NİSÂ SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

4/NİSÂ-1: Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisâe(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî, vel erhâm(erhâme) innellâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben).
Ey insanlar, Rabbiniz’e karşı takva sahibi olun. O ki, sizi ahirette (Bkz; Hicr suresi 28 Rahman suresi 14 Hacc suresi 5-6-7 hepinizin mayası olan yıpranmayan yaşlanmayan ahiret bedeninizin muhtevası “hamein mesnun salsalin tin) bir nefsten yarattı. Ve zevcesini de (aynı muhtevadan) yarattı ve ardından (sınamak için geçici gönderdiği) yeryüzünde ikisinden (geçici/ölümlü bedenlerinde) birçok erkekler ve kadınlar üretip yaydı. Ve o halde, birlikte dilekte bulunduğunuz Rabbinize karşı rahimler üzerinde birlikte takva sahibi olun. (*Rahimleri birlikte gözetin) Muhakkak ki Allah sizin üzerinizde murakıptır. (Kontrol edicidir)

Aziz Allah yeryüzündeki tüm canlıları sudan yaratmıştır ve, insanı da ahiret ve dünya olmak üzere iki alemde ve iki ayrı fizik beden ve yaratılışla yaratmıştır. {bkz: Zumer 6}  Ve sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanı ikinci yaratılışı olan dünyada, zaman içinde ve merhalelerle yaratmıştır.) {bkz: Nur 45/ Enbiya ,30/Nuh 14/Tegâbun 3

Nisa suresi 1. açılış Ayetinde; Nisa suresi devam eden ayetlerinde belirtilmekte olan, “Rahimler üzerinde/hususunda Allah’a karşı “birlikte” takva sahibi olunması yani Allah’ın hüküm ettiği gibi “rahimlerin birlikte gözetilmesi” buyurulmaktadır.
Rahimleri gözetmek; Sınanmak üzere yeryüzüne gönderilmiş bir kulun, Allah’ın hükmü ayeti ile emanet ettiği kişi ya da kişilerin sorumluluğunu,{eş çocuk, ana baba kardeş  akraba,yetimler,sefihler köleler cariyeler vb aşağıdaki ayetlerinde hükümleriyle açıklanacak}  kendi zürriyetinden olmayanı dışlamadan takvaya sarılması ve emanetleri gözetmekten kaçınmaması demektir.
Aziz Allah’ın hükümlerine takva ile icabet edip yetimler, sefihler, kimsesizler, yoksunlar, veya islama hicret edenler köleler cariyeler vb bakımı ve gözetimi sorumluluğunu üzerine alan kişilere Kuran’da “rahim sahipleri”  denir ve “rahim sahibi müminler” {bkz; Enfal suresi 75 : Ahzab suresi 6} ayetinde Allah tarafından gerçek müminler olarak şereflendirilmektedir. Kan bağı veya akrabalık bağı veya diğer müminlere olan yakınlıklarına nisbetle “Rahim sahibi müminler hem Allah’a hem de birbirlerinin en yakınıdır”. buyurulmaktadır. Kuran’da Rahim sahipleri önderliğiyle yapılan aşağıda âyetleriyle hükme bağlanan rehabilitasyon çalışmaları için “ıslah etmek” deyimi kullanılmıştır. {Bkz; Enfal 74 -Beled 13~18 Mücadele 3 Maide 89}.
Aziz Allah’ın {Bkz; Nisa suresi 147} kalplerine imanı şerh etmesiyle İslam’a hicret etmiş ve kardeşlik aktiyle müminlere yakın kılınmış kişilere Kuran’da “yakınlar” ya da “yakın kılınanlar” denir. Yakın kılınanlar; {bkz: Haşr suresi 8} Gerek savaş esnasında, gerek savaş harici İslam dinini tercih etmekle müşrikler tarafından her şeylerine el konularak dışlanan aileler veya İslam’a hicret etmek için efendilerini terk eden köleler veya cariyeler veya tercih sahibi hür kimselerdir.
Nisa suresi nüzulü 97. sıradadır. 95. sırada hüküm edilmiş olan Haşr suresi 7,8 ayetlerinde, “savaşmadan elde edilen fey/ganimetin İslama hicret edenlerin yetimlerine ve yoksullarına ayrılması hüküm edilmiştir”. İslama hicret ederken ya da İslam saflarına katıldıktan sonra savaşta şehit olan müminlerin yetimleri evlatlık alınmak suretiyle kendilerine bağış edilmiş fey mallarının gelirleriyle bakılıp/gözetilip {bkz; Nisa suresi 5,6} Rüşd çağına ulaşıncaya kadar büyütülüp yetiştirilirdi. Ardından, Allah’ın kendilerine bağış ve miras ettiği fey/malları rüşd (aklı kullanmada yeterlilik) çağında artık kendi tasarruflarına verilerek, şehit yetimleri ve geride kalanları da böylece sorunsuz bir şekilde İslam’i yaşantıya dahil edilmiştir. Daha önce, 50. sırada indirilmiş İsra suresi 26. ayetinde açıklandığı gibi, İslama toplu geçişler artık başladığı için; İslama hicret edenlerin sorumluluğunu almak müminlere farz kılınmıştır. iniş sırasına göre 70 sırada nüzul edilmiş olan {bkz: Nahl suresi 41.} ayetinde İslam’a hicret etmek isteyen kimselerin “rahat edecekleri güvenli bir yurda yerleştirilecekleri” Allah’ın “açık çağrı” hükmüyle müjdelenmiştir. Ve daha sonra 84. sırada nüzul edilen Rum suresi 34. ayetinde yakın kılınan bu kişilerin haklarının verilmesi muhkem ayetiyle hüküm edilmiştir. Rum suresinde yakın kılınanların bakımı ve rehabilitasyonu için gerekli olan sadakanın toplanıp kimseyi mağdur etmeden zor durumda bırakmadan verilmesi buyurulmaktadır. 70. sırada indirilmiş olan Nahl suresi ve 84. sırada indirilen Rum suresinde “yakın kılınan” ihtiyaç sahiplerinin, sahiplenilmesi hakkındaki zekat çağrıları o kadar etkili olmuştur ki bu yardımlaşma sayesinde hür ya da köle bir çok kişinin İslam’a geçişi sağlanmıştır. {yakın kılınanlar ve onların borçları hususiyetinde gelişen hükümler için 113. sırada indirilmiş olan Tevbe suresi 60. Ayetine bkz} {ve ayrıca yakın kılınanların haklarının zikredildiği Bakara suresi 177. ayetindeki hususları da detaylı ayrıntılayan ilgili diğer ayetler için bkz; Bakara suresi 215 ve 261~274.
Nisa suresi 11. ayetine kadar, İslam’a hicret ederken şehit olan müminlerin geride kalan yetim ve yoksunları için, bakım gözetim ve miras hakları hüküm edilirken; Nisa suresi 11. ayetinden itibaren, “İslam dininde müminlerin kendi ailelerine ve çocuklarına bırakacakları ve tüm müminleri de kapsayan” “Genel miras ve hakları” ayrıca hüküm edilmektedir.

4/NİSÂ-2: Ve âtûl yetâmâ emvâlehum ve lâ tetebeddelûl habîse bit tayyîb(tayyîbi), ve lâ te’kulû emvâlehum ilâ emvâlikum innehu kâne hûben kebîrâ(kebîran).
Ve yetimlere (Aziz Allah’ın {Bkz; Haşr suresi 7,8,9 ayetlerinde} yetimlere bağış ettiği fey/savaşsız elde edilmiş ganimet) mallarını onlara verin. Ve temizle habis olanı (Allah’ın şimdi size indirmekte olduğu hükümlerini, yetimlerin malına el koymak için batıl uydurma hükümlerle ) değiştirmeyin. Ve İslam’a hicret ederken ya da Allah yolunda şehit olan kimselerin yetimleri ve yoksunları için Aziz Allah’ın {bkz: Haşr suresi 7,8,9 ayetleriyle} bağış ettiği yetimlerin o ( fey) mallarını kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Muhakkak ki o büyük bir günahtır.

54/NİSÂ-3: Ve in hıftum ellâ tuksitû fîl yetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum minen nisâi mesnâ ve sulâse ve rubâ’(rubâa), fe in hıftum ellâ ta’dilû fe vâhideten ev mâ meleket eymânukum, zâlike ednâ ellâ teûlû.
Ve eğer yetimler konusunda adalete (yetimlere iyi muameleye) riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, o taktirde (yetimlere iyi muamele edebilecek bu hususta) beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Fakat, (sorumluluğunu aldığınız) yetimlere adaletle davranamayacağınızdan endişe içindeyseniz, o halde, bir tane ile veya elinizin altındaki sahip olduklarınızla {bkz;Nisa 24,25 onlara iyi muamele edebilecek cariyelerinizle} yetinin. İşte bu, (Allah’ın hükümleriyle yetimlere sağladığı) adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.

Bkz; haşr suresi 7,8 Nisa suresi 36, Ailesi İslam’a hicret ederken veya müşriklere karşı savaşırken ebeveynlerini yitirmiş ve akrabalık bağı olmadığı halde kimsesiz ortada kalmış tüm çocuklar, “rahimlerin gözetilmesi” yükümlülüğüyle müminler tarafından evlatlık olarak alınırdı.
Ayetinde zikredilen çoklu evlilikler; Aziz Allah’ın Haşr suresi 7,8 âyetleriyle şehit yetimlerine bağış ettiği fey mallarıyla, çocukların ilgi sevgi özbakımı sorumluluğunu üzerine alıp, “yetimleri rüşd çağına gelinceye kadar“ layıkıyla ve ebeveyn şefkatiyle gözetmek isteyen kimseler için geçerlidir.

4/NİSÂ-4: Ve âtûn nisâe sadukâtihinne nıhleh(nıhleten), fe in tıbne lekum an şey’in minhu nefsen fe kulûhu henîen merîâ(merîan).
Ve (Bkz; Nisa suresi 1 Rabb’inize birlikte dua ettiğiniz ve yetimleri bakıp gözetmek için hükmüyle evlilikler yaptığınız takva sahibi o merhametli) kadınlara, mehirlerini seve seve verin. Fakat (kendi imkanı olduğu için) kendi istekleri ile ondan (mehirden) bir kısmını size bağış olarak verirlerse o taktirde onu (yetimler için) rahatça harcayın.

4/NİSÂ-5: Ve lâ tu’tûs sufehâe emvâlekumulletî cealellâhu lekum kıyâmen verzukûhum fîhâ veksûhum ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ve Allah’ın, sizi kaim kıldığı (bağış edip kullanımı konusunda sizi vekil kıldığı fey ) mallarını sefihlere (aklını kullanamayanlara, özürlülere, zihinsel engellilere) vermeyiniz ve fakat onun içinden (o mallarla) onları rızıklandırınız (besleyiniz) ve giydiriniz ve onlara güzel söz ile muamele ediniz.

4/NİSÂ-6: Vebtelûl yetâmâ hattâ izâ belegun nikâh(nikâha), fe in ânestum minhum ruşden fedfeû ileyhim emvâlehum ve lâ te’kulûhâ isrâfen ve bidâren en yekberû ve men kâne ganiyyen felyesta’fif, ve men kâne fakîran felye’kul bil ma’rûf(ma’rûfi), fe izâ defa’tum ileyhim emvâlehum fe eşhidû aleyhim, ve kefâ billâhi hasîbâ(hasîben).
Ve yetimleri nikâh çağına gelinceye kadar deneyin. Bundan sonra eğer kendilerinde bir rüşd (akıl kullanmada yeterlilik) hissederseniz, o taktirde  mallarını onlara teslim edin. Ve büyürler (geri alırlar) diye, (bağış edilmiş o fey) mallarını israf etmeyin ve acele ile harcamayın. Ve (vâsi) zengin bir kimse ise, o taktirde iffetli olsun (yetimlerin mallarını yemekten kaçınsın). Ve (vâsi) fakir bir kimse ise, o taktirde marufla (Kuran’da size hüküm edilen şekliyle/yetimin malını israf etmeden kendisine verilen hakları nispetinde) harcasın. Nihayet onlara mallarını geri vereceğiniz zaman, onlara karşı şahit tutun. Hesap görücü olarak Allah yeter.

4/NİSÂ-7: Lir ricâli nasîbun mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûne, ve lin nisâi nasîbun mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûne mimmâ kalle minhu ev kesur(kesura), nasîben mefrûdâ(mefrûdan).
(İslam’a hicret ederken veya Allah yolunda şehit olan) Ana-baba ve yakın akrabaların geriye bıraktığından (var ise kendi mallarından yoksa Allah’tan onlara bağış ve miras ettiği o fey mallarından) hem erkek çocuklar hem de kızlar için bir pay vardır. Az veya çok da olsa, (onlara miras edilen bu paylar hak sahibine mutlaka verilmesi) “farz kılınmış” bir paydır.

4/NİSÂ-8: Ve izâ hadaral kısmete ulûl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkînu ferzukûhum minhu ve kûlû lehum kavlen ma’rûfâ(ma’rûfen).
Ve bu taksimde, (şehit olanların) yoksun akrabaları yetimleri orada hazır bulunduğu zaman, onlara da haklarını, marufla (Kuran ayetleri ile hüküm edildiği şekil ve ölçüde) onları da rızıklandırınız ve güzel söz söyleyiniz.

4/NİSÂ-9: Velyahşellezîne lev terekû min halfihim zurriyeten dıâfen hâfû aleyhim, felyettekûllâhe velyekûlû kavlen sedîdâ(sedîdan).
Düşünün ki ölen kişi siz olsaydınız; Ardınızda bıraktığınız yakınlarınıza çocuklarınıza  birileri tarafından haksızlık ve zulüm yapılmasından ne kadar korkardınız. O halde Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve adaleti gözetin.

4/NİSÂ-10: İnnellezîne ye’kulûne emvâlel yetâmâ zulmen innemâ ye’kulûne fî butûnihim nârâ(nâran) ve seyaslevne seîrâ(seîran).
Muhakkak ki yetimlerin mallarını zulümle (Allah’ın ölçüsü dışında ya da çalıp çırparak) yiyenler, karınlarına sadece cehennem ateşi doldururlar. Ve onlar, yakında muhakkak ki: alevli ateşe atılacak olanlardır.

4/NİSÂ-11: Yûsîkumullâhu fî evlâdikum liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni), fe in kunne nisâen fevkasneteyni fe le hunne sulusâ mâ terek(tereke), ve in kânet vâhideten fe lehan nısf(nısfu) ve li ebeveyhi li kulli vâhidin min humâs sudusu mimmâ tereke in kâne lehu veled(veledun), fe in lem yekun lehu veledun ve verisehû ebevâhu fe li ummihis sulus(sulusu), fe in kâne lehû ıhvetun fe li ummihis sudusu, min ba’di vasiyyetin yûsî bihâ evdeyn(deynin), âbâukum ve ebnâukum, lâ tedrûne eyyuhum akrabu lekum nef’â(nef’en), ferîdaten minallâh(minallâhi) innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).
Allah size, kendi çocuklarınızın (mirası) hakkında şöyle tavsiye ediyor. Erkeğe, kadının payının iki katı, fakat, eğer kadınlar ikiden fazla iseler, o zaman terekenin (mirasın) üçte ikisi onlarındır ve eğer o (kadın) bir tek ise, o zaman yarısı onundur. Eğer ölenin çocuğu varsa, onun anne ve babasının herbiri için, bıraktığı mirasın altıda biri pay vardır. Fakat onun çocuğu yoksa ve yalnız ana-baba mirasçı oluyorsa, o taktirde, üçte biri annesinindir (geriye kalan babanındır). Fakat eğer ölenin kardeşi de varsa, o zaman , altıda biri annesinindir. Bunlar, borcu ödenip ve de vasiyeti yerine getirildikten sonradır. Babalarınızdan ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. (Belirlenen bu paylar) Allah’tan bir farzdır. Muhakkak ki Allah, Alîm’dir, Hakîm’dir.

4/NİSÂ-12: Ve lekum nısfu mâ tereke ezvâcukum in lem yekun lehunne veled(veledun), fe in kâne lehunne veledun fe lekumur rubuu mimmâ terekne min ba’di vasıyyetin yûsîne bihâ ev deyn(deynin) ve le hunner rubuu mimmâ terektum in lem yekun lekum veled(veledun) fe in kâne lekum veledun fe le hunnes sumunu mimmâ terektum min ba’di vasıyyetin tûsûne bihâ ev deyn(deynin) ve in kâne raculun yûresu kelâleten ev imraetun ve lehû ahun ev uhtun fe li kulli vâhidin min humâs sudus(sudusu), fe in kânû eksere min zâlike fe hum şurekâu fîs sulusi min ba’di vasiyyetin yûsâ bihâ ev deynin gayre mudârr(mudârrin), vasıyyeten minallâh(minallâhi) vallâhu alîmun halîm(halîmun).
Ve eğer eşlerinizin (kadınlarınızın) çocukları yoksa, onların bıraktıklarının yarısı sizindir. Fakat eğer onların (kadınların) çocukları varsa o zaman dörtte biri sizindir. (Bunlar) yapılan vasiyet veya (üzerindeki) borç ödendikten sonradır. Ve eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (kadınlarındır), fakat eğer çocuğunuz varsa o taktirde bıraktığınızın sekizde biri onlarındır (kadınlarındır). Bu da yaptığınız vasiyet veya borç (ödendikten) sonradır. Ve eğer miras bırakan erkek veya kadının evlâdı ve ana-babası olmayıp, erkek veya kızkardeşi varsa, bu taktirde ikisinden herbiri için altıda biridir. Fakat eğer bundan daha fazla iseler, o zaman onlar üçte bire ortaktırlar. Bunlar (kimseyi ) darlığa düşürmeden yapılan vasiyet ve de borç ödendikten sonradır. (İşte bunlar), (size) Allah tarafından vasiyettir. Ve Allah Alîm’dir, Halîm’dir.

4/NİSÂ-13: Tilke hudûdullâh(hudûdullâhi) ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlikel fevzul azîm(azîmu).
İşte bunlar, Allah’ın hudutlarıdır ve kim Allah’a ve O’nun Resûl’üne itaat ederse, (Allah) onu altından nehirler akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyar ve bu, “Fevzul Azim”dir (en büyük kurtuluştur).

4/NİSÂ-14: Ve men ya’sıllâhe ve resûlehu ve yeteadde hudûdehu yudhılhu nâren hâliden fîhâ ve lehu azâbun muhîn(muhînun).
Ve kim Allah’a ve O’nun Resulune isyan ederek O’nun size bildirdiği bu hudutları aşarsa, onu, içinde ebedî kalacakları ateşe koyar. Ve onun için “alçaltıcı azap “ vardır.

4/NİSÂ-15: Vellâtî ye’tînel fâhişete min nisâikum festeşhidû aleyhinne erbaaten minkum, fe in şehidû fe emsikûhunne fîl buyûti hattâ yeteveffâhunnel mevtu ev yec’alallâhu lehunne sebîlâ(sebîlen).
Ve kadınlarınızdan fuhuş yapmış olanlar için dört şahit isteyin. Eğer şahitlik ederlerse o taktirde, artık onlara ölüm gelinceye kadar (ölene kadar) veya onlar için, Allah bir yol gösterinceye (baba evine bir akrabaya sığınma vb) kadar evlerin içinde tutun.

Nisa suresi iniş sirasına göre 98 sıradadır. Zina yapan kadın ve erkeğin cezalarının ölçüsü ve şekli daha sonra 102. sırada indirilmiş olan Nur suresi 2.ayetinde detaylı belirtilmiş olup, cezanın infazı ise Nur suresi 5. ayetiyle ertelenmiş bir hüküm olarak beklemeye alınmıştır. Şâyet zina yapanlar tevbe edip tekrar zina yapmadıkları takdirde işledikleri suçun infazının ertelenmesi istenmektedir ancak zinanın tekrarlanması durumunda ise cezanın infazının yerine getirilmesi şart koşulmaktadır. Burada amaç kişileri cezalandırmak değil aksine fuhuşu bir daha yapmamaları adına cezayı boyunlarında bir borç olarak hazır tutmakla insanları caydırmaktır. Nur suresi 3. ayetinde zina suçu kesinleşen erkek ve kadının ancak birbirleriyle evlenmelerine müsaade edilmekte ve bu esnada infazları yapılmasa da zina suçları kesinleştiği için müslümanlar ile evlenmeleri yasaklanmaktadır. Ve Bu mahrumiyet Nur suresi 5. ayetinde ve Nisa suresi 16. ayetinde de vurgulandığı üzere tevbe edip tekrar zina yapmamaları haline kadar devam etmesi gerekmektedir. Bu mahrumiyetin nasıl ve hangi şartlarla kalkacağı 111. sırada indirilmiş olan {bkz; Mümtehine suresi 10, 11, 12. } ayetlerinde ayrıntılanmış hükme bağlanmıştır. Önemle vurgulamak gerekir ki mümtehine suresi ve {bkz;Nisa suresi 15~35} ayetlerinde de vurgulandığı üzere {bkz;Nur suresi 10} amaç insanları pişman olacakları bir suçtan dolayı islamdan dışlamak değil bilakis İslamın iffetli yaşantısına dahil etmek içindir. Ancak evli olupta zina suçu işleyenlerin üzerinde kişilerin mal mülk miras haklarını da ilgilendiren talak/ boşama hükümleri devreye girmektedir. Nur suresi 6~9 ayetlerinde suçun ispatlı şahitli delilli olmadığı durumlarda eşler arası ihtilafın yeminler üzerinde Allah’a havale edilmesi istenmekte; Ve iftirayı atan yalancılar hakkında; Tüm yaşananları her hakikatıyla zaten gören ve bilen Allah’tan bu yeminler üzerine gelecek olan bir azabın mutlaka çok daha ağır bir bedeli olacağı vurgulanmaktadır. Ayrıca İslam hukukunda zina suçu kişileri, {bkz; Nisa suresi 21} “Muaccel mehir” hariç mal ve miras haklarından da mahrum bırakan bir boşanma gerekçesi olduğu için ispatsız bir “zina isnadı” boşanma gerekçesi olarak kabul görmemektedir. Ayrıca, örneğin; müşrik bir kadının mümin bir kişinin mirasından faydalanmak için önce yalan yere yemin ederek İslam’a geçmesiyle ve evlendiği mümin kişinin mal ve mirasından boşanıp pay almak gayesinde kasten zina suçu işlememesi için; zina suçu işleyen kadınlar erkeğin malı ve mülkü üzerinde hiçbir hak sahibi olamazlar”.Bkz detaylı ; Talak suresi 1, Nisa suresi 15~35 Önemle hatırlanmalıdır ki; İslam’da Zina gibi suçlar günümüzde algılandığı gibi sadece ahlaki bir suç değildir. İslam hukukuna göre zina suçu: Kişilerin mal ve miras haklarına kadar nüfuz eden ve kişilerin maddi manevi geleceklerine yön veren hukuki bir yaptırımdır. Bu yüzden; {bkz;Nur suresi 3} zina suçu işleyen kişilerin müminlerle evlenmelerinin ayet-i hükmüyle yasak edilmesini; iffetli bir yaşamı yeryüzünde hükümleriyle ihya eden Aziz Allah’ın; kulları yararına koymuş olduğu hukuki bir tedbiri olarak idrak etmek gerekir. Mehr-i muaccel için Nisa suresi 21 açıklamasına Bkz )

4/NİSÂ-16: Vellezâni ye’tiyânihâ minkum fe âzûhumâ, fe in tâbâ ve aslehâ fe a’rıdû anhumâ innallâhe kâne tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve içinizden onu (fuhşu) yapanların ikisine de artık ezâ edin. (hiçbir şey olmamış gibi davranmayın sıkıntı verin ve hissettirin). Fakat, eğer tövbe eder ve ıslâh olurlarsa, o zaman ikisine de sıkıntı vermekten vazgeçin. Muhakkak ki Allah tövbeleri kabul edendir, Rahîm’dir. (Fuhuş cezaları için tezekkür ayetlerine detaylı bkz; Nur suresi 1~10)

4/NİSÂ-17: İnnemet tevbetu alallâhi lillezîne ya’melûnes sûe bi cehâletin summe yetûbûne min karîbin fe ulâike yetûbullâhu aleyhim ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Fakat Allah’ın kabul edeceği tövbe, cahillik ile bir kötülük yapıp sonra, hemen tövbe edenler içindir ki, işte onlar, Allah’ın, tövbelerini kabul ettiği kimselerdir. Ve Allah Alîm’dir, Hakîm’dir.

4/NİSÂ-18: Ve leysetit tevbetu lillezîne ya’melûnes seyyiât(seyyiâti), hattâ izâ hadara ehade humul mevtu kâle innî tubtul’âne ve lellezîne yemûtûne ve hum kuffâr(kuffârun), ulâike a’tednâ lehum azâben elîmâ(elîmen).
Ve onlardan birine ölüm gelinceye kadar seyyiat işleyenlerden, ve ölmeden hemen önce ya da yaşlandığı için  “Gerçekten ben, şimdi tövbe ettim.” diyen birinin tövbesi, tövbe değildir. Ve kâfir olarak ölenlerin tövbesi de (tövbe değildir). İşte onlar, onlar için “elim azap” hazırladık.

4/NİSÂ-19: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ yahıllu lekum en terisûn nisâe kerhâ(kerhen) ve lâ ta’dulûhunne li tezhebû bi ba’dı mâ âteytumûhunne illâ en ye’tîne bi fâhışetin mubeyyineh(mubeyyinetin), ve âşirûhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), fe in kerihtumûhunne fe asâ en tekrehû şey’en ve yec’alallâhu fîhi hayren kesîrâ(kesîren).
Ey îmân edenler ! Kadınlara zorla varis olmanız size helâl değildir. Ve onlara verdiklerinizin (mehrin) bir kısmını (onlardan) almak için, onları sıkıştırıp eza etmeyin, açıkça fuhuş yapmaları hariç. Ve onlarla iyi geçinin. Fakat eğer onlardan hoşlanmadınızsa, o taktirde umulur ki, sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkında Allah pek çok hayır kılar. (İyi geçindiğiniz takdirde; Allah o hoşlanmadığınız şeyleri aranızda giderebilir veya sizi daha hayırlı bir yola ulaştırabilir.)

4/NİSÂ-20: Ve in eradtumustibdâle zevcin mekâne zevcin, ve âteytum ihdâhunne kıntâren fe lâ te’huzû minhu şey’â(şey’en), e te’huzûnehu buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
Ve eğer bir eşten ayrıldıktan sonra, yerine başka bir eş almak isterseniz ve onlardan birine önceden mehir olarak kantarlarca mal vermiş olsanız dahi, artık ondan (gerek mehri muaccel gerek mehri müeccel gerekse mehri misil olsun) verdiğiniz mehirden bir şeyi geri almayın. Onu iftira ederek ve apaçık günah işleyerek mi geri alacaksınız?

4/NİSÂ-21: Ve keyfe te’huzûnehu ve kad efdâ ba’dukum ilâ ba’dın ve ehazne minkum mîsâkan galîzâ(galîzan).
Ve onu nasıl alırsınız ki, birbirinizle kaynaşmıştınız ve onlar sizden kesin bir (müeccel) misak almışlardı.

Kadınların boşanma durumlarında; kendisinin ve çocuklarının geleceğini maddi olarak idame ettirebilmesi için “yaşam güvence bedeli” demek olan mehiri önceden belirtir ve ister. Erkek kadının belirlediği mehiri verir ise evlilik ancak bu şartlarda gerçekleşir. Kadın olsun erkek olsun her kul yeryüzüne Allah’a itaat üzerinde gönderildiği için, her kul amellerinden bizatihi kendisi sorumlu tutulur. Bu önemle; Kadınların ailesinden bir kişinin ya da bir başka vasinin kadın adına mehir belirleme yetkisi yoktur. {Nisa;6} Kadın rüşd yaşına erişince yani Allah’ın ayetlerini tartacak ve ayetler çizgisinde yaşamını yönetecek akli olgunluğa ulaşınca mehri mutlaka kendisi belirler. Mehir güvencesini, bir müşrik geleneği olan {bkz:Zühruf suresi 18} “başlık parası” ile karıştırılmamalıdır. Aile fertleri tarafından belirlenen ve istenen başlık parası ayetiyle sabittir ki bir müşrik geleneğidir ve İslam inancında haramdır ve İslam hukukunda fıska tabi tutulduğu için evlilik dahil her tür akti geçersiz kılan bir suçtur. İslam’da evlilik akidleri hukuki bir yükümlülüktür. Ve evlilikler mutlaka kadılar nezdinde yani günümüz karşılığı hakimler nezdinde yapılır. Günümüze tevil edecek olursak “mehir güvencesi” kadınlar lehine düzenlenmiş zaruri ve kanuni bir evlilik sözleşmesidir. İslami yaşantıda bağ bahçe hayvancılık madencilik vb toprağın işlenmesi işleri erkeklere verildiği için Mal mirasında erkeklerin hakları kadınlara nisbetle farklıdır. Ancak kadınları koruma ve kollama görevi erkeklere verildiği için {bkz;Nisa 34} kadınlar sadece kendilerine tanınmış bir imtiyaz olarak mehir haklarıyla güvence altına alınmıştır ve Mehirler İslami hukuka ait olduğu için, mehir güvence miktarı tamamen “kadınların özgür iradesine” bırakılırken kuralları ve hangi şartlarda verilip verilmeyeceği yine ayetleriyle gerekçelendirilir. İslam hukukunda mehirler kadınların geleceklerini teminat altına aldığı için kadılar (yani İslam hakimleri) nezdinde yazılı yapılır ve devlet arşivlerinde saklanarak tutulur. Ve mehirler. Mehr-i muaccel ve mehr-i müeccel olarak ikiye ayrılır. Mehirlerin bir kısmı nikah öncesi mutlaka nakdi verilmesi gerekirken, yazılı olan bir diğer kısmı yükümlülüklerin gözetilmesi bağlamında zamana tehir edilen mehirler demektir.
Mehr-i muaccel: Acele verilmesi gereken mehir demektir. Mehr-i muaccel kadın tarafından belirlendikten sonra haklar yazılı olarak kadı denetiminde yazılı bir halde hukuka terk edilir. Mehrin yarısı nakdi olarak kadınlara, Zifaftan veya halvetten önce mutlaka verilir. Verilmez ise nikah akdi geçersizdir. Eğer bir sebeple zifaf veya halvet olmaz ise mehrin yarısı yani aldığı kısmı hanımda kalır. Halvet tamamlanmışsa mehrin kalan kısmı kadı tarafından mutlaka hanımın hakkına terk edilir.{Bkz; Bakara suresi 237}
Mehr-i müeccel: Hemen verilmeyip daha sonra verilmesi gereken ve yazılı sözleşme akti ile ancak kadının isteği ile zamana terk edilen mehir demektir. Günümüze tevil edecek olursak Mehri müeccel, “kanuni ve zaruri bir evlilik sözleşmesidir” Ve müeccel mehir mutlaka kadınların önceden akidlerinde yazılı belirlediği zamanda verilmek zorundadır. Asla sürüncemeye bırakılmaz. Bu evlilik sürecinde kadın ölürse, kocası, müeccel mehiri mutlaka hanımının vârislerine verir. Kocası ölürse, mirasından mutlaka hanımına verilir.
Ve aşağıda örneklediğimiz {bkz; Mümtehine suresi 10, 11} ayetlerinde: Müşrikle evli olup da İslam’a sonradan hicret eden kadınların müşrik eşlerine mehiri tekrar iade etmesi gerekliliği, ayetiyle hüküm edildiği için bu borç {bkz:Tevbe Suresi 60) devletin “borçlular” kasasından ödenir. Evli olup sonradan İslama birlikte hicret eden çiftler için ; Her iki mehir, nikahtan önce bildirilmediği için, kadın mehir akdini belirtip eşine müeccel bildirir, bildirmediği hallerde, diğer kadınların aldıkları mehir emsal gösterilmekle Mehr-i misil olarak sabitlenir. Eğer kadın ölürse mehir eşten tahsil ile çocuklarına verilir. Kadının çocukları yok ve varisleri İslam’a geçiş yapmadıysa mehir yetimler ve kimsesizlerin hakkına devredilir.
60/MUMTEHİNE-10: Ey âmenû olanlar! Mümin olmak için hicret etmiş olan kadınlar size geldikleri zaman onları imtihan edin (İslam’a hicret sebeplerini sorun). Allah, onların îmânını çok iyi biliyor. Artık onların mü’min hanımlar olduğunu bilirseniz (mü’min olacaklarından emin olursanız), bundan sonra onları kâfirlere geri döndürmeyiniz. Onlar (İslam’a hicret edip mü’min olan hanımlar), artık diğerlerine (kâfir erkeklere) helâl değildir. Diğerleri de (kâfir erkekler de), onlar için (mü’min hanımlar için) helâl değildir. Onlara (kâfirlerin hanımları için önceden), infâk etmiş oldukları şeyi (Bkz; Tevbe 60 borçlular ödeneğinden) geri verin. Ve bundan sonra artık kendilerine (İslam’a hicret ederek mümin olmuş hanımlara) siz mehirlerini kendilerine verdiğiniz taktirde, o kadınlarla nikâh yapmanızda artık sizin üzerinize bir günah yoktur. Ve fakat aranızda kâfir olan kadınları asla nikâhınızda tutmayın. Ve siz onlara önceden ne infâk ettiyseniz (mehir olarak ne verdiyseniz) onu geri isteyiniz. Ve onlar da (Müşrikler de İslama hicret eden kadınlardan) infâk ettiklerini geri istesinler. İşte bu, Allah’ın hükmüdür. (Müşriklerle) Aranızda böyle hüküm vermektedir. Ve Allah; Alîm’dir (en iyi bilendir), Hâkim’dir (hüküm sahibidir).
60/MUMTEHİNE-11: Ve müminlerden herhangi birinin eşi kâfirlere katılırsa ve eşi için vermiş olduğu mehir (müşrikler tarafından) ona geri ödenmezse, sıra size geldiğinde onlar için (İslam’a hicret eden kadınlar için onlara) ödemeniz gereken miktardan tahsil ederek o mümin kişiye hakkını verin. Ve îmân etmiş olduğunuz Rabbinize karşı takva sahibi olun.

4/NİSÂ-22: Ve lâ tenkihû mâ nekaha âbâukum minen nisâi, illâ mâ kad selef(selefe), innehu kâne fâhışeten ve maktâ(maktan) ve sâe sebîlâ(sebîlen).
Ve babalarınızın nikâhladığı o kadınlarla artık nikâhlanmayın. Geçmişte olanlar günahtan muhaf olmak üzere; Muhakkak ki o, bir fuhuştur ve iğrenç bir şeydir. Ve kötü bir yoldur.

4/NİSÂ-23: Hurrimet aleykum ummehâtukum ve benâtukum ve ehavâtukum ve ammâtukum ve halâtukum ve benâtul ahi ve benâtul uhti ve ummehâtukumullâtî erdâ’nekum ve ehavâtukum miner radâati ve ummehâtu nisâikum ve rabâibukumullâtî fî hucûrikum min nisâikumullâtî dehaltum bihinn(bihinne), fe in lem tekûnû dehaltum bihinne fe lâ cunâha aleykum, ve halâilu ebnâikumullezîne min aslâbikum ve en tecmeû beynel uhteyni illâ mâ kad selef(selefe), innallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).
Geçmişte olanlar günahtan muhaf tutulduğu üzere, artık size, şu kişilerle evlenmeniz ve evli kalmanız günah ve haram kılındı; Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kızkardeş kızları, sizi emzirmiş olan anneleriniz (veya süt) anneleriniz, süt anneden olma kızkardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle birleştiğiniz kadınlarınızdan olma evlerinizde bulunan üvey kızlarınız varsa ve onlarla henüz birleşmediyseniz, o taktirde (ayrıldığınız zaman) hala sizin üzerinizde bir günah yükü yoktur. Ve sizin sulbünüzden gelen oğullarınızın eşleri ve iki kızkardeşi bir arada (nikâh altında) toplamanız da artık size günah ve haramdır. Muhakkak ki, Allah Gafur’dur, Rahîm’dir.

Tarih boyunca tüm “müşrik mutrafi inançlarında” mal, mülk ve evlat çokluğu tanrı sevgisine nisbet edildiği için, Arap müşrikler de, tüm mutrafi inançlarında olduğu gibi aile içi ensest ilişkiler dahil her tür evliliği ve çarpık ilişkiyi normal kabul etmişlerdir. Krallık yönetimlerinde veya kralın bulunmadığı küçük kavimler veya şehirlerde, “halkın üstün sınıf olarak saygı gösterdiği ve Kur’an’da, “mutrafiler” olarak zikredilen ve aynı zamanda o ülkenin veya içinde yaşadıkları şehrin tüm topraklarının da sahibi olan azınlık kesim”, kendi mülkleri ve topraklarını korumak gayesinde kalabalık ve güçlü ordulara ihtiyaç duydukları için, her tür çarpık ilişki ve evliliği meşrulaştırıp ilahların otoritesi üzerinden uydurdukları hükümlerle insanların çoğalmasını teşvik etmişlerdir.
Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {Bkz: Sebe suresi 37, bkz; Kalem suresi 14} “tanrının/ilahların sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır.  Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi  78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanan “Mekke ve Taif” eşrafından oluşan elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini sürdürebilmek adına, oluşturdukları {bkz:Alak suresi 17} “yönetim meclisi” birlikteliğinde, çeşitli tuzak ve iftiralarla topyekün Hz Muhammed (S.A.V) nebiye muhalefet ediyorlardı.
Nisa suresi 22, 23. ayetlerinde;, müşrik mutrafi inançlarına göre geçmişte yapılmış olan tüm evlilikler tamamen yasaklanırken; kadınları mutsuz ve huzursuz eden böylesi çarpık bir aile yaşantısına zorlanmış olan kadınlar ve çocukların bu evliliklerden, ne şekilde kurtulacakları ve bu esnada erkeklerin hangi ölçü içinde Allah’ın hükümlerini ifa etmeleri gerektiği Nisa suresi 127~130 ayetleri arasında ayrıca hüküm edilmiştir.

4/NİSÂ-24: Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâbellâhi aleykum, ve uhille lekum mâ verâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayre musâfihîn(musâfihîne), fe mestemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne ferîdah(ferîdaten) ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil ferîdah(ferîdati) innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve artık evli kadınlarla evlenmeniz size haram kılınmıştır. elinizin altında bulunan (Bkz: Mümtehine suresi 10,11 geçmişte müşriklerle evli olduğu halde İslam’a hicret eden ancak kağıt üzerinde hala müşrik bir kişi ile evli olup rahim sahipleri gözetiminde evde tutulan) o cariyeler müstesna.  (İşte bunlar) Allah’ın size yazdıklarıdır (farz kıldığı hükümlerdir). Ve bunların dışında olanlar, iffetli olmak ve zina yapmamak şartıyla mallarınızla onları istemeniz (mehirlerini vererek mirasınıza mecburi ortak ederek istemeniz) size helâl kılındı. Artık onlardan “faydalanmak isterseniz” o taktirde önce farz olan mehirlerini onlara verin. Ve bu farzdan sonra, (iki taraflı) razı olacağınız bir mehir miktarı üzerinde onunla anlaşmanızda sizin üzerinize bir günah yoktur. Muhakkak ki Allah Alîm’dir, Hakîm’dir.

4/NİSÂ-25: Ve men lem yestetı’ minkum tavlen en yenkıhal muhsanâtil mu’minâti fe min mâ meleket eymânukum min feteyâtikumul mu’minât(mu’minâti) vallâhu a’lemu bi îmânikum ba’dukum min ba’d(ba’dın), fenkihûhunne bi izni ehlihinne ve âtûhunne ucûrehunne bil ma’rûfi muhsanâtin gayre musâfihâtin ve lâ muttehızâti ehdân(ehdânin), fe izâ uhsinne fe in eteyne bi fâhışetin fe aleyhinne nısfu mâ alel muhsanâti minel azâb(azâbi), zâlike li men haşiyel anete minkum ve en tasbirû hayrun lekum vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve içinizden kimin, mü’min ve hür kadınlarla nikâh yapmaya (mehir verip evlenmeye) gücü yetmezse, o zaman (*Rahim sahiplerinin) ellerinin altında bulunan genç mü’min cariyelerden (Bkz ;Mümtehine suresi 10~12 cariyenin İslam’a tabi olup mümin olması şartıyla alıp) evlensin. Allah sizin îmânınızı daha iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz (aynı imandan gelmesiniz). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları şartıyla Rahim sahiplerinin izniyle mehirlerini (Mehr-i misal olarak cariyelere) marufla (Kuran ile hükmedildiği ölçüde) (Rahim sahipleri olarak) siz vererek onları nikâhlayın. Fakat, evli olduğu halde fuhuş yaparlarsa o taktirde hür kadınlara uygulanan cezanın yarısı kendilerine uygulanır. İşte bu (cariye köleler ile nikâhlanma izni) içinizden (zina etme) sıkıntısına düşmekten korkan takva sahibi müminler içindir. Ve sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Ve Allah Gafur’dur, Rahîm’dir.

İslam’da; {Bkz; Nisa suresi 24} Köle ve cariye kullanmak ve onlardan faydalanmak yasaktır. Savaşta efendilerinden kaçıp İslam’a hicret etmek isteyen veya müşrik efendilerinin kaçmasıyla ortada kalan ancak İslam’ı tercih eden köleler veya cariyeler Rahim sahipleri tarafından {bkz:Nisa suresi 36} ayetinde belirtildiği üzere güzel muamele edilerek himaye edilir ve Rahim sahipleri tarafından mehirleri verilerek evlendirilirdi. {Bkz: Nisa suresi 25} Kölelik yasak olduğu için Ayetinde belirtildiği üzere Rahim sahiplerinin koruma ve gözetiminde evde tutulan cariyelerden asla {bkz; Nisa suresi 24} “faydalanılmazdı”. Ancak kendi evlenme arzuları ile mehirlerinin hür kadınlarda olduğu gibi mutlaka ödenmesi {bkz: Nur suresi 32,33 Nisa suresi 25} şartlarıyla evlendirilen cariyeler ancak evlendikten sonra diğer hür kadınlar gibi aile hayatına katılıp ev işlerine katkı ve fayda sağlarlardı. Ve İslam’a hicret etmiş erkek köleler ise Rahim sahipleri gözetiminde bir iş sahibi yapılarak ve evlendirilmek cihetiyle topluma kazandırılarak rehabilite edilirdi. Kuran’da Rahim sahipleri önderliğiyle yapılan bu rehabilitasyon çalışmaları için “ıslah etmek” deyimi kullanılmıştır. {Bkz; Enfal 74 -Beled 13~18 Mücadele 3 Maide 89} Ayrıca Cariye ve Kölelerin yaşamlarının ıslahı ve rehabilitasyon çalışmaları hususiyetinde ayetiyle ödenek ayrılmıştır. Bkz; Tevbe Suresi 60

4/NİSÂ-26: Yurîdullâhu li yubeyyine lekum ve yehdîyekum sunenellezîne min kablikum ve yetûbe aleykum vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Allah size de (Hükmünü) beyan ederek sizi, sizden öncekilere de ulaştırdığı gibi (müşrik mutrafi inançlarından arındırıp İslam/ Zikr) kanununa ulaştırmak ve böylece tövbelerinizi kabul etmek ister. Ve Allah Alîm’dir (en iyi bilendir), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).

4/NİSÂ-27: Vallâhu yurîdu en yetûbe aleykum ve yurîdullezîne yettebiûneş şehevâti en temîlû meylen azîmâ(azîmen).
Ve Allah sizin tövbenizi kabul etmek isterken, o şehvetlerine uyanlar (sizi aldatıp sömüren mutrafiler) ise, sizin büyük bir meyille onlara temayül etmenizi isterler.

4/NİSÂ-28: Yurîdullâhu en yuhaffife ankum, ve hulikal insânu daîfâ(daîfen).
İnsan zayıf yaratıldığı için, Allah daima sizin tevbelerinizi kabul etmek ister.

4/NİSÂ-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne ticâreten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum, innallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen).
Ey âmenû olanlar ! (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar ) Birbirinizin mallarını kendi rızanızla yaptığınız ticari anlaşmanız haricinde, (Bkz Nisa suresi 36~39 İslama sonradan hicret edenlere ve yoksunlar için harcanmakta olan ve İslam’ın emrettiği infak sadaka zekat ödemelerinden kaçınmak için) batılla yemeyin . Ve birbirinizi ve kendinizi öldürmeyin (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah, size karşı Rahîm’dir.

4/NİSÂ-30: Ve men yef’al zâlike udvânen ve zulmen fe sevfe nuslîhi nâra(nâren) ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ(yesîran).
Ve kim bunu düşmanlık ve zulümle yaparsa, o taktirde biz onu yakında ateşe yaslayacağız. Ve işte bu, Allah için kolaydır.

4/NİSÂ-31: İn tectenibû kebâira mâ tunhevne anhu nukeffir ankum seyyiâtikum ve nudhılkum mudhalen kerîmâ(kerîmen).
Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan (Bkz; Nisa suresi 48 şirk küfür îmânından ve küfür imanı hükümlerinden ) kaçınırsanız, ve İslam’a tabi olursanız sizin günahlarınızı örteriz ve sizi ikram olunacağınız bir yere koyarız.

4/NİSÂ-32: Ve lâ tetemennev mâ faddalallâhû bihî ba’dakum alâ ba’d(ba’dın), lir ricâli nasîbun mimmektesebû ve lin nisâi nasîbun mimmektesebn (mimmektesebne), ves’elûllâhe min fadlih(fadlihî) innallâhe kâne bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Ve Allah’ın bazınızı, bazınıza üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin ( bkz: Nisa suresi 34 Erkeklere üretim için miras edilmiş mallara/mirasa göz dikmeyin) Erkekler için, kazandıklarından sizin için de bir nasip vardır ve kadınlar için de, kazandıklarından bir nasip vardır. Ve Siz daima Allah’tan, O’nun fazlından isteyin. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi bilendir.

4/NİSÂ-33: Ve li kullin cealnâ mevâliye mimmâ terekel vâlidâni vel akrabûn(akrabûne) vellezîne akadet eymânukum fe âtûhum nasîbehum innallâhe kâne alâ kulli şey’in şehîdâ(şehîden).
Ve ana- babanın ve yakın akrabaların bıraktıklarından, (ayetlerimizle) herkesi mirascı kıldık. Ve artık, yeminlerinizin bağlandığı kimselere de paylarını verin. Muhakkak ki Allah herşeye şahittir.

4/NİSÂ-34: Er ricâlu kavvâmûne alen nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu) vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vehcurûhunn(vehcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen) innallâhe kâne aliyyen kebîrâ(kebîren).
Erkekler, (işletmesini yaptıkları) mallarından (kadınlar için mehir ve nafaka olarak) harcamaları sebebiyle ve Allah’ın, onların bir kısmını, diğerlerine (fiziken ve toprağın ve malların işlenmesinde ve mirasında) üstün kılmasından dolayı, erkekler de kadınların üzerinde kâimdirler (koruyup gözetici, kollayıcıdırlar). Salih amel yapan kadınlar ki, Allah’ın hükümlerine itaatkârdırlar, Allah’ın (onların mehir ve miras haklarını erkeklere mecburi verdirerek ) koruması sebebiyle, onlar da buna mukabil gaybde (Eşlerinin bulunmadığı ortamlarda, hem kendilerinin, hem eşlerinin mal ve izzetinin) koruyucusudurlar. Allah’ın bildirdiği tüm bu hükümlere itaatsizliklerinden korktuğunuz (kadınlara) ise (önce) nasihat ediniz. Ve hala itaat etmezlerse (önemini vurgulamak için,iddet bekleme sürecindeki gibi) onları yataklarında yalnız bırakıp bu süre içinde ayrılarak fırsatlandırın. Bundan sonra eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Muhakkak ki Allah Âli’dir (yücedir), Kebîr’dir (büyüktür).

4/NİSÂ-35: Ve in hıftum şıkâka beynihimâ feb’asû hakemen min ehlihî ve hakemen min ehlihâ, in yurîdâ ıslâhan yuveffikıllâhu beynehumâ innallâhe kâne alîmen habîrâ(habîren).
Ve eğer ikisinin (karı-kocanın) arasının açılmasından korkarsanız, o taktirde erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. İkisi de (karı-koca) arayı düzeltmeyi isterlerse, Allah onların aralarının düzelmesinde onları başarılı kılar (muvaffak eder). Muhakkak ki Allah Alîm’dir (en iyi bilendir), Habîr’dir (haberdar olandır).

4/NİSÂ-36: Va’budûllâhe ve lâ tuşrikû bihî şeyen ve bil vâlideyni ihsânen ve bizil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vel câri zil kurbâ vel câril cunubi ves sâhıbi bil cenbi vebnis sebîli ve mâ meleket eymânukum, innallâhe lâ yuhıbbu men kâne muhtâlen fehûrâ(fehûren).
Aracıları ve vesileleri terk ederek yalnızca Allah’a kul olun. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve ana-babaya, yakın kılınanlara, (İslam’a hicret edenlere) onların yetimlerine, miskinlerine (işsizlerine), gerek yakın komşunuz, gerekse uzaktaki arkadaşınız olsun, (İslam’a hicret ederken) o yolda kalmışlara (Bkz; Enfal suresi 72 ayetiyle Hicret etmek için sizden yardım talep edenlerin velayeti/yardım etmek üzerinize farz kılınmış olduğu üzere; İslam’a hicret etmek için sizden yardım talep eden ancak hicret edenlerin evine barkına Müşrikler tarafından el konulduğu için İslam’a hicrette çaresizce yolda kalmış olan o kimselere) ve elinizin altında sahip olduklarınıza (kölelere, cariyelere, ) güzellikle ve ihsanla ( hem maddi hem manevi bağışlayıcı affedici yol gösterici olup güzellikle) davranın. Muhakkak ki Allah, kibirli olan ve övünen kimseleri sevmez.

4/NİSÂ-37: Ellezîne yebhalûne ve ye’murûnen nâse bil buhli ve yektumûne mâ âtâhumullâhu min fadlıh(fadlıhî) ve a’tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).
Onlar ki, (O müşrik mutrafi kafirler ki) onlar (fakire yoksuna İnfak etmez) sadece cimrilik ederler ve insanlara cimriliği emrederler. Ve Allah’ın fazlından verdiği nimetleri (cimrilik ederek) gizlerler. işte bu kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırladık.

4/NİSÂ-38: Vellezîne yunfıkûne emvâlehum riâen nâsi ve lâ yu’minûne billâhi ve lâ bil yevmil âhir(âhiri) ve men yekuniş şeytânu lehu karînen fesâe karînâ(karînen).
Ve onlar, (O müşrik kafirler ki) mallarını insanlara gösteriş için (hava atıp kibirlenmek için) batıla (aracılık kurumuna/aracılık kurumunu ayakta tutmak için) infâk ederler, Allah’a ve ahiret gününe inanmazlar. Ve kim şeytanı kendisine yakın arkadaş edinirse, işte bu kötü bir arkadaşlıktır.

4/NİSÂ-39: Ve mâzâ aleyhim lev âmenû billâhi vel yevmil âhıri ve enfekû mimmâ razakahumullâh(razakahumullâhu) ve kânellâhu bihim alîmâ(alîmen).
Ve ne olurdu onlar, Allah’a ve ahiret gününe îmân etselerdi ve Allah’ın kendilerine verdiği rızıktan (Allah için) infak etselerdi (İslam’ın İnfak emri gereği yoksunlar için harcasalardı). Ve fakat Allah onları en iyi bilendir.

4/NİSÂ-40: İnnellâhe lâ yazlimu miskâle zerreh(zerretin) ve in teku haseneten yudâıfhâ ve yu’ti min ledunhu ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, zerre kadar zulmetmez. Ve eğer bir iyilik yaparsanız, onu kat kat arttırır. Ve kendi katından “büyük ecir “ (karşılık) verir.

4/NİSÂ-41: Fe keyfe izâ ci’nâ min kulli ummetin bi şehîdin ve ci’nâ bike alâ hâulâi şehîdâ(şehîden).
Artık (ahirette) her ümmetten bir şahit (resûl) getirdiğimiz zaman ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdiğimiz zaman (halleri) nice olacak?

4/NİSÂ-42: Yevme izin yeveddullezîne keferû ve asavur resûle lev tusevvâ bihimul ard(ardu) ve lâ yektumûnallâhe hadîsâ(hadîsen).
Kâfîrler ve resûle asi olanlar (Resûllerine karşı gelen müşrikler), o izin günü (hesap azap günü) kendilerinin yerle bir olmalarını temenni ederler. Ve (şimdi inkâr ettikleri hiçbir) sözü orada Allah’tan gizleyemezler.

4/NİSÂ-43: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ takrabûs salâte ve entum sukârâ hattâ ta’lemû mâ tekûlûne ve lâ cunuben illâ âbirî sebîlin hattâ tagtesilû ve in kuntum merdâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum minel gâiti ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum innallâhe kâne afuvven gafûrâ(gafûran).
Ey âmenû olanlar! Sarhoş iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken, yolcu olmanız hariç, gusül abdesti alıncaya kadar, namaza yaklaşmayın! Eğer hasta iseniz veya yolculukta iseniz veya sizden biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuş fakat su bulamamışsanız, o taktirde temiz toprağa teyemmüm edin, sonra onu yüzlerinize ve ellerinize mesh edin (sürün). Muhakkak ki Allah, günahları affeden, mağfiret edendir. İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki siz de düşünürsünüz.

Bakara suresi inene kadar Hem yahudiler Hem Hristiyanlar Hem Müminler birlikte namaz kılar ve aynı yöne doğru ibadet ederlerdi. {bkz; Bakara suresi 142,145} ayetlerinden emirle artık kıble tevili yapılmıştı ve Allah’ın huzurunda olduklarında yani Namaz kılarken, müminlere Allah’a “haşyetten içleri titreyecek bir saygı ve samimiyet içinde ciddiyetle yönelmeleri” “namazı doğru kılmaları” hususunda gerekli uyarılar yapılmıştır. {Bkz; bakara 45, 46, 83 110, 238,239}
Nisa suresi iniş sırasına göre Kuran’da 98. sırada Bakara suresi ise 92. sıradadır. Bakara suresi ile Kıble tevili yapıldıktan sonra yahudi ve hristiyanların Namaza içkili devam etmeleri ve müminlere de “içkili namaza yaklaşmakta günah yoktur” gibi “Allah’a alenen saygısızlık” demek olan böylesine basit saygısız telkinlerde bulunmaları üzerine Nisa 43. 44. ayetlerinde kitap verilenlerin bu tutumu yerilmekte ve onlar gibi Allah’ın huzuruna saygısızca ve içkili halde yaklaşmamaları adına müminlere ikazlar yapılmaktadır.
Öncesinde nüzûl edilmiş Bakara Suresi 219. ayetinde zaten içkinin yasak ve günah olduğu belirtilmiş olup üstelik İçki ve kumardan kazanç sağlayanların ahiret akibetleri de vurgulanmıştır.
“Bakara2/219 Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar de ki; Her ikisi de büyük günahtır! Kumar ve içki günahı ile (yeryüzünde) menfaatananların (kazanç sağlayanların) zararı, akibet açısından (ahiret azabı mukayese edildiğinde) yararından daha büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “affınıza koşul tutulanı” infak edin. Bakara suresi 219
İslami yaşantının ihyasında kullanılan ve Bakara 273 Nisa 92 Tevbe suresi 6o gibi ayetleriyle sabit kılınan, “İslami yaşantı ihtiyaç ve gerekliliklerini” İnfak ederek karşılamak “affın koşuludur”.
Ancak Kuran indiği dönemde bu ihtiyaçtan bile daha fazla bağış teberru etmiş olanlar olmuştur ve Tevbe Suresi 79. ayetinde mallarıyla cihad eden hatta ihtiyaçtan fazlasını bile teberru etmiş olan o muttaki kişiler çok övülmüştür. Ancak, sadaka vermekle, bakımıyla yükümlü olduğu ailesinin zora düşeceğini düşünecek kadar fakir olanların af koşulları, Mücadele 12,13 ayetlerinde ayrıca açıklanmıştır.

4/NİSÂ-44: E lem tere ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yeşterûned dalâlete ve yurîdûne en tedıllus sebîl(sebîle).
Kendilerine daha önce Kitap’tan nasip verilenleri görmedin mi? Şimdi (küfür imanıyla) Dalâleti satın alıyorlar ve sizin de yoldan (Allah’ın yolundan) sapmanızı (namazda, içkide, yetimleri ve kadınları ve rahimleri gözetmede vb dalâlete düşmenizi) istiyorlar.

4/NİSÂ-45: Vallâhu a’lemu bi a’dâikum ve kefâ billâhi veliyyen, ve kefâ billâhi nasîrâ(nasîran).
Ve sizin düşmanlarınızı en iyi Allah bilir. Ve dost olarak Allah kâfidir. Ve yardımcı olarak Allah kâfidir.

4/NİSÂ-46: Minellezîne hâdû yuharrifûnel kelime an mevâdııhî ve yekûlûne semi’nâ ve asaynâ vesme’ gayra musmeın ve râınâ leyyen bi elsinetihim ve ta’nan fîd dîn(dîni) ve lev ennehum kâlû semi’nâ ve ata’nârnâ le kâne hayran lehum ve akvem(kveme) ve lâkin leanehumullâhu bi kufrihim fe lâ yu’minûne illâ kalîlâ(kalîlen).
Yahudilerden, (Tevrat’taki) kelimelerin konuldukları yerleri değiştirip tahrif edenler (mânâlarını bozanlar) şimdi de dillerini eğip bükerek ve dîni yererek ;kibirle (Allah’a): ayetlerini “İşittik ama isyan ettik. İşit, işitmez olası “râinâ” (yahudi dilinde asıl sen bize bak: ahmak) diyorlar. Ve eğer onlar, gönderdiğimiz ayetlerden sonra “İşittik ve itaat ettik, Ey Rabbimiz artık bizi işit ve biz artık Kuran’a ve hak din İslama döndük bize bak.” deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha sağlam olurdu. Allah bu küfürleri sebebiyle şimdi onları lânetledi. Artık onların pek azı hariç, îmân etmezler.

4/NİSÂ-47: Yâ eyyuhellezîne ûtûl kitâbe âminû bi mâ nezzelnâ musaddikan li mâ meakum min kabli en natmise vucûhen fe neruddehâ alâ edbârihâ ev nel’anehum kemâ leannâ ashâbes sebt(sebti) ve kâne emrullâhi mef’ûlâ(mef’ûlen).
Ey kendilerine kitap verilenler! Yanınızdakini (Hz Muhammed S.A.V Nebi’yi) tasdik edici olarak indirdiğimize (Zikr’e/Kuran’a), “yeryüzündeki yüzlerinizi ölüm ile silip ve böylece dünya hayatlarınızı arkalarınıza çevirmemizden önce veya geçmişte sizden ashab-ı sebt’i (“cumartesi günü yasağı”nı çiğneyenleri) lânetlediğimiz gibi yeryüzünde şimdi sizleri de lânetlememizden önce” îmân edin. Ve Allah’ın emri her dönem ve daima hep yerine gelmiştir.

4/NİSÂ-48: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kadifterâ ismen azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki Allah, O’na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah’a şirk koşarsa, o taktirde büyük bir günah işleyerek Allah’a iftira etmiştir.

4/NİSÂ-49: E lem tere ilellezîne yuzekkûne enfusehum belillâhu yuzekkî men yeşâu ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
Kendi nefslerini temize çıkaranları (benim kalbim temiz diyenler) görmedin mi? Hayır (öyle değil). Dilediği kişinin nefsini ancak O Allah tezkiye eder. Ve onlar, hurma çekirdeğinin ince ipliği kadar (bile) zulüm olunmazlar.

4/NİSÂ-50: Unzur keyfe yefterûne alâllâhil kezib(kezibe) ve kefâ bihî ismen mubînâ(mubînen).
Bak, (Allaha evlat nisbet edip uydurdukları sözde evlatlar üzerinden batıl hükümler koyarak ve af şefaat hidayet vb gibi Allah’ın ulûhiyet yetkilerini gasp edip kendilerini hüküm koyucu ilan ederek) Allah’a nasıl yalanla iftira ediyorlar ve (bu) onlara apaçık bir günah olarak kâfidir.

4/NİSÂ-51: E lem tere ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yu’minûne bil cibti vet tâgûti ve yekûlûne lillezîne keferû hâulâi ehdâ minellezîne âmenû sebîlâ(sebîlen).
Kitaptan kendilerine pay verilen (Ehli-kitap müşrik) kimseleri görmedin mi? Onlar, (Arap müşrikler) Cibte (putlara) ve tâguta (aracıların putlar üzerinden uydurduğu sahte hükümlere) inanıyorlarken; İslam’ı inkâr eden (ve kendileri gibi aracılık şirk müessesesiyle halkı sömürdükleri için kendileriyle müttefik olan Arap müşrik) kimseler için; “Bunlar o îmân eden (amenü mümin) kimselerden daha doğru bir yoldadır.” diyorlar.

4/NİSÂ-52: Ulâikellezîne leanehumullâh(leanehumullâhu) ve men yel’anillâhu fe len tecide lehu nasîrâ(nasîran).
İşte onlar, Allah’ın lânetledikleridir ve Allah kimi lânetlerse, artık onun için asla bir yardımcı bulamazsın.

4/NİSÂ-53: Em lehum nasîbun minel mulki fe izen lâ yu’tûnen nâse nekîrâ(nekîren).
Yoksa onların, mülkden bir nasibi mi var? Öyle olsaydı insanlara bir çekirdek bile vermezlerdi.

4/NİSÂ-54: Em yahsudûnen nâse alâ mâ âtâhumullâhu min fadlıh(fadlıhî), fe kad âteynâ âle ibrâhîmel kitâbe vel hikmete ve âteynâhum mulken azîmâ(azîmen).
Yoksa onlar, Allah’ın fazlından (Amenü oldukları için) insanlara verdiği şeyler yüzünden şimdi haset mi ediyorlar? (çekemiyorlar mı)? Oysa Biz, (Geçmişte Ehli kitabın intisap ettiği) Hz.İbrâhîm ailesine de kitap ve hikmet vermiştik.Ve onlara da (geçmişte) “büyük mülk “verdik.

4/NİSÂ-55: Fe minhum men âmene bihî ve minhum men sadde anh(anhu) ve kefâ bi cehenneme saîrâ(saîran).
Oysa (geçmişte Kitab’ı onlara indirdiğimiz halde) onlardan kimi O’na îmân etti, kimi de O’ndan yüz çevirdi ve (hangi dönemde yaşamış olurlarsa olsunlar, kendilerine kitap verildiği halde iman etmemiş olanlara) alevli ateş olarak cehennem kâfidir.

4/NİSÂ-56: İnnellezîne keferû bi âyâtinâ sevfe nuslîhim nâra(nâran), kullemâ nadicet culûduhum beddelnâhum culûden gayrehâ li yezûkûl azâb(azâbe) innallâhe kâne azîzen hakîmâ(hakîmen).
Muhakkak ki âyetlerimizi inkâr eden o kimseleri yakında ateşe atacağız. Onların derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onların (derilerini) başka deriler ile tekrar tekrar değiştireceğiz. Muhakkak ki Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.

4/NİSÂ-57: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti senudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve nudhıluhum zıllen zalîlâ(zalîlen).
Ve âmenû olan (Allaha aracısız iman ve teslim olan ve (Allah’ı razı etmek için yetimlerin yoksunların gözetilmesi vb gibi ) ıslâh edici amel işleyenleri, altından nehirler akan cennetlere koyacağız. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Onlar için orada temiz eşler vardır. Ve onları güzel bir gölgeye koyacağız.

4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli), innallâhe niımmâ yeızukum bih(bihî), innallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri (size âyetleriyle bildirdiği şekilde ve ölçüde ) sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman ise, adaletle (İslam hukukuyla/Allah’ın hükümleriyle) hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (Kuran âyetleriyle) size güzel öğütler veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.

4/NİSÂ-59: Yâ eyyuhellezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve ulil emri minkum fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilallâhi ver resûli in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri), zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).
Ey âmenû olanlar (Allah’a aracısız îmân ve teslim olanlar)! Allah’a ve Resûl’e ve sizden olan idarecilere (Allah’ın hükümlerine göre hükmetme yetkisi verip başınıza yetkili kıldığınız idarecilere ) itaat edin. Bundan sonra eğer bir hususta ihtilâfa düşerseniz, o taktirde Allah’a ve ahiret gününe îmân ediyorsanız, onu Allah’a ve Resûl’üne (Kuran tamamlandığı için günümüzde Kuran’a) götürün. Bu daha hayırlıdır ve bu yöntem tevîl bakımından en güzelidir.

4/NİSÂ-60: E lem tere ilellezîne yez’umûne ennehum âmenû bimâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike yurîdûne en yetehâkemû ilat tâgûti ve kad umirû en yekfurû bih(bihî) ve yurîduş şeytânu en yudıllehum dalâlen baîdâ(baîden).
Sana indirilene ve senden önce indirilenlere (Zikr’e) inandığını zanneden (o batıla saplanmış) kimseleri görmedin mi? Onlar. tağutu inkâr etmekle emrolundukları halde, şimdi tekrar tagutun önünde muhakeme olunmayı istiyorlar. Ve şeytan, böylece onları uzak bir dalâletle saptırmak (dalâlete düşürmek) istiyor.

4/NİSÂ-61: Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûli raeytel munâfıkîne yesuddûne anke sudûdâ(sudûden).
Ve onlara: “Allah’ın indirdiğine (Kur’ân’a) ve Resûl’e gelin.” denildiği zaman, münafıkların senden yüz çevirerek ayrıldıklarını görürsün.

4/NİSÂ-62: Ve keyfe izâ esâbethum musîbetun bimâ kaddemet eydîhim summe câûke yahlıfûne billâhi in eradnâ illâ ihsânen ve tevfîkâ(tevfîkan).
Bundan sonra onlara, elleriyle işlediklerinden dolayı bir musîbet geldiği zaman halleri nasıl olur. Sonra sana gelince; “Biz sadece iyilik etmek ve aralarını birleştirmek istedik.” diye Allah’a yemin ederler.

4/NİSÂ-63: Ulâikellezîne ya’lemullâhu mâ fî kulûbihim fe a’rıd anhum vaızhum ve kul lehum fî enfusihim kavlen belîgâ(belîgan).
İşte onlar, Allah’ın kalplerinde olanı bildiği kişilerdir. Artık onlardan yüz çevir, onlara vaaz et (nasihat et) ve onlara kendileri hakkında belagatli ( Bkz Nisa suresi 65 Allah’a tam bir teslimiyet içinde olmaları gerektiğini vurgulayarak etkili) söz söyle.

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah’ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, o zaman Allah mutlaka, onların tövbesini ve Resûl’ün mağfiret talebini kabul eder onlara bir rahmet edici olurdu.

4/NİSÂ-65: Fe lâ ve rabbike lâ yu’minûne hattâ yuhakkimûke fîmâ şecere beynehum summe lâ yecidû fî enfusihim harecen mimmâ kadayte ve yusellimû teslîmâ(teslîmen).
Artık hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şey hakkında, seni hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükümden dolayı “içlerinde bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça” îmân etmiş olmazlar.

4/NİSÂ-66: Ve lev ennâ ketebnâ aleyhim enıktulû enfusekum evihrucû min diyârikum mâ fealûhu illâ kalîlun minhum ve lev ennehum fealû mâ yûazûne bihî le kâne hayran lehum ve eşedde tesbîtâ(tesbîten).
Ve eğer onlara: “Nefslerinizi öldürün.” veya “Yurtlarınızdan çıkın.” diye yazsaydık (farz kılsaydık) muhakkak ki, onlardan pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Ve eğer onlar, kendilerine öğütleneni yapsalardı mutlaka bu kendileri için daha hayırlı ve sebatı bakımından (îmânları) daha sağlam olurdu.

4/NİSÂ-67: Ve izen le âteynâhum min ledunnâ ecren azîmâ(azîmen).
Ve o zaman Biz onlara, mutlaka katımızdan “büyük ecir” verirdik.

4/NİSÂ-68: Ve le hedeynâhum sırâten mustekîmâ(mustekîmen).
Ve onları mutlaka Sıratı Mustakîm’e (Allah’a ulaştıran yola) iletirdik.

4/NİSÂ-69: Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike refîkâ(refîkan).
Ve kim, Allah’a ve Resûl’e itaat ederse, o taktirde işte onlar, Allah’ın kendilerine ni’met verdiği nebîlerle ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır.

4/NİSÂ-70: Zâlikel fadlu minallâh(minallâhi) ve kefâ billâhi alîmâ(alîmen).
İşte bu fazl (büyük ihsan) Allah’tandır. Ve Allah, “en iyi bilen olarak” kâfidir.

4/NİSÂ-71: Yâ eyyuhellezîne âmenû huzû hızrakum fenfirû subâtin evinfirû cemîâ(cemîan).
Ey âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar)! Silahlarınızı alın. Artık bölük bölük veya toplu olarak savaşa çıkın.

Nisa suresi 71. ayetinden itibaren savaş hazırlıkları başlamakta olup devam eden ayetlerinde savaşa çıkmadan önce nelere dikkat edilmesi gerektiği Aziz Allah tarafından bildirilmektedir.

4/NİSÂ-72: Ve inne minkum le men le yubattienn(yubattienne), fe in esâbetkum musîbetun kâle kad en’amallâhu aleyye iz lem ekun meahum şehîdâ(şehîden)..
Ve muhakkak ki sizden bazıları (münafıklar savaşa çıkmakta) mutlaka yavaş davranır, sonra da ardından eğer size bir musîbet isabet ederse: “Allah beni ni’metlendirdi de, bu yüzden ben onlarla beraber şehit olmadım.” der.

4/NİSÂ-73: Ve lein esâbekum fadlun minallâhi le yekûlenne ke en lem tekun beynekum ve beynehu meveddetun yâ leytenî kuntu meahum fe efûze fevzen azîmâ(azîmen).
Ve eğer gerçekten Allah’tan size bir fazl (zafer) isabet ederse, sanki sizinle onun arasında (savaşa ne zaman çıkılacağına dair) sanki bir görüşme olmamış gibi mutlaka; “Keşke ben de onlarla beraber olsaydım, ve böylece ben de büyük bir fevz kazansaydım.” der.

4/NİSÂ-74: Fel yukâtil fî sebîlillâhillezîne yeşrûnel hayâted dunyâ bil âhireh(âhireti) ve men yukâtil fî sebîlillâhi fe yuktel ev yaglib fe sevfe nu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Öyleyse dünya hayatını, ahiret hayatı karşılığında (bu gibi kurnazlıklarla) satmaya yeltenenler, Allah yolunda savaşsınlar. Ve kim Allah yolunda savaşırken öldürülse veya gâlip gelse, o taktirde Biz onlara muhakkak “büyük ecir” vereceğiz.

4/NİSÂ-75: Ve mâ lekum lâ tukâtilûne fî sebîlillâhi vel mustad’afîne miner ricâli ven nisâi vel vildânillezîne yekûlûne rabbenâ ahricnâ min hâzihil karyetiz zâlimi ehluhâ, vec’al lenâ min ledunke veliyyâ(veliyyen), vec’al lenâ min ledunke nasîrâ(nasîran).
Ve size ne oluyor ki; “Ey Rabbimiz! Halkı zalim olan bu (kafir/müşrik) kasabadan bizi çıkar ve katından bize bir velî ve yardımcı gönder.” diye yardım dilenen zayıf ve aciz erkekler, kadınlar ve çocuklar için Allah’ın yolunda savaşmıyorsunuz?

4/NİSÂ-76: Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh(sebîlillâhi) vellezîne keferû yukâtilûne fî sebîlit tâgûti fe kâtilû evliyâeş şeytân(şeytâni), inne keydeş şeytâni kâne daîfâ(daîfen).
Âmenû olanlar, Allah’ın yolunda savaşırlar ve kâfir olanlar ise tagutun yolunda savaşırlar. O halde siz o şeytanın dostlarıyla savaşın. Muhakkak ki şeytanın hilesi zayıftır.

4/NİSÂ-77: E lem tere ilellezîne kîle lehum kuffû eydiyekum, ve ekîmus salâte ve âtûz zekâh(zekâte), fe lemmâ kutibe aleyhimul kıtâlu izâ ferîkun minhum yahşevnen nâse ke haşyetillâhi ev eşedde haşyeh(haşyeten), ve kâlû rabbenâ lime ketebte aleynel kıtâl(kıtâle), lev lâ ahhartenâ ilâ ecelin karîb(karîbin), kul metâud dunyâ kalîl(kalîlun) vel âhıretu hayrun li menittekâ ve lâ tuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
Kendilerine: “Ellerinizi (savaştan) çekin, namazı kılın ve zekâtı verin.” denilen kimseleri görmedin mi? Halbuki onların üzerine savaş yazıldığı (farz kılındığı) zaman, onlardan bir kısmı, (münafık olanlar) insanlardan, Allah’tan korkar gibi veya daha da çok korkarlar ve: “Rabbimiz niçin şimdi üzerimize savaşı farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir etseydin olmaz mıydı?” dediler. De ki: “Dünya metaı (menfaati) elbette pek azdır ve ahiret ise takva sahibi olan kimseler için çok daha hayırlıdır. Ve siz orada, (hurma çekirdeğindeki) lif kadar bile zulmedilmezsiniz.”

4/NİSÂ-78: Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin), ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min ındik(ındike), kul kullun min ındillâh(ındillâhi), fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).
Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşır. Hatta en sağlam kalelerde olsanız bile. Eğer onlara bir iyilik isabet ederse: “Bu Allah’tandır.” derler. Ve eğer onlara bir kötülük isabet ederse: “Bu sendendir.” derler. De ki: “Hepsi Allah’ın katındandır.” Artık bu topluluğa ne oluyor ki söz anlamaya yanaşmıyorlar?

4/NİSÂ-79: Mâ esâbeke min hasenetin fe minallâh(minallâhi), ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik(nefsike), ve erselnâke lin nâsi resûlâ(resûlen), ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Sana iyilikten ne isabet ederse, işte o Allah’tandır. Ve sana kötülükten de ne isabet ederse, o taktirde bu, (Allah’ı ve hükümlerini terk etmen sebebiyle) kendi nefsindendir. Ve Biz seni, insanlara Resûl olarak gönderdik ve muhakkak ki şahit olarak her şeyi bilen ve gören Allah yeter.

4/NİSÂ-80: Men yutiır resûle fe kad atâallâh(atâallâhe), ve men tevellâ fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzen).
Kim Resûl’e itaat ederse, böylece andolsun ki Allah’a itaat etmiş olur. Ve kim yüz çevirirse, o taktirde Biz seni, onların üzerine muhafız olarak göndermedik.

4/NİSÂ-81: Ve yekûlûne tâatun fe izâ berezû min indike beyyete tâifetun minhum gayrellezî tekûl(tekûlu) vallâhu yektubu mâ yubeyyitûn(yubeyyitûne), fe a’rıd anhum ve tevekkel alâllâh(alallâhi) ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ve müşrikler, önce “kabul” derler. Sonra senin yanından ayrıldıkları zaman müşriklerden bir grup, senin söylediğin sözleri yaptığın anlaşmaları değiştirip sanki sen başka bir şey söylemişsin gibi geceleyin gizlice kurgularlar ve Allah, onların gece neler kurguladıklarını yazıyor. Artık sen onlardan yüz çevir ve Allah’a tevekkül et (Allah’a güven) ve Allah, vekil olarak kâfidir.

4/NİSÂ-82: E fe lâ yetedebberûnel kur’ân(kur’âne) ve lev kâne min indi gayrillâhi le vecedû fîhihtilâfen kesîrâ(kesîran).
Ve Onlar (müminler) hâlâ Kur’ân’ı tedebbür (tedbir) etmezler mi ? (onlara önceden hüküm edilmiş ayetleri zihinlerinde tedbir edip düşünmezler mi ?) Ve eğer O ayetler Allah’tan başkasının katından olsaydı, onun içinde muhakkak pek çok aykırılıklar,çelişkiler ihtilâflar da bulunurdu.

4/NİSÂ-83: Ve izâ câehum emrun minel emni evil havfi ezâû bih(bihî) ve lev reddûhu iler resûli ve ilâ ulil emri minhum le alimehullezîne yestenbitûnehu minhum ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu letteba’tumuş şeytâne illâ kalîlâ(kalîlen).
Ve (oysa bu ihtilaflar ve çelişkiler Kur’an’da olmamasına rağmen) kendilerine barış veya savaş anlaşmalarıyla ilgili haberler geldiğinde (aranızdaki münafıklar) onu hemen etrafa yayıyorlar. Halbûki o haberi önce {bkz; Nisa suresi 59. Size ayetiyle önceden hüküm edildiğini tedebbür ederek) önce Resul’e veya içlerinden yetki verdikleri kimselere götürselerdi, elbette o haberi değerlendirip doğru sonuç çıkarabilecek nitelikte olanları onu anlayıp hemen bilirlerdi. Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, pek azınız hariç, muhakkak hepiniz şeyrana uyardınız.

Savaş hazırlıkları esnasında Müşrikler, müminlere karşı savaşıp İslam’ı yok etmek istedikleri halde, bir taktik olarak, “Allah’ın Resul’üne İslam davetine icabet edeceklerini söyleyip, bu yanıltıcı sözleşme ardınca müminleri ve hazırlıklarını gevşetmek gayesinde sanki artık barış yapılacakmış gibi haberler kurgulayıp o düzmece barış haberlerini münafıklar aracılığıyla müminler arasında yayan kimseler kastedilmekte Ve; Eğer Allah’ın müminler üzerindeki lütfu ve merhameti olmasaydı sizler de o haberlere itimat edip şeytana uyar gevşerdiniz. zikredilmektedir.

4/NİSÂ-84: Fe kâtil fî sebîlillâh(sebîlillâhi), lâ tukellefu illâ nefseke ve harrıdıl mu’minîn(mu’minîne), asallâhu en yekuffe be’sellezîne keferû valâhu eşeddu be’sen ve eşeddu tenkîlâ(tenkîlen).
Öyleyse Allah’ın yolunda cihad et. Sen kendi nefsinden başkası ile sorumlu tutulmazsın. Ve mü’minleri savaşmaya teşvik et. Umulur ki Allah, o kâfirlerin kuvvet ve saldırılarını (üzerinizden) çeker . Ve Allah, güç olarak daha güçlü ve cezası daha şiddetlidir.

4/NİSÂ-85: Men yeşfa’ şefâaten haseneten yekun lehû nasîbun minhâ ve men yeşfa’ şefâaten seyyieten yekun lehu kiflun minh(minhâ) ve kânallâhu alâ kulli şey’in mukîtâ(mukîten).
Artık kim Allah yolunda çarpışan müminler lehine iyilik yapılmasına yardım ederse, ondan (o iyilikten) onun bir şefaat nasibi olur. Ve kim şerr işleyenlere yardım ederse onun da mutlaka ondan (o şerrden) bir payı olur. Ve Allah, herşeye mukayyet olandır.

4/NİSÂ-86: Ve izâ huyyîtum bi tehıyyetin fe hayyû bi ahsene minhâ ev ruddûhâ innallâhe kâne alâ kulli şey’in hasîbâ(hasîben).
Ve bir selâmla selâmlandığınız taktirde siz, ondan daha güzeli ile selâm verin veya onu (aynen) iade edin. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi hesap edendir.

4/NİSÂ-87: Allâhu lâ ilâhe illâ huve le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ raybe fîh(fîhi) ve men asdeku minallâhi hadîsâ(hadîsen).
Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Sizi, hakkında şüphe olmayan kıyâmet gününde mutlaka O bir araya toplayacaktır. Ve Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?

4/NİSÂ-88: Fe mâ lekum fil munâfikîne fieteyni vallâhu erkesehum bi mâ kesebû e turîdûne en tehdû men edallallâh(edallallâhu), ve men yudlilillâhu fe len tecide lehu sebîlâ(sebîlen).
Öyleyse size ne oluyor ki, aranızdaki münafıklar hakkında (farklı düşünen) iki grup oldunuz. Ve Allah, onları, işleyip kazandıkları seyyiat sebebiyle tersine (müşriklerin saflarına küfre) çevirdi Allah’ın dalâlete düşürdüğü kimseleri hidayete erdirmek mi istiyorsunuz? Ve Allah, kimi dalâlete düşürürse artık sen onun için asla başka bir yol bulamazsın.

4/NİSÂ-89: Veddû lev tekfurûne kemâ keferû fe tekûnûne sevâen fe lâ tettehızû minhum evliyâe hattâ yuhâcirû fî sebîlillâh(sebîlillâhi), fe in tevellev fe huzûhum vaktulûhum haysu vecedtumûhum, ve lâ tettehızû minhum veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).
Çünkü; Onlar, kendileri gibi İslam’ı inkâr etmenizi (kâfir olmanızı) ve böylece onlarla bir olmanızı istediler. Artık onlar (sizi küfür imanına döndürmek için tuzaklar kurup mücadele eden o küfrün önderlerini) Allah’ın yoluna (İslam’a) hicret ettiklerini görünceye kadar onlardan dost edinmeyin. Ve yüz çeviriyorlarsa o taktirde onları nerede bulursanız yakalayın ve onları öldürün. Ve onlardan asla dost ve bir yardımcı edinmeyin.

4/NİSÂ-90: İllellezîne yasılûne ilâ kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun ev câûkum hasıret sudûruhum en yukâtilûkum ev yukâtilû kavmehum ve lev şâellâhu le selletahum aleykum fe le kâtelûkum, fe inı’tezelûkum fe lem yukâtilûkum ve elkav ileykumus seleme, fe mâ cealallâhu lekum aleyhim sebîlâ(sebîlen).
Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar, yahut ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp (tarafsız olarak) size gelenler başka. Eğer Allah dileseydi, onları da size musallat kılardı da (onlar da böylece) sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak durarak, sizinle savaşmayıp size barış teklif ediyorlarsa; (demek oluyor ki Allah’ın kalplerine İslam şerh etmesiyle size yakın kıldığı bu topluluklara) saldırmak için Allah, size de bir yol (yetki) vermemiştir.

4/NİSÂ-91: Setecidûne âharîne yurîdûne en ye’menûkum ve ye’menû kavmehum kullemâ ruddû ilel fitneti urkisû fîhâ, fe in lem ya’tezilûkum ve yulkû ileykumus seleme ve yekuffû eydiyehum fe huzûhum vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ulâikum cealnâ lekum aleyhim sultânen mubînâ(mubînen).
Sizin aranızda görünerek ve kendi kavimlerinin arasında onlardan görünerek güvende kalmak isteyen başka münafıkları da bulacaksınız.( Fakat müşrikler tarafından) fitneye her çağırılışlarında, onlar daima ona (müşriklerin saflarına katılıp küfür imanına) geri döndüler. Şâyet bundan sonra sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler, ellerini sizden çekmezlerse, o taktirde onları da nerede bulursanız yakalayın ve öldürün. Ve işte size, onların da üzerine (saldırmanız için) apaçık bir yetki verdik.

4/NİSÂ-92: Ve mâ kâne li mu’minin en yaktule mu’minen illâ hataâ(hataen), ve men katele mu’minen hataen fe tahrîru rakabetin mu’minetin ve diyetun musellemetun ilâ ehlihî illâ en yessaddakû, fe in kâne min kavmin aduvvin lekum ve huve mu’minun fe “tahrîru rakabetin” mu’mineh(mu’minetin), ve in kâne min kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun fe diyetun musellemetun ilâ ehlihî ve tahrîru rakabetin mu’mineh(mu’minetin), fe men lem yecid fe sıyâmu şehreyni mutetâbiayni tevbeten minallâh(minallâhi), ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve bir mü’minin, bir mü’mini (savaşta), “hata ile olması durumu hariç” öldürmesi size yasaktır ve kim bir mü’mini bir hata sonucu öldürürse, o zaman bir mü’min köle azad etmesi ve ölenin ailesine (ailenin razı olacağı maddi tazminatı) bir diyet olarak teslim etmiş olması gerekir, ancak onların, (ölen kişinin ailesinin o diyeti) sadaka olarak (fakirlerin yoksulların yetimlerin bakımı için gönüllü) bağışlamaları hariç. Fakat o (hata ile öldüren) eğer, size düşman bir kavimden olup ve o mü’minse, o taktirde, bir mü’min köle azad etmesi gerekir. Ve eğer sizinle arasında anlaşma bulunan bir kavimden ise o zaman ölenin ailesine teslim edilmiş bir diyet ve bir mü’min köle azad etmesi gerekir. Fakat (bunları) yapmaya imkân bulamayan kimse ise, o taktirde tövbesinin Allah tarafından kabulu için, ardarda iki ay oruç tutsun .Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi hüküm verendir.

Savaşta müşriklerin eline esir düşmüş müminler, müşrikler tarafından köle olarak kabul edilir ve satılırdı. Ve savaşta Müminlere esir düşenler ise; İslamda köle ticareti ve köleden faydalanmak yasak olduğu için esir muamelesi görerek bir mümin esire karşılık fidye olarak sunulurdu. {bkz; Muhammed suresi 4} Fidye veren bir müşrik olmaz ise savaş bittiğinde köle olarak tutulmaz mutlaka serbest bırakılırdı ve Eğer esirlerin arasından İslam’a hicret etmek isteyen olursa diğer müminler gibi muamele edilerek her tür yardımı görürdü. {bkz; Enfal 72,73}  Allah yolunda müşriklerle savaşan ve bu kutsal gayede müşriklere esir düşmüş müminler çoğunlukla satın alınmak suretiyle özgürlüğüne kavuşturulmuştur. {Bkz Bakara 177}  Yukarıdaki Nisa 92. ayetinde anılan “Tahrîr-i rakabe “ esir düşmüş müminlerin kurtarılması hususunda “kaybedilen bir cana karşılık özgürlüğüne kavuşturularak yaşama döndürülen bir diğer can” kısas ve kıyasındadır. Öncesinde inmiş Bakara suresi 177 ayetinde esirlerin satın alınarak kurtarılması müminlere zaten farz kalınmıştı.

4/NİSÂ-93: Ve men yaktul mu’minen muteammiden fe cezâuhu cehennemu hâliden fîhâ ve gadıballâhu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azîmâ(azîmen).
Ve kim, bir mü’mini taammüden (kastederek) öldürürse, o takdirde onun cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir ve Allah ona gazab etmiş ve ona lânet etmiştir. Ve (Allah), onun için “büyük azap” hazırlamıştır.

4/NİSÂ-94: Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ darabtum fî sebîlillâhi fe tebeyyenû ve lâ tekûlû li men elkâ ileykumus selâme leste mu’minâ(mu’minen) tebtegûne aradal hayâtid dunyâ fe indallâhi megânimu kesîreh(kesîretun), kezâlike kuntum min kablu fe mennellâhu aleykum fe tebeyyenû innallâhe kâne bimâ ta’melûne habîrâ(habîran).
Ey âmenû olanlar! Allah’ın yolunda (savaşmak üzere) sefere çıktığınız zaman artık (mü’mini kâfirden ayırt etmek için) iyice araştırıp açığa çıkarın. Ve size selâm verip (teslim olan) kimseye, dünya hayatının geçici metaını (çıkarını) isteyerek: “Sen mü’min değilsin.” demeyin. Oysa Allah’ın katında ganimet çoktur. Daha önce siz de öyle idiniz, (İslam’a hicret etmeden önce o müşrikler gibi o kafirlerin saflarındaydınız) o zaman Allah (lütufta bulunup) sizin üzerinize de ni’metini O verdi. O halde siz de (İslam’a teslim olma niyetiyle size gelenleri) iyice araştırıp açığa çıkarın. Muhakkak ki Allah, yaptığınız şeylerden haberdardır.

4/NİSÂ-95: Lâ yestevîl kâıdûne minel mu’minîne gayru ulîd darari vel mucâhidûne fî sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim, faddalallâhul mucâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim alel kâidîne dereceh(dereceten) ve kullen vaadallâhul husnâ ve faddalallâhul mucâhidîne alel kâıdîne ecren azîmâ(azîmen).
Özür sahibi olmayan mü’minlerden (savaşa gitmeyip) oturanlar ile Allah’ın yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler etmeyenlerle bir değildir. Ve mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri Allah, derece bakımından, özür sahibi olup da oturanların üstünde daha faziletli kıldı ve Allah (malları ve canlarıyla) savaşanların hepsine “Hüsna”yı vaadetti. Ve ancak Allah, o savaşan mücahitleri, oturup kalanlar üzerinde ve “büyük bir ecir” ile üstün kıldı.

4/NİSÂ-96: Derecâtin minhu ve mağfireten ve rahmeh(rahmeten) ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
(Mücahitler için) Allah tarafından dereceler, mağfiret ve rahmet vardır. Ve Allah, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahim’dir.

4/NİSÂ-97: İnnellezîne teveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim kâlû fîme kuntum kâlû kunnâ mustad’afîne fîl ard(ardı), kâlû e lem tekun ardullâhi vâsiaten fe tuhâcirû fîhâ fe ulâike me’vâhum cehennem(cehennemu) ve sâet masîrâ(masîran).
Muhakkak ki melekler, yeryüzünde kendi nesflerine zulmeden o kimseleri öldürürlerken : (tüm insanlar İslam saflarına hicret edip Allah yolunda savaşırlarken) “Siz nerede idiniz?” diye sorarlar.. (Onlar da): “Biz yeryüzünde ( Bkz; Nisa suresi 37 varlıklarıyla kibirlenen o zengin mutrafilerin yanında hizmet eden ve onlara mecburen tabi olmuş) zayıf (fakir) kimselerdik.” diye bahane ederler. (Melekler de): “Allah’ın arzı geniş değil miydi ki, (müşriklerin aralarında kalmak yerine) oraya hicret etseydiniz ya!” derler. İşte onların da varacakları yer muhakkak cehennemdir ve (o) ne kötü bir varış yeridir.

4/NİSÂ-98: İllel mustad’afîne miner ricâli ven nisâi vel vildâni lâ yestatîûne hîleten ve lâ yehtedûne sebîlâ(sebîlen).
Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan, (İslam’a hicret için) gerçekten hiçbir çareye gücü yetmeyen ve bir yol bulamayan, (bu yüzden hicret edememiş) o zayıf (imkandan yoksun fakir) olanlar hariç.

4/NİSÂ-99: Fe ulâike asâllâhu en ya’fuve anhum ve kânallâhu afuvven gafûrâ(gafûren).
İşte onları, Allah’ın affetmesi umulur. Ve Allah affedendir, mağfiret edendir.

4/NİSÂ-100: Ve men yuhâcir fî sebîlillâhi yecid fîl ardı murâgamen kesîren veseah(veseaten), ve men yahruc min beytihî muhâciren ilâllâhi ve resûlihî summe yudrikhul mevtu fe kad vakaa ecruhu alâllâh(alâllâhi), ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve kim, Allah yolunda İslama hicret ederse, akabinde yeryüzünde ( Allah’ın ihsanıyla) göç edilecek birçok geniş yer ve imkan bulur. Ve kim, Allah ve O’nun elçisine hicret etmek için evinden çıkar, sonra da kendisine ölüm yetişirse, (köleler cariyeler hür müşrikler vb gibi İslama hicret edenler) artık onların ecri (mükâfatı) daima Allah’a ait olmuştur. Ve Allah, Gafur’dur, Rahîm’dir.

Nisa suresi nüzûlü 98. şuradadır. İniş sırasına göre daha önce 70 sırada nüzul edilmiş olan {bkz: Nahl suresi dönemi 41.} ayetinde İslam’a hicret etmek isteyen kimselerin “rahat ve güvenli bir yurda yerleştirilecekleri” Allah’ın “açık çağrı” hükmüyle müjdelenmiştir. Nisa suresi 100. ayetinde de bu aynı müjde yinelenmektedir. Ve daha önce 84. sırada nüzul edilen Rum suresi 34. ayetinde İslama hicret eden kişilerin haklarının verilmesi muhkem ayetiyle hüküm edilmiştir. Rum suresinde yakın kılınanların bakımı ve rehabilitasyonu için gerekli olan sadakanın toplanıp kimseyi mağdur etmeden zor durumda bırakmadan verilmesi buyurulmaktadır. 70. sırada indirilmiş olan Nahl suresi ve 84. sırada indirilen Rum suresinde “İslam’a hicret eden” ihtiyaç sahiplerinin, sahiplenilmesi hakkındaki zekat çağrıları öyle etkili olmuştur ki bu yardımlaşma sayesinde hür ya da köle bir çok kişinin İslam’a geçişi sağlanmıştır. 

4/NİSÂ-101: Ve izâ darabtum fîl ardı fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mines salâti, in hıftum en yeftinekumullezîne keferû, innel kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ(mubînen).
Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size kötülük edeceklerinden korkarsanız, o taktirde namazdan kısaltmanızda, size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır.

4/NİSÂ-102: Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min verâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten) ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum innallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).
Ve sen onların arasında olduğun zaman, onlara namazı ikame ettiğin (kıldırdığın) taktirde, öyle ki onların bir kısmı seninle beraber ayakta (namaza) dursun ve silâhlarını da alsınlar, böylece diğerleri secde ettikleri zaman, sizin arkanızda olsunlar. Ve namaz kılmamış olan grup da gelsin, bu şekilde seninle beraber namazlarını kılsınlar, koruma tedbirlerini ve silâhlarını da alsınlar. Kâfirler silâhlarınızdan ve mühimmatınızdan (savaş techizatınızdan) gaflette olmanızı ve böylece sizin üzerinize “tek bir hamle ile baskın yapmayı ” isterler. Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız , silâhlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırlamıştır.

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah’ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü’minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.

4/NİSÂ-104: Ve lâ tehinû fîbtigâil kavm(kavmi) in tekûnû te’lemûne fe innehum ye’lemûne kemâ te’lemûn(te’lemûne) ve tercûne minallâhi mâ lâ yercûn(yercûne) ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve (bu esnada düşmanınız olan) kavmi aramakta gevşeklik göstermeyin. Ayrıca eğer siz (bu savaş esnasında) bir acı çekiyorsanız unutmayın ki mutlaka onlar da, sizin çektiğiniz gibi acılar çekiyorlar. Ve öyle ki siz onların ümit bile edemedikleri yardımları Allah’tan ümit edebiliyorsunuz. Ve Allah, en iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

4/NİSÂ-105: İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı li tahkume beynen nâsi bimâ erâkallâh(erâkallâhu), ve lâ tekun lil hâinîne hasîmâ(hasîmen).
Muhakkak ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmetmen için Biz, sana bu Kitab’ı hak olarak indirdik. Ve sakın Sen o ihanet edenlere (mümin görünüp kendi kavmine ihanet eden o münafıklara) taraftar olma.

4/NİSÂ-106: Vestagfirillâh(vestagfirillâhe), innallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve Allah’tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm’dir (sadece müminlere yardım himaye ve hidayet edendir).

4/NİSÂ-107: Ve lâ tucâdil anillezîne yahtânûne enfusehum innallâhe lâ yuhıbbu men kâne havvânen esîmâ(esîmen).
Ve kendi kavimlerine (müminlere) ihanet edenler için asla mücadele etme. Muhakkak ki Allah, ihanette ısrar eden günahkârları sevmez.

4/NİSÂ-108: Yestahfûne minen nâsi ve lâ yestahfûne minallâhi ve huve meahum iz yubeyyitûne mâ lâ yerdâ minel kavl(kavli) ve kânallâhu bi mâ ya’melûne muhîtâ(muhîtan).
Onlar (gerçek niyetlerini) insanlardan gizlerler ama Allah’tan gizleyemezler. Onlar, Allah’ın razı olmayacağı sözlerle geceleyin gizlice düzenler kurarlarken O (Allah), daima müminlerle beraberdir. Allah, onların kurdukları tüm tuzakları kuşatandır.

4/NİSÂ-109: Hâ entum hâulâi câdeltum anhum fîl hayâtid dunyâ fe men yucâdilullâhe anhum yevmel kıyâmeti em men yekûnu aleyhim vekîlâ(vekîlen).
İşte siz böylesiniz. (Merhamet sahibisiniz) Dünya hayatında onlardan yana (af edilmeleri için) mücadele ettiniz. Fakat, kıyâmet günü onlardan için Allah ile kim mücadele edecek veya kim onlara vekil olacak?

4/NİSÂ-110: Ve men ya’mel sûen ev yazlim nefsehu summe yestagfirillâhe yecidillâhe gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve kim kötülük yapar veya nefsine zulmeder, sonra da ardından Nasuh bir tevbe edip Allah’tan mağfiret dilerse, Muhakkak ki Allah’ı mağfiret edici ve rahmet edici olarak bulur.

4/NİSÂ-111: Ve men yeksib ismen fe innemâ yeksibuhu alâ nefsih(nefsihî) ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ve kim bir günah kazanırsa o taktirde onu, sadece kendi nefsine kazanır. Ve Allah Alîm’dir (her kulun ne yaptığını neler kurduğunu en iyi bilendir), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).

4/NİSÂ-112: Ve men yeksib hatîeten ev ismen summe yermi bihî berîen fe kadihtemele buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
Ve kim hata yaparak veya bir suç işleyerek günah kazanır sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, o taktirde o apaçık bir iftira günahını da yüklenmiş olur.

4/NİSÂ-113: Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum en yudıllûk(yudıllûke) ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min şey’(şey’in) ve enzelallâhu aleykel kitâbe vel hikmete ve allemeke mâ lem tekun ta’lem(ta’lemu) ve kâne fadlullâhi aleyke azîmâ(azîmen).
Ve eğer Allah’ın fazlı ve rahmeti senin üzerine olmasaydı, onlardan bir grup mutlaka seni saptırmaya kastedecekti. Ve (Allah’ın fazlı ve yardımları olduğu sürece) onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar. Ve sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Ve O Allah ki, sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri O öğretti. Ve Allah’ın senin üzerindeki fazlı çok fazla ve çok büyüktür.

4/NİSÂ-114: Lâ hayra fî kesîrin min necvâhum illâ men emere bi sadakatin ev ma’rûfin ev ıslâhın beynen nâs(nâsi) ve men yef’al zâlikebtigâe merdâtillâhi fe sevfe nu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Onların gizli konuşmalarının çoğunda maruf yoktur. (Allah’ın bildirdiği kural ve kaideler/hükümleri yoktur) Sizlerden (İslami yaşantıyı) ıslah için “sadaka vermeyi veya yoksunlara iyilik yapmayı veya insanların arasını düzeltmeyi” maruf ile (Allah’ın ayetleriyle hüküm ettiği ölçülerle) emreden kimselerin (kendi aralarındaki gizli) konuşmaları hariç. Ve kim Allah rızasını istemek için marufu yerine getirirse, (Allah’ın hükümlerini yerine getirirse) o taktirde ona “büyük mükâfat” vereceğiz.

4/NİSÂ-115: Ve men yuşâkıkır resûle min ba’di mâ tebeyyene lehul hudâ ve yettebi’ gayre sebîlil mu’minîne nuvellıhî mâ tevellâ ve nuslihî cehennem(cehenneme) ve sâet masîrâ(masîran).
Ve kim kendisine hidayet beyan edildikten (açıkladıktan) sonra resûle muhalefet ederse ve mü’minlerin yolunun dışında (o münafıklar gibi) şerr yola tâbî olursa, onu ebediyyen döndüğü yola çeviririz ve onu mutlaka cehenneme yaslarız. Ve o ne kötü varış yeri.

4/NİSÂ-116: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşreke bihî ve yagfiru mâdûne zâlike li men yeşâu ve men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîdan).
Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri ise, dilediği kimse için mağfiret eder. Ve kim Allah’a şirk koşarsa, o taktirde o, uzak bir dalâletle sapmıştır.

4/NİSÂ-117: İn yed’ûne min dûnihî illâ inâsâ(inâsen), ve in yed’ûne illâ şeytânen merîdâ(merîden).
Onlar, ancak O’ndan (Allah’tan) başka dişilere (Lat, Uzza, Menat olarak isimlendirdikleri dişi ilahelere ) taparlar. Ve böylece onlara dua ettiklerini zan ederlerken aslında o isyankâr şeytanı çağırırlar.

4/NİSÂ-118: Leanehullâh(leanehullâhu), ve kâle le ettehizenne min ibâdike nasîben mefrûdâ(mefrûdan).
Allah, ona (şeytana) lânet etti. Ve (şeytan ahirette) şöyle dedi: “Ben mutlaka, Senin kullarını saptırarak kendime belli bir nasip edineceğim.”

4/NİSÂ-119: Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le âmurennehum fe le yubettikunne âzânel en’âmi, ve le âmurennehum fe le yugayyirunne halkallâh(halkallâhi), ve men yettehıziş şeytâne veliyyen min dûnillâhi fe kad hasire husrânen mubînâ(mubînen).
Ve yeryüzünde onları mutlaka dalâlette bırakacağım. Ve onları, mutlaka {bkz: Nisa 120} emaniyyeye düşüreceğim ve mutlaka onlara batılı emredeceğim. Böylece onlar, mutlaka davarların kulaklarını kesecekler ve böylece Allah’ın yarattığını değiştirecekler. Ve kim, Allah’tan başka, şeytanı dost edinirse artık o, apaçık bir delalet ile hüsrana uğramıştır.

4/NİSÂ-120: Yeıduhum, ve yumennîhim, ve mâ yeıduhumuş şeytânu illâ gurûrâ(gurûren).
(Şeytan) onlara vaad eder ve onları emaniyyeye düşürür. Ve şeytan, onlara emaniyye ile aldatmaktan başka bir şey vaadetmez.

Emani ;Öğütlerine uyulması karşılığında hidayet vereceğine iman edilen aracı kimseler demektir.
Emaniyye kelimesi emani kelimesinden türemiş bir kavramdır ve manası; Yetkisi olmadığı halde Allah adına kendisi veya mensubu olduğu bir cemaat veya tarikat üzerinden “uydurma hükümlerle” insanlara hidayet açıklamaktır. İslam inancında aracılık kurumu şirk zikredilip müminlere yasaklandığı için; Allah’a ve hükümlerine aracısız iman ve teslim olmaya, “amenü olmak” denir. Müşrik inanç anlayışında emani, çoğul kullanılışı emaniler , af, tevbe, hidayet gibi Aziz Allah’ın uluhiyet yetkilerini ellerinde bulundurduklarını söyleyen, “Allah böyle şeylere karışmaz bu yetkiyi bize verdi” ya da “putlarımıza” ya da “meleklerimize verdi” veya “günümüzde şiilerin de iddia ettiği gibi şialara verdi” vb. lafzıyla iddialarda bulunup, insanları putlar melekler veya tarikatları veya cemaatları üzerlerinden çeşitli yalan vaadlerle yazılı, sözlü aldatan, günümüzde ruhban tabir ettiğimiz aracılık kurumunu yaşatan kişilerdir. Emaniyye tezekkür ayetleri için  Bkz: Bakara suresi 78, 79, 111 Nisa suresi 120, 123 Hadid suresi 14

4/NİSÂ-121: Ulâike me’vâhum cehennemu ve lâ yecidûne anhâ mahîsâ(mahîsan).
İşte onların barınacakları yer cehennemdir. Ve ondan kaçacak bir yer bulamazlar.

4/NİSÂ-122: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), va’dallâhi hakkâ(hakkan), ve men asdaku minallâhi kîlâ(kîlen).
Ve onlar ki, âmenû olup, (Allah’a aracısız iman ve teslim olup) ( İslam’a hicret edenler üzerinde) “ıslâh edici salih amel” işledilerse, işte onları, altlarından nehirler akan cennetlere koyacağız, orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah’ın vaadi haktır (mutlak gerçektir). Ve Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?

bkz; Nisa suresi 1  Nisa suresi 25 ,114 , 173 Enfal suresi 76 Kuran’daki emir ve yasaklar doğrultusunda ve yoksunların gözetilmesi hükmüyle kim İslam’a hicret eden köleleri cariyeleri yetimleri vb gibi yoksunları ıslah ederek yükümlülüklerini yerine getirir böylece İslami yaşantıyı ihya eyler ise, o takva sahibi muttakiler için cennet yurdu müjdelenmektedir.

4/NİSÂ-123: Leyse bi emâniyyikum ve lâ emâniyyi ehlil kitâb(kitâbi), men ya’mel sûen yucze bihî, ve lâ yecid lehu min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).
Sizin emaniyenizle veya kitap ehlinin emaniyesi ile değil, kim kötülük yaparsa onun hükmüyle (Kuran hükümleri ile)  cezalandırılır. Ve orada kendisini (azaptan koruyacak) Allah’tan başka bir velî ve bir yardımcı da asla bulamaz.

4/NİSÂ-124: Ve men ya’mel mines sâlihâti min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne nakîrâ(nakîren).
Ve erkeklerden veya kadınlardan mü’min olarak, kim yeryüzünde (Allah’ı razı etmek için) salih amel yaparsa o taktirde, işte onlar, cennete girerler ve onlara (ahirette) hurma çekirdeğinin lifi kadar bile zulmedilmez.

4/NİSÂ-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
Ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuş ve vechini (varlığını sadece) Allah’a teslim ederek muhsin olan o kimselerden başka, dînen daha ahsen kim vardır. Ve O Allah ki, (bu yüzden) Hz. İbrâhîm’i dost edindi.

İslam dinini diğer inançlardan ayrıştıran en belirgin özelliklerden ilki yaratıcı tanımıdır. Parantez içindeki ilgili te-zikr/tezekkür ayetlerinde {Bkz; Yunus suresi 68, 105 Nisa suresi 125 Nahl suresi 123 Rum suresi 30 Bakara suresi 135 Ali İmran 67, 95 Enam suresi 161  Beyyine süresi 5 Hacc suresi 31 } açıklandığı üzere “hanif kavramı”; samimiyet demek olan İhlas suresinde tanımlanmış, Oğlu veya kızları olmayan eşi dengi ve benzeri olmayan ve insana benzer eksik sıfatlardan münezzeh, İşinde ve hükmünde asla ortak veya vekil kabul etmeyen, Ehad Samed ve Vahid Allah’a inanarak İslam dinine tabi olanlara hanif denir.
Kuran’da, Hz İbrahim, Hz Musa gibi mürselinlerin kıssalarında, fitne tanrılarının reddiyesi ardınca “Ben mü’minlerin ilkiyim” ifadesiyle İhlas suresinde zikredilen Allah’a kul olmanın İslama geçişin ilk şartı olduğu vurgulanmıştır.
Oğlu veya kızlarını yeryüzü yönetimine vekili olarak atamış olduğuna inanılan aracıların hayal mahsulü insana benzer fitne ilahları veya ilahelerini reddedip, Allah’a aracısız yönelmekte olan kişilere “hanif” onların tabi oldukları dine “hanif din” denir.
22/HACC-31 Hanifler dini yalnızca Allah’a özgüleyerek Allah’a aracısız imam ve teslim olan kullardır. (Allah’ın hükmüne kendilerini ortakçı gösteren aracılık müessesesinin sahte düzmece ilahları ve hükümleriyle) , Allah’a şirk koşmayanlardır. Ve kim Allah’a şirk koşarsa o taktirde sanki o, gökyüzünden düşmüş de böylece onu, avcı bir kuş (insanları hidayet yolundan saptıran emani aracılar) kapmış gibi ve rüzgâr, onu (cennetten) uzak bir mekâna atmış gibidir.

4/NİSÂ-126: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kânellâhu bi kulli şey’in muhîtâ(muhîtan).
Ve oysa göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Ve Allah, (o isnad ettikleri hiçbir aracıya ve vekile ihtiyaç duymadan) herşeyi kuşatandır.

4/NİSÂ-127: Ve yesteftûneke fîn nisâi kulillâhu yuftîkum fîhinne, ve mâ yutlâ aleykum fîl kitâbi fî yetâmen nisâillâtî lâ tu’tûnehunne mâ kutibe lehunne ve tergabûne en tenkihûhunne vel mustad’afîne minel vildâni, ve en tekûmû lil yetâmâ bil kıst(kıstı) ve mâ tef’alû min hayrin fe innallâhe kâne bihî alîmâ(alîmen).
Ve kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kadınların haklarını daha önceki indirdiği kitaplarda farz kılmış olduğu halde, onlara vermediğiniz hakları ve zulüm ile (zorla ) nikâhlamak istediğiniz aciz yetim kız çocukları hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız hususunda şimdi size Kitab’ında tilavet edilmekte olan âyetleriyle fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.

4/NİSÂ-128: Ve in imraetun hâfet min ba’lihâ nuşûzen ev ı’râdan fe lâ cunâha aleyhimâ en yuslıhâ beynehumâ sulhâ(sulhan), ves sulhu hayr(hayrun), ve uhdıratil enfusuş şuhh(şuhha), ve in tuhsinû ve tettekû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran).
Ve (Bkz Nisa suresi 23 geçmişte mutrafi inançları üzerinde, ensest, çocuk ve çoklu evlilikler gerçekleştirildiği için) Eğer bir kadın kocasının ilgisizliğinden veya kötü muamele ile zorla tutmasından hala korkuyorsa, aralarında sulh yaparak bir uzlaşmaya vardıkları takdirde artık o kimselere günah yoktur. (Hala müşrik töresine göre kadınları evde zorla tutuyorlarsa o fasıklar günahkar kalır) ( ve (Müminler kardeştir akdi gereği) sulh yaparak ayrılmak elbette en hayırlısıdır. Nefsler cimriliğe kıskançlığa ve hırsa meyilli yaratılmıştır. Eğer güzel davranır ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

4/NİSÂ-129: Ve len testatîû en ta’dilû beynen nisâi ve lev harastum fe lâ temîlû kullel meyli fe tezerûhâ kel muallakah(muallakati) ve in tuslihû ve tettekû fe innallâhe kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve (mücadele edip) kadınlar arasında adaleti sağlamaya gayret etseniz bile (o adaleti sağlamaya) asla güç yetiremezsiniz o halde birine tamamen meyledip (ilgi gösterip), böylece diğerini muallakta bırakıyormuş gibi (haksızlık yaparak) onlardan ayrılmayın. Takva sahibi olarak eğer aranızı düzeltir (Bkz: Nisa suresi 19,20, 21 İslam dininin size şeriat ettiği o müeccel veya misil mehirlerini onlara vererek) onlardan güzellikle ayrılırsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, Gafur’dur ve Rahîm’dir.

4/NİSÂ-130: Ve in yeteferrekâ yugnillâhu kullen min seatih(seatihî) ve kânallâhu vâsian hakîmâ(hakîmen).
Ve eğer geçimsizlik içinde kalıp sizden ayrılıyorlarsa, Vasi Allah, kendi genişliğinden (bol ve geniş nimetinden rızık ve ihsanı ile) hepsini gani kılar (o ayrılanları ihya edip kimseye muhtaç etmez). Ve Allah, Vâsi’dir (o müminlerin üzerinde geleceklerini, malları ve mülklerini düzenleyip tayin eden yegane kudrettir), Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).

4/NİSÂ-131: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve lekad vassaynellezîne ûtûl kitâbe min kablikum ve iyyâkum enittekullâh(enittekullâhe) ve in tekfurû fe inne lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kânallâhu ganiyyen hamîdâ(hamîden).
Ve göklerde ve yeryüzünde olanlar (herşey) Allah’ındır ve andolsun ki Biz, sizden önce kitap verilenlere, “Allah’a karşı takva sahibi olmalarını” sizlere hüküm ettiğimiz gibi onlara da vasiyet ettik (farz kıldık). Ve eğer siz hükmünü inkâr etseniz bile, muhakkak ki göklerde ve yeryüzünde olanlar Allah’ındır. Ve Allah, Gani’dir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), Hamîd’dir (övgü ve takdirlere lâyık olandır).

4/NİSÂ-132: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı) ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ve göklerde ve yeryüzünde olan (melekler) Allah’ındır. Ve o halde Allah, vekil olarak herkese yeter.

4/NİSÂ-133: İn yeşa’ yuzhibkum eyyuhen nâsu ve ye’ti bi âharîn(âharîne) ve kânallâhu alâ zâlike kadîrâ(kadîran).
Ey insanlar; Eğer O (Allah) dilerse (sınanmakta olduğunuz) yeryüzünden sizi giderir ve yerinize başkalarını getirir! Ve Allah bunu yapmaya Kadirdir.

4/NİSÂ-134: Men kâne yurîdu sevâbed dunyâ fe indallâhi sevâbud dunyâ vel âhırah(âhırati) ve kânallâhu semîan basîrâ(basîran).
Kişi (sadece) dünya menfaatı için sevap kazanmak istemiş olsa bile, kazanılacak dünya sevabı da, ahiret sevabı da sadece Allah’ın katındadır. Ve Allah, Semî’dir (en iyi işitendir), Basîr’dir (en iyi görendir).

4/NİSÂ-135: Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû kavvamîne bil kıstı şuhedâe lillâhi ve lev alâ enfusıkum evil vâlideyni vel akrabîn(akrabîne), in yekun ganiyyen ev fakîren fallâhu evlâ bihimâ fe lâ tettebiûl hevâ en ta’dilû, ve in telvû ev tu’rıdû fe innallâhe kâne bi mâ ta’melûne habîrâ(habîran).
Ey âmenû olanlar! Kendinize, anne ve babanıza ve yakınlarınıza bile olsa, zengin veya fakir de olsalar, Allah için (indirdiği hükümlerle) adaleti yerine getiren şahitler olun. Adaletli davranmak için, artık hevânıza uymayın. Ve eğer dilinizi eğip bükerseniz (Allah’ın hükümlerini değiştirirseniz) veya (hakkın indirdiği) adaletten yüz çevirirseniz o taktirde muhakkak ki Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır.

4/NİSÂ-136: Yâ eyyuhellezîne âmenû âminû billâhi ve resûlihî vel kitâbillezî nezzele alâ resûlihî vel kitâbillezî enzele min kabl(kablu), ve men yekfur billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulihî vel yevmil âhıri fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîden).
Ey âmenû olanlar! Allah’a ve O’nun Resûl’üne ve Resûl’üne indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a (Zikr’e) îmân edin. Ve kim, Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, resûllerini ve yevm’il âhiri (ahiret hesap gününü) inkâr ederse, o taktirde uzak bir dalâletle sapmış olur.

4/NİSÂ-137: İnnellezîne âmenû, summe keferû, summe âmenû, summe keferû, summezdâdû kufran lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki onlar âmenû oldular ve sonra inkâr ettilerse ve Sonra yine âmenû oldular sonra da tekrar inkâr ettilerse. Bunu yapanlar ancak küfürlerini çoğaltırlar.

4/NİSÂ-138: Beşşiril munâfikîne bi enne lehum azâben elîmâ(elîmen).
O Münafıklara, onlar için “elîm azap” olduğunu müjdele.

4/NİSÂ-:139: Ellezîne yettehızûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne. E yebtegûne indehumul izzete fe innel izzete lillâhi cemîâ(cemîan).
Onlar ki mü’minlerden başka kâfirleri tekrar dost edinirler. İzzeti onların (müşriklerin) yanında mı arıyorlar? Oysa muhakkak ki izzet, tamamen Allah’a aittir.

4/NİSÂ-140: Ve kad nezzele aleykum fîl kitâbi en izâ semi’tum âyâtillâhi yukferu bihâ ve yustehzeu bihâ fe lâ tak’udû meahum hattâ yehûdû fî hadîsin gayrihî, innekum izen misluhum. İnnallâhe câmiul munâfikîne vel kâfirîne fî cehenneme cemîâ(cemîan).
Ve O (Allah), Kitab’da {Bkz; Enam suresi 68. ayetinde} size şöyle indirmişti: “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve ayetleriyle alay edildiğini işittiğiniz zaman artık, (tepki verip o ortamı terk edin), Onlar tekrardan saygıyla Allah’ın kelamına gelinceye kadar, sanki birşey olmamış gibi o alaycı inkarcılarla beraber oturmayın. Aksi taktirde (eğer onlarla beraber oturursanız) mutlaka siz de onlar gibi olursunuz. Muhakkak ki Allah, o münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacak olandır.

4/NİSÂ-141: Ellezîne yeterabbesûne bikum, fe in kâne lekum fethun minallâhi kâlû e lem nekun meakum, ve in kâne lil kâfirîne nasîbun, kâlû e lem nestahviz aleykum ve nemna’kum minel mu’minîn(mu’minîne. Fallâhu yahkumu beynekum yevmel kıyâmet(kıyâmeti). Ve len yec’alallâhu lil kâfirîne alâl mu’minîne sebîlâ(sebîlen).
Onlar (duruma göre pozisyon alarak) sizi gözlüyorlar öyle ki, size Allah’tan bir fetih (zafer) nasib olursa, “Biz sizinle beraber olmadık mı?” diyecekler. Ve şayet müşrik kâfirlerin zaferden bir nasibi olduğu zaman, “Biz sizin üzerinize siper olmadık mı? Ve size mü’minlerden (gelecek olan musibetlere) biz hep mani olmadık mı?” diyecekler. Artık mutlaka Allah, kıyâmet günü sizin aranızda hükmedecektir. Ve Allah, mü’minlere karşı kazanacakları bir zaferi kafirlere asla yaşatacak değildir.

4/NİSÂ-142: İnnel munâfikîne yuhâdiûnallahe ve huve hâdiuhum, ve izâ kâmû ilâs salâti kâmû kusâlâ yurâunen nâse ve lâ yezkurûnallâhe illâ kalîlâ(kalîlen).
Muhakkak ki o münafıklar, Allah’a karşı hile yapmaya yeltenirler. Oysa asıl Allah onlara hile yapandır. Ve o münafıklar ki, onlar namaza kalktıkları zaman, üşenerek kalkarlar, (aranızda mümin görünmek adına) insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah’ı pek az zikrederler.

4/NİSÂ-143: Muzebzebîne beyne zâlike, lâ ilâ hâulâi ve lâ ilâ hâulâi. Ve men yudlilillâhu fe len tecide lehu sebîlâ(sebîlen).
Onlar, batıl ile İslam arasında bocalayıp duranlardır. Ne sizlerle ne de onlarla olurlar. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa, artık sen onun için asla bir yol bulamazsın.

4/NİSÂ-144: Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ tettehızûl kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne). E turîdûne en tec’alû lillâhi aleykum sultânen mubînâ(mubînen).
Ey âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar)! Mü’min kardeşlerinizden başka o münafık kâfirleri dost edinmeyin. (Kafir olduğunuza dair) Kendi aleyhinize Allah’a apaçık bir delil bırakmak mı istiyorsunuz?

4/NİSÂ-145: İnnel munâfikîne fîd derkil esfeli minen nâr(nâri), ve len tecide lehum nasîrâ(nasîran).
Muhakkak ki münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. Ve onlar için asla bir yardımcı bulamazsın.

4/NİSÂ-146: İllâllezîne tâbû ve aslehû va’tesamû billâhi ve ahlesû dînehum lillâhi fe ulâike meal mu’minîn(mu’minîne). Ve sevfe yu’tillâhul mu’minîne ecran azîmâ(azîmen).
Tövbe edenler ve nefsini Kur’an ve amilüssalihat ile ıslâh edenler, Allah’a sarılanlar ve dînlerini sadece Allah için halis kılanlar hariç. İşte onlar, mü’minlerle beraberdirler. Ve Allah, yakında tüm mü’minlere “büyük bir ecir (mükâfat)” verecektir.

4/NİSÂ-147: Mâ yef’alullâhu bi azâbikum in şekertum ve âmentum. Ve kânallâhu şâkiran alîmâ(alîmen).
Eğer siz şükrederseniz ve âmenû olursanız (Allah’a aracısız iman ve teslim olursanız) böylece Allah, kalbinizin içine îmân yazar ve salih mü’minlerden olursunuz , Allah size azap etmez. Ve Allah Şâkir’dir (şükrün karşılığını verendir), Alîm’dir (en iyi bilendir).

4/NİSÂ-148: Lâ yuhibbullâhul cehra bis sûi minel kavli illâ men zulim(zulime). Ve kanallâhu semîan alîmâ(alîmen).
Allah fena sözün açıkça söylenmesini sevmez, kendisine zulüm yapılan kişinin (söylemesi) hariç. Ve Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.

4/NİSÂ-149: İn tubdû hayran ev tuhfûhu ev ta’fû an sûin fe innallâhe kâne afuvven kadîrâ(kadîran).
Açık ya da gizli bir kötülüğü hayırla âfv ederseniz, o zaman muhakkak ki Allah da affedicidir, (her şeye) kaadirdir.

4/NİSÂ-150: İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynallâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu bi ba’din ve nekfuru bi ba’dın, ve yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki onlar, Allah’ı ve onun resûllerini inkâr ederler ve (tüm dönemlerde) Allah (aynı sınav yükümlülüklerini ihtiva eden Zikr’i indirdiği halde fitne çıkarmak için) O’nun resûlleri arasında ayırım yapmak isterler. Ve Biz “Bir ayetlerin bir kısmına inanırız, ve bir kısmını inkâr ederiz.” derler. Ve böylece onlar (sömürü düzenleri bozulmasın diye) batıl ile İslam arasında bir yol ittihaz etmek isterler.

Araf suresi Kur’an’da iniş sırasına göre 39 sıradadır. Rad suresinden önce indirilen Araf suresi tebliği döneminde mutrafi müşrikler, çığ gibi büyümekte olan İslam dini karşısında, Allah’ın otoritesi üzerinden sömürdükleri kitleyi artık kaybedecekleri endişesiyle, {bkz Araf suresi 203,204} “Mutrafilerin şirk sömürü düzenini de kayıran/koruyan“ ayetlerin gelmesi hususunda, Allah’ın Resul’ü Hz Muhammed (S.A.V) Nebi ile pazarlıklar etmeye başlamışlardı.  
Taha suresi ise iniş sırasına göre 45. sıradadır. Araf suresi ardınca indirilen, Taha suresi 126~134 ayetleri arasında, mutrafilerin o dönem yaptıkları pazarlıklar, örnekler üzerinden daha kapsamlı aktarılmakta: Ve Taha suresi ayetlerinde, mutrafi müşriklere cevaben; Allah’ın kullarına indirdiği sınav yükümlülükleri her dönem aynı olduğu için, yeryüzünde tüm kulların her dönem aynı hükümler üzerinden sınanacağı ve bu durumun asla değişmeyeceği bildirilmektedir.  
Ve Hz Muhammed (S.A.V) Nebi’ye karşı ölesiye muhalefet eden, Mekke ve taif eşrafından oluşan mutrafilere, İslam dinine karşı direndikleri için geçmişte yaşayıp helak edilmiş olan müşrik kavimlerin akibetleri hatırlatılıp, “pazarlık etmek yerine bundan ibret almaları” ve ısrar etmeleri halinde ise, aynı duruma kendilerinin de akibet edileceği vurgulanmaktadır.  
87. Sırada nüzul edilen Rad suresi 36. ayetinde, geçmişte kitap verilmiş yahudi ve Hristiyan müşriklerden halkı sömürmeye alışmış bir kısım kitlenin hala direndikleri belirtilmekte ve cevaben; Hz Muhammed (S.A.V) nebinin asla hüküm koyamayacağı ve müşriklerin isteği doğrultusunda bu değişikliğin asla yapılmayacağı onlara da tekrar hatırlatılmaktadır. {Bkz; Rad suresi 36} “Kitap ehli’nin aracılıkla halkı sömürmeye alışmış bir kısmı”, hükümlerin bazılarına itiraz edip kendi kitaplarında olmadığından yakınıyordu. Sebebi  yahudilerin atalarından gelen çok tanrılı şirk hükümlerini Tevrat’a yerleştirdikleri gibi aynı yöntemle bu kez Kuran’ın içine yerleştirip böylelikle aracılık sömürüsüne devam etme arzularıydı. Muktesim, bölen, parçalayan, taksim eden demektir. {Bkz; Hicr suresi 90} Muktesimler, müşrik sömürü inanç hükümlerini halka empoze etmek için, Allah’ın indirdiği ayetlerin bir kısmını almakla hak dine benzer gösterip, akabinde “sadakaların yoksunlara verilmesi” gibi İslam’ın muhkem hükümlerini yok edip, yerine “sadakaların ruhbanlığa, mutrafilere aktarılması gibi hükümlere dönüştürerek ekledikleri batıl hükümlerle insanları Allah’ın otoritesi üzerinden aldatıp sömüren müşriklerdir.
Bu önemle Aziz Allah Rad suresi 39. ayetinde Muktesimlerin geçmişte değiştirdikleri, “Zikr/yeryüzü kul yükümlülüklerinin” aslının {bkz; Zuhruf suresi 4 Kaf suresi 4 Buruc suresi 22} ana kitapta kayıtlı olup Allah’ın katında özenle saklandığı ve tahrif edip Tevrat’ta ve İncile kısım kısım yerleştirdikleri şirk ve sömürü ihtiva eden bölümleri/kısımları ise, Kuran ayetleriyle kaldırıp nesh ettiğini bildirmektedir. Bu önemli husus ayrıca ilgili {Bkz; Enam suresi 91 Araf 142~145 Bakara 38,100,101, 106 Fussilet suresi 40} tezekkür ayetlerinde detaylı açıklanmaktadır.
Nisa suresi iniş sırasına göre 98. sıradadır. Ve Nisa suresi 150 ,151 ayetlerinde, Allah’ın Resul’lerini Allah’a evlat nisbet edip (yahudi müşriklerde kralları Hristiyan müşriklerde Hz İsa Allah ‘ın oğulları kabul edilir) her gönderilen Resul’ün ardınca Resuller üzerinden fitne hükümleri uyduran ve böylece kendi uydurdukları emaniyye hükümleriyle halkı sömüren ehli kitap müşrikler kastedilmekte ve hazin akibetleri tekrar edilmektedir.

4/NİSÂ-151: Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a’tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).
İşte onlar, gerçek kâfirlerdir. Ve Biz, o kâfirler için “alçaltıcı bir azap” hazırladık.

4/NİSÂ-152: Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ve lem yuferrikû beyne ehadin minhum ulâike sevfe yu’tîhim ucûrahum. Ve kânallâhu gafûran rahîmâ(rahîmen).
Ve o mümin kimseler ki, onlar, Allah’a ve O’nun resûllerine îmân ederler ve onların (her dönem Allah’ın indirdiği aynı hükümleri (Zikr’i) getirmiş olan Resullerin) arasından birini diğerinden asla ayırmazlar. İşte onlara ecirleri mutlaka yakında verilecektir. Ve Allah Gafur’dur (mağfiret eden, günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir.

4/NİSÂ-153: Yes’eluke ehlul kitâbi en tunezzile aleyhim kitâben mines semâi fe kad seelû mûsâ ekbera min zâlike fe kâlû erinâllâhe cehraten fe ehazethumus sâikatu bi zulmihim, summettehazûl ıcle min ba’di mâ câethumul beyyinâtu fe afevnâ an zâlik(zâlike), ve âteynâ mûsâ sultânen mubînâ(mubînen).
Kitap ehli senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Oysa Hz. Musa’dan, {bkz; Bakara suresi 55} daha da büyüğünü istemişlerdi, Ona; “O halde, bize Allah’ı açıkça göster.” demişlerdi. Bu apaçık zulümlerinden dolayı onları yıldırım yakaladı. Ve ardından, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra bile onlar buzağıyı (ilâh) edindiler. Buna rağmen, onları bu suçlarından dolayı da affettik ve Hz. Musa’ya “apaçık sultan (yetki)” verdik.

4/NİSÂ-154: Ve rafa’nâ fevkahumut tûra bi mîsâkıhim ve kulnâ lehumudhulûl bâbe succeden ve kulnâ lehum lâ ta’dû fîs sebti ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).
Ve misaklarından dolayı Tur’u (Tur dağını) onların üstüne yükselttik (kaldırdık). Ve onlara: “Bu kapıdan secde ederek girin.” dedik. Ve onlara: “Cumartesi gününde hudutları aşmayın.” dedik ve, onlardan “çok kuvvetli bir misak (kesin söz)” aldık.

4/NİSÂ-155: Fe bimâ nakdıhim mîsâkahum ve kufrihim bi âyâtillâhi ve katlihimul enbiyâe bi gayrı hakkın ve kavlihim kulûbunâ gulf(gulfun). Bel tabaallâhu aleyhâ bi kufrihim fe lâ yu’minûne illâ kalîlâ(kalîlen).
Bu, onların misaklarını nakzetmeleri (bozmaları) ve Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve “Allah tarafından ekkinet tabedildiği için artık İslam’a karşı kalplerimiz örtülü” demeleri sebebiyledir. Hayır (tam aksi), Allah, küfürlerinden dolayı onların (kalplerinin) üzerini mühürledi, böylece onların pek azı hariç îmân edemezler.

4/NİSÂ-156: Ve bi kufrihim ve kavlihim alâ meryeme buhtânen azîmâ(azîman).
Ve onların inkârları ve Hz. Meryem’e olan sözleri “çok büyük iftira”dır.

4/NİSÂ-157: Ve kavlihim innâ katelnâl mesîha îsâbne meryeme resûlallâh(resûlallâhi), ve mâ katelûhu ve mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum. Ve innellezinahtelefû fîhi le fî şekkin minhu. Mâ lehum bihî min ilmin illâttibâaz zann(zanni), ve mâ katelûhu yakînâ(yakînen).
Ve onların, “Muhakkak ki, Allah’ın resûlü Meryem’in oğlu İsa Mesih’i biz öldürdük.” sözleri (çok büyük iftiradır). Ve onu öldürmediler ve onu asmadılar. Fakat (öldürülen bir başka adam) onlara, (Meryem oğlu İsa Mesih’e) benzer olarak gösterildi. Ve muhakkak ki onun hakkında ihtilafa (anlaşmazlığa) düşenler, bu hususta mutlaka halâ şüphe içindeler. Oysa onların, zanna tâbî olmaktan başka bir ilimleri (bilgileri) yoktur. Ve onu kesinlikle öldüremediler.

4/NİSÂ-158: Bel rafaahullâhu ileyh(ileyhi). Ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).
Hayır, Allah sadece onu kendisine yükseltti. Ve Allah Azîz’dir (olağanüstüsü güçlere sahiptir), Hakîm’dir.

4/NİSÂ-159: Ve in min ehlil kitâbi illâ le yu’minenne bihî kable mevtihî, ve yevmel kıyâmeti yekûnu aleyhim şehîdâ(şehîden).
Ve (Bkz;Nahl suresi 89 Nisa suresi 41 Her Resul’ün ümmetinin üzerine şahit tutulduğu) Kıyamet gününde; Kitap ehlinden olanların üzerine O (Hz İsa) da şahit tutulduğunda Allah’ın onu (Hz İsa’yı) kendisine yükselttiğine (Hz İsa’nın şahitliği altında artık orada iftira atamayacakları için mecburen) onlar da iman edecekler.

Arap müşrikler Allah’ın kızları anılan Lat Menat ve Uzza üzerinden; Hristiyanlar Allah’ın oğlu diyerek İsa üzerinden, Yahudiler ise Allah’ın oğlu nitelemesiyle kendi kralları üzerinden vergiler harçlar koyarak insanları sömürüp aldatıyorlardı. Kitap ehlinden yahudiler insanları kendi tekellerinde sömürüp Hıristiyanları aşağılayıp yalanlamak için {bkz; Nisa suresi 157} Hz İsa’yı biz öldürdük o normal ölümlü bir beşerdi diyorlardı. Hristiyan ruhbanlar ise insanları sömürebilmek için Hz İsa’yı Allah’ın oğlu ve hüküm koymada yeryüzündeki yegane vekili olarak gösterip halkı Hz İsa üzerinden sömürüyorlardı. Kuran’da bu müşrik sömürüsüne bir reddiye olarak Hristiyanların “Allah’ın oğlu” fitnesi ,{bkz;Maide suresi 115~118} ahirette Hz İsa A.S)’ın ağzından orada onların yüzlerine vurulurken. {bkz;Maide suresi 77} ayetinde bu müşrik sömürü fitnesini çıkaran Hem yahudi hem Hristiyan müşriklerin Hz İsa ve Hz Davud tarafından lanetlenecekleri  açıklanıyor.
Hristiyan müşrikleri aşağılayarak halkın üzerindeki sömürü mekanizmasının çoğunu kendi tekelinde tutmaya çalışan yahudi müşriklere {bkz:Nisa suresi 158} Hz İsa’nın öldürülmediği bilakis ölmeden önce Allah’a yükseltildiği vurgulanmaktadır. Ve ayetinde, iftirayı çıkaran yahudi müşriklerin kıyamet gününde (Hz İsa’da kitap ehli üzerinde şahit tutulacağı için) ölmeden önce Allah tarafından, onun göğe yükseltildiğine artık mecburen herkesin iman edeceği açıklanmaktadır.
Nitekim kitabın ehli olmadıkları halde, sadece önceden kendilerine kitap verildiği için bu durumu sinsi bir kelime fırsatçılığına çevirerek halk arasında kendilerini kitap ehli olarak tanıtıp halkı Kur’an indiği dönemde de sömüren yahudi müşrikler; Daha önce müşrik muktesim ataları tarafından tahrifle değiştirdikleri Zebur kitabında, Kralları olan Hz Davud’u Siyon dağında konutunda ikamet eden ve yahve isimli uydurma insansı bir tanrının oğlu olarak ilan etmişlerdi  ve Hz Davut’u, tanrı yahvenin yeryüzü yönetimindeki yegane vekili olarak göstermekle Hz Davud üzerinden çıkardıkları hükümlerle insanları sömürmüşlerdi.
Bkz; Zebur ; Mez.2: 7 RAB’bin bildirisini ilan edeceğim: Tanrı Bana, “Sen benim oğlumsun” dedi, “Bugün ben sana baba oldum. Mez.2: 8 Dile benden, miras olarak sana ulusları, Mülk olarak yeryüzünün dört bucağını vereyim.
Ve, Davud (A.S) ardınca Hz Üzeyiri Allah’ın oğlu ilan ederek onun üzerinden de hükümler uydurarak halkı sömürüyorlardı.
Bkz; 9/Tevbe-30 Ve yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur.” dediler ve nasraniler: “Mesih Allah’ın oğludur.” dediler. (Allah böyle birşey söylemediği halde iftirayla) Onların ağızlarıyla söylediği bu sözler, daha önceki inkâr eden ve helak edilen kavimlerin sözlerine ne kadar benziyor. Allah onları da öldürsün. Nasıl da döndürülüyorlar.
Ve bkz; Tevbe Suresi 30, 31; Onlar, ahbarları (yahudi dîn adamlarını) ve Hristiyanlar ise ruhbanları (Hristiyan rahipleri) ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka (Tanrı’nın oğlu ve vekili olarak hüküm koyucu) Rab’leri edindiler. Oysa ki onlar (geçmişte kitap verilenler) Tek bir ilâha ( otoriteye) kul olmalarından başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur.  O Allah ki, şirk koştukları aracılardan münezzehtir. Detaylı bkz; Maide suresi 70~82}
Ayrıca Hristiyan ruhbanlar; İncile iman etmekle Tanrı’nın oğlu ve vekili saydıkları Hz İsa’nın insanların bütün günahlarını üstlenip onları yeryüzündeki tüm bela ve musibetlerden kurtaracağını söyleyerek insanları Hz İsa üzerinden mehdi fitnesi ile kandırıyorlardı/hala kandırıyorlar, oysa ki islamda beşer “Peygamber dahi olsa” bir başkasının günahını yüklenemez ve şefaat edemez ve İslamda her insan kendi yaptıklarıyla Allah’a karşı sorumlu tutulur. Konuyla ilgili tezekkür ayetlereine detaylı Bkz: Nahl suresi 25 Fatır suresi 18 Bakara suresi 81,181, Nisa suresi 111,112 Enam suresi 120, İsra suresi 15,17 Taha suresi 100

4/NİSÂ-160: Fe bi zulmin minellezîne hâdû harramnâ aleyhim tayyibâtin uhıllet lehum ve bi saddihim an sebîlillâhi kesîrâ(kesîran).
Artık Yahudilerin yaptıkları bu zulümlerden ve birçok kişiyi Allah’ın yolundan men etmeleri sebebiyle, kendileri için helâl kılınmış olan temiz ve güzel şeyleri onlara haram kıldık.

4/NİSÂ-161: Ve ahzihimur ribâ ve kad nuhû anhu ve eklihim emvâlen nâsi bil bâtıl(bâtılı). Ve a’tednâ lil kâfirîne minhum azâben elîmâ(elîmen).
Ve (bu ceza) ondan (ribâdan) nehyedilmiş oldukları halde ribâ (faiz) almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemeleri sebebiyledir. Ve onlardan kâfir olanlar için “elîm azap” hazırladık.

4/NİSÂ-162: Lâkinir râsihûne fîl ilmi minhum vel mu’minûne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike vel mukîmînes salâte vel mu’tûnez zekâte vel mu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri). Ulâike se nu’tîhim ecran azîmâ(azîmen).
Fakat, onlardan ilimde derinleştikten sonra mü’min olanlar, sana indirilene (Kur’an’a) ve senden önce indirilen (Zikr’e) de inanırlar. Ve namazı ikame edip, zekâtlarını verip Allah’a ve ahiret gününe inananlar; işte onlara “büyük ecir” vereceğiz.

4/NİSÂ-163: İnnâ evhaynâ ileyke kemâ evhaynâ ilâ nûhin ven nebiyyîne min ba’dihî, ve evhaynâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâti ve îsâ ve eyyûbe ve yûnuse ve hârûne ve suleymân(suleymâne), ve âteynâ dâvûde zebûrâ(zebûran).
Muhakkak ki Biz, Hz. Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve Hz.İbrâhîm’e, Hz.İsmail’e, Hz.İshak’a, Hz.Yâkub ve torunlarına, Hz.İsa’ya, Hz.Eyub’a, Hz.Yunus’a, Hz.Harun’a ve Hz.Süleyman’a da (İslam hükümlerini) vahyettik. Ve Hz.Davud’a Zebur (sayfalarını) verdik.

4/NİSÂ-164: Ve rusulen kad kasasnâhum aleyke min kablu ve rusulen lem naksushum aleyk(aleyke). Ve kellemallâhu mûsâ teklîmâ(teklîmen).
Ve daha önce sana kıssa etmiş olduğumuz resûllere ve sana bahsetmediğimiz resûllere de vahyetmiş olduğumuzu (aynı şeriatı/İslam hükümlerini/Zikr’i) Hz Musa’ya da (Cebrail A.S vahyi ile) kelam ettik.

Allah’ın hiçbir insanla vahiy dışında bir konuşması olmamıştır, Allah dilediğine izniyle vahyetsin diye (metafizik) bir perde arkasından resûl (Cebrail A.S) göndererek O’nun aracılığıyla kelamını vâhyeder. Muhakkak Allah, tüm hakikatı bilir ve O hikmet sahibidir. Şura suresi 51

4/NİSÂ-165: Rusulen mubeşşirîne ve munzirîne li ellâ yekûne lin nâsi alâllâhi huccetun ba’der rusul(rusuli). Ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).
(Onlar) ardı ardına gönderdiğimiz müjdeleyici ve uyarıcı resûllerdi ki; “Allah’ın azabına karşı (yeryüzünde bizi uyaran ve müjdeleyen bir resûl gelmedi diyerek) insanların ahirette hüccetleri (ahirette kendilerini savunacak herhangi bir delilleri) olmasın. Diye. Ve Allah, Azîz’dir, Hakîm’dir.

4/NİSÂ-166: Lâkinillâhu yeşhedu bi mâ enzele ileyke enzelehu bi ılmihî, vel melâiketu yeşhedûn(yeşhedûne). Ve kefâ billâhi şehîdâ(şehîden).
Öyle ki, Allah sana indirdiği şeyi (Kur’an’ı), kendi ilmi ile indirdiğine şahitlik eder. Ve melekler de şahitlik ederler. Ve Allah şahit olarak kâfidir.

4/NİSÂ-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki inkâr edenler ve Allah’ın yolundan alıkoyanlar (sapmış ve saptırmış olanlar) İslam’dan uzak bir dalâletle sapmışlardır.

4/NİSÂ-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfira lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki zulmeden ve inkâr edenlere , Allah mağfiret edecek değildir ve (Sıratı Mustakîm) yola hidayet edecek değildir.

4/NİSÂ-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).
Onlar insanları Ancak; cehennem yoluna ulaştırır, onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Ve bu cezayı hükmetmek Allah için çok kolaydır.

4/NİSÂ-170: Yâ eyyuhân nâsu kad câekumur resûlu bil hakkı min rabbikum fe âminû hayran lekum. Ve in tekfurû fe inne lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard (ardı). Ve kânallâhu alîmen hakîmâ(hakîmen).
Ey insanlar! Resûl size Rabbiniz’den hak ile gelmişti. Öyleyse âmenû olun (Allah’a aracısız iman ve teslim olun), Muhakkak ki bu sizin için hayırlıdır. Ve şayet inkâr etseniz bile yeryüzünde ve göklerde olan herşey muhakkak ki Allah’ındır. Ve Allah Alîm’dir. Hakîm’dir.

4/NİSÂ-171: Yâ ehlel kitâbi lâ taglû fî dînikum ve lâ tekûlû alâllâhi illâl hakk(hakka). İnnemâl mesîhu îsâbnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuhu. Elkâhâ ilâ meryeme ve rûhun minhu, fe âminû billâhi ve rusulihî, ve lâ tekûlû selâseh(selâsetun). İntehû hayran lekum. İnnemâllâhu ilâhun vâhid(vâhidun). Subhânehû en yekûne lehu veled(veledun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı). Ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ey kitab ehli! Dîniniz hakkında haddi aşmayın! Allah’a karşı haktan (Allah’ın indirdiği hakk bilgisinden/Kur’an bilgisinden) başka bir şey söylemeyin. Mesih İsa, Meryem’in oğludur ve sadece Allah’ın resûlü ve “O’nun kelimesidir. (Ruh’ûl Kudüs) Onu Meryem’e ilka etti ve o, (Allah’ın ol demesiyle bkz; Âl-i İmran 3/47 3/59 ) kaza edilmiş) bir ruhtur. Öyleyse Allah’a ve O’nun resûllerine îmân edin! Ve “Üçtür.” demeyin ( uydurduğunuz teslis inancıyla, Allah, oğul ve kutsal ruh diye üç Allah vardır demeyin), vazgeçin,bu sizin için hayırlıdır. Allah sadece tek ilâhtır. O’nu, (Arap müşrikler gibi/Tevrat ve incilde olduğu gibi Allah’ı İnsana benzeterek ve onu kendinizle denk tutarak Allah’ı) “çocuk sahibi olmaktan” tenzih edin. Göklerde ve yeryüzünde olan her şey (aracısız vekilsiz) O’nundur. Ve vekil olarak sadece Allah yeter.

4/NİSÂ-172: Len yestenkifel mesîhu en yekûne abden lillâhi ve lâl melâiketul mukarrabûn(mukarrabûne). Ve men yestenkif an ibâdetihî ve yestekbir fe se yahşuruhum ileyhi cemîâ(cemîan).
(Allah’a evlat nisbet ettiğiniz) O Mesih, Allah’a kul olmaktan asla çekinmez (Allsh’ın oğlu sıfatıyla kendisine bir uluhiyet yüklemez) ve mukarrebin (Allah’a sadık) olan melekler de (Allah’a kul olmaktan çekinmezler). Ve kim, O’na kul olmaktan çekinir ve kibirlenirse, elbette onların hepsini (Allah) muhakkak kendi huzurunda toplayacak.

4/NİSÂ-173: Fe emmâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrahum ve yezîduhum min fadlihî, ve emmâllezînestenkefû vestekberû fe yuazzibuhum azâben elîmen, ve lâ yecidûne lehum min dûnillâhi veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).
Fakat âmenû olan (Allah’a aracısız iman ve teslim olan) ve (Allah’ı razı etmek için ve koyduğu emir ve yasaklarla  islami yaşantıyı) ıslâh edici amel yapanlara, onların ecirleri (mükâfatları), onlara mutlaka ödenir ve (Allah), onlara kendi fazlından olan yardım ve nimetlerini daha da artırır. Ve (Allah’a kulluk etmekten) çekinen ve kibirlenen kimselere ise daima, “elîm azap” ile azap edilir. Ve onlar o azaba karşı kendilerini savunup koruyacak Allah’tan başka bir dost ve bir yardımcı da bulamazlar.

4/NİSÂ-174: Yâ eyyuhân nâsû kad câekum burhânun min rabbikum ve enzelnâ ileykum nûran mubîn(mubînen).
Ey insanlar! İşte Size Rabbinizin rahmetine ve fazlına kavuşmanın delillerini açıklayan bir nur (Kur’an-ı Kerim) indirdik ki;

4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece ona (Kur’ana) sarılarak âmenû olanları (Allah’a aracısız iman ve teslim olanları) Allah, kendisinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve böylece onları, kendisinin ulaştırdığı o dosdoğru “Sıratı Mustakîm” yola hidayet edecektir.

4/NİSÂ-:176: Yesteftûneke. Kulillâhu yuftîkum fîl kelâleh(kelâleti). İnimruun heleke leyse lehû veled(veledun), ve lehû uhtun fe lehâ nısfu mâ terak(terake), ve huve yerisuhâ in lem yekun lehâ veled(veledun). Fe in kânetesneteyni fe lehumâs sulusâni mimmâ terak(terake). Ve in kânû ıhveten ricâlen ve nisâen fe liz zekeri mislu hazzıl unseyeyn(unseyeyni). Yubeyyinullâhu lekum en tadıllû vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah, kelâle (annesi, babası ve çocuğu olmayan kişi) hakkında şöyle fetva veriyor. Eğer kişinin (erkeğin) ölümünde, onun çocuğu yoksa ve kızkardeşi varsa, o taktirde bıraktığının yarısı onundur. Ve eğer onun (ölen kızkardeşin) oğlu yoksa, o (erkek kardeş), ona (kız kardeşe) varis olur. Fakat, eğer iki kızkardeşi varsa, o taktirde bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer kadın ve erkek birçok kardeşlerse, o zaman “iki kızkardeş payı” kadarı erkeğindir. Allah, şaşırırsınız diye size açıkça beyan ediyor. Muhakkak ki; Allah herşeyi en iyi bilendir