NÂZİÂT SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

79/NÂZİÂT-1: Ven nâziâti garkâ(garkan).
Dalarak kuvvetle (Bkz; Enfal suresi 50,51 sırtlarına vura vura azapla o canları) çekip alanlara andolsun.

79/NÂZİÂT-2: Ven nâşitâti neştâ(neştan).
Yumuşaklıkla (Bkz; Nahl suresi 32 müminlerin canlarını incitmeden) çekip çıkaranlara andolsun.

79/NÂZİÂT-3: Ves sâbihâti sebhâ(sebhan).
Adeta Yüzer gibi (uçuşarak görevlerini ifa eden O mukarrebun meleklere) andolsun.

79/NÂZİÂT-4: Fes sâbikâti sebkâ(sebkan).
Ve de (Allah’ın emirinde) birbirleriyle yarışarak öne geçenlere. Andolsun.

79/NÂZİÂT-5: Fel mudebbirâti emrâ(emren).
Ve de emirle (Allah’ın emriyle işleri) tedbir edenlere (Allah’ın iradesi doğrultusunda, Allah’ın emrini yerine getirmek üzere kıyamet gününü sevk ve idare eden görevli mukarrebun meleklere) (andolsun).

79/NÂZİÂT-6: Yevme tercufur râcifeh(râcifetu).
O gün, sarsan sarsacak.

79/NÂZİÂT-7: Tetbeuher râdifeh(râdifetu).
Arkasından gelen ikinci sarsıntı, onu  takip edecek.

79/NÂZİÂT-8: Kulûbun yevmeizin vâcifeh(vâcifetun).
İzin günü (Bkz Meryem suresi 68~71 herkesin cehennemde Araf meydanında dizüstü mecburi secdeye çökertilerek yargılanmak üzere toplatıldığı ve ancak günahsız olanların cennete girmelerine Allah tarafından izin verileceği o hesap/izin günü ) kalpler dehşetten şiddetle çarpacaktır.

79/NÂZİÂT-9: Ebsâruhâ hâşiah(hâşiatun).
Onların o anlarda bakışları korkudan zillet içindedir.

79/NÂZİÂT-10: Yekûlûne e innâ le merdûdûne fîl hâfireh(hâfireti).
Şimdi (yeryüzündeyken kafirler) derler ki: “Gerçekten biz öldükten sonra tekrar canlı bir hale döndürülen kimseler mi olacağız?”

79/NÂZİÂT-11: E izâ kunnâ izâmen nahıreh(nahıreten).
Biz toprakta (mezarda) çürümüş, ve kemiklerimiz dağılmış olduğu halde tekrar diriltilecekmiyiz?

79/NÂZİÂT-12: Kâlû tilke izen kerretun hâsireh(hâsiretun).
Ve Dediler ki: “O zaman bu (diriliş), hüsranlı (şüpheli/gerçekleşmesi mümkün olmayan) bir dönüştür.”

79/NÂZİÂT-13: Fe innemâ hiye zecretun vâhıdeh(vâhıdetun).
Halbuki o (diriliş) onlar için (ahireti inkar eden o kafirler için acı bir) çığlıktır.

79/NÂZİÂT-14: Fe izâ hum bis sâhireh(sâhireti).
İşte o zaman onlar {bkz: Ankebut suresi 64} asıl/gerçek hayatlarının başlangıcında olacaklar.

79/NÂZİÂT-15: Hel etâke hadîsu mûsâ.
Ve sana, Musa (A.S)’ın hadisi (Allah’ın bildirdiği mutlak doğru haberi) gelmedi mi?

79/NÂZİÂT-16: İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Rabbi ona kutsal vadi Tuva’da nida etmişti (seslenmişti).

79/NÂZİÂT-17: İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
Firavuna git, muhakkak ki o azdı.

79/NÂZİÂT-18: Fe kul hel leke ilâ en tezekkâ.
Ve de onlara de ki: “Sen (islam ile) tezkiye olmak istemez misin?”

79/NÂZİÂT-19: Ve ehdiyeke ilâ rabbike fe tahşâ.
Ve: (Bana tabi ol ki) “Seni Rabbine ulaştırayım.” Böylece (sende Allah’a) huşû sahiblerinden ol.

79/NÂZİÂT-20: Fe erâhul âyetel kubrâ.
Bundan ardından ona (Firavun’a) büyük mucizeler gösterdi.

79/NÂZİÂT-21: Fe kezzebe ve asâ.
Fakat o (firavun gösterilen tüm mucizeleri) yalanladı ve (Allah’a) isyanda ısrar etti.

79/NÂZİÂT-22: Summe edbere yes’â.
Sonra koşarak arkasını döndü.

79/NÂZİÂT-23: Fehaşere fe nâdâ.
Hemen (kavmini) topladı, sonra da (onlara şöyle) nida etti.

79/NÂZİÂT-24: Fe kâle ene rabbukumul a’lâ.
Dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.”

Tarih boyu tüm çok tanrılı inançlarda (İncil ve Tevratta da) Tanrı insana benzer ve tepsi gibi düz tahayyül ettikleri dünyanın hemen üzerinde, direkler üzerinde inşa edilmiş bir gök kubbenin üzerindeki konutunda oturduğuna inanılırdı ve hükmüne vekil kıldığı evlatlarıyla yeryüzünü oradan yönettiği fitnesi telkin edilerek olmayan evlatlar üzerinden uydurulan düzmece hükümlerle halk elit hakim zümre mutrafiler tarafından sömürülürdü.
Hz Musa döneminde; Güneş tanrısı Ra’nın oğlu olarak yeryüzünü yönettiğine iman edilen firavunlar, yaşarken tanrının tek yetkilisi/evlat vekili olarak ülkeyi yönetir ve yüksek piramitler inşaa edip öldükten sonra baba tanrı’yla yani güneş tanrı’sıyla oradan irtibatlandığı iddia edilerek halk aldatılıyordu. Nitekim Hz Musa, Firavunu ve mutrafi yandaşlarını, işinde ve hükmünde ve yönetiminde asla aracı ve vekil kabul etmeyen Alemlerin Rabbi olan Allah’a iman etmeye çağırınca; Bu çağrı karşısında Firavun, Aziz Allah’ın {bkz;mearic 4 arşından/ 50 bin yılda ancak ulaşılabilen ) ahiret aleminde olduğunu henüz idrak edemediğinden ve kendi tanrıları gibi Aziz Allah’ın da bulutların hemen üzerindeki gök kubbede ikamet ettiği zannıyla, yardımcısı Haman’dan Tanrı’ya ulaşmak için yüksek bir kule inşaa edilmesini istemişti. {Bkz; Mu’min Suresi 36}

Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin veya şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Sebe suresi 37, Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır.  Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi  78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah, Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Muminun suresi 21~25. ayetleri arasında da mutrafilerin Hz Nuh (A.S) dönemi İslam’a karşı muhalefeti zikredildiği gibi, Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde Nuh A.S ve İslam’a muhalefetleri ayrıntılanmıştır. Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir.
Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Kaf suresi 26 , Vakıa suresi 45 ve Muminun suresi 64 ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, tarih boyunca hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında ağır cezalara mahkum tutulacağı açıklanmaktadır

79/NÂZİÂT-25: Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ.
Bunun üzerine Allah, onu hem dünya ve hem de ahiret azabıyla ahzetti (helâk edip ahiret azabına mahkum etti).

79/NÂZİÂT-26: İnne fî zâlike le ıbreten li men yahşâ.
Muhakkak ki bunda, (aracılar yerine) Allahtan korkan (Bkz; Naziat 45,46 huşu sahibi) o kimseler için elbette bir ibret vardır.

79/NÂZİÂT-27: E entum eşeddu halkan emis semâ’(semâu), benâhâ.
Yaratma bakımından siz mi (aracıların sahte düzmece ilahları mı) yoksa Allah mı daha kuvvetli? Ki o semayı (tapındıkları güneşi ayı yıldızları) yaratandır.

79/NÂZİÂT-28: Refea semkehâ fe sevvâhâ.
Ve Sonra da onları sevva ederek (uyumlu bir ölçüde) düzenledi.

79/NÂZİÂT-29: Ve agtaşe leylehâ ve ahrece duhâhâ.
Ve böylece onun (düzenlediği bu ölçüde sınanmak üzere gönderildiğiniz yeryüzünün) gecesini kararttı ve onun duhasını (aydınlığını ortaya) çıkardı.

79/NÂZİÂT-30: Vel arda ba’de zâlike dehâhâ.
Ve sonra da üzerinden (bir müddet/sınav süresince) metalanmanız için arzı (yeryüzünü) düzenledi.

79/NÂZİÂT-31: Ahrece minhâ mâehâ ve mer’âhâ.
Öyle ki; (sınav mühletince metalanmanız için),orada sular ve meralar hasıl etti.

79/NÂZİÂT-32: Vel cibâle ersâhâ.
Ve arzın üzerine dağları yerleştirdi.

79/NÂZİÂT-33: Metâan lekum ve li en âmikum.
Sizin ve hayvanlarınız için de bir meta olarak.

79/NÂZİÂT-34: Fe izâ câetit tammetul kubrâ.
Fakat o büyük musîbet (kıyâmet vakti) geldiği zaman.

79/NÂZİÂT-35: Yevme yetezekkerul insânu mâ seâ.
İşte insan o gün pişmanlıkla tezekkür eder.

Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için; Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla sınanma hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi Zikir’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen tüm kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in {bkz; Râd suresi 38} dönemsel adlarıdır. Geçmişte tarih boyu {bkz; Bakara suresi 100,101} gönderilen tüm kitaplar muktesim müşrikler tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah  SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır.
Tezekkür; Allah’ın eksiksiz kitabı olan Zikr/Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgiler ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakaların “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla ; Aziz Allah’ın kullarından isteklerini, menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54}  parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi. Ulul’elbab; Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ayrıca; Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için bkz; Rad suresi 19~25
Naziat suresi 35. ayetinde Zikr/Kur’an âyetleriyle bildirdiği halde, ahirete iman etmeyen müşriklerin ancak kıyamet ve ahiret hakikatını yaşarken tezekkür edecekleri vurgulanmaktadır.

79/NÂZİÂT-36: Ve burrizetil cahîmu li men yerâ.
Çünkü orada cehennem (Bkz Meryem suresi 68~71 ayetleri arasında tezekkür edildiği şekilde artık) bir gerçek olarak herkese açıkça görünür olmuştur.

79/NÂZİÂT-37: Fe emmâ men tagâ.
Fakat, yeryüzünde kim (Şirk inançlarına tabi olup Allah’ın sınırlarını aşarak) taşkınlık etmiş ise.

79/NÂZİÂT-38: Ve âserel hayâted dunyâ.
Ve dünya hayatını tercih etmiş ise.

Tüm çok tanrılı şirk inançlarında olduğu gibi; Günümüze kadar gelmiş olan İncil ve Tevrat’ta cennet ve cehennem üzerine tek bir kelime yoktur. Ödül ve ceza ancak ve sadece dünya hayatındadır. İslamda af, mağfiret, hidayet şefaat ödül veya ceza, ahirete dönüşte din hesap gününde Allah tarafından takdir görürken. Fitne kitaplarının tümünde bu yetki aracılardadır. Şirk inançlarında; Allah’ın evladı saydıkları ilahlar üzerinden düzmece şirk sömürü hükümleri çıkararak İnsanların hayvanlarından ve ekinlerinden pay istiyorlardı. Ve Aracı din adamlarının istedikleri vergileri ödemeleri halinde, sözde evlat ilahlar da, o kimselerin mahsüllerine bereket gönderiyor, onları hastalıklardan ve musibetlerden koruyor ve savaş zamanlarında ise düşmanlarına korku verip onları alt ediyordu. Buyruklarına uymamaları halinde ise, halkın üzerine düşmanlar musallat ediyor , mahsüllerine kıtlık gönderiyor, insanları çeşitli bulaşıcı hastalıklara maruz bırakarak azap ettiği gibi bu ve benzeri türlü çeşitli ödül ve ceza mekanizmaları üzerinden korku telkin edilmekle halk, mutrafilerin çıkarları doğrultusunda hükümler çıkaran, şirk aracılık kurumu eliyle sömürülüyordu. Tabii ki mutrafi inançlarında amaç, ilah otoritesi üzerinden halkı korkutup sindirerek İnsanların ellerindeki ekinlerden ve hayvanlardan pay almaktı.
Şirk inançlarında ahiret inancı olmadığı için ilahlara/tanrılara itaat ve bağlılık ancak ve sadece “dünya menfaatları” üzerindedir. Bu nedenle; Ayetinde dünya menfaati elde etmek için aracılık müessesine ve onların düzmece ilahlarına yönelenler kastedilmektedir.

79/NÂZİÂT-39: Fe innel cahîme hiyel me’vâ.
O taktirde, muhakkak ki alevli ateş (cehennem), onlar için sonsuz barınacakları mekanlarıdır.

79/NÂZİÂT-40: Ve emmâ men hâfe makâme rabbihî ve nehennefse anil hevâ.
Ve fakat, kim Rabbinin (ahiret yargı ve ceza) makamından korkmuş ve nefsini (dünya) heveslerinden nehyetmiş ise

79/NÂZİÂT-41: Fe innel cennete hiyel me’vâ.
O taktirde, muhakkak ki cennet, o, kullar için barınacak yerdir.

79/NÂZİÂT-42: Yes’elûneke anis sâati eyyâne mursâhâ.
Sana o saatten (kıyâmetten) soruyorlar: “Onun vukuu ne zaman bulacak ?” Diye.

79/NÂZİÂT-43: Fîme ente min zikrâhâ.
Sende onun zikrinden (başka) ne var ?

Naziat 43 ayetinde; Kıyamet vaktini yalnızca Allah bilir! zikrinden başka sana verilmiş herhangi bilgi yok. Vurgusu yapılmaktadır. Kıyametin vaktini zikreden tezekkür ayetleri için bkz;mülk 25,26,Ahzab 63  araf 127 lokman 34 nebe 17 nahl,77}

79/NÂZİÂT-44: İlâ rabbike muntehâhâ.
Onun sonu, (dünyanın sonu, kıyamet vaktinin bilgisi ancak) Rabbindedir.

79/NÂZİÂT-45: İnnemâ ente munziru men yahşâhâ.
Sen sadece, O’na (Allah’a) huşû duyan, ve O’ndan korkanlar için bir uyarıcısın.

79/NÂZİÂT-46: Ke ennehum yevme yerevnehâ lem yelbesû illâ aşiyyeten ev duhâhâ.
Ki Onlar, kıyâmeti görecekleri günü sanki bu akşam veya kuşluk vaktinden hemen sonra olacakmış gibi düşünüp kendilerini yakın hasıl ederler. (yakınen/kesinkes inanırlar)