RA’D SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

13/RA’D-1: Elif lâm mim râ tilke âyâtul kitâb(kitâbi), vellezî unzile ileyke min rabbikel hakku ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu’minûn(yu’minûne).
Elif, lâm, mim, râ; bunlar Kitab’ın âyetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Fakat insanların çoğu inanmazlar.

13/RA’D-2: Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne).”
Görmekte olduğunuz semaları direksiz olarak yükselten Allah’tır. Sonra onları arşa *istiva etti. (Semayı ve arzı yarattıktan sonra onları melek hızıyla bile 50 bin yılda ancak ulaşılabilen {bkz; mearic 4 arşına} aracısız kendi otoritesine bağladı). Ve Güneş’i ve Ay’ı emri altına aldı. Hepsi belirlenmiş bir süreye kadar akıp gider. İşleri sadece O (aracısız/vekilsiz) düzenleyip idare eder. Âyetleri ayrı ayrı açıklar ki; böylece Rabbinize mülâki olmaya (Allah’a aracısız yönelip, yardım ve himayesine kavuşmaya) yakîn hasıl edersiniz.

İstiva etmek= Tüm iş ve oluşların Allah’ın otoritesine bağlı olarak, Allah’ın emriyle yürütülmesi ve tedbir edilmesi demektir. Arş-ı İstiva, tezekkür ayetleri için bkz; Fussilet 9,10,11,12 /Bakara 29 / Taha 4,5 / Hadid 4 / Secde 4,5 / Furkan 59 / Rad 2,3 / Yunus 3 / Araf 54

Müşrik mutrafiler ve onların çıkar payandası olan ruhbanlar, insanları Allah’ın otoritesi üzerinden, sömürme gayelerinde bkz; saffat suresi 6~11 ve Hicr suresi 17,18 ayetlerinde “cinler ve şeytanlar bizim hizmetimizde göğe yükselip Allah’ın vekil kılıp yetki tayin ettiği kızları veya (yahudi müşriklerde ve Hristiyan müşriklerde) oğullarından bize haber getiriyor” iddialarında bulunarak Hz Muhammed (S.A.V) nebinin {Bkz; Râd suresi 43} Allah’ın Resul’ü olduğunu reddediyorlardı. ve {Bkz Rad suresi 36,39 bkz Araf suresi 203,204 , Taha suresi 126~134} müşriklerin de haklarını çıkarlayan ayetler gelmesi halinde onun risaletini kabul edeceklerini söyleyip pazarlık etmeye yelteniyorlardı. Bu istekleri kabul görmeyince, Allah’ın Resul’üne {bkz; Hicr suresi 6 Kalem suresi 51 ve Duhan suresi 14. } ayetlerinde de vurgulandığı üzere, deli, mecnun ifitiraları atıyorlardı.
Tüm çok tanrılı şirk inançlarında olduğu gibi (İncil ve Tevrat’ta da) ahiret hayatı yoktur ve onlara göre dünya tepsi gibi düz bir yerdir. Gökyüzü ise tepsi modeli dünyanın hemen üzerinde, direkler üzerinde inşaa edilmiş varsayılmaktadır. İnsansı tanrıları onlara göre, tepsi dünyanın hemen üzerinde bulunan gök katında ailesiyle birlikte kendi evinde ikamet ediyordu. Bu yüzden tarihte muhtelif müşrik inançlarında, tanrıya ulaşmak için (Tanrı’nın buyruklarını iletiyoruz diyerek, insanları aldatıp sömürmek gayesinde) Babil kulesi gibi yüksek tapınaklar/kuleler/piramitler inşa edilmiştir. Nitekim Kasas suresi 34. ayetinde vurgulandığı gibi; Hz Musa’nın Allah’ın Resul’ü olduğuna inanmayan Firavun yardımcısı Haman’a şöyle seslenmektedir; … Ey Haman; Benim için ıslak topraktan tuğla pişirerek bana yüksek bir kule yap. Belki böylece ben de o zaman Musa’nın ilâhına muttali olurum. Ama ben, onun yalancılardan olduğunu biliyorum.” diyerek. (Hz Musa ile alay etmişti).
Rad suresi 2. ayetinde müşriklerin iddialarının aksine Aziz Allah’ın gökyüzünün direksiz yaratmış olduğu ve kendilerini Allah’ın evlatlarının aracı vekilleri olarak gösteren din adamlarının ve ruhbanlık kurumunun hiçbir yetkisinin olmadığı ve yeryüzü sınav yaşantısında tüm iş ve oluşların, yönetim açısından, “aracısız vekilsiz bir halde” evlat otoritesi olmadan, sadece Allah’ın otoritesine bağlı yürütülüp, idare ve tedbir edildiği vurgulanmaktadır. Ayrıca Bkz; Secde suresi 4,5

13/RA’D-3: Ve huvellezî meddel arda ve ceale fîhâ revâsiye ve enhârâ(enhâren), ve min kullis semerâti ceale fîhâ zevceynisneyni yugşil leylen nehâr(nehâre), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Yeryüzünü (içinde yaşayabileceğiniz şekil ve ölçüde) yayıp döşeyen O’dur. Orada dağlar ve nehirler kıldı (yarattı, oluşturdu). Orada bütün ürünlerden ikili çiftler (eşler yarattı) yarattı. Geceyi, gündüze örter. Muhakkak ki; bunda tefekkür eden kavim için elbette (Allah’ın ahiret alemini de yaratabilecek kudrette olduğuna işaret eden) âyetler (deliller) vardır.

Hem Arap, hem Ehli kitap anılan Hristiyan ve yahudi müşrikler ahiret alemine inanmadıkları için, Kuran’ın birçok sure ve ayetinde; Yeryüzü yaratılışından örnekler verilerek “Tüm yeryüzünü en ince ayrıntısına kadar mükemmel bir şekilde yoktan yaratmaya muktedir olan Allah, o halde ahireti de yaratmaya muktedir değil mi ? Yasin 81” sorusundaki mantık ile kulları tefekküre davet eder ve ahirete iman için mutlaka yaratılıştaki mükemmelliğe bakıp ibret alınmasını öğütler. Ve {Bkz; Rad suresi 3,4 ve Vakıa suresi 62} ayetlerinde de buyurduğu gibi; yeryüzü Neşet’ini/dünya yaratılışını gördüğünüz halde, dünya neşetini  yoktan var etmiş olan Allah, ahiret alemini/Neşetini de var edemez mı? O halde hala Niçin hala tezekkür etmiyorsunuz? sorularıyla kullarını tefekküre ve tezekküre davet etmektedir.
Tezekkür kavramı için Bkz: Rad suresi 19

13/RA’D-4: Ve fîl ardı kıtaun mutecâvirâtun ve cennâtun min a’nâbin ve zer’un ve nahîlun sınvânun ve gayru sınvânin yuskâ bi mâin vâhid(vâhidin), ve nufaddılu ba’dehâ alâ ba’dın fîl ukul(ukuli), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar ve üzerlerindeki üzüm bağları, ekinler ve budaklı ve budaksız ağaçlar, hurma ağaçlarından bahçeler vardır. Hepsi (tüm bu bitkiler) yarattığımız aynı su ile (H2O) sulanır ve Biz onların faydalarına göre bazısını bazısına, (tad, lezzet ve kokusunu vererek) yenmesinde ayrıcalıklı ve üstün kıldık. Akıl eden kavim için muhakkak ki bunda, (yoktan ve cansızlıktan mükemmel bir yaratıyla halk edilmiş olan yeryüzü neşetinde, ahiretin de yaratılmış olabileceğine dair) elbette âyetler (ibretler/deliller) vardır.

13/RA’D-5: Ve in ta’ceb fe acebun kavluhum e izâ kunnâ turâben e innâ le fî halkın cedîd(cedîdin), ulâikellezîne keferû bi rabbihim, ve ulâikel aglâlu fî a’nâkıhim, ve ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Eğer (örneklediğimiz bu yaratmayı) acayip buluyorsan bil ki, asıl onların: “Gerçekten biz burada ölüp toprak olduktan sonra, ahirette yeniden mi halkedileceğiz ?” sözleri asıl acayip olan şeydir. İşte onlar, (ahiret yaratılışını ve ahiret hayatını yeryüzü menfaatları yüzünden inkar edenler) Rab’lerini inkâr eden kimselerdir. Ve işte onlar, boyunlarında demir halkalar olanlardır ve işte onlar ateş ehlidir. Onlar orada ebedî kalanlardır.

Hem Arap hem Hristiyan hem yahudi müşrikler, tüm aracılı şirk inançlarında olduğu gibi, ahiret alemini ve ahirette Allah tarafından sorgulanacaklarını ve yeryüzü amelleri karşılığında cennet cehennem ile mukabele göreceklerini reddederler. Müşrik inançlarda insanlar tepsi gibi düz tahayyül ettikleri dünyanın altında bulunan ölüler diyarına gideceklerini düşünürlerdi. Tekrar dirilebilmeleri için tanrının temsilcisi kabul ettikleri aracılara yıllık mahsüllerinden pay öderlerdi. Tamamen Şirk sömürü düzeninden nemalanan aracılar bu nedenle, aracı ve şefaatçı kabul etmeyen İslam’ın Allah’ına ve gönderilmiş tüm Resul’lerine her dönem büyük bir muhalefetle direndiler.

13/RA’D-6: Ve yesta’cilûneke bis seyyieti kablel haseneti ve kad halet min kablihimul mesulât(mesulâtu), ve inne rabbeke lezû magfiretin lin nâsi alâ zulmihim, ve inne rabbeke le şedîdul ıkâb(ıkâbi).
Ve onlardan önce birçok müşrik kavimler cezalardan gelip geçmiş olduğu halde (helak edildikleri halde şimdiki müşrikler de) senden (Bkz: Rad suresi :32 Eğer gerçekten Resul isen helak edilen diğer kavimler gibi Rabb’in bizi de helak etsin diye alay edip) haseneden önce seyyiati (Allah’ın kullarına getirdiği hidayetinden önce şerri/helak edilmeyi istemekte) acele ediyorlar. Ve muhakkak ki; senin Rabbin, insanlar için, onların zulümlerine karşı mağfiret sahibidir. (ahiretteki ilk günah yükleri dahil tüm günahları bağışlayan yegane meab’dır) Ve muhakkak ki; mücrimler/suçlular için Rabbinin ikabı (cezası) elbette çok şiddetlidir.

Bkz: Hicr suresi 26~50 ve Bakara suresi 30~40 Hz Adem, kovulduğu cennete tekrar kabul edilmesi için, bir daha asla Allah’a sadakatsızlık yapmayacağına dair Allah’a yemin ederek bir fırsat ister ve bu tevbeli yemin üzerine; “Allah’a aracısız sadakat” dairesinde sınanmak koşuluyla ve Allah’ın belirlediği bir ömür süresince bu isteği Allah tarafından kabul görür. Ve Aziz Allah Adem’in nesline dünya fırsat yaşantısında bir ömür süresi vereceğini önceden ahirette “söz verdiği için”; “Aziz Allah’a ahirette vermiş olduğu sözü unutup, yeryüzünde sadakat yerine isyanı seçen kafirlerin” canlarını acele edip hemen almaz. Bilakis, kullarına önceden vermiş olduğu söze sadık kalmak adına belirlediği bir ömür süre içinde azabı ancak tehir eder, erteler. Eğer toplumun tüm fertleri çeşitli uyarılara rağmen Küfür imanında ısrar ediyorlarsa o hallerde ise o toplumu tümden helak eder. Ancak helak öncesi tüm kavimler/toplumlar Resul’ler vasıtasıyla mutlaka ısrarlı bir şekilde {bkz; Rad suresi 32, Kasas suresi 59 Hicr suresi 4 İsra suresi 16 Şuara suresi 208 } uyarılmışlardır. Yeryüzü sınav fırsat yaşantısında isyan etmek yerine; Allah’a aracısız sadakat gösterip önceden ahirette verdiği yemine sadık kalan Adem’in neslinden olan itaatkar kullara “yemin sahipleri” veya “Âshab-ı yemin” denir ve onlar cennet ile müjdelenmişlerdir. {bkz: Vakıa suresi 27 Müdessir suresi 39} Bir kez daha sadakatsizlik yapmamak akdi ile önceden tevbe verip fırsat istendiği için, ‘yeryüzü yaşantısı”, “Rahman Allah tarafından insana ön verilmiş bir borçtur” ve bir borç üzerinde sürdürülen Rahman Allah’ın rahmet yaşantısıdır.

13/RA’D-7: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), innemâ ente munzirun ve li kulli kavmin hâd(hâdin).
Ve kâfirler derler ki: “O’nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Oysa; Sen, sadece hidayet üzerinde bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır.

13/RA’D-8: Allâhu ya’lemu mâ tahmilu kullu unsâ ve mâ tegîdul erhâmu ve mâ tezdâd(tezdâdu), ve kullu şey’in indehu bi mıkdâr(mıkdârin).
Bütün kadınların ne taşıdığını ve rahimlerinin ömürden neyi azalttığını ve neyi arttırdığını sadece O Allah bilir. (İddialarının aksine aracılar ve düzmece ilahları bu uluhiyet vasıflarına muktedir değildir) O’nun katında herşey bir miktarla önceden takdir edilmiştir.

13/RA’D-9: Âlimul gaybi veş şehâdetil kebîrul muteâl(muteâli).
Görüneni ve görünmeyeni sadece O bilir. O Büyüktür, O Âlî (yüce)dir.

13/RA’D-10: Sevâun minkum men eserrel kavle ve men cehere bihî ve men huve mustahfin bil leyli ve sâribun bin nehâr(nehâri).
Sizden, (Zikr’i/Kuran’daki) sözü gizleyen kimse ile onu alenen (açıkça) söyleyen (tebliğ eden) kimse veya geceleyin gizlenip, gündüzleyin yoluna devam eden kimse herkes onun müşahadesi altında müsavi olarak (herkese yapıldığı gibi aynı şekilde) gözlemde tutulur.

13/RA’D-11: Lehu muakkibâtun min beyni yedeyhi ve min halfihî yahfezûnehu min emrillâh(emrillâhi), innallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim, ve izâ erâdallâhu bi kavmin sûen fe lâ meredde leh(lehu), ve mâ lehum min dûnihî min vâl(vâlin).
Onları , kulları önünden ve arkasından takip edenler vardır. Onlar, Allah’ın emrinden (muhafız melekler) olup, onları (amenü olmuş muttakileri) korurlar. Muhakkak ki; Allah, onlar nefslerinde olan şeyi (Zikr-i imanda kalma konusundaki niyetlerini ve gayretlerini) bozmadıkça, Allah bir kavimde olan şeyi bozmaz. Ve Allah, bir kavme ceza vermeyi dilediği zaman, artık onu reddedecek (mani olacak kimse) yoktur. Ve onlar için, ondan başka koruyan bir dost yoktur.

13/RA’D-12: Huveellezî yurîkumul berka havfen ve tamean ve yunşius sehâbes sikâl(sikâle).
Size şimşeği korku ve ümit içinde gösteren ve yüklü bulutları (yaratılışta) inşa eden O’ dur.

13/RA’D-13: Ve yusebbihur ra’du bi hamdihî vel melâiketu min hîfetih(hîfetihî), ve yursilus savâıka fe yusîbu bihâ men ye?âu ve hum yucâdilûne fillâh(fillâhi), ve huve ?edîdul mihâl(mihâli).
Gök gürültüsü insanlara korku verirken, melekler, O’nu, (Allah’ın azametini) hamd ile tesbih ederler. Ve yıldırımları, O gönderir. Böylece onlar, Allah hakkında (Kuran’a/ İslama karşı) mücâdele ederlerken, belki de dilediği kimseye onu isabet ettirir. Ve bu akibetler, (aracılar ve sahte ilahlar tarafından) karşı koyulması asla mümkün olmayan bir kuvvadır.

13/RA’D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Hakkın daveti ancak O’nadır ( Aracılara ve sahte ilahlarına değil/Allah’adır). O’ndan başkasına davet ettikleri (şeyler/aracılar ve sahte ilahları), onlara bir şeyle (bir yardım için) icabet etmezler. Onlara inananlar ( aracılara kanan müşrikler) ancak ağzına, suyun ulaşması için avucunu bir başkasının avucuna muhtaç görüp sürekli bir başkasına avuç açan kimse gibidir. O (su), asla aracılarla ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin aracılığa daveti, dalâletten başka bir şey değildir.

13/RA’D-15: Ve lillâhi yescudu men fis semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve zilâluhum bil guduvvi vel âsâl(âsâli). (SECDE ÂYETİ)
Yerdekiler ve göktekiler ve onların gölgeleri, sabah akşam, isteseler de istemeseler de (fıtratlarına önceden hüküm edilmiş/koyulmuş yaratılış gereği görevlerini yapmakla) Allah’a secde ederler.

13/RA’D-16: Kul men rabbus semâvâti vel ard(ardı), kulillâh(kulillâhu), kul e fettehaztum min dûnihî evliyâe lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darrâ(darren), kul hel yestevil a’mâ vel basîru em hel testevîz zulumâtu ven nûr(nûru), em cealû lillâhi şurekâe halakû ke halkıhî fe teşâbehel halku aleyhim, kulillâhu hâliku kulli şey’in ve huvel vâhidul kahhâr(kahhâru).
“Semaların ve yeryüzünün Rabbi kimdir?”  “Allah’tır” de. Artık ondan başka kendilerine bile fayda ve zararı olmayan (ilahları) dostlar mı edindiniz? “Gören ve görmeyen bir olur mu? Veya karanlıklar ile nur bir olur mu?” de. Yoksa onlar, onun (Allah’ın) yaratması gibi yaratan bir başka Tanrı buldular da onu kendilerine ortaklar mı kıldılar ve bu yaratma onlara (Allah’ın yarattığına) benzer mi göründü? De ki: “Allah, herşeyin yaratıcısıdır.” Ve O, tek Kahhar Allah herşeye gücü yeten, en kuvvetli olandır.

13/RA’D-17: Enzele mines semâi mâen fe sâlet evdiyetun bi kaderihâ fahtemeles seylu zebeden râbiyâ(râbiyen), ve mimmâ yûkıdûne aleyhi fîn nâribtigâe hılyetin ev metâın zebedun misluh(misluhu), kezâlike yadribullâhul hakka vel bâtıl(bâtıle), fe emmez zebedu fe yezhebu cufâ’(cufâen), ve emmâ mâ yenfaun nâse fe yemkusufîl ard(ardı), kezâlike yadrıbullâhul emsâl(emsâle).
İnsanların faydalanması için Allah gökten su indirdiğinde, vadilerde akıp giden ırmakların her biri kapasitesine göre dolar ve fazlasını taşırır. Kapasitenin üzerinde akan sular, ise üzerlerinde kabaran köpükleri de yüklenerek götürür gider. Ancak biriken ve yatağında insanın faydasına akan su (Kuran/Zikr) daima sabit kalır. İnsanların ziynet veya yararlı eşyalarını yapmak için ateşte erittikleri madenlerin üzerinde de buna benzer bir köpük oluşur. Köpük, bir müddet sonra yok olur gider; Ancak insanlara faydasına olan işlenmiş madenin özü (Kuran/Zikr gibi) orada hep sabit kalır. İşte Allah, böyle misaller vererek Hak ve batılı size böyle temsille anlatır.

13/RA’D-18: Lillezînestecâbû li rabbihimul husnâ, vellezîne lem yestecibû lehu lev enne lehum mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu leftedev bih(bihî), ulâike lehum sûul hısâbi ve me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel mihâd(mihâdu).
(Yeryüzü sınav yaşantısında) Rab’lerine (Zikr/Kuran hükümlerine) icabet edenler için en güzeli vardır. Ve O’na icabet etmeyenler, yeryüzünde olanların hepsi ve bir o kadarı daha onların olsa, ahirette azaptan kurtulmak için onu mutlaka fidye olarak verirlerdi. İşte onlar için orada hesabın kötüsü var. Ve onların barınacağı yer, cehennem; ne kötü bir döşektir.

13/RA’D-19: E fe men ya’lemu ennemâ unzile ileyke min rabbikel hakku ke men huve a’mâ, innemâ yetezekkeru ûlul elbâb(elbâbi).
Öyleyse sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu bilen kimse, âmâ olan (görmeyen) kimse gibi midir? Fakat onu * ulul’elbab, tezekkür eder.

Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına hükümler koyan Alim ve Hakim Allah, her dönem içinde, Resul’leri vasıtasıyla sınav hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in { bkz: Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Diğer kitaplar aracılar tarafından tarihsel süreçlerde tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah  SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani  “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran tek ve yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır. Ve ayrıca Âl-i İmran suresi 58. ayetinde Kuran için “geçmişe de hakim olan Zikr kitabı” olduğu vurgulanmıştır.  Tezekkür; Allah’ın eksiksiz kitabı olan Zikr/Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgiler ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakaların “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla ; Aziz Allah’ın kullarından isteklerini, menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54}  parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi. Ulul’elbab; Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için {bkz; Rad suresi 19~30} Muktesim; bölen, parçalayan, taksim eden demektir. Muktesimler, müşrik/batıl sömürü hükümlerini halka empoze etmek için; Hz Musa’ya verilmiş mucizeler gibi önceki Zikr kitaplarında da mevcut olan benzeş/müteşabih ayetlerin bir kısmını almakla hak dine benzer gösterip, akabinde İslamın muhkem hükmü sayılan “sadakaların yoksunlara verilmesi”  gibi olmazsa olmaz hükümleri, “sadakaların ruhbanlığa, aracılara ve kırallığa aktarılması” gibi batıl şirk/sömürü hükümlerine dönüştürerek insanları Allah’ın otoritesi üzerinden aldatan din adamlarıdır. Nitekim Ali İmran 50. ayetinde aynı senaryonun muktesim müşrikler tarafından Hz İsa döneminde de yapıldığı belirtilmekte ve Hz İsa’nın batıl ayetleri nesh etmek istediği halde büyük bir dirençle karşılaştığı açıklanmaktadır. Kuran’da muktesimler, Hicr suresinde detaylı açıklanmış ve 90. ayetinde çoğul haliyle muktesimler olarak kullanılmıştır.
Bu hakikatla; Aziz Allah, tarih boyu {bkz;Bakara suresi 100,101} sürekli tahrif edilip değiştirilmiş olan İslam Zikr  hükümlerinin aslının, değişmez korunmuş “ana kitap” olarak da anılan Levh-i Mahfuz’da {Büruc 21,21} saklı olduğunu ve geçmişte kitabı/Zikri Tahrif edip yerine Tevrat’a veya İncile kısım kısım yerleştirdikleri şirk ve sömürü ihtiva eden bölümleri/kısımları/ayetleri, Kuran ayetleriyle kaldırıp nesh ettiğini  {bkz; Bakara suresi 106 ve Rad suresi 39.} ayetiyle bildirmiştir.
Kuran’ın indirildiği dönemde, İslam’a hicret eden Ulul elbab kısmı vahiy ile gelen Kuran ayetlerine iman ederken, “Kitap ehli’nin şirk hükümleriyle halkı sömürmeye alışmış olan bir diğer kısmı”, {bkz; Râd Suresi 36} hükümlerin bazılarına itiraz edip kendilerine önceden verilmiş kitaplarında bazı bölümlerin (tabii ki tahrifatla yerleştirmiş oldukları sömürü ihtiva eden ayetlerin) Kuran’da olmadığından yakınıyordu. Sebebi  yahudilerin atalarından gelen çok tanrılı şirk sömürü hükümlerini Tevrat ve İncil’e tahrifatlarlayerleştirdikleri gibi aynı yöntemle bu kez Kuran’ın içine yerleştirip böylelikle çığ gibi büyümekte olan İslam dini üzerinde de aracılık sömürü düzenini devam ettirme arzularıydı. Nitekim aynı zihniyet, geçmişte sırf okuma yazma bilmedikleri için ve dolayısıyla Allah’ın “yoksunları gözetin” ayetine vakıf olamadıkları için, Allah adına halktan topladıkları vergileri iç etmişler ve okuma yazma bilmeyen ümmilere de kitapta kendilerine böyle bir sorumluluğun (yoksunlara infak sorumluluğunun) verilmediğini açıklamışlardır. {Bkz Ali İmran 75}
Tarih boyunca insanları sömürmek adına; Allah’ın zikri üzerinde ayetleri eksiltip veya değiştirip eklemekle çıkarılmış olan bu büyük aracılık sömürü fitnesi Âl-i İmran suresinde çeşitli örnekler üzerinden açıklanırken ayrıca işaret ettiğimiz sure ve ilgili ayetlerinde konu detaylandırılmıştır. Bkz; Enam suresi 91 Araf 142~145 Bakara 38,100,101 Fussilet 40

13/RA’D-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, daima Allah’ın ahdini ifa ederler. Ve misaklerini bozmazlar.

13/RA’D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi (Zikr/Kuran hükümlerini kullara ), ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

13/RA’D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab’lerinin vechini (Allah’ın rızasını) dileyenler ve ibadetlerini ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, (batıl şirk inançlarını) hasenat ile (Allah’ın indirdiği ile/Kuran ve ölçüsüyle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (cennet ile mukabele edilen bir) akıbeti vardır.

13/RA’D-23: Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(bâbin).
(O muttakilerin akibetinde) Adn cennetleri (vardır). Onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyyetlerinden salâha ulaşan kimseler, ona (adn cennetlerine) girerler. Ve her kapıdan melekler, onların yanlarına girerler.

13/RA’D-24: Selâmun aleykum bi mâ sabertum fe ni’me ukbed dâr(dâri).
Yeryüzünde Sabretmenizden dolayı şimdi size selâm (ebedi selamet) olsun. (Allah’ı razı etmek için salih ameller biriktirdiğiniz) Dar-ı dünyanın (dünya yurdunun) nihai akıbeti (sonucu) ne güzel. Denir.

13/RA’D-25: Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar ki , misaklerinden (Bkz; Rad suresi 6, ahirette Tevbe üzerine Allah ile yaptıkları akid’ten, sözden) sonra (yeryüzünde) Allah’ın ahdini bozarlar (iradelerini Allah’ın emirlerine teslim etmezler). Ve Allah’ın,  ulaştırılmasını emrettiği şeyi/Kuran/Zikr sınanma hükümlerinin önünü keserler. ( bkz;Bakara 78,79 Hidayet rehberi Zikr hükümlerinin aksi istikametinde emaniyye hükümleriyle insanları yanıltıp Sıratı Mustakîm’e ulaşmalarına mani olurlar). Ve (böylece) yeryüzünde fesat çıkarırlar. Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar içindir.

13/RA’D-26: Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), ve ferihû bil hayâtid dunyâ, ve mal hayâtud dunyâ fîl âhıreti illâ metâ’u(metâun).
Allah, dilediği kimseye rızkı ancak O genişletir ve ancak O daraltır. (Bunları yapacaklarını vaad eden ve onlara aldanan) O müşrik kafirler ise, dünya hayatı ile sevinirler. Dünya hayatı, ahiret hayatı yanında (geçici) bir metadan başka bir şey değildir.

13/RA’D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler (ısrarla): “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine (hidayetine) ulaştırır.

13/RA’D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar ki, âmenûdurlar (Allah’a ve hükümlerine aracısız iman ve teslim olmuşlardır) ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; (aracılar ve düzmece ilahları yerine) Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?

13/RA’D-29: Ellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti tûbâ lehum ve husnu meâb(meâbin).
Âmenû olup da, (Allah’a aracısız iman ve teslim olup) amilûssalihat ( Allah’ı razı etmek için salih amel) biriktirenler ki, ne mutlu onlara ve meabın (sığınağının) (en) güzeli olan (Allah’ın sığınağı) artık onlarındır.

13/RA’D-30: Kezâlike erselnâke fî ummetin kad halet min kablihâ umemun li tetluve aleyhimullezî evhaynâ ileyke ve hum yekfurûne bir rahmân(rahmâni), kul huve rabbî lâ ilâhe illâ hû(hûve), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi metâb(metâbi).
Böylece, ondan önce gelip geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, seni de, sana vahyettiğimizi, (Zikr’i/Kuran’ı) onlara okuman için bir ümmetin içine gönderdik. Oysa Onlar, Rahmân’ı inkâr ediyorlar. De ki: “O benim Rabbimdir. Ben O’na tevekkül ettim ve O’ndan başka ilâh yoktur. Ve tövbem, dönüşüm sadece O’nadır.” ( bkz;Tevbe suresi 104 yetkileri olmadığı halde tevbeleri kabul eden aracılar yerine, dönüşüm tevbelerin tek ve yegane kabul edecisi olan Tevvab olan Allah’adır.)

13/RA’D-31: Ve lev enne kur’ânen suyyiret bihil cibâlu ev kuttıat bihil ardu ev kullime bihil mevtâ, bel lillâhil emru cemîâ(cemîan), e fe lem ye’yesillezîne âmenû en lev yeşâullâhu le heden nâse cemîâ(cemîan),ve lâ yezâlullezîne keferû tusîbuhum bi mâ sanaû kâriatun ev tehullu karîben min dârihim hattâ ye’tiye va’dullâh(va’dullâhi), innallâhe lâ yuhliful mîâd(mîâde).
Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur’an olacak olsaydı bile, O kitabın içindeki bütün emirler yine onlara hükümler veren Allah’ın (Zikr/Kuran) hükümleri olurdu. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları (zaten) doğru yola eriştirirdi. Allah’ın (kıyamet) sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez.

13/RA’D-32: Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe emleytu lillezîne keferû summe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).
Andolsun ki; senden önceki resûllerle de böyle alay edildi. Ve (Allah Teala) Ben, kâfir olan o kimselere önce mühlet verdim. Sonra ardından onları da azabımla yakaladım (helâk ettim). O zaman Benim ikabım (cezalandırmam) nasıl oldu? diyerek (Şimdi size yaptığı gibi) önceki helak edilen kavimlere de onlardan önce helak edilenleri ibret edip ikaz etmişti.

Helak edilmeden önce tüm kavimler/toplumlar mürselinler/Resul’ler vasıtasıyla mutlaka ısrarlı bir şekilde uyarılmışlardır. Uyarı tezekkür ayetleri için ayrıca Bkz; Kasas suresi 59 Hicr suresi 4 İsra suresi 16 Şuara suresi 208

13/RA’D-33: E fe men huve kâimun alâ kulli nefsin bi mâ kesebet, ve cealû lillâhi şurekâ’(şurekâe), kul semmûhum, em tunebbiûnehu bi mâ lâ ya’lemu fîl ardı em bi zâhirin minel kavl(kavli), bel zuyyine lillezîne keferû mekruhum ve suddû anis sebîl(sebîli), ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
O halde; (Geçmişte sınanmış ve gelecekte sınanacak) bütün nefslerin kazandıkları şeyler üzerinde kaim olan ( ceza ve ödülü verecek nihai ve daimî olan ilah) kimdir? Allah’tır! Ve oysa onlar, Allah’a (Vekil evlatlar nisbet edip yeryüzünde onları Allah’ın hükmünde) ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimleri ile davet etsinler de onlara icabet edilmeyeceğini kendileri görsünler. Yoksa siz, O’na (Allah’a) yeryüzünde O’nun hiç bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Veya sözün zahir olanını mı?” (dünyada aracılar tarafından uydurulmuş olanını mı?”) Hayır, kâfirlere hileleri işte böyle süslü gösterildi ve onlar hidayet yolundan (Aracılarla ve Aracılık müessesesinin) yalanlarıyla saptırıldılar. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için asla başka bir hidayetçi yoktur.

13/RA’D-34: Lehum azâbun fîl hayâtid dunyâ ve le azâbul âhıreti eşakk(eşakku), ve mâ lehum minallâhi min vâk(vâkın).
Onlar için dünya hayatında da bir azap vardır ve fakat ahiretin azabı daha da meşakkatlidir. Ve onları orada Allah’ın azabından koruyan bir koruyucuları (şefaatçi aracılar ve vekil ilahlar) da yoktur.

13/RA’D-35: Meselul cennetilletî vuidel muttekûn(muttekûne), tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), ukuluhâ dâimun ve zilluhâ, tilke ukbellezînettekav ve ukbel kâfirînen nâr(nâru).
Muttakilere (takva sahiplerine) vaadolunan cennet, altından nehirler akan ve onun meyvesi ve gölgesi daimî olan (bahçe) gibidir. İşte bu, takva sahiplerinin akibetidir. Kâfirlerin sonu ise ateştir.

13/RA’D-36: Vellezîne âteynâhumul kitâbe yefrehûne bimâ unzile ileyke ve minel ahzâbi men yunkiru ba’dah(ba’dahu), kul innemâ umirtu en a’budallâhe ve lâ uşrike bih(bihî), ileyhi ed’û ve ileyhi meâb(meâbi).
Kendilerine kitap verilenler sana indirilene sevinirler. Gruplardan, onun bir kısmını inkâr edenlere şöyle de: “Ben, sadece Allah’a kul olmakla ve O’na şirk koşmamakla emrolundum. Ben, O’na (Allah’a ve onun hükümlerine) davet ederim ve dönüşüm O’nadır.

Rad suresi iniş sırasına göre 87. sıradadır. Araf suresi ise iniş sırasına göre 39 sıradadır. Rad suresinden önce indirilen Araf suresi tebliği döneminde mutrafi müşrikler, çığ gibi büyümekte olan İslam dini karşısında, Allah’ın otoritesi üzerinden sömürdükleri kitleyi artık kaybedecekleri endişesiyle, {bkz Araf suresi 203,204} “Mutrafilerin şirk sömürü düzenini kayıran/koruyan“ ayetlerin gelmesi hususunda, Allah’ın Resul’ü Hz Muhammed (S.A.V) Nebi ile pazarlıklar etmeye başlamışlardı.
Taha suresi ise iniş sırasına göre 45. sıradadır. Araf suresi ardınca indirilen, Taha suresi 126~134 ayetleri arasında, mutrafilerin o dönem yaptıkları pazarlıklar, örnekler üzerinden daha kapsamlı aktarılmakta: Ve Taha suresi ayetlerinde, mutrafi müşriklere cevaben; Allah’ın kullarına indirdiği sınav yükümlülükleri her dönem aynı olduğu için, tüm kulların her dönem yeryüzünde aynı hükümler üzerinden sınanacağı ve bu durumun asla değişmeyeceği bildirilmektedir.
Ve Hz Muhammed S.A.V) Nebi’ye ölesiye muhalefet eden, Mekke ve taif eşrafından oluşan mutrafilere, geçmişte İslam dinine karşı direndikleri için helak edilmiş olan müşrik kavimlerin akibetleri hatırlatılıp, “pazarlık etmek yerine bundan ibret almaları” ve ısrar etmeleri halinde ise, aynı duruma kendilerinin de akibet edileceği vurgulanmaktadır.
87. Sırada nüzul edilen Rad suresi 36. ayetinde, geçmişte kitap verilmiş yahudi ve Hristiyan müşriklerden halkı sömürmeye alışmış bir kısım kitlenin hala direndikleri belirtilmekte ve cevaben; Hz Muhammed (S.A.V) nebinin asla hüküm koyamayacağı ve müşriklerin isteği doğrultusunda bu değişikliğin asla yapılmayacağı onlara da tekrar hatırlatılmaktadır.

13/RA’D-37: Ve kezâlike enzelnâhu hukmen arabiyyâ(arabiyyen), ve le initteba’te ehvâehum ba’de mâ câeke minel ilmi mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ vâk(vâkın).
İşte böyle O’nu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana ilimden bunca şey geldikten sonra eğer onların heveslerine tâbî olursan, elbette senin için Allah’tan başka bir dost ve bir koruyucu yoktur.

13/RA’D-38: Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve cealnâ lehum ezvâcen ve zurriyyeh(zurriyyeten), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), li kulli ecelin kitâb(kitâbun).
Andolsun, senden önce de resûller gönderdik. Onlara da eşler ve zürriyyet (çocuklar) kıldık. Bir resûl için, Allah’ın izni olmaksızın onun kendiliğinden bir âyet getirmesi mümkün olamaz. (Allah’ın indirdiğinden başka müşriklerin isteği doğrultusunda bir söz söylemesi veya uydurması asla mümkün değildir). Her zamanın, tek bir kitabı vardır. (O kitap kul yükümlülüklerini ihtiva eden hep o aynı kitaptır/Zikr’dir.)

13/RA’D-39: Yemhûllâhu mâ yeşâu ve yusbit(yusbitu), ve indehu ummul kitâb(kitâbi).
Allah Zikir’den dilediği (tahrif edilen ayetleri/bölümleri) kısımları siler, dilediğini (tahrif edilmemiş hükümlerini ihtiva eden bölümleri/ayetleri) bırakır. Kitab’ın anası ise (Levh-i mahfuzda) O’nun katındadır.

Bkz; Rad 36 “Kitap ehli’nin aracılıkla halkı sömürmeye alışmış bir kısmı”, hükümlerin bazılarına itiraz edip kendi kitaplarında olmadığından yakınıyordu. Sebebi  yahudilerin atalarından gelen çok tanrılı şirk hükümlerini Tevrat’a yerleştirdikleri gibi aynı yöntemle bu kez Kuran’ın içine yerleştirip böylelikle aracılık sömürüsüne devam etme arzularıydı. Muktesim, bölen, parçalayan, taksim eden demektir. {Bkz; Hicr suresi 90} Muktesimler, müşrik sömürü inanç hükümlerini halka empoze etmek için, Allah’ın indirdiği ayetlerin bir kısmını almakla hak dine benzer gösterip, akabinde “sadakaların yoksunlara verilmesi” gibi İslam’ın muhkem hükümlerini yok edip, yerine “sadakaların ruhbanlığa kırallığa aktarılması gibi hükümlere dönüştürerek ekledikleri batıl hükümlerle insanları Allah’ın otoritesi üzerinden aldatıp sömüren müşriklerdir. Bu önemle Aziz Allah Rad suresi 39. ayetinde Muktesimlerin değiştirdikleri, “Zikr/yeryüzü kul yükümlülüklerinin” aslının {bkz; Zuhruf suresi 4 Kaf suresi 4 Buruc suresi 22} ana kitapta kayıtlı olup Allah’ın katında özenle saklandığı ve tahrif edip Tevrat’ta ve İncile kısım kısım yerleştirdikleri şirk ve sömürü ihtiva eden bölümleri/kısımları ise, Kuran ayetleriyle kaldırıp nesh ettiğini bildiriyor. Bu önemli husus ilgili {Bkz; Enam suresi 91 Araf 142~145 Bakara 38,100,101 Fussilet suresi 40} tezekkür ayetlerinde ayrıca detaylı açıklanmaktadır.

13/RA’D-40: Ve in mâ nuriyenneke ba’dallezî neiduhum ev neteveffeyenneke fe innemâ aleykel belâgu ve aleynel hisâb(hisâbu).
Ve şâyet onlara vaadettiğimizin bir kısmını sana göstersek veya seni vefat ettirsek de; artık senin üzerine düşen, sadece tebliğidir. Hesap, Bizim üzerimizedir.

13/RA’D-41: E ve lem yerev ennâ ne’til arda nenkusuhâ min etrâfihâ, vallâhu yahkumu lâ muakkıbe li hukmih(li hukmihî), ve huve serîul hısâb(hısâbi).
Yeryüzüne gelip, onu etrafından insanları nasıl eksiltiyoruz (ölümle ahiret hayatına sevk ediyoruz) onlar görmüyorlar mı? yalnızca Allah, hüküm verir. Ve O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur. Ve O, hesabı çabuk görendir.

13/RA’D-42: Ve kad mekerellezîne min kablihim fe lillâhil mekru cemîâ(cemîan),ya’lemu mâ teksibu kullu nefs(nefsin), ve se ya’lemul kuffâru li men ukbed dâr(dâri).
Onlardan öncekiler (de) ( Allah’a ulaştıran hidayet yolundan saptırmak için aracılık fitnesi ile) tuzak kurmuşlardı. Oysa bütün tuzaklar, (sonunda) Allah’ın tuzağına yakalanır. Yeryüzünde bütün nefslerin ne kazandığını sadece O, bilir. Ve (bu) yurdun sonu olan (ahiret) kimin hükmündedir bunu yakında kafirler de bilecekler.

13/RA’D-43: Ve yekûlullezîne keferû leste murselâ(murselen), kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum ve men indehu ilmul kitâb(kitâbi).
Ve (sonunda pazarlıkla istediklerini alamayan) O kâfirler: “Sen, resûl olarak gönderilmiş değilsin.” der iftiralar ederler. De ki: “Allah ve kitabın’ın ilmine tabi olanlar, (Allah’a iman edip Allah’ın kitabı Zikre/Kuran’a tabi olan tüm müminler) benimle sizin aranızda şahit olarak kâfidir.