Resul’ün dualarında bir (yakınlık) vesile kabul ederler. Muhakkak ki; o, onlar için bir yakınlık vesilesidir, (öyle) değil mi? Allah, onları rahmetinin içine dahil edecek. Muhakkak ki Allah; Gafur’dur (mağfiret edendir) ve Rahîm’dir.
9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (Allah’a teslim olarak İslama ilk geçenler): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke’den Medine’ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine’deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. Allah, onlardan razı ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
9/TEVBE-101: Ve mimmen havlekum minel a’râbi munâfikûn(munâfikûne), ve min ehlil medîneti meredû alen nifâkı lâ ta’lemuhum, nahnu na’lemuhum, se nuazzibuhum merreteyni summe yureddûne ilâ azâbin azîm(azîmin).
Ve sizin etrafınızda olan bedevî Araplar’dan, münafık olanlar ve şehir halkından nifak üzerinde olmaya alışmış olanlar var. Onları, sen bilmezsin. Onları, Biz biliriz. Onları, iki kere azaplandıracağız sonra (onlar), azîm (büyük) azaba döndürülecekler.
9/TEVBE-102: Ve âharûna’terefû bi zunûbihim haletû amelen sâlihan ve âhare seyyiâ(seyyien), asâllâhu en yetûbe aleyhim, innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve diğerleri (savaştan geri kalanların bir kısmı ki), günahlarını itiraf ettiler. Salih ameli, diğer kötü (amel)le karıştırdılar. Umulur ki; Allah, onların tövbelerini kabul eder, muhakkak ki; Allah, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm (yalnızca Müminlere yardım himaye ve Hidayet eden)’dir.
9/TEVBE-103: Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli aleyhim, inne salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Onların mallarından sadaka olarak al {bkz: Tevbe suresi 60} ve onunla, onları (mümin toplumu) temizle ve tezkiye et ( elde edilen ganimet sadaka zekat ve bağışlar ile toplumunu eşitlikçi anlayışla himaye et/fakiri yoksulu İslama hicret edenlerin ailelerine aş iş imkanları vererek toplumunu rehabilite et) ve onlara dua et, muhakkak ki; senin duan onlar için bir sekînedir (sukûnettir). Ve Allah; Sem’î (en iyi işiten)dir, Alîm (en iyi bilen)dir.
9/TEVBE-104: E lem ya’lemû ennallâhe huve yakbelut tevbete an ibâdihî ve ye’huzus sadakâti ve ennallâhe huvet tevvâbur rahîm(rahîmu).
(Ancak ve sadece) Allah’ın kullarından, tövbeleri kabul ettiğini ve sadakaları aldığını (Yalnızca Allah’ın Tevbeleri ve sadakat amellerini kabul ettiğini) bilmiyorlar mı? Ve muhakkak ki Allah, tövbeleri kabul eden ve Rahîm’dir. (Yalnızca müminlere yardım himaye ve Hidayet edendir)
9/TEVBE-105: Ve kuli’melû fe se yerallâhu amelekum ve resûluhu vel mu’minûn(mu’minûne), ve se tureddûne ilâ âlimil gaybi veş şehâdeti fe yunebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
De ki: “(İstediğinizi) yapın. Allah ve O’nun Resûl’ü ve mü’minler sizin amellerinizi görecek. Gaybı (görünmeyeni) ve müşahade edileni (görüneni) bilene, döndürüleceksiniz. O zaman, sizin yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.”
9/TEVBE-106: Ve âharûne murcevne li emrillâhi immâ yuazzibuhum ve immâ yetûbu aleyhim, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Ve (sefere katılmayan ancak cihad için geride bekleyen) diğerlerinin (bir bölüğün) durumu, Allah’ın emri üzerinde ertelenmiştir. Allah; Onları ya azaplandırır ya da onların (içlerinden münafık olupta sonradan Tevbe edenlerin) tövbesini kabul eder. Ve Allah; Alîm’dir (en iyi bilen), Hakîm’dir.
9/TEVBE-107: Vellezînettehazû mesciden dırâren ve kufren ve tefrîkan beynel mu’minîne ve irsâden li men hâreballâhe ve resûlehu min kabl(kablu), ve le yahlifunne in erednâ illelhusnâ, vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn(kâzibûne).
Ve onlar, (müşrikler ve onlarla işbirliği yapan münafıklar) (İslam’a ) zarar vermek, küfrü kuvvetlendirmek ve mü’minlerin arasını açmak ve daha önce Allah ve resûlüne karşı harb etmiş olan bazı kişilere bir gözlem yeri yapmak için bir mescid edindiler (Bkz; Mescid-i Dırâr). Ve üstelik Biz mutlaka: “ancak iyilikler (güzellikler) isteriz.” diye yemin ediyorlar. Ve fakat Allah, onların (o münafıkların) kesinlikle yalancılar olduğuna şahitlik eder.
Mescid-i Dırâr: Münafıkların vereceği vaazlarla İslam’a zarar vermek ve müminler arasında fitne çıkarmak gayesinde, İslam’a dirar (muhalefet)olması için müşrikler tarafından finanse edilerek münafıklar tarafından inşa edilmiş bir mescittir. Dirar; bir şeye “şer ile muhalefet etmek, zarar vermek” anlamına gelir. Tevbe suresi 107. ayetinde (İslam’a zarar vermek, küfrü kuvvetlendirmek ve mü’minlerin arasını açmak ve daha önce Allah ve resûlüne karşı harb etmiş olan bazı kişilere bir gözlem yeri yapmak) gibi birçok zarar üzerinde inşa edildiği için ; “Mescid-i Dırâren” yani zararlar mescidi olarak çoğul halinde nitelenmiş ve Mescid-i Dırâr adıyla anılmıştır. Tüm kullarının içini dışını her şeyiyle en iyi bilen Alim ve Hakim Allah; Hz Muhammed (S.A.V), Nebi’ye Tevbe suresi 107. ayetlerinde münafıkların amacını bildirip yapması gerekeni Tevbe suresi 108~110 ayetleri arasında örnekler vererek hüküm edince, Allah’ın Resûl’ü bu mescidi fitne binası ilan edip müminleri bu fitneden uzak tutmuştur.
9/TEVBE-108: Lâ tekum fîhi ebedâ(ebeden), le mescidun ussise alet takvâ min evveli yevmin ehakku en tekûme fîh(fîhi), fîhi ricâlun yuhıbbûne en yetetahherû, vallâhu yuhıbbul muttahhirîn(muttahhirîne).
Ebediyyen orada namaz kılma. İlk günden takva üzerine tesis edilen mescidler, namaz kılmak için elbette ibadet edilmeye lâyık olandır. Orada ( fitne yerine) sadece İslam ile temizlenmeyi seven adamlar vardır. Ve Allah, temizlenmiş/arınmış olanları sever.
9/TEVBE-109: E fe men essese bunyânehu alâ takvâ minallâhi ve rıdvânin hayrun em men essese bunyânehu alâ şefâ curufin hârin fenhâre bihî fî nâri cehennem(cehenneme), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Artık binasını Allah’a takva ve rıza üzerine kuran mı, daha hayırlıdır, yoksa binasını kayan bir çamur yığını kenarına kuran kimse mi? Böylece (Mescd-i dırâr örneği fitne çamurunun içine girer de) cehennem ateşinin içine onunla beraber (kendisi de) göçer. Ve Allah, zalimler kavmini asla hidayete erdirmez.
9/TEVBE-110: Lâ yezâlu bunyânuhumullezî benev rîbeten fî kulûbihim illâ en tekattaa kulûbuhum, vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Onların yapmış oldukları bina, (bu tür fitne binaları/yapıları) kalpleri parçalayan bir nifak ve şüphe tohumu gibi ( toprağın altında) kalıp İslam’a zarar veremeyecek.. Çünkü Allah; (herşeyi en iyi bilen ve ilmiyle amenü/mümin kullarını fitnelere ve tehlikelere karşı önceden haberdar eden) Alîm ”dir, ve (İlahi ilmiyle kulları yararına hükümler koyan) Hakîm’dir.
9/TEVBE-111: İnnallâheşterâ minel mu’minîne enfusehum ve emvâlehum bi enne lehumul cenneh(cennete), yukâtilûne fî sebîlillâhi fe yaktulûne ve yuktelûne va’den aleyhi hakkan fît tevrâti vel incîli vel kur’ân(kur’âni), ve men evfâ bi ahdihî minallâhi, festebşirû bi bey’ıkumullezî bâya’tum bih (bihî), ve zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Allah muhakkak ki; Allah yolunda savaşan, böylece öldüren ve öldürülen mü’minlerden onlara verilecek cennet karşılığında, canlarını ve mallarını satın almıştır. (Bu), Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da, O’nun (Allah’ın) üzerine hak olan vaaddir. Allah’tan daha çok ahdine vefa eden kimdir? O’nunla yaptığınız alışveriş ile sevinin! Ve işte o, en büyük fevz (mükâfat)dir. {Bkz Tevbe Suresi 126}
9/TEVBE-112: Ettâibûnel âbidûnel hâmidûnes sâihûner râkiûnes sâcidûnel âmirûne bil ma’rûfi ven nâhûne anil munkeri vel hâfizûne li hudûdillâh (hudûdillâhi), ve beşşiril mu’minîn (mu’minîne).
Tövbe edenleri, (aracısız yönelmekle) sadece Allah’a kul olan ve onu kalb-i hamd edenleri, Allah’ın hükümlerinin yeryüzünde yüceltilmesi için çalışmalar yapıp sadece Allah’a rükû ve secde edenleri, ma’rufla (Kuran hükümleriyle) emredip, münkerden (batıldan/emaniyyeden) insanları nehyederek, yeryüzünde daima Allah’ın hudutlarını muhafaza eden o mü’min kimseleri müjdele!
9/TEVBE-113: Mâ kâne lin nebiyyi vellezîne âmenû en yestagfirû lil muşrikîne ve lev kânû ulî kurbâ min ba’di mâ tebeyyene lehum ennehum ashâbul cahîm(cahîmi).
Bir nebînin ve âmenû olan (Allah’a aracısız iman ve teslim olan) kimselerin, cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra yakınları bile olsa müşrikler için mağfiret dilemeleri olmaz.
9/TEVBE-114: Ve mâ kânestigfâru ibrâhîme li ebîhi illâ an mev’ıdetin vaadehâ iyyâh(iyyâhu), fe lemmâ tebeyyene lehû ennehuaduvvun lillâhi teberre’e minh(minhu), inne ibrâhîme le evvâhun halîm(halîmun).
Ve Öyle ki; İbrâhîm babası için mağfiret dilemeyi vaad ettiği halde onun isteği dahi kabul olmamıştı. Fakat onun (babasının), Allah’ın düşmanı olduğu, ona (Hz İbrahim as’a) beyan edildiği zaman, babasından hemen uzaklaştı. İbrâhîm muhakkak ki evvah (yüreği çok sızlayan)tır, halîm (çok merhametli)dir.
9/TEVBE-115: Ve mâ kânallâhu lî yudılle kavmen ba’de iz hedâhum hattâ yubeyyine lehum mâ yettekûn(yettekûne), innallâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Allah, bir kavmi hidayete erdirdikten sonra, üzerinde takva sahibi olacakları şeyler (hükümler) onlara açıklanmadıkça (o kavmi), dalâlete düşürecek (saptıracak) değildir. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi bilendir.
9/TEVBE-116: İnnallâhe lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), yuhyî ve yumît(yumîtu), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Semaların ve yerin mülkü muhakkak ki; Allah’ındır. İnsanı O Yaşatır ve O öldürür. Sizin için Allah’tan başka (ne aracılardan ne beşerden) bir dost ve bir yardımcı yoktur.
9/TEVBE-117: Lekad tâballâhu alen nebiyyi vel muhâcirîne vel ensârillezînet tebeûhu fî sâatil usreti min ba’di mâ kâde yezîgu kulûbu ferîkın minhum summe tâbe aleyhim, innehu bihim raûfun rahîm(rahîmun).
Andolsun ki; Allah, nebî ile muhacirlere (önceden müşrik olup sonradan İslam’a hicret edenlere) tövbeyi nasip etti. O zor zamanda kalpleri (küfüre) meyletmek üzere iken; ona (nebiye) tâbî olan ensara ve onlardan bir gruba da tövbe etmeyi nasip etti. Sonra da ardından onların tövbelerini kabul etti. Çünkü O (Allah); onlara Rauf’tur (çok şefkatli), Rahîm’dir.
9/TEVBE-118: Ve ales selâsetillezîne hullifû, hattâ izâ dâkat aleyhimul ardu bimâ rehubet ve dâkat aleyhim enfusuhum ve zannû en lâ melcee minallâhi illâ ileyh(ileyhi), summe tâbe aleyhim li yetûbû, innallâhe huvet tevvâbur rahîm(rahîmu).
Ve geri bırakılan (Bkz; Tevbe Suresi-106: gazadan geri kalıp, haklarındaki hüküm ertelenen) üç kişinin de (tövbeleri kabul edildi: âyet 117). Hatta yeryüzü geniş olmasına rağmen onlara dar gelmişti. Ve nefsleri de kendilerine dar geldi. Kendilerine Allah’tan başka bir melce (sığınak) olmadığını anladılar (kesin olarak idrak ettiler). Sonra Allah’a aracısız iman edip teslim olsunlar diye Allah tövbelerini kabul etti. Muhakkak ki Allah, O; Tevvab’tır (tövbeleri kabul eden), Rahîm’dir (Sadece müminlere yardım himaye ve Hidayet edendir.)
9/TEVBE-119: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe ve kûnû meas sâdikîn (sâdikîne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve sadıklarla beraber olun.
9/TEVBE-120: Mâ kâne li ehlil medîneti ve men havlehum minel a’râbi en yetehallefû an resûlillâhi ve lâ yergabû bi enfusihim an nefsih(nefsihî), zâlike bi ennehum lâ yusîbuhum zameun ve lâ nasabun ve lâ mahmesatun fî sebîlillâhi ve lâ yetaûne mevtıan yagîzul kuffâre ve lâ yenâlûne min aduvvin neylen illâ kutibe lehum bihî amelun sâlih(sâlihun), innallâhe lâ yudîu ecrel muhsinîn(muhsinîne).
Ne Medîne halkının, ne de onların çevresinde bulunan bedevî Arapların, savaş ve diğer hususlarda, Allah’ın Rasûlünden geri kalmaları ve onun canından önce, kendi canlarının kaygısına düşmeleri, onlara yakışmaz. Çünkü onlar, Allah yolunda ne zaman susuzluk, yorgunluk, ya da açlık çekseler veya kâfirlerin öfkesini kabartacak bir yere ayak bassalar ve düşmana karşı bir başarı sağlasalar, mutlaka bunların karşılığı olarak iyi bir iş yaptıkları Allah tarafından zayi edilmeden yazılır. Çünkü Allah, salihlerin emeklerini asla boşa çıkarmaz, ve mutlaka onları mükafatlandıracaktır.
9/TEVBE-121: Ve lâ yunfikûne nefakaten sagîreten ve lâ kebîreten ve lâ yaktaûne vâdien illâ kutibe lehum lî yeczîyehumullâhu ahsene mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve Küçük, büyük infak ettileri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadinin bir bedeli ve karşılığı olarak ve daha güzeliyle mukabele edilmeleri için, sevapları eksiksiz onların hanesine yazılmıştır.
9/TEVBE-122: Ve mâ kânel mu’minûne li yenfirû kâffeh(kâffeten), fe lev lâ nefere min kulli firkatin minhum tâifetun li yetefekkahû fîd dîni ve li yunzirû kavmehum izâ receû ileyhim leallehum yahzerûn(yahzerûne).
Mü’minlerin hepsinin birden sefere çıkması uygun olmaz. Böylece, sefere çıkmayan gurup, kendi kavimlerine, geri döndükleri zaman, onları inzar etmeleri (uyarmaları) için, dîni çok iyi fıkıh etsinler! Böylece (kendi aşiretleri/kavimleri de) Allah’tan hazer ederler (emir ve yasaklarını çiğnemekten çekinirler).
9/TEVBE-123: Yâ eyyuhellezîne âmenû kâtilûllezîne yelûnekum minel kuffâri vel yecidû fîkum gilzah(gilzaten), va’lemû ennallâhe meal muttekîn(muttekîne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar)! Küffardan (kâfirlerden) “öncelikli olarak size en yakın olanlarla” savaşın ve onlar sizde daima küfüre karşı bir kuvvet (azîm/mukavemet) bulsunlar! Ve biliniz ki; Allah, muhakkak takva sahipleriyle beraberdir.
9/TEVBE-124: Ve îzâ mâ unzilet sûretun fe minhum men yekûlu eyyukum zâdethu hâzihî îmânâ(îmânen), fe emmellezîne âmenû fe zâdethum îmânen ve hum yestebşirûn(yestebşirûne).
Ve bir sure üzerinde bir hüküm indirildiği zaman onlardan kimisi: “Bu hanginizin îmânını arttırdı?” der. Ama âmenû olan (Allah’a aracısız iman ve teslim olan) kimseler; var ya, bu sureler onların îmânını arttırır ve onlar, imanla birbirlerini müjdelerler.
9/TEVBE-125: Ve emmellezîne fî kulûbihim maradun fe zâdethum ricsen ilâ ricsihim ve mâtû ve hum kâfirûn(kâfirûne).
Ve fakat; indirdiğimiz bu (sureler/hükümler) kalplerinde hastalık (nifak, inkâr) olanların ise böylece murdarlıklarına murdarlık katar. Ve onlar, artık kâfir olarak ölürler.
9/TEVBE-126: E ve lâ yerevne ennehum yuftenûne fî kulli âmin merreten ev merreteyni summe lâ yetûbûne ve lâ hum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Ve onlar, senede bir veya iki kere imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra tövbe etmiyorlar ve onlar “zikr’e/Kuran’a tabi olmuyorlar.
Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla hüküm ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Peygamberlere gönderilen tüm kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler {bkz; Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Geçmişte gönderilen kitaplar aracılar tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır. Ayetinde, kulların ortak sınav hüküm kitabı olan zikr’e müşriklerin tabi olmadıkları ve olmak istemedikleri vurgulanmaktadır.
9/TEVBE-127: Ve îzâ mâ unzilet sûretun nazara ba’duhum ilâ ba’d(ba’din), hel yerâkum min ehadin summensarafû, sarafallâhu kulûbehum bi ennehum kavmun lâ yefkahûn(yefkahûne).
Ve sure olarak bir şey indirildiği zaman: “Sizi gören bir kimse var mı?” diyerek birbirlerine bakarlar sonra sıvışıp giderler. Ve işte Allah onların kalplerini, fıkıh etmeyen bir kavim olmaları sebebiyle çevirdi.
9/TEVBE-128: Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).
Andolsun ki; size, sizin içinizden azîz bir Resûl geldi. Sizin üzüldüğünüz şey, O’na ağır gelir (O’nu üzer). O Size çok düşkün, mü’minlere şefkatli ve merhametlidir.
9/TEVBE-129: Fe in tevellev fe kul hasbîyallâh(hasbîyallâhu), lâ ilâhe illâ hûv(hûve), aleyhi tevekkeltu ve huve rabbul arşil azîm(azîmi).
Bundan sonra eğer onlar (Allah’a Ve hükümlerine) sırtlarını dönerlerse, o zaman onlara şöyle de: “Bana, Allah yeter (kâfidir), O’ndan başka ilâh yoktur. Ben, Allah’a aracısız tevekkül ettim (güvendim). Ve O, azîm arşın (ebedi sonsuza kadar kalıcı olan ahiret mülk-ü aleminin) Rabbidir.