SÂFFÂT SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

37/SÂFFÂT-1: Ves sâffati saffâ(saffen).
Ve (Allah’ın hizbi/taraftarı olarak)) saf bağlayanlara andolsun.

37/SÂFFÂT-2: Fez zâcirâti zecrâ(zecran).
Toplayıp sevkedenlere.

37/SÂFFÂT-3: Fet tâliyâti zikrâ(zikran).
Zikr’i * tilâvet edenlere (andolsun).

Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla sınanma hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem gönderdiği hükümler {bkz:Beyyine suresi 3} aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikir’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in { bkz: Râd suresi 38} dönemsel adlarıdır. Geçmişte tarih boyu {bkz; Bakara suresi 100,101} gönderilen diğer kitaplar {bkz; Hicr suresi 90} muktesim müşrikler tarafından tahrif edildiği için Aziz ve Hakim Allah  SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içeriğinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır.  Zikri Tilavet etmek; Geçmişte müşriklerin tali olarak bozup tahrif etmiş oldukları Zikr hükümlerini hem yaptıkları tahrifatı göstererek hem de hükmün aslını işaret ederek tali düzeltmeler yapmakla Zikri hakikatı içinde okumak demektir. Kuran’da Zikr farklı konular içeriğinde Tilavet edilir. Örneğin saffat suresinde ahirete iman hususunda kitap tilavet edilirken. Nisa suresinde ise Kadınlar yetimler engelliler köleler cariyeler vb gibi konularda sosyal yaşantı üzerine tilavet edilir. Örneğin;/ Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kadınların haklarını daha önceki indirdiği kitaplarda farz kılmış olduğu halde, onlara vermediğiniz hakları ve zulüm ile zorla nikâhlamak istediğiniz aciz yetim kız çocukları hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız hususunda şimdi size Kitab’ında tilavet edilmekte olan âyetleriyle fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir. Nisa suresi 127) Tezekkür; Allah’ın eksiksiz kitabı olan Zikr/Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgiler ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakaların “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla ; Aziz Allah’ın kullarından isteklerini, menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54}  parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi. Ulul’elbab; Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ayrıca; Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için bkz; Rad suresi 19~25 Ve Aşağıda 168. ayetine kadar; Zikir ile nimetlendirilen Resul’ler ve geçmişte yaşananlar hakikatıyla aktarılıp Hem Zikr’i tezekkür etmenin hem de Zikr’i tilavet etmenin önemi örneklerle vurgulanacak.

37/SÂFFÂT-4: İnne ilâhekum le vâhıd(vâhıdun).
Muhakkak ki sizin İlâhınız, mutlaka Tek’tir.

37/SÂFFÂT-5: Rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ ve rabbul meşârık(meşârıkı).
Göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların Rabbidir. Ve doğuların (da) Rabbidir.

Doğuların Rabbi: Tüm çok tanrılı şirk inançlarında olduğu gibi Ehli kitap inancına göre/Musa’nın 5 kitabı anılan eski ahit ve Tevrat ve İncilde de “İslamda, ikinci Alem, gayb alemi olarak da zikredilen” ahiret alemi ve ahiret hayatı yoktur. Müşriklere göre Dünya, doğudan batıya doğru uzanan tepsi gibi düz bir yerdir. Kendi inançlarına göre dünyanın doğu istikametinde Fırat ve Dicle nehirleri arasında Aden isminde verimli bir bahçe vardır. {Bkz:Tevrat/Tekvin bölüm 2/6~14} Dünyanın batı istikameti ise yaratıcının onları sürgüne gönderdiği topraklardır. Buyruklarına İtaat etmeleri halinde tanrı onları tekrar “aracı vekil” şefaatı ve hidayetiyle (tabii ki onları sömüren aracıların isteklerini yerine getirmek ve onlara bildirilen vergi bedellerini ödemeleri koşuluyla) tekrar Aden bahçesine kabul edecektir. Diğer anlamıyla müşrikler için “Doğu” demek Aden bahçesi yani yeryüzünde bulunan cennet demektir. Kuran indikten sonra cennet cehennem ve ahiret modeli detaylı olarak açıklandıkça taraftar kaybetmemek adına {bkz;mearic 36) müşrikler de cenneti sahiplenip dünyada doğuda bir yerde olduğunu iddia etmeye başladılar. Fırat ve Dicle arasında cennetin olmadığının kaşifler tarafından açıklanmasıyla bu kez İki doğu ve batı var demeye başladılar. Ahiret hayatını inkar etmekle Allah’ın tevbe af yetkilerini yeryüzünde kendi tekelinde tutan ve böylece kendilerini Tanrı’nın vekili olarak gösterip halkı sömüren tüm fitne dönemlerinde halkın algısında cennet’in diğer ismi doğu olmuştur. O devirde insanlarının algısında “Doğunun ve batının Rabbi” demek, insanın kovulduğu cennetin ve insanın cennetten sürgün edildiği toprakların Rabbi demektir.  Ve asıl/gerçek olan cennet, Kuran’a göre müminlerin algısında gayb zikredilen ahiret alemindedir. Ve insanlar ahiretteki cennetten yeryüzüne sürgün edilmiştir. Çok tanrılı şirk inançlarına göre tahrif edilip batıla tevil edilmiş Tevrat ve incile göre ise (sahte) cennet yani (doğu) “yeryüzünün doğusundadır”  ve insanların sürgün edildiği cennet toprakları ise Fırat ve Dicle’nin batısında kalan dünya toprakları olduğu tarif edilmektedir. Bkz: Araf suresi 137. ayetinde; Halkı doğuda cennet var diyerek aldatan müşriklerin iddialarının aksine; İsrailoğulları’nı Firavun’un mezaliminden kurtarıp, arzın (dünyanın) bereketli kaldığımız doğusuna ve batısına Biz varis kıldık. Vurgusu yapılarak, yeryüzünün her iki yönünün de bereketli kılındığı ve yahudilerin yeryüzünde hem doğu hem de batıya istikamet edildikleri açıklanmaktadır. (siyonist) Tevrat’ta, ”yalnızca arzın doğusu ve doğusundaki (Fırat ve Dicle arasındaki tarif edilen “Aden bahçesi” verimli topraklar olarak açıklanırken; Araf suresi 137. Ayetinde “Biz arzın her iki istikametini verimli kaldık” vurgusu yapılmakla “tahrif Tevrat” inancına (var olmayan sahte cennet tasvirine) ayrıca bir reddiye yapılmaktadır. Kuran indikten sonra {bkz; Mearic suresi 36} insanların akın akın İslam dinine geçmesiyle, müşrikler sömürdükleri kişileri kaybetmemek adına; Ahiret inancı taşımadıkları  ve kitaplarında yazılı olmadığı halde;  “İslam dininin ikinci alemde bulunan” cennetini sahiplenmeye yeltenmişlerdir. Bu yüzden Yahudi ve hristiyan müşriklerden  bkz: Bakara 111 ayetiyle “kitaplarında cennet veya cehennem olduğuna dair kanıt göstermeleri” istenmiştir. Ayrıca ahirete inanmadıkları halde taraftar kaybetmemek adına, Aziz Allah’ın ikinci alemde bulunan cennetini sahiplenen ancak batıl şirk sömürü hükümleriyle halkı sömürmeye devam eden hem yahudi hem Hristiyan müşriklerin durumları ve akibetleri Meâric suresi 36~44 ayetleri arasında vurgulanmıştır. Ve Bakara suresi 142. Ayetinde “Doğu da batı da Allah’ındır”. Vurgusuyla” Hem dünya hem de ahiret olmak üzere her iki mülkün Melik-el mülk Allah’a ait olduğu belirtilmekte ve aynı ayetin devamında; Aziz Allah’ın af mağfiret ve şefaat vb uluhiyet yetkilerinin tümünün kendilerinde olduğunu beyan eden müşrik din adamlarının iddialarının aksine, yeryüzünde kulları hidayete ulaştırabilecek tek ve yegane otoritenin “Hadi Allah” olduğu tekrar edilmektedir. 
Ve, ayrıca, Zuhruf suresi 38. Ayetinde; yeryüzünün doğusundaki sahte cennet ile o dönemin insanları tarafından “Doğu” olarak zikredilen ahiret cennetinin tezatı ve uzaklığı mukayese edilerek, “iki doğu” zikredilmiştir. Yeryüzünde hak din İslam’ı reddedip Aracılara aldananlar, ahirette ceza gününde, pişmanlıkla keşke yeryüzünde sizinle aramız, “iki doğu kadar” (yeryüzündeki uydurma cennet ile ahiret alemindeki cennetin birbirine olan mesafesi) kadar uzak olsaydı. diyecekler. Ve “ onları aldatan aracılarla olan yeryüzündeki yakınlıkları akibet olarak aldananlar açısından ne kötü” Buyurulmaktadır.
Saffat suresi 5. ayetinde de; Zuhruf suresi 38. ayetinde zikredilen iki ayrı cennet tasviri kastedilerek; Yeryüzünde Fırat ve Dicle arasında kalan (müşriklerin doğu/cennet andıkları toprakların) ve ahirette bulunan ve o dönem insanlarının hala/alışkanlıkla doğu olarak andıkları “Ahiret cenneti” mülkünün, her iki Âlemin de yaratıcısı ve mülkün asıl sahibi olan Malik-el Mülk Allah’a ait olduğu vurgulanmaktadır.

37/SÂFFÂT-6: İnnâ zeyyennes semâed dunyâ bi zîynetinil kevâkib(kevâkibi).
Muhakkak ki Biz; dünya semasını, yıldızları ziynet kılarak süsledik.

37/SÂFFÂT-7: Ve hıfzan min kulli şeytânin mârid(mâridin).
Ve marid (azgın ve asi) şeytanların hepsinden muhafaza ederek.

Tarih boyunca tüm çok tanrılı inançlarda; Güneş tanrısı baş tanrı olarak kabul edilmiştir. Ve {bkz; Saffat suresi 88} yıldızlar ise, tanrının dünyayı yönetmek adına vekili olarak atadığı kızları veya oğulları olarak kabul edilmiştir. Bu hakikat Kuran’da Enam suresi 75~83 ve Saffat suresi 88~98 ayetlerinde kıssa edilerek; Hz İbrahim üzerinden örneklenir. Ve İslam haricinde geçmişte varolmuş ulusların tümü yıldızların isimlerine totemleştirdikleri putlar üzerinden “gök tanrılara” tapınırlardı. Ve tanrıların isteklerini put sahibi anılan “put hizmetkarı” kahinlerden öğrenirlerdi. Yahudi ve hristiyan müşrikler ise kendi krallarını tanrının oğlu kabul edip, kral ve onun hizmetindeki ruhbanlar aracılığıyla tanrının yeryüzünü idare ettiğine inanıyorlardı. Tüm aracılı şirk inançları, {Detaylı bkz: Saffat suresi 31} Mutrafiler olarak zikredilen, Elit hakim zümre ve onların çıkar payandası olan din adamlarının kurguladığı ve yönettiği bir sömürü düzeni ve aldatmacasıdır. Delalette olanlar ise Zikr’e itibar etmeyip onlara aldanan halklardır. Arap müşrikler tüm çok tanrılı inançlarda olduğu gibi Tanrının evlatları ile dünyayı yönettiğine inanıyordu ve Lat Uzza ve Menat olarak isimlendirdileri Allah’ın kızları olarak varsaydıkları, Putlar’ın hidayeti ve şefaatini umarak Allaha dolaylı yöneliyorlardı. Dolayısıyla Put sahipleri Tanrının insanlardan istediği vergileri harçları miktarıyla halka iletiyordu. Put hizmetkarı aracılar Allah’ın yetki verdiği kızlarıyla cinler vasıtasıyla saffat 6~11 ve Hicr 17,18 ayetlerinde bu yalanları reddedildiği halde haberleştiklerini aktarıyordu. Yani halk putlar üzerinden aracılar vasıtasıyla sömürülüyordu. {Bkz Mâide suresi 18 Necm 23 Nahl 55-60 Necm 23 Muminun 91}
Müşriklerin, yıldızlara nisbet ederek yontup vekil varsaydıkları putlar, muhtelif toplumlarda isim olarak değişse de daima “yıldız vekil” tanrılara ibadet etmişlerdir. Hicr 16 ve Saffat 6 ayetlerinde, “semayı yıldızlarla bir ziynet olarak süsledik” vurgusu yıldızların kutsal değil ancak ve sadece birer yıldız olduğunu vurgulamak içindir. Müşrik ruhbanlar, insanları kandırıp sömürme gayelerinde,Allah ile cinler arasında akrabalıklar isnad edip {bkz: saffat 158 ve Enam 100} “cinler ve şeytanlar bizim hizmetimizde göğe yükselip bize Allah’tan vahiy getiriyor” iddialarında bulunarak Hz Muhammed’in (S.A.V)’in risaletini reddediyorlardı ve Hicr 6 Kalem 51 ve Duhan 14 ayetlerinde de vurgulandığı üzere ona deli mecnun ifitiraları atıyorlardı. Müşrik inançlarında ahiret hayatı yoktur ve onlara göre dünya tepsi gibi düz bir yerdir. Tanrıları ise bu aldatmacada; tepsi dünyanın tepesinde hemen bulutların üzerindeki bir yerde bulunan ikametgahında oturmaktadır. Tüm gök tanrı inançlarına göre (o dönem mesafe ölçer cihazlar henüz olmadığından) gökkubbeyi dünyanın tepesinde yüksek direkler üzerinde kurulu ve Tanrı’ların yaşadığı düz bir katman olarak tahayyül ederlerdi. Bu yüzden göktanrı inançlarına bir reddiye olarak {bkz;Lokman suresi 10 Rad suresi 2} ayetlerinde  “gökyüzünü direksiz yarattık” vurgusu yapılmıştır. Ve bu aldatmaca üzerine tarihte muhtelif müşrik inançlarında tanrıya ulaşmak için (tanrının buyruklarını iletiyoruz bahanesiyle insanları sömürmek için) Babil kulesi gibi yüksek kuleler inşa edilmiştir. Ya da, halk için ulaşımı zor olan bir dağın üzerinde (Bkz :Tevrat ve Zebur 9:11 3:4 Tevrata göre “siyon” dağında oturan yahve isimli ) sözde tanrılara konut inşaa edilmiş ve halk o konuttan aracılar vasıtasıyla iletilen komutlarla sömürülüp kullanılmıştır. Hicr suresinde şeytanların ve cinlerin göğe yükselip Allah ile kullar arasında aracılık görevini yerine getiremeyecekleri vurgulanmakla birlikte ilk yaratılışta tüm meleklerin, İnsan önünde secde ederek eğilmesine rağmen, Ateşten bir halk olan şeytan ve cinlerin insan önünde asla eğilmediğini ve bu yüzden yeryüzünde de insana aracılık yapan bir hizmetli olmayacaklarını ilk yaratılış kıssasıyla aktarılır. Hicr suresi devam eden ayetlerinde Allah’ın Resullerini ve hak dinini inkar eden müşrik kavimlere, cinler veya şeytanlar yerine Allah’ın gönderdiği görevli meleklerin aslında hangi vesileyle geldiğini ve geldiklerinde nasıl felaketler yaşattıklarını sureye ismini veren Hicr kavmi ve Lut kavimleri ve Hz İbrahim’den örneklerle açıklanır.
Kulların üzerindeki tüm yetki ve otoritenin özellikle aracısız bir halde Allah’ın {bkz:mearic 4 Arş’ı Â’la katından/melek hızıyla bir günü 50 bin yıl olan bir sürede ancak ulaşılabilen arşından} komuta edildiği bildirilmiş ve Şeytanların ya da cinlerin, “Arş’ı Alâ zikredilen Allah’ın arşına” ulaşmalarının hem zaman hem güvenlik tedbirleri açısından asla mümkün olmadığı bildirilmiştir. {Furkan suresi 59 Hud suresi 7 Araf suresi 54 Hadid suresi 4 Rad suresi 2 Secde suresi 4,5 Taha suresi 5 Yunus suresi 3}
Yeryüzündeki tüm İş ve oluşların yönetimi açısından, Allah’ın buyruklarının daha alt bir katta, Melei A’la katında görevli olan 8 melek tarafından {bkz;hakka 17} idare ve tedbir edildiği ve “Sad suresi 8, Secde suresi 5 ve Saffat suresi 8 de” zikredilen ara kat anılan “Melei A’la arşına” ateşten yaratılmış şeytanların ya da cinlerin irtibatlanmasının en az 1000 yıllık bir süreç içinde mümkün olacağı için ve bu yüzden şefaat ya da Hidayet  haberi taşıyan cin tekrar geriye döndüğünde haberi getirdiği aracı kişi zaten 2 bin yıl öncesinden çoktan vefat etmiş olacağı için bu müşrik aldatmacasının zaman açısından asla mümkün olamayacağı vurgulanmıştır. Saffat suresi 6~11 ve Hicr suresi 18 ayetlerinde Melei A’la arşının cinlere “takip eden yakıcı bir ateşle” tedbiren kapalı olduğu, vurgulanmakla birlikte Allah’ın diğer koruyucu meleklerine nazaran şeytan ve cinlerin de insan gibi aciz kullar oldukları ve Allah’ı ve Melei A’la arşındaki meleklerini hiçbir şekilde dinlemelerinin mümkün olamayacağı ve saffat 158. ayetinde İzin günü/din günü cinlerin de aynı insanlar gibi Meryem suresi 68~71 ayetlerinde tarif edildiği şekilde, “cehennemde dizüstü mecburi secdeye çökertilmiş halde” sorgulanmak üzere hazır tutulacağı belirtilmiştir.

37/SÂFFÂT-8: Lâ yessemmeûne ilel meleil a’lâ ve yukzefûne minkulli cânib(cânibin).
Melei A’lâ’ya kulak verip dinleyemezler ve her taraftan atılırlar (kovulurlar).

37/SÂFFÂT-9: Duhûran ve lehum azâbun vâsib(vâsibun).
Kovulmuş olarak, onlar için kesilmeyen sürekli azap vardır.

37/SÂFFÂT-10: İllâ men hatıfel hatfete fe etbeahu şihâbun sâkib(sâkibun).
Ancak kim bir söz kapmaya cüret etse, o taktirde kayıp giden yakıcı bir alev onu takip eder (ona ulaşır, yok eder).

37/SÂFFÂT-11: Festeftihim e hum eşeddu halkan em men halaknâ, innâ halaknâhum min tînin lâzib(lâzibin).
Hayır, onlardan fetva iste (sor): “Onların şimdiki (dünya) bedeni mi yaratılış bakımından daha kudretli, yoksa onları yarattığımız ahiret bedenleri mi? ” Muhakkak ki Biz, onları ilk önce {Bkz; Hicr suresi 28 Rahman suresi 14 Hacc suresi 5-6-7} (ilk yaratılışta, ahirette “hamein salsalin tinden muhteva) bir tür yapışkan nemli bir topraktan yarattık.

Ahirete inanmayan tüm çok tanrılı şirk inançlarının aksine; İslamda halden hale üç yaratılış vardır.
1. Adem ve Havva ile başlayan ve hiç eskimeyen, yıpranmayan, {Bkz; Hicr suresi 28 Rahman suresi 14 Hacc suresi 5-6-7} “hamein mesnun salsalin tinden/topraktan“ muhteva mukavemetli ahiret bedenlerimizde ilk yaratılışımız.
2. ahirete inanmayanlar için ayetinde “onların bedeni ” vurgusuyla ifade edilen, sınanmak üzere gönderildiğimiz anne karnında dünya yaratılışımız.
3.“kudretli yaratılış” olarak vurgulanan ve hiç yaşlanmayan, yıpranmayan “hamein mesnun salsalin” tinden/topraktan muhteva zikredilen, o mukavemetli ahiret bedenlerimize tekrar tahric edilmekle sürdüreceğimiz sonsuz hayattır. bkz İslamda 3 karanlık geçişi;Zumer suresi 6

37/SÂFFÂT-12: Bel acibte ve yesharûn(yesharûne).
Evet, sen (ahiret yaratılışını duyunca) hayret ettin ve oysa onlar ise alay ediyorlar.

37/SÂFFÂT-13: Ve izâ zukkirû lâ yezkurûn(yezkurûne).
Ve (bu hakikat) şimdi onlara hatırlatılınca tezekkür (*te-Zikr) etmezler.

37/SÂFFÂT-14: Ve izâ raev âyeten yesteshırûn(yesteshırûne).
Ve (ahiret yaşamıyla ilgili) bir âyet gördükleri zaman alay ederler.

37/SÂFFÂT-15: Ve kâlû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
Ve: “Bu sadece apaçık bir sihirdir.” derler.

37/SÂFFÂT-16: E izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâmen e innâ le meb’ûsûn(meb’ûsûne).
Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman gerçekten biz, mutlaka beas edilenler (tekrar diriltilenler) mi olacağız?

37/SÂFFÂT-17: E ve âbâunel evvelûn(evvelûne).
Ve evvelki babalarımız (atalarımız) da mı? ;Diyerek inkarla alay ederler.)

37/SÂFFÂT-18: Kul neam ve entum dâhırûn(dâhırûne).
“Evet ve siz (yeniden ahirette yaratıldığınız zaman) hor ve hakir olacaklarsınız.” de.

37/SÂFFÂT-19: Fe innemâ hiye zecretun vâhıdetun fe izâ hum yenzurûn(yenzurûne).
İşte o, sadece tek bir çığlıktır. Onlar işte o zaman (ahirette yeniden diriltilince acı hakikatı) görecekler.

37/SÂFFÂT-20: Ve kâlû yâ veylenâ hâzâ yevmud dîn(dîni).
“Ve eyvahlar olsun bize, (işte) bu (inanmadığımız) dîn günüdür.” diyecekler.

37/SÂFFÂT-21: Hâzâ yevmul faslillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
(Onlara) İşte bu tekzip etmiş (yalanlamış) olduğunuz fasıl (haklıyı haksızdan ayırma, hüküm verme) günüdür. denecek.

37/SÂFFÂT-22: Uhşurûllezîne zalemû ve ezvâcehum ve mâ kânû ya’budûn(ya’budûne).
Zulmedenleri ve onların eşlerini (zevcelerini) haşredin (biraraya toplayın)! Ve onların tapmış oldukları şeyleri (de).

37/SÂFFÂT-23: Min dûnillâhi fehdûhum ilâ sırâtıl cahîm(cahîmi).
Allah’tan başka hüküm koyan (Bkz; Zuhruf suresi 23 Zuhruf suresi 32 düzmece sahte ilahlarla insanları aldatıp sömüren mutrafiler ve onların çıkar payandası olan aracı din adamlarını ) cahîm (cehennem) yoluna ulaştırın. {“mutrafiler” için detaylı Bkz: Saffat suresi 31}

37/SÂFFÂT-24: Vakıfûhum innehum mes’ûlûn(mes’ûlûne).
Artık onları tevkif edin (tutuklayın). Muhakkak ki onlar, mesuldürler (insanları Allah’ın sıratı müstakim yolundan men ettiler artık sorumludurlar). denilecek.

37/SÂFFÂT-25: Mâ lekum lâ tenâsarûn(tenâsarûne).
(Aracılara aldananlar) Size ne oldu ki yardımlaşmıyorsunuz. ( yeryüzünde hidayet ve şefaat edeceğinizi söylüyordunuz şimdi niçin bize yardım etmiyorsunuz?)

37/SÂFFÂT-26: Bel humul yevme musteslimûn(musteslimûne).
Hayır, onlar bugün (Hakk gerçeği gördükleri için mecburen hakikata) teslim olanlardır.

37/SÂFFÂT-27: Ve akbele ba’duhum alâ ba’dın yetesâelûn(yetesâelûne).
Ve karşılıklı yönelip birbirlerine (ihtilafla şimdi hesap) sorarlar.

37/SÂFFÂT-28: Kâlû innekum kuntum te’tûnenâ anil yemîn(yemîni).
“Gerçekten siz bize, yeryüzünde sağ taraftan (Allah tarafından yetkilendirilmişler gibi) geliyordunuz.” derler.

Sağ taraftan gelinmesi, insana amel defterinin sağ tarafından verilmesi, kişinin kendisini sağ tarafta görmesi, deyimleri kuranın muhtelif ayetlerinde meşruiyet manasında sıklıkla kullanılır. Günümüzde kullanılmayan bu deyim; Bir insanın yeryüzünde Allah’a karşı itaatkar olup meşru bir hayat ya da görev sürdürmüş olduğunu açıklayan bir kavramdır. Bu deyim Kuran’da {bkz; Rum suresi 28} sağ elinizin altındakiler vurgusuyla “köleliği kendilerine Allah tarafından meşru kılınmış bir hak gören müşrikler” için kullanıldığı gibi, saffat 28. ayetinde aracıların kendilerini insanlara ‘Allah’ın “yetkilendirilmiş olduğu meşru görevlileri” olarak gösterdikleri vurgulanmaktadır. Ayrıca bu deyim ilgili ayetlerinde “Amel defterinin sağdan verilmesi” vurgusuyla kulun Allah’a itaatkar ve meşru bir yaşam sürdürmüş olduğunu anlamlandıran bir kavramdır. Meşru bir yaşam sürdürmüş amel defterleri sağdan verilmiş olan kullara Ashab-ı Meymene denir. {bkz;Hakka suresi 19 Vakıa suresi 8 isra suresi 71, Müdessir suresi 39 İnşikak suresi 7}

37/SÂFFÂT-29: Kâlû bel lem tekûnû mû’minîn(mû’minîne).
(Aracılar)“Hayır, siz mü’min olmamıştınız (Allah’a aracısız iman ve teslim olmamıştınız).” derler.

37/SÂFFÂT-30: Ve mâ kâne lenâ aleykum min sultân(sultânin), bel kuntum kavmen tâgîn(tâgîne).
Ve bizim, (aslında yeryüzünde) sizin üzerinizde bir sultanlığımız, (yetkimiz yoktu) ve hükümranlığımız olmadı (zorla baskı ve hakimiyetimiz de yoktu). Hayır siz (kendi isteğinizle) azgın bir kavim olmuştunuz. derler. (Suçlamaları reddederler.)

37/SÂFFÂT-31: Fe hakka aleynâ kavlu rabbinâ innâ le zâıkûn(zâıkûne).
Artık Rabbimizin (azap) sözü üzerimize (sapanlara ve saptıranlara da) hak oldu. Muhakkak ki biz, burada azabı mutlaka tadacak olanlarız. derler.

Mutrafiler; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ederlerdi/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda varlık sahibi mutrafilerolarak anılan zengin kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır.  Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmıştır.. Ve {bkz Kasas suresi  78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak verildiğini iddia ediyordu. Ve Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un akibetinden müminlerin bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleriyle buyurmaktadır. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Hz Nuh (as) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Kasas suresi 38.. ayetinde de vurgulandığı üzere Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini güneş Tanrı’sının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Yunus suresi 88} ülkenin” ileri gelenleri/elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne ile halkı kullanıp sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78 ayetinde vurgulandığı üzere Malı ve mülkü tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; Zuhruf suresi 53,54 ayetlerinde de aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz : Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan, “ülkenin/şehrin mutrafileri” yani o ülkeyi Allah’ın otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin “öncelikli” uyarıldığı {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmaktadır. Vakıa suresi 45. ayetinde de mutrafilerin ve mutrafilere tabi olanların cehennem azabında tutulacağı açıklanmaktadır.

37/SÂFFÂT-32: Fe agveynâkum innâ kunnâ gâvîn(gâvîne).
(Mutrafiler ve onların çıkar payandası olan din adamları) Evet, sizi biz azdırdık. Çünkü Gerçekten biz kendimiz azgınlar olmuştuk. diye itiraf ederler.

37/SÂFFÂT-33: Fe innehum yevme izin fîl azâbi muşterikûn(muşterikûne).
İşte muhakkak ki onlar, (sapanlar ve saptıranlar her ikisi de) izin günü azapta ortak olanlardır.

37/SÂFFÂT-34: İnnâ kezâlike nef’alu bil mucrimîn(mucrimîne).
Gerçekten Biz, mücrimlere (suçlulara) işte böyle yaparız.

37/SÂFFÂT-35: İnnehum kânû izâ kîle lehum lâ ilâhe illallâhu yestekbirûn(yestekbirûne).
Onlara: “Allah’tan başka İlâh yoktur.” denildiği zaman, yeryüzünde onlar mutlaka kibirleniyorlardı.

37/SÂFFÂT-36: Ve yekûlûne e innâ le târikû âlihetinâ li şâirin mecnûn(mecnûnin).
Ve onlar: (Hz Muhammed (S.A.V) hakkında) “Mecnun (deli) bir şair için, gerçekten biz, ilâhlarımızı terkedenler mi olacağız?” diyorlardı.

37/SÂFFÂT-37: Bel câe bil hakkı ve saddakal murselîn(murselîne).
Hayır, (Hz Muhammed (sav) ) aslında o yeryüzünde onlara hakkı (İslam’ı/Allah’ın buyruklarını/uyarılarını) getirdi. Ve mürselleri (geçmişte gönderilmiş olan İslam’ın diğer resûllerini de) tasdik etti.

37/SÂFFÂT-38: İnnekum le zâikûl azâbil elîm(elîmi).
(Onlara hakkı getirmiş olan Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi yalanlayıp hakkında iftira atanlara); Muhakkak ki siz, artık burada o elîm (sürekli) azabı mutlaka tadacak olanlarsınız. Denir.

37/SÂFFÂT-39: Ve mâ tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve burada ( yeryüzü) amelleriniz üzerinden başka bir şeyle cezalandırılmazsınız. Denir.

37/SÂFFÂT-40: İllâ ibâdallâhil muhlesîn(muhlesîne).
Allah’ın muhlis (halis) kulları ise,

37/SÂFFÂT-41: Ulâike lehum rizkun ma’lûm(ma’lûmun).
İşte onlar için orada, o malûm rızıklandırma vardır.

37/SÂFFÂT-42: Fevâkih(fevâkihu), ve hum mukremûn(mukremûne).
Ve Onlar cennette meyvelerle ikram olunanlardır.

37/SÂFFÂT-43: Fî cennâtin naîm(naîmi).
Naîm cennetlerinde.

37/SÂFFÂT-44: Alâ sururin mutekâbilîn(mutekâbilîne).
Karşılıklı tahtlar üzerinde.

37/SÂFFÂT-45: Yutâfu aleyhim bi ke’sin min maîn(maînin).
Onların etrafında akan sudan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır.

37/SÂFFÂT-46: Beydâe lezzetin liş şâribîn(şâribîne).
Berrak ve içenler için lezzetli.

37/SÂFFÂT-47: Lâ fîhâ gavlun ve lâ hum anhâ yunzefûn(yunzefûne).
Onun içinde aklı gideren bir şey yoktur. Ve onlar, ondan (o maiden) sarhoş olmazlar.

37/SÂFFÂT-48: Ve indehum kâsırâtut tarfı în(înun).
Ve onların yanında, bakışlarını saklayan (sadece onlara çeviren) güzel gözlü kadınlar vardır.

37/SÂFFÂT-49: Ke enne hunne beydun meknûn(meknûnun).
Onlar muhafaza edilmiş (el değmemiş) yumurta gibidir. (sadece onlar için özel yaratılmıştır)

37/SÂFFÂT-50: Fe akbele ba’duhum alâ ba’dın yetesâelûn(yetesâelûne).
Derken sonra, birbirlerine karşılıklı yönelip sorarlar.

37/SÂFFÂT-51: Kâle kâilun minhum innî kâne lî karîn(karînun).
Onlardan birisi der ki: “Gerçekten benim bir yakınım vardı.”

37/SÂFFÂT-52: Yekûlu e inneke le minel musaddikîn(musaddikîne).
Diğeri der ki; “Sen gerçekten (ahirette tekrar dirilmeyi) tasdik edenlerden misin?”

37/SÂFFÂT-53: E izâ mitnâ ve kunnâ turâben ve izâmen e innâ le medînûn(medînûne).
(Yeryüzündeyken)!Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman ; Gerçekten biz mutlaka diriltilip cezalandırılacak olanlar mıyız? diyerek, ahireti ve din gününü inkar eden bir yakınım vardı.

37/SÂFFÂT-54: Kâle hel entum muttaliûn(muttaliûne).
“Siz o kişiye muttali olanlar mısınız (onun gördünüz mü ? onun ne halde olduğunu biliyor musunuz)?” diye sorarken,

37/SÂFFÂT-55: Fettalea fe reâhu fî sevâil cahîm(cahîmi).
Onu ateşin ortasında görür ve (aradığı yakının) haline böylece muttali olur.

37/SÂFFÂT-56: Kâle tallâhi in kidte le turdîn(turdîne).
“Allah’a yemin olsun ki, (yeryüzündeyken) sen az daha beni de kendini ettiğin gibi gerçekten helâk edecektin?” der

37/SÂFFÂT-57: Ve lev lâ ni’metu rabbî le kuntu minel muhdarîn(muhdarîne).
Ve eğer Rabbimin ni’meti (Zikr/Kuran) olmasaydı, mutlaka ben de (senin gibi cehennemde yanmak üzere) hazır bulundurulanlardan olurdum.

37/SÂFFÂT-58: E fe mâ nahnu bi meyyitîn(meyyitîne).
Artık biz öldükten sonra (bir daha dirilip) azap görmeyeceğiz diyordun öyle değil mi?

37/SÂFFÂT-59: İllâ mevtetenel ûlâ ve mâ nahnu bi muazzebîn(muazzebîne).
Şimdi bak ölümümüzün ardından ahiretteyiz Ve sana (inanmamakla) biz azap görecek olanlar (da) değiliz.

37/SÂFFÂT-60: İnne hâzâ le huvel fevzul azîm(azîmu).
Muhakkak ki bu gerçekten fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur).

37/SÂFFÂT-61: Li misli hâzâ fel ya’melil âmilûn(âmilûne).
Artık yeryüzünde amel edenler, buna göre çalışsınlar.

37/SÂFFÂT-62: E zâlike hayrun nuzulen em şeceretuz zakkûm(zakkûmi).
Nüzula  (Allah’tan indirilene) sadakat mı yoksa zakkum ağacı mı daha hayırlı?

37/SÂFFÂT-63: İnnâ cealnâhâ fitneten liz zâlimîn(zâlimîne).
Muhakkak ki Biz, onu (zakkum ağacını) zalimler için fitne (azap) kıldık.

37/SÂFFÂT-64: İnnehâ şeceretun tahrucu fî aslil cahîm(cahîmi).
Muhakkak ki o (zakkum ağacı), cahîmin (cehennemin) dibinde çıkan bir ağaçtır.

37/SÂFFÂT-65: Tal’uhâ ke ennehu ruûsuş şeyâtîn(şeyâtîni).
Onun meyveleri şeytanların başları gibidir.

37/SÂFFÂT-66: Fe innehum le âkilûne minhâ fe mâliûne min hel butûn(butûni).
Muhakkak ki onlar, mutlaka ondan (zakkum ağacından) yiyecek, böylece onunla karınlarını dolduracak olanlardır.

37/SÂFFÂT-67: Summe inne lehum aleyhâ le şevben min hamîm(hamîmin).
Sonra da muhakkak ki onlar için üstüne üstelik, mutlaka hamim (kaynar su) karıştırılmış (içecek) vardır.

37/SÂFFÂT-68: Summe inne merciahum le ilel cahîm(cahîmi).
Sonra muhakkak ki onların mercileri (dönüşleri), kesinlikle cehennemedir.

37/SÂFFÂT-69: İnnehum elfev âbâehum dâllîne.
Muhakkak ki onlar, babalarını (atalarını) dalâlette buldular.

37/SÂFFÂT-70: Fe hum alâ âsârihim yuhreûn(yuhreûne).
Onlar da, (çok tanrılı müşrik ataları gibi) atalarının izleri üzerinde koşuyorlar(dı).

37/SÂFFÂT-71: Ve lekad dalle kablehum ekserul evvelîn(evvelîne).
Andolsun ki, onlardan önce, yaşamış evvelkilerin çoğu (da) dalâlette idiler.

37/SÂFFÂT-72: Ve lekad erselnâ fî him munzirîn(munzirîne).
Ve andolsun ki, onlara da (Hz Muhammed (S.A.V) gibi) nezirler (uyarıcılar) gönderdik.

37/SÂFFÂT-73: Fanzur keyfe kâne âkibetul munzerîn(munzerîne).
O zaman uyarılanların (ve uyarılarımıza icabet etmeyenlerin) akıbetleri nasıl oldu, bak!

37/SÂFFÂT-74: İllâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
Ancak Allah’ın muhlis kulları hariç.( aşağıda örneklenen kavimler gibi müşrik kavimler hepsi helak olundular ve ahirette de elim azaba müstehak oldular)

37/SÂFFÂT-75: Ve lekad nâdânâ nûhun fe le ni’mel mucîbûn(mucîbûne).
Ve andolsun ki Nuh (A.S), Bize nida etti. İşte duasına icabet edilenler gerçekten ne güzel ( bir durumdadırlar).

37/SÂFFÂT-76: Ve necceynâhu ve ehlehu minel kerbil azîm(azîmi).
Ve O’nu (Hz. Nuh’u) ve O’nun ailesini kerbil azîmden (büyük üzüntüden) kurtardık.

37/SÂFFÂT-77: Ve cealnâ zurriyyetehu humul bâkîn(bâkîne).
Ve O’nun (Nuh A.S’ın) zürriyetini (kıyâmete kadar) bâki kalanlardan kıldık.

37/SÂFFÂT-78: Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn(âhirîne).
Ve sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.

37/SÂFFÂT-79: Selâmun alâ nûhın fîl âlemîn(âlemîne).
Âlemler içinde Nuh (A.S)’a selâm olsun.

37/SÂFFÂT-80: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37/SÂFFÂT-81: İnnehu min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki O (Nuh A.S) Bizim mü’min (Allah’a aracısız iman ve teslim olan) kullarımızdandır.

37/SÂFFÂT-82: Summe agraknel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini (suda) boğduk.

37/SÂFFÂT-83: Ve inne min şîatihî le ibrâhîm(ibrâhîme).
Ve muhakkak ki, onun dîninden olanlardan (bir diğeri de) İbrâhîm (A.S)’dır.

37/SÂFFÂT-84: İz câe rabbehu bi kalbin selîm(selîmin).
O, Rabbine selîm bir kalp ile gelmişti.

37/SÂFFÂT-85: İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâzâ ta’budûn(ta’budûne).
Babasına ve kavmine: “Nedir bu sizin taptıklarınız?” demişti.

37/SÂFFÂT-86: E ifken âliheten dûnallâhi turîdûn(turîdûne).
(Allah’ın oğulları ya da kızları olmadığını size bildirmesine rağmen) Allah’tan başka ilahlar mı istiyorsunuz? Allah’a iftira ederek mi?

37/SÂFFÂT-87: Fe mâ zannukum bi rabbil âlemîn(âlemîne).
Âlemlerin Rabbi hakkında sizin zannınız nedir?

37/SÂFFÂT-88: Fe nazara nazraten fîn nucûm(nucûmi).
Sonra (Güneş tanrısının evladı ve vekili kabul ettikleri) yıldızlara nazar ederek baktı.
{*Gök Tanrılara yönelen müşrik kavimlerde yıldız tanrı inancı için bkz; Saffat suresi 7}

37/SÂFFÂT-89: Fe kâle innî sakîm(sakîmun).
Bunun üzerine “Ben gerçekten artık bunlardan rahatsız oluyorum.” dedi.

37/SÂFFÂT-90: Fe tevellev anhu mudbirîn(mudbirîne).
Bunun üzerine tam ona arkalarını dönüp giderlerken.

37/SÂFFÂT-91: Ferâga ilâ âlihetihim fe kâle e lâ te’kulûn(te’kulûne).
İbrahim birden; Onların ilâhları ile ilgilendi ve: (göktanrı/yıldıztanrı Putlarına;) “Yani (siz yemek) yemiyor musunuz?” dedi.

37/SÂFFÂT-92: Mâ lekum lâ tentıkûn(tentıkûne).
Yoksa siz konuşmuyor musunuz?

37/SÂFFÂT-93: Ferâga aleyhim darben bil yemîn(yemîni).
Sağ eliyle vurarak onları devirdi (kırdı).

37/SÂFFÂT-94: Fe akbelû ileyhi yeziffûn(yeziffûne).
Bunun üzerine hızlı hızlı koşarak (Hz İbrahim’in) karşısına dikildiler.

37/SÂFFÂT-95: Kâle e ta’budûne mâ tenhıtûn(tenhıtûne).
(İbrâhîm A.S): “Siz kendi yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” dedi.

37/SÂFFÂT-96: Vallâhu halakakum ve mâ ta’melûn(ta’melûne).
Ve (oysaki) yaptığınız ve taptığınız şeyleri yontan sizleri de, Allah yarattı.

37/SÂFFÂT-97: Kâlûbnû lehu bunyânen fe elkûhu fîl cahîm(cahîmi).
(Öfkelenerek) “Onun için yüksek binalar inşa edin. Sonra da onu oradan alevlerle yanan ateşin içine atın!” dediler.

37/SÂFFÂT-98: Fe erâdû bihî keyden fe cealnâ humul esfelîn(esfelîne).
Sonra ona tuzak hazırlamak istediler. Bunun üzerine onları (İbrahim karşısında) esfelîn (en çok sefil olanlar) kıldık.

37/SÂFFÂT-99: Ve kâle innî zâhibun ilâ rabbî seyehdîn(seyehdîni).
“Ve muhakkak ki ben, Rabbime aracısız ulaşan olacağım. O, beni mutlaka hidayete erdirecek.” demişti.

37/SÂFFÂT-100: Rabbi heb lî mines sâlihîn(sâlihîne).
Rabbim, bana (yeryüzünde sana hizmet edecek) salihlerden (evlâtlar) bağışla. (diye nida etti.)

37/SÂFFÂT-101: Fe beşşernâhu bi gulâmin halîm(halîmin).
Böylece onu, halim (yumuşak huylu uysal) bir oğulla (İsmail as ile) müjdeledik.

37/SÂFFÂT-102: Fe lemmâ belega meahus sa’ye kâle yâ buneyye innî erâ fîl menâmi ennî ezbehuke fanzur mâzâ terâ, kâle yâ ebetif’al mâ tû’meru setecidunî inşâallâhu mines sâbirîn(sâbirîne).
Böylece onunla beraber çalışma çağına eriştiği zaman (Rabbi ile rüyaları ile irtibatlanan İbrahim) dedi ki: “Ey oğulcuğum! Gerçekten ben, uykuda seni boğazladığımı gördüm. Haydi bak (bir düşün). Bu konudaki görüşün nedir?” (İsmail A.S): “Ey babacığım! (Bu Allah’ın sana emridir) Emrolunduğun şeyi mutlaka yap. İnşaallah beni (bu Emre karşı sükunetle) sabredenlerden bulacaksın” dedi.

37/SÂFFÂT-103: Fe lemmâ eslemâ ve tellehu lil cebîn(cebîni).
Böylece ikisi de (emre) teslim olunca, (İbrâhîm A.S) onu alnı üzerine yatırdı.

37/SÂFFÂT-104: Ve nâdeynâhu en yâ ibrâhîm(ibrâhîmu).
Ve o anda ona “Ey İbrâhîm!” diye nida ettik.

37/SÂFFÂT-105: Kad saddakter ru’yâ, innâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Sen rüyaya sadık kaldın (yerine getirdin). Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37/SÂFFÂT-106: İnne hâzâ le huvel belâul mubîn(mubînu).
Muhakkak ki bu senin için, kesin olarak apaçık bir imtihandı.

37/SÂFFÂT-107: Ve fedeynâhu bi zibhın azîm(azîmin).
Ve ona büyük bir kurbanı fidye (oğluna karşı sadakat bedeli olarak) verdik.

37/SÂFFÂT-108: Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn(âhirîne).
Sonra gelen nesiller için ona (böyle şerefli bir anı) bıraktık.

37/SÂFFÂT-109: Selâmun alâ ibrâhîm(ibrâhîme).
İbrâhîm (A.S)’a selâm olsun.

37/SÂFFÂT-110: Kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37/SÂFFÂT-111: İnnehu min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki o, Bizim mü’min kullarımızdandır.

37/SÂFFÂT-112: Ve beşşernâhu bi ishâka nebiyyen mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve Biz, onu sonra salihlerden bir Nebî olan İshak ile müjdeledik.

37/SÂFFÂT-113: Ve bâreknâ aleyhi ve alâ ishâk(ishâka), ve min zurriyyetihimâ muhsinun ve zâlimun li nefsihi mubîn(mubînun).
Ve O’na (Hz. İbrâhîm’e) ve İshak’a bereket verdik. Ve ikisinin zürriyetinden muhsin olan (da), nefsine apaçık zulmeden (de) vardı.

37/SÂFFÂT-114: Ve lekad menennâ alâ mûsâ ve hârûn(hârûne).
Ve andolsun ki Musa (A.S)’ı ve Harun (A.S)’ı da ni’metlendirdik.

37/SÂFFÂT-115: Ve necceynâ humâ ve kavme humâ minel kerbil azîm(azîmi).
Ve ikisini ve onların kavimlerini kerbil azîmden (büyük üzüntüden) kurtardık.

37/SÂFFÂT-116: Ve nasarnâhum fe kânû humul gâlibîn(gâlibîne).
Ve onlara yardım ettik. Böylece gâlip gelenler onlar oldular.

37/SÂFFÂT-117: Ve âteynâ humel kitâbel mustebîn(mustebîne).
Ve ikisine (hakikati) açıklayan kitabı verdik.

37/SÂFFÂT-118: Ve hedeynâ humes sırâtal mustekîm(mustekîme).
Ve ikisini (de) Sıratı Mustakîm’e hidayet ettik (ulaştırdık).

37/SÂFFÂT-119: Ve tereknâ aleyhimâ fîl âhirîn(âhirîne).
Ve sonrakiler için ikisine de (ibretlik şerefli bir anı) bıraktık.

37/SÂFFÂT-120: Selâmun alâ mûsâ ve hârûn(hârûne).
Musa (A.S)’a ve Harun (A.S)’a selâm olsun.

37/SÂFFÂT-121: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37/SÂFFÂT-122: İnne humâ min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki ikisi (de) Bizim mü’min kullarımızdandır.

37/SÂFFÂT-123: Ve inne ilyâse le minel murselîn(murselîne).
Ve muhakkak ki İlyas (A.S), mutlaka gönderilen (resûl)lerdendir.

37/SÂFFÂT-124: İz kâle li kavmihî e lâ tettekûn(tettekûne).
(İlyas A.S) kavmine: “Siz (o düzmece vekil ilahlarınızı terkedip) Allah’a takva sahibi olmayacak mısınız?” demişti.

37/SÂFFÂT-125: Eted’ûne ba’len ve tezerûne ahsenel hâlikîn(hâlikîne).
Siz (Güneş Tanrı’sının oğlu olarak yeryüzüne bereket getireceğine inandığınız ayrıca çok tanrılı {bkz; Yusuf suresi 38~40 } Kenan diyarının da en önemli tanrılarından biri sayılan/yıldız ilahlardan) Ba’le mi tapıyorsunuz? Ve böylece yaratıcılar’ın En Güzeli olan Allah’ı terk mi ediyorsunuz ?

37/SÂFFÂT-126: Allâhe rabbekum ve rabbe âbâikumul evvelîn(evvelîne).
Allah, sizin ve sizden evvelki (baal’e tapınan) babalarınızın da (atalarınızın da) Rabbidir. demişti.

37/SÂFFÂT-127: Fe kezzebûhu fe inne hum le muhdarûn(muhdarûne).
Fakat onu da yalanladılar. Bu sebeple muhakkak ki onlar da, cehennemde hazır bulundurulacak olanlardır.

37/SÂFFÂT-128: İllâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
Allah’ın muhlis kulları hariç.

37/SÂFFÂT-129: Ve tereknâ aleyhi fîl âhirîn(âhirîne).
Ve sonrakiler arasında ona (şerefli bir anı) bıraktık.

37/SÂFFÂT-130: Selâmun alâ ilyâsîn(ilyâsîne).
İlyas (A.S)’a selâm olsun.

37/SÂFFÂT-131: İnnâ kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Muhakkak ki Biz, muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.

37/SÂFFÂT-132: İnnehu min ibâdinel mû’minîn(mû’minîne).
Muhakkak ki o, Bizim mü’min kullarımızdandır.

37/SÂFFÂT-133: Ve inne lûtan le minel murselîn(murselîne).
Ve muhakkak ki Lut (A.S), gerçekten gönderilmiş olan resûllerdendir.

37/SÂFFÂT-134: İz necceynâhu ve ehlehû ecmaîn(ecmaîne).
Onu ve onun ailesini, hepsini kurtarmıştık.

37/SÂFFÂT-135: İllâ acûzen fîl gâbirîn(gâbirîne).
Geride kalanlar arasında acuze (Allah karşısında aciz olduğu halde bunu inkar eden) bir kadın hariç.

37/SÂFFÂT-136: Summe demmernel âharîn(âharîne).
Sonra diğerlerini dumura uğrattık (hepsini helak ettik).

37/SÂFFÂT-137: Ve innekum le temurrûne aleyhim musbihîn(musbihîne).
Ve muhakkak ki siz, helak ettiklerimizin üzerinde yürüyerek aslında hergün onlara mutlaka uğruyorsunuz.

37/SÂFFÂT-138: Ve bil leyl(leyli), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve geceleyin de (ilahları olarak addettikleri o yıldızların/ilahların helakımıza karşı aciz hallerini görüyorsunuz) Hâlâ akıl etmez misiniz?

37/SÂFFÂT-139: Ve inne yûnuse le minel murselîn(murselîne).
Ve muhakkak ki Yunus (A.S), gerçekten gönderilmiş (resûl)lerdendir.

37/SÂFFÂT-140: İz ebeka ilel fulkil meşhûn(meşhûni).
O (Yunus A.S çok tanrılı ilahlara tapmakta olan kavmi tarafından sürekli levmedilip/kınanıp dışlandığı için onlara kızmış ve {Bkz; Kalem suresi 48} sabretmesi gerekirken risalet görevini bırakarak) yüklü bir halde (yanına aldığı yükleriyle beraber) bir gemi ile kaçmıştı.

Yunus A.S; Çok tanrılı ilahlara tapınan ve kendisine direnen ve onu dışlayan müşrikler karşısında “tebliğ süreci boyunca” {Bkz; Kalem suresi 48,49} sabretmesi gerekirken, kendisini dışlayan kınayan müşriklere karşı, {bkz: Enbiya suresi 87} Aziz Allah’ın asla muktedir olamayacağını zan ederek, öfkeli bir halde risalet görevine sırtını dönerek yükleriyle birlikte hemen bir gemiye binip gitmişti. Sonra {bkz; Saffat suresi 139~148} içinde bulunduğu fırtınalı denizde yükleriyle birlikte gemiden atılmaya zorlanıp ardından denizde karanlıklar içinde çaresiz kalınca; “Sahte ilahlar karşısında muktedir olamayacağın zannıyla, risalet görevimi terk ettim ve böylece sana ihanet eden zalimlerden oldum.” diyerek pişman bir halde {bkz; Enbiya suresi 87} Allah’ı tekrar “tek muktedir” ve “yegane meab” kabul edip Allah’tan af dilemişti. Bunun üzerine Aziz Allah Hz Yunus (A.S) kurtarıp ardından {bkz; Saffat suresi 147} 100 bin civarı kişinin üzerine onu tekrar Resul’ü kılarak salihlerden eyledi.

37/SÂFFÂT-141: Fe sâheme fe kâne minel mudhadîn(mudhadîne).
Böylece (fırtınaya yakalanınca acil yük atılması gereken o gemide bir) kur’a çekti. Sonunda ( o da mallarıyla beraber denize atılmak üzere) kaybedenlerden oldu.

37/SÂFFÂT-142: Feltekamehul hûtu ve huve mulîm(mulîmun).
O (kavmi tarafından sürekli) levmedilen (Yunus A.S’ı) hemen bir balık yuttu.

37/SÂFFÂT-143: Fe lev lâ ennehu kâne minel musebbihîn(musebbihîne).
Eğer o gerçekten Allaha aracısız yönelen ve sadece O’nu tesbih edenlerden olmasaydı.

37/SÂFFÂT-144: Le lebise fî batnihî ila yevmi yub’asûn(yub’asûne).
Muhakkak ki o, beas gününe (kıyâmet gününe) kadar onun (balığın) karnında kalırdı.

37/SÂFFÂT-145: Fe nebeznâhu bil arâi ve huve sakîm(sakîmun).
Bunun üzerine onu, bitkin bir halde boş bir alana (sahile) attık. (Kurtardık)

37/SÂFFÂT-146: Ve enbetnâ aleyhi şecereten min yaktîn(yaktînin).
Ve onun üzerine (gölgelik olarak) kabak cinsinden (geniş yapraklı) bir ağaç bitirdik (yetiştirdik).

37/SÂFFÂT-147: Ve erselnâhu ilâ mieti elfin ev yezîdûn(yezidûne).
Ve ardından onu yüz bin civarı kişiye , (resûl olarak) görevli kıldık.

37/SÂFFÂT-148: Fe âmenû fe metta’nâhum ilâ hîn(hînin).
Böylece ardından onlar âmenû oldular (Allah’a aracısız iman ve teslim oldular). Bunun üzerine onları bir süre kadar metalandırdık (yeryüzü mülkümüzden geçici süre faydalandırdık/helak etmedik).

37/SÂFFÂT-149: Festeftihim e li rabbikel benâtu ve lehumul benûn(benûne).
Haydi, (o halde) onlardan şimdi fetva (açıklama) iste: “Kızlar Rabbinin de oğlanlar onların mı?”

Arap müşrikler tüm çok tanrılı inançlarda olduğu gibi Tanrının evlatları ile dünyayı yönettiğine inanıyordu ve Lat Uzza ve Menat olarak isimlendirdileri Allah’ın kızları olarak varsaydıkları, meleklerin hidayeti ve şefaatini umarak onların putları önünde Allaha dolaylı yöneliyorlardı. Dolayısıyla Put sahipleri ilahların insanlardan istediği vergileri harçları miktarıyla halka iletiyordu. Put hizmetkarı aracılar Allah’ın yetki verdiği kızlarıyla bazan melekler bazan da cinler vasıtasıyla  saffat 6~11 ayetinde reddedildiği halde haberleştiklerini aktarıyordu. Yani halk putlar üzerinden {bkz; Zumer suresi 23~32} kavmin mutrafiler tarafından din adamları vasıtasıyla sömürülüyordu. Arap müşrikler kendileri için erkek evlat dilerken ve hayırsız ve uğursuz olarak niteledikleri kız çocuklarını kendilerine bile layık görmezlerken; Lat Menat ve Uzza olarak andıkları melekler kız oldukları halde onları Allah’a evlat olarak isnad ediyorlardı. Bu çelişkili durum devam eden ayetlerinde de vurgulanacak. Ayrıca Bkz Mâide suresi 18 Necm 23 Nahl 55-60 Necm 23 Muminun 91

37/SÂFFÂT-150: Em halaknel melâikete inâsen ve hum şâhidûn(şâhidûne).
Yoksa melekleri, Biz dişi olarak yarattık da onlar şahit mi oldular?

37/SÂFFÂT-151: E lâ innehum min ifkihim le yekûlûn(yekûlûne).
Yalanlarından dolayı (Tanrı’nın Lat Uzza ve Menat isimli kızları dişi meleklerdir) diyenler kesinlikle onlar değil mi?

37/SÂFFÂT-152: Veledallâhu ve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
“Allah kız doğurdu.” diyenler; Muhakkak ki onlar, kesinlikle yalan söyleyenlerdir.

37/SÂFFÂT-153: Astafel benâti alel benîn(benîne).
(Allah), kızları oğlanlara tercih (mi) etti?

37/SÂFFÂT-154: Mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne).
Size ne oluyor? Nasıl (böyle akılsızca ) hüküm veriyorsunuz?

37/SÂFFÂT-155: E fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hâlâ tezekkür etmeyecek misiniz? (Zikr’e inanmayıp Böylelikle sizi sömürmelerine izin mi vereceksiniz?)

37/SÂFFÂT-156: Em lekum sultânun mubîn(mubînun).
Yoksa ( Allah’ın kız veya oğulları olduğuna dair) sizin apaçık bir sultanınız (Allah’tan size yazılı bildirilmiş deliliniz) mi var?

37/SÂFFÂT-157: Fe’tû bi kitâbikum in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Eğer siz sadıklardansanız, o taktirde kitabınızı getirin.

37/SÂFFÂT-158: Ve cealû beynehu ve beynel cinneti nesebâ(neseben), ve lekad alimetil cinnetu innehum le muhdarûn(muhdarûne).
Ve Allah ile cinler arasında neseb (akrabalık,soybağı) kıldılar (uydurdular). Ve oysa andolsun ki insanlar gibi cinler de, (bkz; Meryem 68 de tarif edildiği gibi cehennemde dizüstü zoraki secdeye çöktürülmüş halde) mutlaka hazır bulundurulacaklarını ( Bkz: Cinn süresi; Kuran’ı dinledikleri için) Onlar da biliyorlardı.

37/SÂFFÂT-159: Subhânallâhi ammâ yasifûn(yasifûne).
Allah, onların (doğmak doğurulmak gibi İnsana benzer eksik ve aciz) vasıflandırmalarından Sübhan’dır (münezzehtir).

37/SÂFFÂT-160: İllâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
Allah’ın muhlis kulları hariç. (Tüm Kâfirler) cehennem ateşinde olacak.

37/SÂFFÂT-161: Fe innekum ve mâ ta’budûn(ta’budûne).
Bundan sonra muhakkak ki siz o sizin taptıklarınızla. (Uydurma Aracı ilahlarınızla)

37/SÂFFÂT-162: Mâ entum aleyhi bi fâtinîn(fâtinîne).
Zikr’e tabi olan muhlis kullarını, Allah’ın aleyhinde fitneye düşürecek değilsiniz (düşüremezsiniz).

37/SÂFFÂT-163: İllâ men huve sâlil cahîm(cahîmi).
Ama o (sizin yalanlarınız yüzünden şirk günahıyla) cehenneme girecek olanlar hariç.

37/SÂFFÂT-164: Ve mâ minnâ illâ lehu makâmun ma’lûm(ma’lûmun).
Ve bizden (hiç) kimse yoktur ki, onun bilinen bir makamı olmasın.

37/SÂFFÂT-165: Ve innâ le nahnus sâffûn(sâffûne).
Ve Onlar; (müminler) muhakkak ki herzaman ‘(kafirlerin karşısında ve) Allah’ın huzurunda saf saf duranlarız. derler.

37/SÂFFÂT-166: Ve innâ le nahnul musebbihûn(musebbihûne).
Ve muhakkak ki biz, yalnızca ve mutlaka (Allah’ı) tesbih edenleriz. Derler.

37/SÂFFÂT-167: Ve in kânû le yekûlûn(yekûlûne).
Ve onlar (Arap müşrikler Kuran inmeden önce) mutlaka, şöyle diyorlardı.

37/SÂFFÂT-168: Lev enne indenâ zikren minel evvelîn(evvelîne).
Keşke bizim yanımızda da evvelkilere verilenlerden (ehli kitaba verildiği gibi yazılı) bir “zikir” (Kuran) olsaydı.

37/SÂFFÂT-169: Le kunnâ ibâdallâhil muhlasîn(muhlasîne).
(O zaman) mutlaka biz, Allah’ın muhlis kullarından olurduk. (diye yakınıyorlardı)

37/SÂFFÂT-170: Fe keferû bih(bihî), fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
Buna rağmen şimdi O’nu (Zikr geldiği halde Zikr’i) inkâr ettiler. Fakat yakında bilecekler.

37/SÂFFÂT-171: Ve lekad sebekat kelimetunâ li ibâdinel murselîn(murselîne).
Ve andolsun ki gönderilen kullarımız için Bizim tek bir sözümüz geçti (onlara da aynı sözü vermiştik).

37/SÂFFÂT-172: İnnehum le humul mensûrûn(mensûrûne).
Muhakkak ki onlar, mutlaka (batıla ve şirke karşı cihadda) yardım edilecek olanlardır.

37/SÂFFÂT-173: Ve inne cundenâ le humul gâlibûn(gâlibûne).
Ve muhakkak ki gâlip gelecek olanlar, mutlaka Bizim ordularımızdır.

37/SÂFFÂT-174: Fe tevelle anhum hattâ hîn(hînin).
Artık bir süre kadar onlardan yüz çevir.

37/SÂFFÂT-175: Ve ebsirhum fe sevfe yubsirûn(yubsirûne).
Ve onları gözle! Yakında onlar da görecekler.

37/SÂFFÂT-176: E fe bi azâbinâ yesta’cilûn(yesta’cilûne).
(Ahirete inanmadıkları için alay ederek) Hâlâ azabımızı acele olarak mı istiyorlar?

37/SÂFFÂT-177: Fe izâ nezele bisâhatihim fe sâe sabâhul munzerîn(munzerîne).
Onların sahasına (bulundukları yere) (ölüm ve azap) indiği zaman, işte (o gün) uyarılanların sabahı (ne kadar) kötü olacak.

37/SÂFFÂT-178: Ve tevelle anhum hattâ hîn(hînin).
Ve bir süre kadar onlardan yüz çevir.

37/SÂFFÂT-179: Ve ebsir fe sevfe yubsirûn(yubsırûne).
Ve gözle! Yakında onlar da görecekler.

37/SÂFFÂT-180: Subhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yasifûn(yasifûne).
Senin izzet sahibi Rabbin onların vasıflandırmalarından (Allah’ı aşağılayıcı zanlarından) Sübhan’dır (münezzehtir).

37/SÂFFÂT-181: Ve selâmun alel murselîn(murselîne).
Ve gönderilen tüm resûllere selâm olsun.

37/SÂFFÂT-182: Vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.