NAHL SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

16/NAHL-1: Etâ emrullâhi fe lâ testa’cilûh(testa’cilûhu), subhânehu ve teâlâ ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).
Allah’ın emri geldi. Artık onda (içeriğinin size açıklanmasında yalan yanlış yorumlarla) acele etmeyin. O’nu (Allah’ı tüm kusurlardan) tenzih edin. Ve O, şirk koşulan şeylerden (aracı ilahlardan daha) Yüce’dir.

16/NAHL-2: Yunezzilul melâikete bir rûhi min emrihî alâ men yeşâu min ibâdihî en enzirû ennehu lâ ilâhe illâ ene fettekûn(fettekûni).
Emrinden olan ruh vasıtasıyla, kullarından dilediği kişi üzerine “Allah’tan  başka ilâh yoktur.”  uyarısını gönderen O’dur.  Öyleyse sadece Allah’a karşı takva sahibi olun.

16/NAHL-3: Halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), teâlâ âmmâ yuşrikûn(yuşrikûne).
O, Semaları ve yeryüzünü hak ile yarattı. O, (onların) şirk koştukları şeylerden (Allah’ın oğlu ve hükmünde yeryüzündeki vekili zannıyla yöneldikleri o aracıların düzmece ilahlardan) Yüce’dir.

16/NAHL-4: Halakal insâne min nutfetin fe izâ huve hasîmun mubin(mubînun).
O, İnsanı bir nutfeden yarattı. Böyle olmasına rağmen insan, yaratıcısına apaçık hasımdır. (düşmandır)

16/NAHL-5: Vel en’âme halakahâ, lekum fîhâ dif’un ve menâfiu ve minhâ te’kulûn(te’kulûne).
Ve hayvanlar; onları da O, yarattı. Sizin için onda, (o hayvanlarda sizleri) koruyan şeyler ve çeşitli menfaatler vardır ki Sizler onun yarattığı o hayvanlardan yersiniz.

16/NAHL-6: Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrehûn(tesrehûne).
Akşamları otlaktan döndürdüğünüz zaman ve sabahları otlatmaya çıkardığınız zaman hayvanların ve otlakların sizin üzerinize bir fayda ve güzellik için yaratıldığını anlayabilirsiniz.

16/NAHL-7: Ve tahmilu eskâlekum ilâ beledin lem tekûnû bâlıgîhi illâ bi şıkkıl enfus(enfusi), inne rabbekum le raûfun rahîm(rahîmun).
Ve kendinizin yorulmadan ulaşamayacağınız uzak bir beldeye, ağır eşyalarınızı o hayvanlarla taşırsınız. Muhakkak ki sizin Rabbiniz, gerçekten Rauf’tur (size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir) ve Rahîm’dir. (Yalnızca müminleri himaye ve hidayet edendir)

16/NAHL-8: Vel hayle vel bigâle vel hamîre li terkebûhâ ve zîneh(zîneten), ve yahluku mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Onlara faydanızda binmeniz için, atlar, katırlar ve merkepler ve ziynet olarak kullanmanız için daha bilmediğiniz türlü şeyler yarattı.

16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve tüm bu sebîller (sizin için yaratılmış bu hayırlar) hepsi Allah’ın tayini üzerinedir. Ve oysa ondan (aracılarla/aracılıkla batıla) sapanlar vardır. Ve tabii ki eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

16/NAHL-10: Huvellezî enzele mines semâi mâen lekum minhu şarâbun ve minhu şecerun fîhi tusîmûn(tusîmûne).
,Sizin için hayat demek olan suyu semadan indiren, O’dur. İçecek olan şeylerin tümü sudan oluşur. Ve ağaçlar ve otlar o sudan oluşur. Ki; Orada hayvanlarınızı otlatırsınız.

16/NAHL-11: Yunbitu lekum bihiz zer’a vez zeytûne ven nahîle vel a’nâbe ve min kullis semerât(semereti), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
O suyla sizin için; ekinler, zeytinler, hurmalıklar ve bağlar ve faydanıza olan bütün ürünlerden yetiştirir. Muhakkak ki bunda, * zikri ilka eden bir kavim için elbette âyetler (ahiretin de varlığına deliller/ibretler) vardır.

Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına hükümler koyan Alim ve Hakim Allah, her dönem içinde, Resul’leri vasıtasıyla sınav hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi Zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikir tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in { bkz: Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Tarih boyu {bkz; Bakara suresi 100,101} geçmişte gönderilmiş kitaplar {bkz; Hicr suresi 90} muktesim müşrik aracılar tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah  SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani  “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran tek ve yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır. Tezekkür; Allah’ın eksiksiz Zikri, Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr/Kuran ayetlerindeki bilgi ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakanın “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla, Aziz Allah’ın kullarından isteklerini menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54}  parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi. Zikri ilka etmek; Bir konuyu muhakeme ederken her zaman zikr bilgilerini öncelemek ve temel almak demektir. Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelmekte olan kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini ilka ederek yaşayıp yaşatanlar demektir. Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için bkz; Rad suresi 19~25

Hem Arap müşrikler hem Ehli kitap anılan Hristiyan ve yahudi müşrikler . {Bkz; Nahl suresi 22, 38~40} ayetlerinde de vurgulandığı gibi, ahiret alemine inanmazlar. Bu nedenle, Kuran’ın birçok sure ve ayetinde; Yeryüzü yaratılışından çeşitli örnekler verilerek “Tüm yeryüzünü mükemmel bir yaratıyla yoktan yaratmaya muktedir olan Allah, ahireti de yaratmaya muktedir değil mi ? Yasin 81” sorusundaki mantık ile kullar tefekküre davet edilmektedir. Ve ahirete iman için mutlaka dünya yaratılışına bakıp bundan ibret alınması öğütlenmektedir.

16/NAHL-12: Ve sehhara lekumul leyle ven nehâre veş şemse vel kamer(kamere), ven nucûmu musahharâtun bi emrih(emrihî), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve gece ve gündüz, Güneş ve Ay ve yıldızları sizin emrinize verdi. Onlar, O’nun (Allahû Tealâ’nın) yaratma ölçüsü ve emri ile size musahhar kılındılar. Muhakkak ki bu yaratmada, akıl eden bir kavim için, elbette âyetler (ahiretin de yaratılabileceğine dair deliller/ibretler) vardır.

16/NAHL-13: Ve mâ zerae lekum fîl ardı muhtelifen elvânuh(elvânuhu), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Yeryüzünde sizin için ne yaratıp çoğalttıysa hepsinin türleri renkleri faydanız için çeşit çeşittir. Muhakkak ki bunda, zikri ilka eden bir kavim için elbette âyetler (ahiretin de yaratılabileceğine dair deliller/ibretler) vardır.

16/NAHL-14: Ve huvellezî sehharel bahre li te’kulû minhu lahmen tariyyen ve testahricû minhu hilyeten telbesûnehâ, ve terel fulke mevâhira fîhi ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Taze balık yemeniz için, denizi emrinize veren, O’dur. Ki O denizden süs eşyası çıkarırsınız ve onu takarsınız. Ve O’nun yarattığı o denizin içinde, suları yararak giden gemileri görürsünüz. Ve tüm bu örnekler ve faydalar bile, (aracıları terkedip) O’nun fazlından istemeniz için yeterli bir ibrettir. Ve umulur ki böylece şükredersiniz.

16/NAHL-15: Ve elkâ fîl ardı revâsiye en temîde bikum ve enhâren ve subulen leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve yeryüzünde sizi sarsan dağların arasından birbirine kavuşan nehirler ve vadi yolları oluşturdu. Ki; Böylece bu alametlerine bakarak hidayet yolunu bulursunuz diye.

Dünyanın en üst katmanı olan yer kabuğu kendisinden daha yoğun ve sıcak olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. Dünyanın ilk oluşum döneminde yeryüzündeki kıtaların bir arada bulundukları, daha sonraki dönemlerde ise yavaş yavaş farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıkları 20. yüzyılın başlarında keşfedilmiştir. Yaklaşık 500 milyon yıl önce yeryüzündeki kara parçaları bir bütün olarak birbirlerine bağlıydı. Pangaea olarak adlandırılan büyük yekpare ana kara parçası dünyanın Güney Kutbu’nda bulunuyordu. Ve yaklaşık 180 milyon yil önce Pangaea koparak iki parçaya ayrıldı. Birinci parçadan Afrika, Avustralya, Antarktika ve Hindistan; ikinci parçadan ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’nın Hindistan dışındaki kısımları oluştu. Günümüzde hala devam etmekte olan bu kıtasal hareketlerin yilda 1 ile 5 cm civarında sürüklendiği hesaplanmıştır. bkz;Neml suresi 88 Dağları görürsün de, onları donmuş gibi durur sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler… zikredilmektedir.
Dünyanın soğumasıyla yerkabuğunda hasıl olan büyük çaptaki kırışmalara jeosenkinal denir. Nehirler; nehir yollarıyla ve rüzgarlar yardımıyla aşındırıp, taşıdıkları maddeleri, deniz ve okyanus tabanlarında biriktirirler. Tortullanmanın yığıldığı  bu geniş alanlara da jeosenklinal denir. jeosenkinallerde biriken tortul tabakaların etkileşimiyle yerkabuğundaki kıvrılma ve kırılma hareketlerinden hasıl olan yerkabuğu yükseltilerine dağ ismi verilir. Bilimsel tanımla orojenez denir. Orojenez yani dağ oluşumu esnasında yerkabuğu sarsılarak depremleri meydana getirir. İnsanoğlunun henüz 20. yüzyılın başlarında keşfettiği dünyanın böylesi bir jeolojik yaratısına; “sizi sarsan dağlar ve tortulları taşıyan nehirler ve nehir yolları vurgusuyla, dikkat çekilerek, henüz yazının bile kağıtlar üzerine yeni yeni yazılmaya başlandığı ve yaygın olarak kullanılmadığı M.S 6. yüzyılda {Nahl suresi 15 Lokman suresi 10 Enbiya suresi 31 Neml suresi 61.} ayetleriyle sabitlenmesi üzerine Aziz Allah’ın bu olağanüstü yaratısından ibret alınması ve tezekkür edilmesi öğütlenmektedir.

16/NAHL-16: Ve alâmât(alâmatin), ve bin necmi hum yehtedûn(yehtedûne).
Ve insanlar onun alâmetlerine ve yıldızlara bakarak yön, yol bulurlar.

16/NAHL-17: E fe men yahluku ke men lâ yahluk(yahluku), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
O halde herşeyi faydanıza ve sizin için yaratan kimse ile hiçbir şeyi yaratmayan kimse (aracılar ve sahte ilahları) aynı mıdır? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

16/NAHL-18: Ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ, innallâhe le gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve şâyet, Allah’ın sizin için  ni’metlerini adet adet hepsini saymaya kalksanız, O’nu yine sayamazsınız. Muhakkak ki O, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm’dir (sadece Müminleri koruyan esirgeyendir)

16/NAHL-19: Vallâhu ya’lemu mâ tusirrûne ve mâ tu’linûn(tu’linûne).
Ve Allah, gizlediklerinizi ve açıkladığınız tüm şeyleri teferruatıyla bilir.

16/NAHL-20: Vellezîne yed’ûne min dûnillâhi lâ yahlukûne şey’en ve hum yuhlekûn(yuhlekûne).
Allah’tan başka dua ettiğiniz tüm şeyler, sizin için bir şey yaratamazlar. Çünkü Onlar, kendileri yaratılmışlardır.

16/NAHL-21: Emvâtun gayru ahyâ’(ahyâin), ve mâ yeş’urûne eyyâne yub’asûn(yub’asûne).
Onlar (o ilahlar/putlar) ölüdürler, sahtedirler diri değildirler. Ve sizlerin ne zaman beas olunacağınızın bilincinde değillerdir.

16/NAHL-22: İlâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fellezîne lâ yu’minûne bil âhirati kulûbuhum munkiretun ve hum mustekbirûn(mustekbirûne).
Sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. Ahirete inanmayan kimselerin kalpleri, hala inkâr edicidir ve onlar, kibirlenen kimselerdir.

16/NAHL-23: Lâ cereme ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne), innehu lâ yuhıbbul mustekbirîn(mustekbirîne).
Onların gizledikleri ve açıkladıkları şeyleri, Allah’ın bildiğine şüphe yok. Muhakkak ki O, kibirlenenleri sevmez.

16/NAHL-24: Ve izâ kîle lehum mâ zâ enzele rabbukum kâlû esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Ve onlara “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman: (Kur’an için) “Evvelkilerin masallarını.” dediler.

16/NAHL-25: Liyahmilû evzârehum kâmileten yevmel kıyâmeti ve min evzârillezîne yudıllûnehum bi gayri ilm(ilmin), e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
Kıyâmet günü, kendi günahlarının tamamını yüklendikten sonra, ilimleri olmadığı için dalâlette kalmalarına sebep oldukları kimselerin günahlarından (da) yüklenmeleri ne kadar kötü, öyle değil mi?

16/NAHL-26: Kad mekerellezîne min kablihim fe etallâhu bunyânehum minel kavâıdi fe harre aleyhimus sakfu min fevkıhim ve etâhumul azâbu min haysu lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Onlardan önceki kavimler de (aracılarla ve düzmece sahte ilahlarla kullara) hile yapmışlardı. Böylece, Allah, onların binalarını temellerinden harap etti, yıktı. Tavanları üzerlerine çöktü hepsi helak olundular. Onlara azap, farkında olmadıkları yerden aniden geldi.

16/NAHL-27: Summe yevmel kıyâmeti yuhzîhim ve yekûlu eyne şurekâiyellezîne kuntum tuşâkkûne fîhim, kâlellezîne ûtul ilme innel hızyel yevme ves sûe alel kâfirîn(kâfirîne).
Sonra Allah, onları (Aracılara yönelen tüm kafirleri) kıyamet günü alçaltacak. Ve onlara hükmüme ortak kıldığınız: “Ortaklarım nerede?” diyecek. “Ki o ortakçı ilahlar ile ayrılıklara düştünüz.” Ve Kendilerine ilim verilenler (Zikr/Kuran verilenler) şöyle diyecek: “Muhakkak ki rezillik ve azap, bugün kâfirlerin üstünedir.”

16/NAHL-28: Ellezîne teteveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim fe elkavus seleme mâ kunnâ na’melu min sû’(sûin), belâ innallâhe alîmun bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Melekler, nefslerine zulmedenleri vefat ettirdikleri zaman onlar (kafirler hakka mecburen) teslim olmuşken: “Biz, bir kötülük yapmadık.” derler. Hayır, muhakkak ki Allah, yapmış olduğunuz kötü amelleri en iyi bilendir.

16/NAHL-29: Fedhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ fe lebi’se mesvel mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Haydi, ebediyyen içinde kalacağınız o cehennemin kapılarından şimdi girin. Kibirlenenlerin (yeryüzünde Allah’a ve hükümlerine karşı küfür imanında ısrar eden mutrafilerin ve onlara tabi olanların) kaldığı yer ne kötüdür. Denir.

Kibirlenen müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Sebe suresi 37, Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır.  Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi  78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanan “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini sürdürebilmek adına, ülkenin şirk (talan/sömürü) düzenini idame ettirmek adına oluşturdukları {bkz:Alak suresi 17} “yönetim meclisi” birlikteliğinde, çeşitli tuzak ve iftiralarla topyekün Hz Muhammed (S.A.V) nebiye muhalefet ediyorlardı

16/NAHL-30: Ve kîle lillezînettekav mâ zâ enzele rabbukum, kâlû hayrâ(hayren), lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(haseneten), ve le dârul âhıreti hayr(hayrun), ve le ni’me dârul muttekîn(muttekîne).
Ve takva sahiplerine: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde. (Zikr/Kur’an için) “Hayırlar”! dediler. İşte o ahsen olanlara (iradesini aracısız Allah’a ve indirdiği hükümlerine şeksiz şüphesiz teslim edenlere) bu dünyada haseneler (iyilikler, güzellikler, sevaplar,) vardır. Ve elbette ahiret yurdu daha hayırlıdır. Ve gerçekten muttakilerin (takva sahiplerinin) yurdu olan cennet ne güzeldir.

16/NAHL-31: Cennâtu adnin yedhulûnehâ tecrî min tahtihel enhâru lehum fîhâ mâ yeşâûn(yeşâûne), kezâlike yeczîllâhul muttekîn(muttekîne).
Onlar (muttakiler), altından nehirler akan Adn cennetlerine girerler. Orada, onların diledikleri herşey vardır. İşte Allah, muttakileri (bihakkın takvanın sahiplerini) böyle mükâfatlandırır.

16/NAHL-32: Ellezîne teteveffâhumul melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulûl cennete bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Melekler, onları tayyib (incitmeden, en güzel) bir şekilde vefat ettirirler. Onlara: “Selâm üzerinize olsun. Allah’ı razı etmek için yeryüzünde yapmış olduğunuz ameller sebebiyle şimdi cennete girin.” derler.

16/NAHL-33: Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye emru rabbik(rabbike), kezâlike fe alellezîne min kablihim, ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
O halde; Onlar sadece ölüm meleklerinin gelmesini mi, yoksa Rabbinin ölüm emrinin gelmesini mi bekliyorlar? Onlardan öncekiler de böyle yaptılar. (Küfür İmanında direndiler) Ve oysa Allah, ahirette onlara zulmetmez. Fakat onlar, yeryüzünde (fesat çıkarıp) itaatsızlık etmekle aslında kendi nefslerine zulmediyorlardı.

16/NAHL-34: Fe esâbehum seyyiâtu mâ amilû ve hâka bihim mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Böylece yaptıkları kötü ameller, akibetleri  olarak onlara isabet etti. Alay etmiş oldukları şey, (İslam) böylece sonunda (cehennem azabıyla) onları kuşattı.

16/NAHL-35: Ve kâlellezîne eşrekû lev şâallâhu mâ abednâ min dûnihî min şey’in nahnu ve lâ âbâunâ ve lâ harremnâ min dûnihi min şey’(şey’in), kezâlike fe alellezîne min kablihim, fe hel aler rusuli illel belâgul mubîn(mubînu).
Şirk koşanlar: “Eğer Allah dileseydi, biz O’ndan (Allah’tan) başka bir şeye kul olmazdık. Ve babalarımız da (kul) olmazdı. Ve O’nun (Allah’ın) kıldıklarından başka hiçbir şeyi (aracılık müessesesi eliyle) helal haram kılmazdık.” dediler. Onlardan öncekiler de böyle yaptı. Artık bu inkardan sonra resûllerin üzerinde apaçık tebliğden başka (bir sorumluluk) var mı? {helal haram fitnesi için Bkz; Nahl suresi 116~119}

16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (vazifeli kıldık ki çok tanrılı şirk inançlarını ve sahte ilahlarını terk edip). sadece Allah’a kul olsunlar ve tağuttan (aracılara uluhiyet yükleyip onların uydurdukları hükümlerle hükmünde Allah’a ortak koşmasınlar ve böylece elim azaptan ) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resul’lere tabi olup Allah’ın indirdiği hükümlere icabet edenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının üzerine (batıl ile) dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin ve Böylece geçmişte İslam’ı yalanlayan kavimlerin akıbetinin, nasıl olduğuna ibretle bakın.

16/NAHL-37: İn tahris alâ hudâhum fe innallâhe lâ yehdî men yudıllu ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).
Sen, onların hidayete ermesini çok istemene rağmen muhakkak ki Allah, (Küfür imanında direndikleri için) dalâlette bıraktığı o kimseleri hidayete erdirmez. Ve onlar için asla (Allah’ın evladı ve hükmünde vekili olarak niteledikleri düzmece ilahlarından) bir yardımcıları da yoktur.

16/NAHL-38: Ve aksemû billâhi cehde eymânihim lâ yeb’asullâhu men yemût(yemûtu), belâ va’den aleyhi hakkan ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve “Kim ölürse Allah, onu beas etmez (ahiret hayatı yoktur Allah ahirette yeniden diriltmez).” diye en kuvvetli yeminleri ile Allah’a kasem ettiler. Hayır!  Ahiret alemi; üzerinde şüphe bulunmayan Allah’ın hak (mutlaka gerçek) bir vaaddir. Ve lâkin insanların çoğu bunu idrak etmezler.

16/NAHL-39: Li yubeyyine lehumullezî yahtelifûne fîhi ve li ya’lemellezîne keferû ennehum kânû kâzibîn(kâzibîne).
Hakkında ihtilâfa düştükleri Ahiret hayatını inkâr eden o müşrik kâfirlerin kendilerinin şüphesiz yalancılardan olduklarının iyice bilinmesi için bu husus şimdi ayetleriyle beyan ediliyor.

16/NAHL-40: İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ( o inanmadıkları ahiret dünyasını yaratmak istediğimiz zaman) Bizim sözümüz, ona sadece: “Ol” dememizden ibarettir. Ve O, hemen olur.

16/NAHL-41: Vellezîne hâcerû fillâhi min ba’di mâ zulimû li nubevvi ennehum fîd dunyâ haseneh(haseneten), ve le ecrul âhıreti ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve zulme maruz kaldıktan sonra, Allah için (İslam’a) hicret edenleri, (saf değiştirenleri) dünya hayatında mutlaka haseneler içine (emin güzel bir yurda) yerleştiririz. Ve ahiret mükâfatı, elbette daha büyüktür, şâyet bilmiş olsalardı.

Mekke’de müşrikler tarafından zulme maruz kaldıktan sonra baskılara rağmen İslam dinini terk etmemek için Medine’ye göç edenleri güzel bir yurtta barındırdığı gibi; Allah İslam’a sonradan hicret eden kişileri de huzurlu olacakları güzel bir yurda yerleştireceğiz. vaadi ile batıla tabi olmuş ancak İslam’a hicret etmek niyetinde olan kullarını da açıkça İslam yurduna davet etmektedir. Bu çağrılar ardınca İslam saflarına hicret edenler aileleriyle birlikte müminler tarafından kardeşlik akti gereği salât/yardımlaşma ile gerek iş vererek gerek iş kurarak yaşamları rehabilite edilmiştir. Detaylı ayetleri için bkz; Nahl suresi 90

16/NAHL-42: Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Onlar ki, (kendilerine yapılan zulümlere) sabrettiler. Ve onlar yalnızca, Rab’lerine tevekkül ederler.

16/NAHL-43: Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve Biz, senden önce, kendilerine vahyettiğimiz ricalden (erkandan/erkek görevlilerden) başkasını (Resûl olarak) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o taktirde zikir ehline sorun!

16/NAHL-44: Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Onlara da, Allah’ın beyyinelerini (Allah’ın kullarına olan beyanlarını/Zikr’i) (sana vahyettiğimiz gibi) Allahın indirdiği kitaplar ile gönderdik. Şimdi, Allah’ın beyyinelerini (Zikri/Kuran’ı) onlara (ümmetine) iyice açıklaman için, onlara indirdiğimiz gibi sana da indiriyoruz. Umulur ki böylece onlar, tefekkür ederler.

16/NAHL-45: E fe eminellezîne mekerû seyyiâti en yahsifallâhu bihimul arda ev ye’tiyehumul azâbu min haysu lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Kötülükler için şimdi sana tuzak kuranlar, (müşrikler) Allah’ın onları aniden yerin dibine geçirmeyeceğinden veya azabın, farkına varamayacakları bir yerden ansızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?

16/NAHL-46: Ev ye’huzehum fî tekallubihim fe mâ hum bi mu’cizîn(mu’cizîne).
Veya onlar dönüp dolaşırlarken, Allah’ın onları aniden ölümle yakalamasından emin mi oldular? Ve onlar, (Allah’ı) yeryüzünde asla aciz bırakamazlar.

16/NAHL-47: Ev ye’huzehum alâ tehavvuf(tehavvufin), fe inne rabbekum le raûfun rahîm(rahîmun).
Veya senin Rabb’in çok Rauf (çok şefkatli), ve Rahîm (acıyıp esirgiyor) diye onları en büyük korkuları olan (ölümle) aniden yakalamayacağını mı sandılar?

16/NAHL-48: E ve lem yerev ilâ mâ halakallâhu min şey’in yetefeyyeu zilâluhu anil yemîni veş şemâili succeden lillâhi ve hum dâhırûn(dâhırûne).
Onlar, Allah’ın yarattığı şeyleri  görmediler mi? Onun gölgeleri, bile O’na (yaratma şekli ve ölçüsüne) tâbî olarak, sağdan ve soldan, Allah’a secde ederek dönerler.

16/NAHL-49: Ve lillâhi yescudu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı min dâbbetin vel melâiketu ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne). (SECDE ÂYETİ)
Semalarda ve yeryüzünde olan dabbelerin (İnsanın sınanma ortamını ayakta tutmak için yaratılmış tüm canlılığın) hepsi ve melekler, (düzmece vekil ilahlara değil) sadece Allah’ın otoritesi altındadır ve yalnızca Ona SECDE ederler. Ve onlar, (Allah’ın hizmetindeki o melekler) Allah’a aracısız hizmet etmekten asla kibirlenmezler.

16/NAHL-50: Yehâfûne rabbehum min fevkıhim ve yef’alûne mâ yu’merûn(yu’merûne).
Kibirlenmedikleri gibi üstelik Onlar, üstleri saydıkları ve emrinde oldukları Rab’lerinden korkarlar. Ve daima emrolundukları şeyleri yaparlar.

16/NAHL-51: Ve kâlallâhu lâ tettehızû ilâheynisneyn(ilâheynisneyni), innemâ huve ilâhun vâhıd(vâhıdun), fe iyyâye ferhebûn(ferhebûne).
Ve Allah, şöyle dedi: “İki ilâh edinmeyin! Otorite sadece tek bir ilâhtır. O halde (Bkz : Nahl suresi 56,57 aracıların Allah’a evlat nisbet ederek uydurduğu düzmece ilahlardan değil) sadece Benden korkun!”

16/NAHL-52: Ve lehu mâ fîs semâvâti vel ardı ve lehud dînu vâsıbâ(vâsıben), e fe gayrallâhi tettekûn(tettekûne).
Ve semalarda ve yeryüzünde olan tüm varlıklar, O’nundur. (Mülkün yaratıcısı ve asıl sahibi olan Malik-el Mülk Allah’a aittir) Ve dîn, daima O’na aittir. (Öyleyse) hâlâ Allah’tan başkasından mı (mutrafilerin uydurma düzmece ilahlarından mı) korkuyorsunuz?

16/NAHL-53: Ve mâ bikum min ni’metin fe minallâhi summe izâ messekumud durru fe ileyhi tec’erûn(tec’erûne).
Sizin olan ne kadar ni’met varsa hepsi size Allah’tandır. Size bir sıkıntı dokunduğunda, o zaman O’na yalvarırsınız.

16/NAHL-54: Summe iza keşefad durra ankum izâ ferîkun minkum bi rabbihim yuşrikûn(yuşrikûne).
Sonra O, sizden zararı (sıkıntılarınızı) giderince o zaman da sizden bir grup, Rab’lerine nankörlük ederek, (tekrar aracılara ve onların hayal mahsulü düzmece ilahlarına yönelerek) şirk koşarlar.

16/NAHL-55: Li yekfurû bimâ âteynâhum, fe temetteû, fesevfe ta’lemûn(ta’lemûne).
Bize dua edip yalvardıktan sonra onlara fazlımızdan verdiğimiz tüm şeylere şimdilik nankörlük etsinler! Haydi (yeryüzünde şimdilik) biraz faydalanın. Ama yakında (nankörlüğün akibetini) mutlaka bileceksiniz.

16/NAHL-56: Ve yec’alûne li mâ lâ ya’lemûne nasîben mimmâ razaknâhum, tallâhi le tus’elunne ammâ kuntum tefterûn(tefterûne).
Onları rızıklandırdığımız şeylerden, (nimetlerden,ürün hayvan vs..) bilmediklerine (Bkz; Enam suresi 136 olmayan Aracı ilahlara sanki varmış gibi İlah hakkı diyerek ) bir pay ayırıyorlar. (Halkı Böyle sömürüyorlar) Allah’a yemin olsun ki; iftira etmiş olduğunuz şeylerden mutlaka sorgulanacaksınız.

16/NAHL-57: Ve yec’alûne lillâhil benâti subhânehu ve lehum mâ yeştehûn(yeştehûne).
Ve Allah’a, kızlar isnat ediyorlar (Arap müşrikler Allah’ın kızları olarak andıkları Lat Menat ve Uzza adlı sözde yeryüzü yönetiminde Allah’ın yetki verdiği üç vekil meleği Allah’a aracı kabul) ediyorlar. O, Sübhan’dır (Allah çocuk edinmez o yaratır insan gibi eksik sıfatlardan münezzehtir). Ve beğendikleri ise kendilerinin oluyor. (Nasıl bir saygı ki, kendileri için erkek evlat isterken, beğenmedikleri, tercih etmedikleri kız çocuklarını Allah’a evlat olarak yakıştırıyorlar)

16/NAHL-58: Ve izâ buşşire ehaduhum bil unsâ zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm(kezîmun).
Onlardan birisi, bir kız çocuk ile müjdelendiği zaman öfkeli olarak, yüzü siyahlaşıp gölgelenir. (Üzülür, yüzü düşer, yüzü asılır)

16/NAHL-59: Yetevârâ minel kavmi min sûi mâ buşşire bih(bihî), e yumsikuhu alâ hûnin em yedussuhu fît turâb(turâbi), e lâ sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
Müjdelendiği şeyi kötü gördüğünden dolayı utancından kavminden gizlenir. Onu zelillikle (horlayıp aşağılayarak) mı tutsun, yoksa onu toprağa mı gömsün? (Kız çocuklarının aileye uğursuzluk ve kötülük getireceğine inanılır ya kötü muamele ile evde tutulur ya da uğursuzluk getirir endişesiyle “kız çocukları” diri diri toprağa gömülürdü) Verdikleri hüküm ne kötü (öyle) değil mi?

16/NAHL-60: Lillezîne lâ yu’minûne bil âhıreti meselus sev’(sev’i), ve lillâhil meselul â’lâ, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Kız çocuklarının kötü telâkki edilmesi, ahirete inanmayanlara (müşriklere) aittir. Ve âlâ (üstünlük/daha iyi olma) durumu sadece Allah’a aittir. (Ne erkek kadından ne de kadın erkekten daha âlâ değildir/Üstünlük Allah’a ait bir haktır) Ve O; yegane Azîz’dir, Hakîm’dir.

16/NAHL-61: Ve lev yuâhızullâhun nâse bi zulmihim mâ tereke aleyhâ min dâbbetin ve lâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn(yestakdimûne).
Ve eğer Allah, insanları zulümleri sebebiyle sorgulayıp (verdiği sınav mühletini beklemeden derhal) cezalandırsaydı, onun (yeryüzünün) üzerinde yürüyen canlılardan bir canlı bırakmazdı. Ve fakat onları, belirli bir zamana kadar (sınanma süresinde fırsatlandırıp ölümünü)  tehir eder (erteler). Artık onların ecelleri geldiği zaman ne bir saat tehir edilir ne de (bir saat) evvele alınır.

16/NAHL-62: Ve yec’alûne lillâhi mâ yekrehûne ve tesıfu elsinetuhumul kezibe enne lehumul husnâ, lâ cereme enne lehumun nâre ve ennehum mufretûn(mufretûne).
Ve onlar, kerih gördükleri şeyleri (uğursuzdur diye beğenmedikleri kız çocuklarını) Allah’a evlat olarak isnat ederler ( Bkz Nahl suresi 57 53/Necm suresi,19-23 Lat Uzza ve Menat’ı Allah’ın kızları olarak nitelerler ). Ve (beğenmedikleri kız çocuklarını kendilerine ilah yaptıkları halde) onların dilleri, en güzelin “onlara ait olduğu” (en güzel inanç hükümlerinin kendi inançlarına ait olduğu) yalanını söyler. Ateşin (cehennemin), onların olduğuna hiç şüphe yok. Ve muhakkak ki onlar, ifratta olanlardır. (Kulluk haddini aşmış/şirk küfür imanında direnen müşrik fasıklardır.)

16/NAHL-63: Tallâhi lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe huve veliyyuhumul yevme ve lehum âzâbun elîm(elîmun).
Allah’a yemin olsun ki; senden önceki ümmetlere de (Resûller) göndermiştik. Fakat şeytan, onlara da amellerini süslü gösterdi. Artık o beas günü, cehennem azabında onların tek dostu da, o (şeytan) olacaktır. Onlar için elîm (sonsuz/süresiz kesintisiz çok büyük bir) azap vardır.

16/NAHL-64: Ve mâ enzelnâ aleykel kitâbe illâ li tubeyyine lehumullezîhtelefû fîhi ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Ve (geçmişte tahrif ettikleri için) Kitab’ı (Kur’an’ı) şimdi sana, “hakkında ihtilâfa düştükleri şeyleri” tekrar onlara tilavet ile beyan etmen ve onunla âmenû olan (Kur’an ile Allah’a aracısız iman ve teslim olan) kavme Allah’tan hidayet ve rahmet olmasından başka bir şey için indirmedik.

Zikri Tilavet etmek; Geçmişte muktesim müşriklerin tali olarak bozup tahrif etmiş oldukları Zikr hükümlerini, hem yaptıkları tahrifatı göstererek hem de hükmün aslını işaret ederek tali düzeltmeler yapmakla Zikr’i, olması gereken asıl haliyle/hükümlerinin tahrif edilmemiş haliyle” layıkı hakikat içinde okumak demektir. Kuran’da Zikr farklı konular içeriğinde tilavet edilir. Örneğin, saffat suresinde, ahirete iman hususunda kitap tilavet edilirken. Nisa suresinde ise, kadınlar, yetimler, engelliler, köleler, cariyeler vb gibi konularda sosyal yaşantı üzerine tilavet edilir. Örneğin;
Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kadınların haklarını daha önceki indirdiği kitaplarda farz kılmış olduğu halde, onlara vermediğiniz hakları ve zulüm ile zorla nikâhlamak istediğiniz aciz yetim kız çocukları hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız hususunda şimdi size Kitab’ında tilavet edilmekte olan âyetleriyle fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir. Nisa suresi 127

16/NAHL-65: Vallâhu enzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda ba’de mevtihâ, inne fî zâlike le âyeten li kavmin yesmeûn(yesmeûne).
Ve Allah, semadan suyu indirdi ve böylece onunla, yoktan yaratılmış ölü bir arza (yeryüzüne) hayat verdi. Muhakkak ki bunda, düşünen bir kavim için elbette bir âyet (ahiret hayatının da yaratılabileceğine dair ibretler) vardır.

16/NAHL-66: Ve inne lekum fîl en’âmi le ibreh(ibreten), nuskîkum mimmâ fî butûnihî min beyni fersin ve demin lebenen hâlisen sâigan liş şâribîn(şâribîne).
Ve muhakkak ki hayvanlarda, sizin için elbette bir ibret vardır. Size, onların karnında, fers (sindirilmiş gıdalardan teşekkül) ile oluşan ve tadanlar için boğazdan kolayca geçen ve faydasıyla kana karışan halis süt içiriyoruz.

16/NAHL-67: Ve min semerâtin nahîli vel a’nâbi tettehîzûne minhu sekeren ve rızkan hasenâ(hasenen), inne fî zâlike le âyeten li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Hurma ve üzümden, ihtiyacınız olan şekeri Allah’tan size güzel bir rızık olarak ediniyorsunuz. Muhakkak ki bunda, akıl eden bir kavim için elbette bir âyet (ibret) vardır.

16/NAHL-68: Ve evhâ rabbuke ilen nahli enittehızî minel cibâli buyûten ve mineş şeceri ve mimmâ ya’rişûn(ya’rişûne).
Ve (bu mükemmel yaratıda) senin Rabbin, balarısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardakların civarına , evler edinmelerini vahyetti.

16/NAHL-69: Summe kulî min kullis semerâti feslukî subule rabbiki zululâ(zululen), yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun lin nâs(nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Sonra onlara meyvelerin (çiçeklerin) hepsinden yiyerek ve Rabbinin emrine amade olarak insanların yollarında (etrafında/civarında) sülûk edin. diye vahyetti. Onların karnından faydanıza olan muhtelif renklerde içecek (bal) çıkar. Muhakkak ki Onda insanlar için şifa vardır. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için elbette bir âyet (ahiretin de yaratılabileceğine dair bir ibret) vardır.

16/NAHL-70: Vallâhu halakakum summe yeteveffâkum ve minkum men yureddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme ba’de ilmin şey’a(şey’en), innallâhe alîmun kadîr(kadîrun).
Ve O Allah, ki sizi O yarattı. Sonra sizi vefat ettirecek. Ve sizden kimisi ise hayatı boyunca öğrendiği herşeyi kocayarak tekrar unuttuğu  ömrün en rezil yaşına kadar ulaştırılacak. Muhakkak ki Allah, en iyi bilendir, kaadir olandır.

16/NAHL-71: Vallâhu faddale ba’dakum alâ ba’dın fîr rızk(rızkı), femellezîne fuddılû bi râddî rızkıhim alâ mâ meleket eymânehum fe hum fîhi sevâ’(sevâun), e fe bi ni’metillâhi yechadûn(yechadûne).
(Müşrikler tarafından) Üstün kılınan kimseler, (üstün görülen aracılar) ellerinin altında bulunan cemaate rızıklarının vericisi değillerdir (çünkü rızkı yaratan ve veren sadece Allah’tır). Oysa onlar, (Aziz ve Kutsal kabul edilen aracılar,put sahipleri de) rızıklar konusunda insanlarla eşittirler. Onlar, ni’metleri Allah’ın yarattığını bildikleri halde hala Rab’lerini inkar mı ediyorlar?

16/NAHL-72: Vallâhu ceale lekum min enfusikum ezvâcen ve ceale lekum min ezvâcikum benîne ve hafedeten ve rezakakum minet tayyibât(tayyibâti), e fe bil bâtıli yu’minûne ve bi ni’metillâhi hum yekfurûn(yekfurûne).
Ve Allah, sizin için sizin nefsinizden size zevceler (eşler) ve zevcelerinizden size oğullar ve torunlar kıldı. Ve ardından sizi tayyib (faydalı/yararlı) rızıklarla rızıklandırdı. Hâlâ göre bile bâtıla mı inanıyorlar? Ve onlar, Allah’ın onları ni’metlendirdiğini inkâr mı ediyorlar?

16/NAHL-73: Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lehum rızkan mines semâvâti vel ardı şey’en ve lâ yestetîûn(yestetîûne).
Ve onlar (aracılar/müşrikler), semalardan ve yeryüzünden onlara rızık olarak bir şey vermeye malik olmayan, Allah’tan başka şeylere tapıyorlar. Ve onlar, (aracılar ve sahte ilahları) hiçbir şeye muktedir değildirler.

16/NAHL-74: Fe lâ tadribû lillâhil emsâl(emsâle), innallâhe ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Artık onları (Aracıların düzmece ilahlarını) asla Allah’ın emsali olarak tutmayın! Muhakkak ki Allah, bilir ve siz bilmezsiniz.

16/NAHL-75: Daraballâhu meselen abden memlûken lâ yakdiru alâ şey’in ve men razaknâhu minnâ rızkan hasenen fe huve yunfiku minhu sırren ve cehrâ(cehren), hel yestevûn(yestevûne), elhamdulillâh(elhamdulillâhi), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah şöyle bir misal verdi: Hiçbir yetkisi olmayan başkasının malı olan bir köle ile tarafımızdan güzel bir rızık ile sürekli rızıklandırdığımız böylece ondan gizli ve aşikâr olarak Allah rızası için infâk eden kimse; eşit olabilir mi?  O halde Hamd, Allah’a mahsustur. Hayır, onların çoğu bilmezler. (Şefaat vaad eden emani aracılar ile Hz Muhammed (S.A.V) Nebi mukayese ediliyor)

16/NAHL-76: Ve daraballâhu meselen raculeyni ehaduhumâ ebkemu lâ yakdiru alâ şey’in ve huve kellun alâ mevlâhu eynemâ yuveccihhu lâ ye’ti bi hayr(hayrin), hel yestevî huve ve men ye’muru bil adli ve huve alâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Allah, iki adamı örnek verdi. İkisinden birisi dilsiz ve hiçbir şeye muktedir değil. Efendisi Onu nereye gönderse bir hayır (fayda) getiremez. İşte o kişi efendisine bile bir yüktür. Adaletle emreden  kendisine basiret verilmiş ve Sıratı Mustakîm üzerinde olan diğer bir kimse ile, O kişi eşit olabilir mi? (Aracılar ve Hz Muhammed (S.A.V) mukayese ediliyor)

16/NAHL-77: Ve lillâhi gaybus semâvâti vel ard(ardı), ve mâ emrus sâati illâ kelemhıl basari ev huve akreb(akrebu), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ve (yarattığı) semaların ve yeryüzünün gaybı (akibeti) Allah’a aittir. O saatin (kıyâmetin) emri ancak göz kırpmak kadar veya ondan daha hızlıdır. Muhakkak ki (herşeyi ol emriyle yaratan ve yok eden) Allah, herşeye kaadir’dir.

16/NAHL-78: Vallâhu ahrecekum min butûni ummehâtikum lâ ta’lemune şey’en ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’idete leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve Allah, sizi bir şey bilmiyor halde annelerinizin karnından çıkardı. Ve sizi, yeryüzünde) işitme hassası, görme hassası ve idrak etme hassası sahibi kıldı. Umulur ki; böylece (Allah’ın emir ve yasaklarını/Hidayet hükümlerini) düşünüp idrak eder ve şükredersiniz. Diye.

16/NAHL-79: E lem yerev ilet tayri musahharâtin fî cevvis semâ(semâi), mâ yumsikuhunne illallâh(illallâhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Onlar, göklerin boşluğunda emre amade olan kuşları görmediler mi? Onları, (havada boşlukta) Allah’ın yaratmasından başka kimse tutamaz. Muhakkak ki bunda, mü’min olan bir kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.

16/NAHL-80: Vallâhu ceale lekum min buyûtikum sekenen ve ceale lekum min culûdil en’âmi buyûten testehıffûnehâ yevme za’nikum ve yevme ikâmetikum ve min asvâfihâ ve evbârihâ ve eş’ârihâ esâsen ve metâan ilâ hîn(hînin).
Ve Allah, sizin için evlerinizden sekînet (huzur) yeri kıldı. Ve sizin için hayvanların derilerinden, yolculuk ettiğiniz gün(ler)de ve ikâmet ettiğiniz (konakladığınız) gün(ler)de hafif olan evler (çadırlar) ve onların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından çeşitli mal ve bir zamana kadar geçim vasıtası kıldı (yaptı).

16/NAHL-81: Vallâhu ceale lekum mimmâ halaka zılâlen ve ceale lekum minel cibâli eknânen ve ceale lekum serâbîle tekîkumul harra ve serâbîle tekîkum be’sekum, kezâlike yutimmu ni’metehu aleykum leallekum tuslimûn(tuslimûne).
Ve Allah, yarattığı şeylerden sizin için faydanıza gölgelikler kıldı. Ve sizin için dağlardan (yağmurdan, rüzgârdan) barınılacak yerler ve sıcaktan koruyan giysiler (gömlekler) ve sizi şiddetli (darbelerden) koruyan gömlekler (zırhlar) kıldı. Sizin üzerinizdeki ni’metini işte böyle tamamlıyor. Umulur ki; böylece (aracısız) Allah’a teslim olursunuz.

16/NAHL-82: Fe in tevellev fe innemâ aleykel belâgul mubîn(mubînu).
Artık yüz çevirirlerse, bundan sonra sana düşen, sadece açık bir tebliğdir.

16/NAHL-83: Ya’rifûne ni’metallâhi summe yunkirûnehâ ve ekseruhumul kâfirûn(kâfirûne).
Onlar ki, Allah’ın ni’metini ve o nimetleri Allah’ın yarattığını biliyorlar, sonra da onu inkâr ediyorlar. Ve işte onların çoğu kâfirlerdir.

16/NAHL-84: Ve yevme neb’asu min kulli ummetin şehîden summe lâ yu’zenu lillezînekeferû ve lâ hum yusta’tebûn(yusta’tebûne).
Ve o gün, bütün ümmetlerden birer şahit göndeririz. Sonra da o kâfirlere cehennemden çıkmaları için asla izin verilmez. {bkz;Meryem suresi 68~72} Ve (yeryüzündeyken Allah’ın rızasını gözetmeyen o kafirlerin), orada (Allah’tan) rıza talepleri asla kabul görmez.

16/NAHL-85: Ve izâ raellezîne zalemûl azâbe fe lâ yuhaffefuanhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
(Cehennemden ayrılmalarına izin verilmeyen) o zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan (azap) hafifletilmez. Ve onlara, nazar edilmez.

16/NAHL-86: Ve izâ raellezîne eşrekû şurekâehum kâlû rabbenâ hâulâi şurekâunellezîne kunnâ ned’û min dûnik(dûnike), fe elkav ileyhimul kavle innekum le kâzibûn(kâzibûne).
(Allah’a) şirk koşanlar, şirk koştukları şeyleri (putları ve putlar üzerinden yalanlarla insanları kandıran put sahiplerini ve emaniye ile insanları kandıran aracı ruhbanları cehennemde) gördükleri zaman: “Rabbimiz! İşte bunlar, senden başka dua etmiş olduğumuz ortaklarımız.” dediler. O zaman onlar da (aracılar da) : “Muhakkak ki siz, gerçekten yalan söyleyenlersiniz.” diye münakaşa ile onlara söz attılar.

16/NAHL-87: Ve elkav ilallâhi yevme izinis seleme ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
İzin günü onlar, Allah’a teslimiyetlerini ancak azaplı bir hakikat üzerinde pişmanlıkla arz ederler. Ve yeryüzünde uydurdukları şeylerden ve (İslama/Resul’e) iftiralarından azaplı bir hakikat üzerinde kendilerini uzaklaştırırlar..

16/NAHL-88: Ellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi zidnâhum azâben fevkal azâbi bimâ kânû yufsidûn(yufsidûne).
Lakin (şimdi/yeryüzünde) İnkâr edenlere ve Allah’ın yolundan men edenlere, yeryüzünde çıkarmış oldukları fesattan dolayı orada azap üstüne azabı arttırırız..

16/NAHL-89: Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min enfusihim ve ci’nâbike şehîden alâ hâulâ(hâulâi), ve nezzelnâ aleykel kitâbe tibyânen likulli şey’in ve huden ve rahmeten ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).
Ve o (İzin) gün(ü), bütün ümmetlerin içinde, onların üzerine, onların kendilerinden bir şahit beas ederiz (vazifeli kılarız). Ve Ey Muhammed, seni de onların (Müslümanların) üzerine şahit olarak getirdik. Ve sana, herşeyi beyan eden (açıklayan), hidayete erdiren ve Alemlere bir rahmet olan Allah’ın Kitab’ını, müslümanlara (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlara) bir müjde olarak indirdik.

16/NAHL-90: İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ anil fahşâi vel munkeri vel bagy(bagyi), yeizukum leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Muhakkak ki Allah, adaletli olmayı ve * yakın kılınanlara (Allah’ın ayetleriyle İslam’a ve müminlere yakın kıldığı kişilere/İslama hicret edenlere) ihsan etmeyi emreder. Ve fuhuştan, münkerden (batıldan/şirk inançlarından) ve azgınlıktan (Kula tanınmış olan sınırları/şer haddini/şeriatı aşmaktan) sizi nehyeder. Böylece umulur ki, tezekkür edersiniz diye kitabında şimdi size öğüt veriyor.

Aziz Allah’ın İslama ve kardeşlik aktiyle müminlere ayetleriyle yakın kıldığı kişiler Kuran’da “yakınlar” ya da “yakın kılınanlar” olarak ifade edilir. Yakın kılınanlar; Gerek savaş esnasında, gerek savaş harici İslam dinini tercih etmekle müşrikler tarafından herşeyine el konularak dışlanan aileler veya İslam’a hicret ederek efendilerini terk eden köleler veya cariyeler veya hür kimselerdir. iniş sırasına göre 70 sırada indirilen Nahl suresi 41. ayetinde İslam’a hicret etmek isteyen kimselerin rahat ve güvenli bir yurda yerleştirilecekleri Allah’ın çağrı hükmüyle müjdelenmiştir. Ve daha sonra 84. sırada nüzul edilen Rum suresi 34. ayetinde yakın kılınan bu kişilerin haklarının verilmesi muhkem ayetiyle hüküm edilmiştir. Rum suresinde yakın kılınanların bakımı ve rehabilitasyonu için gerekli olan sadakanın toplanıp kimseyi mağdur etmeden zor durumda bırakmadan verilmesi buyurulmaktadır. 70. sırada indirilmiş olan Nahl suresi ve 84. sırada indirilen Rum suresinde “yakın kılınan” ihtiyaç sahiplerinin, sahiplenilmesi hakkındaki zekat çağrıları o kadar etkili olmuştur ki bu yardımlaşma sayesinde hür ya da köle bir çok kişinin İslam’a geçişi sağlanmıştır. Müminlerin aralarında yaptıkları bu yardımlaşma hakkında müşrikler Müminleri daima alaya almışlar ancak daha sonraki dönemde 113. sırada nüzulü olan Tevbe Suresi 79. ayetinde müşriklerin İslam’a karşı almış oldukları ağır yenilgiden sonra, alay edenlerin akibetleri şöyle vurgulanmıştır. Tevbe Suresi 79 ; Zengin oldukları için yükümlülüğünden fazlasını gönüllü vererek mallarıyla cihad eden müminler ve verecek başka bir şeyleri olmadığı için emek ve çabalarıyla cihad eden müminler hakkında, canları ve malları ile Allah’a göstermiş oldukları bu sadakat hususunda geçmişte alay eden kafirler ve münafıklarla şimdi Allah alay ediyor. Ve onlar için artık elîm azap vardır. { yakın kılınanlar ve onların borçları hususiyetinde gelişen hükümler için 113. sırada indirilmiş olan Tevbe suresi 60. Ayetine bkz} {ve ayrıca yakın kılınanların haklarının zikredildiği Bakara suresi 177. ayetindeki hususları da detaylı ayrıntılayan ilgili diğer ayetler için bkz; Bakara suresi 215 ve 261~274

16/NAHL-91: Ve evfû bi ahdillâhi izâ ahedtum ve lâ tenkudûl eymâne ba’de tevkîdihâ ve kad cealtumullâhe aleykum kefîlâ(kefîlen), innallâhe ya’lemu mâ tef’alûn(tef’alûne).
Sizinle ahdleştiği halde, (ilk Ahit Ademin tevbesi ve af dilemesi ve bir daha sadakatsizlik etmemek yemini üzerine yeryüzüne sınanmaya gönderilmesidir. İkinci ahid ise; Kelime-i şahdet ederek Müslümanlığa girilmesidir) Allah’ın ahdini ifa edin (yerine getirin). Onu, sağlamlaştırdıktan sonra yeminleri bozmayın ( Kuran hükümlerine tabi olduktan sonra tekrar dalâlete düşmeyin). Ve siz ki, (Kelime-i şahadet ederken) Allah’ı üzerinize kefil kılmıştınız. O halde; Muhakkak ki Allah, sizin ne yaptığınızı bilir.

16/NAHL-92: Ve lâ tekûnû kelletî nekadat gazlehâ min ba’di kuvvetin enkâsâ(enkâsen), tettehızûne eymânekum dehalen beynekum en tekûne ummetun hiye erbâ min ummeh(ummetin), innemâ yeblûkumullâhu bih(bihî), ve le yubeyyinenne lekum yevmel kıyâmeti mâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
İpini kuvvetle büktükten sonra tekrar çözüp açan kadın gibi (geçmişte Zikr ile hidayete ulaştırıldıktan sonra Zikri terkederek dalâlete düşen o yahudi ve hıristiyan müşrikler gibi) olmayın. (Yeminlerini, misaklerini ve ahdlerini yok sayan) bir ümmetin (müşriklerin) sayısının (yeminlerini, misaklerini ve ahdlerini yerine getiren) diğer bir ümmetten (müminlerden) daha çok olmasına dayanarak, yeminlerinizi aranızda (böyle çarpık bir mantıkla) hile (konusu) ediniyorsunuz. Oysa ki Allah, sizi yeryüzünde (çokluk üzerinde değil) “yeminlerinizi yerine getirme konusunda” imtihan ediyor. Ve kıyâmet günü, hakkında ihtilâf etmiş olduğunuz şeyi size mutlaka açıklayacaktır.

16/NAHL-93: Ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhideten ve lâkin yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve le tus’elunne ammâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet kılardı. Fakat O, dilediğini dalâlette bırakır. Ve dilediğini (Allah’a aracısız iman ve teslim olup Allah’ı razı etmek için hükmüyle amel edeni/amillus salihat edeni) hidayete erdirir (Bkz ; Nahl suresi 91 Sadece Onu kefil kılmanız sebebiyle yardım himaye ve hidayetine ulaştırır). Ve elbette sizler yaptıklarınızdan (amellerinizden) sorgulanacaksınız.

16/NAHL-94: Ve lâ tettehızû eymânekum dehalen beynekum fe tezille kademun ba’de subûtihâ ve tezûkus sûe bimâ sadedtum an sebîlillâh(sebîlillâhi), ve lekum azâbun azîm(azîmun).
Yeminlerinizi aranızda (çoğunluğu kanıt göstererek) hile (konusu) edinmeyin. Öyle yaptığınız taktirde, yere sağlam bastıktan (hidayete erdikten) sonra ayak kayar (Allah’ın fazlından çıkar yardım himaye ve hidayetinden men olunursunuz). Ve kötülüğü (kişinin yoldan çıktıktan sonra yaşayacağı tüm huzursuzlukları) tadarsınız. Allah’ın yolundan yüz çevirdiğinizden dolayı sizin için büyük azap vardır.

16/NAHL-95: Ve lâ teşterû bi ahdillâhi semenen kalîlâ(kalîlen), innemâ indallâhi huve hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve Allah’ın ahdini, az bir bedelle (dünya menfaatine) satmayın. Oysa o (ahd), Allah’ın indinde (katında) sizin için daha hayırlıdır, keşke bunu bilseniz.

16/NAHL-96: Mâ ındekum yenfedu ve mâ ındallâhi bâk(bâkın), ve le necziyennellezîne saberû ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Sizin yanınızda olan şeyler (geçici dünya nimeti ) biter. Allah’ın indinde (katında) olan şeyler bakidir. Ve sabredenleri, yapmış oldukları amellerin ecirlerini (bedellerini), mutlaka daha güzeli ile mükâfatlandıracağız.

16/NAHL-97: Men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe le nuhyiyennehu hayâten tayyibeh(tayyibeten), ve le necziyennehum ecrehum bi ahseni mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Mü’min olan kadın ve erkekten kim (Allah’ı razı etmek için Kuran ile öğütlenen) salih amelleri işlerse, o taktirde ona mutlaka tayyib (temiz, helâl) bir hayat yaşatırız. Ve onları, mutlaka yapmış oldukları amellerin ecirlerinden (bedellerinden), daha ahseni (güzeli) ile mükâfatlandıracağız.

16/NAHL-98: Fe izâ kare’tel kur’âne festeız billâhi mineş şeytânir racîm(racîmi).
Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’i okuduğun zaman recmedilmiş (kovulmuş) şeytandan hemen Allah’a sığın.

16/NAHL-99: İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Çünkü onun,(şeytanın) âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar) ve Rab’lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı (kötülük yapma gücü) yoktur.

Kendisine iman ve teslim olup da tevekkül etmiş ”Amenü mümin kullarına” koruma müjde eden, tüm övgü ve takdirlerin gerçek sahibi Hamid ve Rahim Allah’a hamd ve şükürler olsun!

16/NAHL-100: İnnemâ sultânuhu alellezîne yetevellevnehu vellezîne hum bihî müşrikûn(müşrikûne).
Onun (şeytanın) sultanlığı (kötülük gücü) sadece ona (şeytana) yönelenlerin ve onunla), Allah’a şirk koşanların üzerindedir.

16/NAHL-101: Ve izâ beddelnâ âyeten mekâne âyetin vallâhu a’lemu bimâ yunezzilu kâlû innemâ ente mufter(mufterin), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
(Geçmişte Allahın indirdiği kitabı/Zikri değiştirdikleri için) şimdi Biz, bir âyeti değiştirerek (onun) yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman: “Allah neyi indireceğini (önceden) bildiğine göre sen sadece bir müfterisin (iftira edensin).” dediler. Hayır, onların çoğu (aracıların yalanlarına inandıkları için) hakikatı bilmiyorlar.

Yahudi ve hristiyanlar kendilerine önceden indirilmiş Zikr hükümlerini, {Bkz; Bakara suresi 100,101} atalarından kalma çok tanrılı şirk batıl inançları ile değiştirmişlerdi. Ve Ellerinde olan tahrif edilmiş Eski ahit ayetlerini kanıt göstererek, Eğer  Sen Gerçek bir Resul olsaydın aynı hükümler burada da olurdu diyerek Hz Muhammed (S.A.V)’in risaletini/Peygamberliğini reddiyorlardı.)

16/NAHL-102: Kul nezzelehu rûhul kudusi min rabbike bil hakkı li yusebbitellezîne âmenû ve huden ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).
De ki: “Âmenû olanları (Allah’a aracısız iman ve teslim olanları) sebat ettirmek için ve müslümanlara, hidayet ve müjde olarak O’nu (Kur’an’ı Kerim’i) Ruh’ûl Kudüs (Cebrail A.S) ile Rabbinden bir hak ile indirdi.”

16/NAHL-103: Ve lekad na’lemu ennehum yekûlûne innemâ yuallimuhu beşer(beşerun), lisânullezî yulhıdûne ileyhi a’cemiyyun ve hâzâ lisânun arabiyyun mubîn(mubînun).
Ve andolsun ki Biz, onların: “Fakat O’nu (Kur’ân-ı Kerim’i), ona şüphesiz bir beşer (insan) öğretiyor.” dediğini biliyoruz. Ona isnad ettikleri kişinin lisanı acemidir.(yabancı dildir.) Bu Kur’an-ı Kerim ise lisanı ile apaçık Arapçadır!

Müşrikler kendi menfaat ve talan düzenlerini yok eden ve halkı putlarla sömüren aracıları ve aracılık sistemini ortadan kaldıran. Tek tanrılı İslam hükümlerinden  rahatsız olunca; önce Hz Muhammed (S.A.V) için deli mecnun  iftiraları attılar ve bu iftiralarla da İslamın yayılmasını engellemeyince ; Hz Muhammed’e bu ayetler melek vasıtasıyla Allahtan gelmedi. Muhammed yalan söylüyor diyerek farklı iftiralar atılıyordu. İnen ayetlerin Allah kelamı olmadığı ve Resûl’ün bu ayetleri Rûmca konuşan okur yazar bir Rum köleden öğrenmiş olduğu İftirası yayıldı ve böylelikle Tevhid dini olan İslam’ın hızla yayılmasının önü kesilmek istendi. 16Nahl Suresi 103. Ayeti bu duruma açıklık kazandırmak için inmiştir.

16/NAHL-104: İnnellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi lâ yehdîhimullâhu ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki, Allah’ın âyetlerine inanmayanları Allah hidayete erdirmez. Ve onlar için elîm azap vardır.

16/NAHL-105: İnnemâ yefterîl kezibellezîne lâ yu’minûne bi âyâtillâhi ve ulâike humul kâzibûn(kâzibûne).
Sadece Allah’ın âyetlerine inanmayanlar, yalanla (Allah’ın ayetlerine) iftira ederler. İşte onlar; yalancılardır.

16/NAHL-106: Men kefere billâhi min ba’di îmânihî illâ men ukrihe ve kalbuhu mutmainnun bil îmâni ve lâkin men şereha bil kufri sadran fe aleyhim gadabun minallâh(minallâhi), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Kalbi îmânla mutmain olmuş (kalb-inde ve gönlünde İslam) olduğu halde (Bkz ; Nahl suresi 110 tutuklu ve işkence altında müşrikim demeye) zorlanan kimseler hariç; Ancak Kim îmânından sonra Allah’ı ve yardımlarını inkâr eder, (aracılardan ve sahte ilahlarından yardım umarak/dileyerek) tekrar küfre göğüs açarsa artık Allah’tan bir gazap onların üzerinedir ve onlar için azīm azap (sürekli cehennem azabı) vardır.

16/NAHL-107: Zâlike bi ennehumustehebbûl hayâted dunyâ alel âhıreti ve ennallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn(kâfirîne).
İşte bu, tercih onların dünya hayatını, ahiret hayatına göre daha çok sevmeleri ve Allah’ın, kâfir kavmi hidayete erdirmemesi sebebiyledir.

Müşrik inançlarında ahiret hayatı olmadığı için aracılar, kendilerine tabi olan kimselerin tarlalarına ve ekinlerine bereket getireceklerini, hayvanlarını hastalıklardan koruyup çoğaltacaklarını, rızıkları kısmetleri açıp kapatabildiklerini telkin ederek türlü çeşitli dünya nimetleri üzerinde halkı kandırıp sömürüyorlardı. Bu nedenle dünya mülkünü sevenler: Allah’ın diledikleri hariç daima aracılık müessesesine tabi olmuştur.

16/NAHL-108: Ulâikellezîne tabeallâhu alâ kulûbihim ve sem’ihim ve ebsârihim, ve ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
İşte onlar, (Küfür İmanına tabi olmaları yüzünden) Allah’ın kalplerini, işitme hassalarını ve görme hassalarını tabettiği (mühürlediği) kimselerdir. Ve işte onlar; onlar, gâfillerdir.

16/NAHL-109: Lâ cereme ennehum fîl âhıreti humul hâsirûn(hâsirûne).
Onların, artık ahirette hüsrana düşenler olduğuna hiç şüphe yoktur.

16/NAHL-110: Summe inne rabbeke lillezîne hâcerû min ba’di mâ futinû summe câhedû ve saberû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
Daha sonra da muhakkak ki senin Rabbin, {Bkz Nahl suresi 106} işkenceye uğratıldıktan sonra (işkence altındayken müşrikim demesine rağmen kurtulduktan sonra tekrar İslama) hicret edenlere sonra da İslam için cihad edip sabredenlere, şüphesiz (bütün) bu olanlardan sonra, elbette Gafur’dur (günahlarını afv edip mağfiret edendir) ve Rahîm’dir. (Sadece müminleri himaye ve hidayet edendir.)

16/NAHL-111: Yevme te’tî kullu nefsin tucâdilu an nefsihâ ve tuveffâ kullu nefsin mâ amilet ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
O (İzin/hesap) gün(ü), bütün nefsler gelir. Herkes kendi nefsi için mücâdele eder. Ve herkese cezası yeryüzündeki kendi amelleri yüzünden ödenir. Ve onlara orada zulmedilmez (haketmediği bir günah yazılmaz).

16/NAHL-112: Ve daraballâhu meselen karyeten kânet âmineten mutmainneten ye’tîhâ rızkuhâ ragaden min kulli mekânin fe keferet bi en’umillâhi fe ezâkahallâhu libâsel cûi vel havfi bimâ kânû yasnaûn(yasnaûne).
Ve Allah, emin ve mutmain (İslam ile huzurlu ve tatmin olmuş) olan bir şehri misal veriyor. Onların (aracıları ve sahte ilahlarını terk edip nimetleri Allah’tan isteyenlerin) rızkı, her yerden bol bol geliyordu. Fakat o (şehir halkı sonradan batıla tabi oldu ve), Allah’ın ni’metlendirmesine nankörlük etti. Bundan sonra Allah, onlara yapmış oldukları bu nankörlükten dolayı açlık ve korku libasını tattırdı.

16/NAHL-113: Ve lekad câehum resûlun minhum fe kezzebûhu fe ehazehumul azâbu ve hum zâlimûn(zâlimûne).
Ve andolsun ki; onlara da, kendilerinden (kendi içlerinden) bir resûl geldi. Fakat onu yalanladılar. Böylece azap onları yakaladı. Ve işte onlar zalimlerdir.

16/NAHL-114: Fe kulû mimmâ razakakumullâhu halâlen tayyiben veşkurû ni’metallâhi in kuntum iyyâhu ta’budûn(ta’budûne).
Öyleyse Allah’ın sizi rızıklandırdığı helâl ve tayyib (güzel, temiz) olan şeylerden yeyin! Ve eğer siz, yalnız O’na (Allah’a aracısız) kul olduysanız, Siz (aracıların düzmece ilahlarına şükreden müşriklerin aksine) Sizi nimetlendirdiği için Allah’a şükredin! (Böylece Onun fazlından yardım himaye esirgemesinden ve nimetlerinden mutlaka faydalandırılırsınız)

16/NAHL-115: İnnemâ harreme aleykumul meytete veddeme ve lahmel hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bih(bihî), fe menıdturra gayre bâgın ve lâ âdin fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Size sadece ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına (Bkz Enam suresi 136 aracıların ilahlarına) kurban edileni haram kıldı. Artık kim zarurette (yemek zorunda) kalırsa, haddi (Allah’ın çizdiği vahy-i sınırları/şer-i’haddi/şeriatı) aşmadığı ve hakka tecavüz etmediği taktirde muhakkak ki Allah, Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm’dir.

16/NAHL-116: Ve lâ tekûlû limâ tesıfu elsinetukumul kezibe hâzâ halâlun ve hâzâ harâmun li tefterû alâllâhil kezib(kezibe), innellezîne yefterûne alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
Allah’a yalanla iftira etmek için dillerinizin vasıflandırması ile “bu helâldir, bu haramdır” diye yalan söylemeyin. Muhakkak ki Allah’a yalanla ve zanla iftira edenler, felâha (kurtuluşa) eremezler.

16/NAHL-117: Metâun kalîlun ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Ve onlar için elîm azap ve (dünya üzerinde sınanma süresince) az bir meta vardır.

16/NAHL-118: Ve alellezîne hâdû harremnâ mâ kasasnâ aleyke min kabl(kablu), ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Ve daha önce sana anlattığımız şeyleri, yahudilere haram kıldık. Biz, onlara (cehennem azabını keyfimizce vererek) zulmetmedik. Fakat onlar, (Allah adına helaller haramlar uydurmakla) aslında kendi kendilerine zulmediyorlardı.

Nahl suresi Kuran’ın iniş sırasına göre 70. sıradadır. Daha önce 55. sırada indirilmiş olan Enam suresi 118~153 ayetleri arasında Helaller haramlar ve yahudilere haram kılınanlar sana teferruatıyla anlatılmıştı. Buyurulmaktadır. Batıl Tevrat 40 kitaptır ve içeriğine kasıtla, insanın asla ezberinde tutamayacağı onbinlerce haram ve helal yerleştirilmekle halk din adamlarının bilgi ve danışmanlığına kasıtla her konuda mecbur bırakılmıştır. Âl-i İmran suresi 93. ayetinde “Allah’ın haram kılmadığı halde”, aracılık müessesesiyle batıla tabi olmuş Müşrik İsrailoğullarının, yiyecekler üzerinde kendi hevalarına göre çeşitli haramlar koydukları açıklanırken Araf suresi 32. ayetinde bu husus, ziynet eşyaları üzerinden de tilavet edilmektedir. Yunus suresi 59. ayetinde ise halkı sömürmek gayesinde tarih boyunca her dönemde tatbik edilmiş olan “helal ve haram uydurma” yöntemi ve böylece halkın her konuda müşrik aracıların danışmanlığına mecbur bırakılmış olması önemle vurgulanmıştır. Enam suresi 119. ayetinde; Geçmişten beri müşrik inançlarına göre yaşamış oldukları için, eski alışkanlıklarını hala devam ettiren müminler bu hususta uyarılmaktadır. Ve Nahl suresi 116~119 ayetleri arasında da bu fitne hususu önemiyle tekrarlanırken; Enam suresinde olduğu gibi Nahl suresinde de 119. ayetiyle uyarı yapılmaktadır..

16/NAHL-119: Summe inne rabbeke lillezîne amilûs sûe bi cehâletin summe tâbû min ba’di zâlike ve aslahû inne rabbeke min ba’dihâ le gafûrun rahîm(rahîmun).
Sonra muhakkak ki senin Rabbin, cahillikle (eskiden tabi olduğu alışkanlıkları yüzünden/müşriklerin koyduğu uydurma helal haramlara tabi olmakla) bir kötülük yapıp, sonra bunun arkasından tövbe edip ıslâh olanlar için, ondan sonra mutlaka Gafur’dur (mağfiret edendir) ve Rahîm’dir.

16/NAHL-120: İnne ibrâhîme kâne ummeten kâniten lillâhi hanîfâ(hanîfen) ve lem yeku minel muşrikîn(muşrikîne).
Muhakkak ki İbrâhîm (A.S), Allah’a “hanif olarak” (hanif tezekkürü için Bkz; Nahl suresi 123) kanitin olan (Ona ve hükümlerine kanaat eden) bir ümmet idi. Ve o, asla müşriklerden olmadı.

16/NAHL-121: Şâkiren li en’umih(en’umihî), ictebâhu ve hudâhu ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
O’nun (Allah’ın) ni’metlerine şükredici idi. (Allah), onu seçti. Ve onu Sıratı Mustakîm’e (Bkz;Enam suresi 73~83 Allah’a aracısız ulaştıran hakk yol İslam’a) hidayet etti (ulaştırdı).

16/NAHL-122: Ve âteynâhu fîd dunyâ haseneh(haseneten), ve innehu fîl âhıreti le mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona dünyada (hakettiği) haseneler (iyi dereceler) verdik. Muhakkak ki o, ahirette de elbette salihlerdendi.

16/NAHL-123: Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Sonra da sana “hanif olarak (tevhidi ve Allah’a aracısız teslimi esas alan kimseler olarak) İbrâhîm (A.S)’ın dînine tâbî olmayı” vahyettik. Ve o, müşriklerden olmadı.

Bkz; 22/HACC SURESİ -31: Hanifler, dini yalnızca Allah’a özgüleyerek Allah’a aracısız imam ve teslim olan kullardır. aracılarla ve sahte ilahlarıyla ,O’na şirk koşmayanlardır. Ve kim Allah’a şirk koşarsa o taktirde sanki o, gökyüzünden düşmüş de böylece onu, yırtıcı bir kuş (fitnekar aracılar) kapmış gibi veya rüzgâr, onu varacağı yerden (cennet mekandan batıl ile) uzak bir mekâna atmış gibidir. Hacc suresi 31
Tarih boyu tüm çok tanrılı inançlarda; Güneş tanrısı baş tanrı olarak kabul edilmiştir. Yıldızlar ise; Tanrının dünyayı yönetmek adına vekili olarak atadığı kızları veya oğulları varsayılmıştır. Ve İslam haricinde geçmişte varolmuş ulusların tümü yıldızların isimlerine totemleştirdikleri putlar üzerinden “gök tanrılara/ilahlara” tapınırlardı. Ve sözde tanrıların isteklerini put sahibi anılan “put hizmetkarı” kahinlerden öğrenirlerdi. Bu hakikat Kuran’da Enam suresi 75~83 ve Saffat suresi 83~98 ayetlerinde kıssa edilerek; Hz İbrahim üzerinden örneklenir. Kuran indiği dönemde de; Yahudi müşrikler Tanrı’nın evladı olarak niteledikleri kralları üzerinden; Hristiyan müşrikler Allah’ın oğlu olarak niteledikleri Hz İsa üzerinden ve Hz İsa’nın vefatından sonra Ruhbanlık/Kilise üzerinden {Bkz:Maide suresi 18} tanrının yeryüzünü idare ettiğine inanıyorlardı. Arap müşrikler ise tüm çok tanrılı inançlarda olduğu gibi Tanrının yeryüzüne vekili olarak atadığı evlatları ile dünyayı yönettiğine inanıyordu ve Lat Uzza ve Menat olarak isimlendirdileri Allah’ın kızları olarak varsaydıkları, Putlar’ın hidayeti ve şefaatini umarak Allaha dolaylı yöneliyorlardı. Dolayısıyla Put sahipleri Tanrının insanlardan istediği vergileri harçları miktarıyla halka iletiyordu. Put hizmetkarı aracılar Allah’ın yetki verdiği kızlarıyla cinler vasıtasıyla saffat 6~11 ve Hicr 17,18 ayetlerinde bu yalanları reddedildiği halde haberleştiklerini aktarıyordu. Yani halk putlar üzerinden aracılar vasıtasıyla sömürülüyordu. {Bkz Mâide suresi 18 Necm 23 Nahl 55-60 Necm 23 Muminun 91} Ve {bkz ;Zuhruf suresi 23} tarih boyu tüm aracılı şirk inançları, {Bkz; Zuhruf suresi 31} Allah’ın otoritesi üzerinden vergiler koyarak halkı sömüren karyenin mutrafileri zikredilen Elit hakim zümrenin çıkar payandası olmuş elitler adına hükümler uyduran “din adamlarının” kurguladığı ve yönettiği bir sömürü düzeni ve aldatmacasıdır. Delalette olanlar ise Zikr’e/Kuran’a itibar etmeyip onlara aldanan halklardır. Parantez içindeki ilgili te-zikr/tezekkür ayetlerinde {Bkz; Yunus suresi 68, 105 Nisa suresi 125 Nahl suresi 123 Rum suresi 30 Bakara suresi 135 Ali İmran 67, 95 Enam suresi 161 Beyyine süresi 5 Hacc suresi 31 } açıklandığı üzere “hanif kavramı”; İhlas suresinde açıkça tanımlanmış olan; Oğlu veya kızları olmayan eşi dengi ve benzeri olmayan işinde ve hükmünde vekil ve ortakçı kabul etmeyen tek otorite olan Samed ve Vahid olan Allah’a inanarak ona tabi olan kimselere hanif denir. Kuran’da Hz İbrahim Hz Musa gibi Resul’lerin kıssalarında, müşriklerin düzmece fitne tanrılarının/ilahlarının reddiyesi ardınca “Ben mü’minlerin ilkiyim” ifadesiyle İhlas suresinde zikredilen tek hüküm koyucu Allah’a kul olmanın İslama geçişin ilk şartı olduğu vurgulanmıştır. Oğlu veya kızlarını yeryüzü yönetimine vekili olarak atamış olduğuna inanılan aracıların hayal mahsulü insana benzer Fitne vekil Tanrı’larını reddedip, Tanrıya aracısız iman ve teslim olmuş kişilere “hanif” denir. Ve onların tabi oldukları dine ise hanif din denir

16/NAHL-124: İnnemâ cuiles sebtu alellezînahtelefû fîh(fîhî), ve inne rabbeke le yahkumu beynehum yevmel kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
Sadece onun (İndirmiş olduğu ayetleri) hakkında sonradan ihtilâfa düşenlerin (yahudilerin) üzerine cumartesi (balık avlamak) yasak kılındı. Ve muhakkak ki senin Rabbin, kıyâmet günü, onların arasında hakkında ihtilâf etmiş oldukları şeyde elbette hüküm verecek.

16/NAHL-125: Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsen(ahsenu), inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Rabbinin yoluna (Kuranı Kerim’e, Sıratı Mustakîm’e) hikmetle ve güzel  öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Muhakkak ki senin Rabbin, O’nun yolundan (Vahy-i hükümlerinden) sapanları ve (Zikr’e/Kuran’a tabi olup) hidayete erenleri bilir.

16/NAHL-126: Ve in âkabtum fe âkıbû bi misli mâ ûkıbtum bih(bihî), ve le in sabertum le huve hayrun lis sâbirîn(sâbirîne).
Ve şâyet siz, ikab edecekseniz (size yapılana karşılıkla nefsi müdafaa halinde ceza verecekseniz), o taktirde onların sizi onunla cezalandırdıklarının misliyle cezalandırın! Ve eğer gerçekten sabrederseniz elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.

16/NAHL-127: Vasbır ve mâ sabruke illâ billâhi ve lâ tahzen aleyhim ve lâ teku fî daykın mimmâ yemkurûn(yemkurûne).
Sabret! Unutma ki; Senin sabrın sadece Allah iledir (Allah’ın yardım ve fazlı içinde ferahlama iledir). Onların (yapabilecekleri) yüzünden mahzun olma ve onların kurdukları tuzaklar sebebiyle sakın sıkılma.

16/NAHL-128: İnnallâhe meallezînettekav vellezîne hum muhsinûn(muhsinûne).
Muhakkak ki Allah, o muhsin takva sahipleri ile (tüm gücü kudretiyle) beraberdir.