MERYEM SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

19/MERYEM-1: Kâf, hâ, yâ, ayn, sâd.
Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.

19/MERYEM-2: Zikru rahmeti rabbike abdehu zekeriyyâ.
(Bu sure), senin Rabbinin, kulu Zekeriya (A.S)’a rahmetinin zikridir.

19/MERYEM-3: İz nâdâ rabbehu nidâen hafiyyâ(hafiyyen).
O, Rabbine gizlice seslenerek, şöyle nida etmişti.

19/MERYEM-4: Kâle rabbî innî ve henel azmu minnî veştealer re’su şeyben ve lem ekun bi duâike rabbî şakıyyâ(şakıyyen).
(Zekeriya A.S): “Rabbim, gerçekten benim vücudum ve kemiklerim çok zayıfladı ve saçlarım artık ağardı. Ve ben ancak Sana dua etmekle bugünlerime kadar şâkî (sana isyankar) olmadım.” dedi.

19/MERYEM-5: Ve innî hıftul mevâliye min verâî ve kânetimreetî âkıran feheb lî min ledunke veliyyâ(veliyyen).
Ve gerçekten ben, arkamdan vali olanlar (arkamdan gelecek olan idareciler) benim gibi davranmazlar (İslam hükümleriyle hükmetmezler) diye korktum. Ve artık benim kadınım da akir oldu. (doğurganlığı gitti) Bu sebeple bana, Senin katından bir velî (İslam hükümleriyle hükmedecek bir, evlât) bağışla. dedi.

19/MERYEM-6: Yerisunî ve yerisu min âli ya’kûbe vec’alhu rabbî radıyyâ(radıyyen).
Ve Rabbim o evlat ki senden razı olanlardan olarak; Bana ve Yâkub (A.S)’ın ailesine varis olsun. (diyerek dua etti)

19/MERYEM-7: Yâ zekeriyyâ innâ nubeşşiruke bi gulâminismuhu yahyâ lem nec’al lehu min kablu semiyyâ(semiyyen).
(Allah Teâlâ) Ey Zekeriya! Gerçekten Biz seni,ismi Yahya olan bir oğlan çocuk ile müjdeliyoruz. Ve Biz o isimle daha önce hiçbir Resûlü isimlendirmedik. (diye vahyetti)

19/MERYEM-8: Kâle rabbî ennâ yekûnu lî gulâmun ve kânetimreetî âkıran ve kad belagtu minel kiberi ıtiyyâ(ıtiyyen).
(Zekeriya (A.S) şöyle dedi: “Rabbim, benim nasıl bir oğlum olabilir? Artık benim kadınım da akir (yaşlandı, doğurganlığı yok) oldu. Ve Ben de artık yaşlanarak ihtiyarlığa ulaştım.” (diye nida etti)

19/MERYEM-9: Kâle kezâlik(kezâlike), kâle rabbuke huve aleyye heyyinun ve kad halaktuke min kablu ve lem teku şey’â(şey’en).
(Bunun üzerine Melek): Daha önce sen hiçbir şey değilken seni nasıl yoktan yarattıysa İşte öyle! Senin Rabbin “O, iş benim için kolaydır. Daha önce (ahirette) sen henüz bir şey değilken (yokken) de seni, Ben (yoktan) yaratmıştım.” buyurdu.

19/MERYEM-10: Kâle rabbic’al lî âyeh(âyeten), kâle âyetuke ellâ tukellimen nâse selâse leyâlin seviyyâ(seviyyen).
(Zekeriya A.S): “Rabbim, bana bir delil (işaret) kıl.” dedi. (Allahû Tealâ şöyle) dedi: “Senin delilin (işaretin), insanlarla üç gün ve gece normal (sağlıklı) olduğun halde konuşamamandır.”

19/MERYEM-11: Fe harece alâ kavmihî minel mihrâbi fe evhâ ileyhim en sebbihû bukreten ve aşiyyâ(aşiyyen).
Bundan sonra (Bu mucizeden sonra Zekeriya as) mihrapta durarak (ehli kitap müşriklerin iddialarının aksine kendi imametiyle) kavminin karşısına çıktı. Böylece Allah onlara, (Hristiyan ve Yahudi müşriklerin iftiralarının aksine, yahve ismini verdikleri insansı düzmece tanrılarına yönelmelerini değil) sabah akşam sadece Allah’ı tesbih etmelerini vahyetti.

19/MERYEM-12: Yâ yahyâ huzil kitâbe bi kuvveh(kuvvetin), ve âteynâhul hukme sabiyyâ(sabiyyen).
(Sonra mucizevi bir doğumla İslam’a varis kıldığımız Hz Zekeriya’nın oğluna) Ey Yahya! Kitab’ı (Zikr’i/Kuran’ı) kuvvetle al ve yeryüzünde Allah’ın hükümlerini uygula. dedik. Ve Biz, ona daha sabi iken (küçük yaşta) hikmet verdik.

19/MERYEM-13: Ve hanânen min ledunnâ ve zekâh(zekâten), ve kâne tekıyyâ(tekıyyen).
Ve böylece katımızdan ona, (Zikr’i/Kuran’ı) sevgi ve zekât olarak verdik. Ve böylelikle o (ehli kitabın üzerinden batıl hükümler uydurduğu düzmece tanrı yahve’ye/Yehova’ya değil) Allah’a takva sahibi oldu.

19/MERYEM-14: Ve berren bi vâlideyhi ve lem yekun cebbâren asıyyâ(asıyyen).
O, Anne ve babasına karşı birr sahibiydi. (Zikr/Kuran hükümlerinde müminlere emredildiği gibi o da anne ve babasına karşı ilgili, sevgi ve saygılıydı) Ve o, asla (Allah’ın hükmüne) asi, cebbar bir kimse olmadı.

19/MERYEM-15: Ve selâmun aleyhi yevme vulide ve yevme yemûtu ve yevme yub’asu hayyâ(hayyen).
Ve doğduğu gün ve öleceği gün ve canlı olarak ahirete yeniden beas edileceği gün ona selâm (selamet) üzerine olsun. Dendi.

19/MERYEM-16: Vezkur fil kitâbı meryem(meryeme), izintebezet min ehlihâ mekânen şarkıyyâ(şarkıyyen).
Kitap’ta Hz. Meryem’i zikret. (Hani o) ailesinden ayrılıp, (*vahyimizle) şark (doğu) tarafında bir yere çekilmişti.

İmran’ın eşi Allah’ın buyruklarını yeryüzünde yüceltecek bir Peygamber doğurmak istemişti. Ancak o dönem Zekeriya ve akabinde oğlu Hz Yahya, Hz İsa’yı da tasdik edici olarak {bkz Âl-i İmran 39} görevlerini ifa ettikleri için, bir sonraki nesil için Peygamber doğuracak olan Hz Meryem’i, duaları üzerine İmran’ın eşine nasib etti. Böylece Hz Meryem, İmran’ın eşi tarafından Allah’a adanmış bir hayat olarak dünyaya geldi. ve Aziz Allah Hz Zekeriya’yı Meryem’in bakımına mükellef kılıp Meryem’i çocukluğundan İsa’yı doğuruncaya kadar olan süreçte mucize ve ihsanlarıyla özel olarak yetiştirdi.{bkz; Âl-i İmran 3/37 } ve günü geldiğinde Hz İsa’yı doğurması için halktan uzaklaşmasını “vahyetti” ve Meryem halkın arasına tekrar geri döndüğünde ise Aziz Allah bebek haliyle Hz İsa’yı konuşturarak hem insanları mucizelerine vakıf etti. Hem de Meryem’in anlattıklarını bu mucize ile doğrulayarak Meryem’in iffetini  korumuş oldu. {bkz; Ali İmran 38~46}

19/MERYEM-17: Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ(seviyyen).
Sonra da (Meryem) kendisini onlardan ayıran bir perde çekti . (doğumu gerçekleştirmek üzere kendisini insanlardan ayırdı). O zaman ona Ruhumuz’u (Ruh’ûl Kudüs’ü/Cebrail A.S’ı) gönderdik. (Ruh’ûl Kudüs) Ona normal bir beşer suretinde temessül etti (göründü).

19/MERYEM-18: Kâlet innî eûzu bir rahmâni minke in kunte tekıyyâ(tekıyyen).
(Hz. Meryem şöyle) dedi: “Muhakkak ki eğer sen takva sahibi isen (bana ve iffetime senden bir zarar dokunmaması için) Senden Rahmân’a sığınırım.”

19/MERYEM-19: Kâle innemâ ene resûlu rabbiki li ehebe leki gulâmen zekiyyâ(zekiyyen).
(Ruh’ûl Kudüs); Korkma. “Ben sadece sana zeki bir erkek evlat bağışlamak için gönderilmiş, senin Rabbinin bir resûlüyüm.” dedi.

19/MERYEM-20: Kâlet ennâ yekûnu lî gulâmun ve lem yemsesnî beşerun ve lem eku bagıyyâ(bagıyyen).
(Hz. Meryem dedi ki): “Bana bir beşer dokunmamış (olduğuna göre) benim nasıl bir oğlum olabilir? Ve ben, şimdiye kadar (evli olmadığım halde zina yapacak kadar) azgın (iffetsiz bir zaniye) olmadım.” Dedi.

19/MERYEM-21: Kâle kezâlik(kezâliki), kâle rabbuki huve aleyye heyyin(heyyinun), ve li nec’alehû âyeten lin nâsi ve rahmeten minnâ, ve kâne emren makdıyyâ(makdıyyen).
(Ruh’ûl Kudüs): “Senin Rabb’in: “Onu yaratmak benim için kolaydır ve onu, insanlara Bizden bir rahmet ve bir ayet (mucize) kılacağız.” buyurdu. Ve onun doğumu (Hristiyan müşriklerin iftira ettikleri gibi Aziz Allah ile Hz Meryem’in birleşmesinden değil aksine) onun doğumu (Bkz; Meryem suresi 34,35 OL!) emriyle (mucizevi bir doğumla Resûl kılınması) Allah tarafından önceden (ahirette) karar edilmiştir. (Detaylı bkz; Âl-i İmran suresi 47~59)

19/MERYEM-22: Fe hamelethu fentebezet bihî mekânen kasıyyâ(kasıyyen).
Böylece (ol demesiyle) ona hamile kaldı. Bundan sonra onunla uzak bir mekâna çekildi.

19/MERYEM-23: Fe ecâe hel mehâdû ilâ ciz’ın nahleh(nahleti), kâlet yâ leytenî mittu kable hâzâ ve kuntu nesyen mensiyyâ(mensiyyen).
Doğum sancısı onu, bir hurma ağacının gövdesine (sığınmaya) mecbur etti. (Derin hamilelik sancıları yüzünden) “Keşke ben (acılar içinde hamile kalmaktansa) bundan önce ölseydim de, böylece unutulmuşların arasına karışsaydım.” demişti.

19/MERYEM-24: Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).
O hurma ağacının alt yanından ona “sakın mahzun olma” diyen bir nida: “Rabbin, senin için (rahat/doğum yapman için) alt yanından bir su yolu kıldı.” Dedi.

19/MERYEM-25: Ve huzzî ileyki bi ciz’ın nahleti tusâkıt aleyki rutaben ceniyyâ(ceniyyen).
Ve şimdi hurma ağacının gövdesini üzerine silkele. Taze hurmalar ağacın üzerinden düşecek ve hemen yanıbaşında toplanacak.

19/MERYEM-26: Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ(aynen), fe immâ terayinne minel beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu lir rahmâni savmen fe len ukellimel yevme insiyyâ(insiyyen).
Artık ye ve iç, gözün aydın olsun! Bundan sonra eğer beşerden bir kimseyi görürsen, o zaman (ona şöyle) söyle: “Muhakkak ki ben, Rahmân’a (susma) orucu nezrettim (kimseyle konuşmayacağım dair Rahmân Allah’a söz verdim). Bu sebeple bugün bir insanla asla konuşmayacağım.”

Hz Meryem evli olmadığı için, dolayısıyla yol boyunca, kendisine yönelecek herhangi bir iffetsizlik zannı altında ezilmemesi adına, yolda karşılaştığı ve çocuğu merak edip soran kişilere, aynen Meryem suresi 26 ayetinde Hz Meryem’e tarif ve nasihat edildiği kadar konuşup; kavmin yanına varınca, Bebek Hz İsa (A.S) mucizevi bir şekilde bebek haliyle kavimdekilerle konuşana dek, yol boyunca suskun kalması gerekiyordu. Bkz;Meryem suresi 27~31

19/MERYEM-27: Fe etet bihî kavmehâ tahmiluh(tahmiluhu), kâlû yâ meryemu lekad ci’ti şey’en feriyyâ(feriyyen).
Böylece onu taşıyarak kavmine getirdi. (Kavmindekiler) dediler ki: “Ey Meryem! Andolsun ki sen, acayip (kötü) bir şey yaptın.”

19/MERYEM-28: Yâ uhte hârûne mâ kâne ebûkimrae sev’in ve mâ kânet ummuki begıyyâ(begıyyen).
Ey Harun’un (kız)kardeşi Meryem! Oysa Senin baban kötü bir adam değildi. Ve senin annen de iffetsiz değildi.

19/MERYEM-29: Fe eşâret ileyh(ileyhi), kâlû keyfe nukellimu men kâne fîl mehdi sabiyyâ(sabiyyen).
Bunun üzerine Meryem onu (konuşmadan bebeği Hz İsa’yı ) işaret etti. (Onlar) dediler ki: “Beşikte olan bir sabi (bebek) ile biz nasıl konuşuruz?”

19/MERYEM-30: Kâle innî abdullâh(abdullâhi), âtâniyel kitâbe ve cealenî nebiyyâ(nebiyyen).
(Bebek Hz İsa) şöyle dedi: “Muhakkak ki ben, Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni nebî kıldı.”

19/MERYEM-31: Ve cealenî mubâreken eyne mâ kuntu ve evsânî bis salâti vez zekâti mâ dumtu hayyâ(hayyen).
Ve beni nerede bulunursam bulunayım mübarek kıldı. Ve hayatta kaldığım sürece İslam’ın ihyasını ve zekâtını bana vasiyet etti (emretti). {bkz: Âl-i İmran suresi 49,50,51}

Mübarek mubārak مبارك Allah tarafından kutsanma demektir. Mübarek kılınanlar; Hz Musa (A.S) gibi, Hz Süleyman (A.S) gibi Allah tarafından kutsanıp bir gaye uğrunda ancak ve sadece o gayede işe yarayan özel mucizevi yetenekler tahsis edilen mürselinlerdir. (Resûller’dir) Allah’ın Hâlidun/ölümsüz Resul’leri olan melekler de Allah’a hizmet ettikleri için, kendi görevlerine uygun hız/boyut değiştirme vahiy bildirme vb mucizevi yetenekler tahsis edilerek “Allah tarafından mübarek kılındıkları” zikredilmektedir. Al-i İmran suresi 31. ayetinde Hz İsa (A.S) “Allah tarafından mübarek kılındığı için” yaşamı boyunca ölüleri diriltme vb mucize gösteren bir Nebi olacağı özellikle vurgulanmaktadır. Zira;
Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde aracılar, Allah’ın Aziz uluhiyet vasfını gaspetmekle kulları aldatıp sömürmüşlerdir. Tüm fitne dönemlerinde olduğu gibi, Kur’an indiği dönem din adamları insanları sömürebilmek için; Allah’ın Aziz  uluhiyet vasfını gaspetmekle kendilerini Aziz ilan etmişlerdi. Örneğin; Kilise inancına göre bir insanın “Âziz” sayılması için en az iki mucize göstermesi gerekiyordu. Günümüzde kiliselerde hala devam eden “Aziz seçim ritüeli” tarih boyu uygulanmakta olan aynı kurallar üzerinden devam etmektedir. Hastaları iyileştirip şifa vermek, ölüleri diriltmek veya savaşta bir orduya ya da işlerinde bir kişiye mistik güçleri ile yardım etmek, insanların rızkını açmak vb. gibi mucize gösteren kişilere Aziz denir. “Saint” Aziz demektir. Kısaltılmış haliyle “St”  olarak yazılır.  “St Joseph” gibi önünde “St” kısaltma eki bulunan ve mantar gibi dünyanın her yerinde açılmış “st” ön eki taşıyan kiliseler, okullar manastırlar vb tüm bu yapılar, tarihte yaşamış Kuran’da ehli kitap anılan “fitne dönemi sahtekarlarının” isimlerini taşır. Ve tabii ki; Allah’ın Aziz ulûhiyet vasıfları üzerinden insanların ne denli sömürüldüğünün kanıtıdır. Kuran ayetlerinin indiği fitne döneminde bir çok ruhban, papaz, kabalistik şekil ve sayılarla sihir büyü yapan hahamlar, sanki hastaları iyileştiriyor gibi görünerek, veya insanların sözde rızıklarını veya kısmetlerini açmak vaadi, ve buna benzer sahtekarlıklar ile, halkı gerek kilise gerek sinagog veya mabedlerinde , rekabetle kendi çevrelerinde adeta pervane ediyorlardı.
Bu önemle: Meryem suresi 31. ayetinde, Âziz uluhiyet vasfını hiç kimseye devretmemiş olan “Âziz Allah‘ın Hz İsa (A.S) nebiyi mübarek kılmış olduğu“ ve bu yüzden mucizeler gösterebildiği vurgulanmaktadır.

19/MERYEM-32: Ve berren bi vâlidetî ve lem yec’alnî cebbâren şakıyyâ(şakıyyen).
Ve anneme karşı birr sahibi olmayı (emretti). Ve beni, (yeryüzüne) cebbar (zorba) bir şâkî kılmadı.

19/MERYEM-33: Ves selâmu aleyye yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu hayyâ(hayyen).
Ve doğduğum gün ve öleceğim gün ve canlı olarak ahirette beas edileceğim gün selâm (bihakkın takva ömür sürdüren tüm nebilere mürselinlere ve muttakilere bahşedilen o ebedi mutlak selamet) benim üzerimedir. (tüm mürselinlere bahşedildiği gibi bana da bahşedilmiştir.)

19/MERYEM-34: Zâlike îsebnu meryem(meryeme), kavlel hakkıllezî fîhi yemterûn(yemterûne).
İşte bu Meryemoğlu İsa. O Hakk’ın “OL” sözü’dür ki; O’nun hakkında hala şüphe ediyorlar.

19/MERYEM-35: Mâ kâne lillâhi en yettehıze min veledin subhâneh(subhânehu), izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Allah’ın (kendisinden) bir (erkek) çocuk edinmesi mümkün olamaz. O, Sübhan’dır (İnsana benzer eksik sıfatlardan münezzehtir insan gibi doğurmaz çünkü “OL” demesiyle olağanüstü yaratmalara Kadir olan yegane Aziz yaratıcıdır. O bir işin olmasına karar verdiği zaman, o taktirde sadece ona “OL!” der ve o, hemen olur.

19/MERYEM-36: Ve innallâhe rabbî ve rabbukum fa’budûh(fa’budûhu), hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve muhakkak ki Allah, benim Rabbim ve sizin (de) Rabbinizdir. O halde, O’na kul olun! İşte bu Sıratı Mustakîm’dir. Dedi.

19/MERYEM-37: Fahtelefel ahzâbu min beynihim, fe veylun lillezîne keferû min meşhedi yevmin azîm(azîmin).
Bundan sonra hizipler (gruplar) kendi aralarında yine de ihtilâf ettiler. Büyük gün müşahede edildiği o zaman (ahiret hesap gününde) vay o kâfirlerin haline!

19/MERYEM-38: Esmi’ bihim ve ebsır yevme ye’tûnenâ lâkiniz zâlimûnel yevme fî dalâlin mubîn(mubînin).
Bize (ahirete) geldikleri gün, onlara (inanmadıkları ahiret hayatı) işittirilir ve gösterilir. Lâkin zalimler, bugün (hâlâ inanmamakla) apaçık bir dalâlet içindeler.

19/MERYEM-39: Ve enzirhum yevmel hasreti iz kudıyel emr(emru), ve hum fî gafletin ve hum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Ve emrin yerine getirileceği hasret günüyle (beas günü/kıyamet günüyle) gaflet içinde mümin olmayan o kulları uyar.

19/MERYEM-40: İnnâ nahnu nerisul arda ve men aleyhâ ve ileynâ yurceûn(yurceûne).
Muhakkak ki, yeryüzüne ve onun üzerinde olan kimselere (aracılar ve düzmece sahte ilahları değil) ancak Biz, varis olacağız. Ve onlar, yargılanmak üzere Biz’e (ahirete) döndürülecekler.

19/MERYEM-41: Vezkur fîl kitâbi ibrâhîm(ibrâhîme), innehu kâne sıddîkan nebiyyâ(nebiyyen).
Kitap’ta İbrâhîm (A.S)’ı zikret! Muhakkak ki O, (Allah’ın hükümlerine) sadık bir Nebî idi.

19/MERYEM-42: İz kâle li ebîhi, yâ ebeti lime ta’budu mâ lâ yesmau ve lâ yubsıru ve lâ yugnî anke şey’â(şey’en).
İbrâhîm (A.S), babasına dedi ki: “Ey babacığım! İşitmeyen ve görmeyen ve sana hiçbir şekilde ve hiçbir şeyle faydası olmayanlara niçin tapıyorsun?”

19/MERYEM-43: Yâ ebeti innî kad câenî minel ilmi mâ lem ye’tike fettebi’nî ehdike sırâtan seviyyâ(seviyyen).
Ey babacığım, muhakkak ki bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir! Öyleyse bana tâbî ol. Seni, Sıratı Seviye’ye (Allah’a ulaştıran seviyeli doğru yola ) hidayet edeyim.

19/MERYEM-44: Yâ ebeti lâ ta’budiş şeytân(şeytâne), inneş şeytâne kâne lir rahmâni asıyyâ(asıyyen).
Ey babacığım, şeytana kul olma! Muhakkak ki şeytan, Rahmân’a asi oldu.

19/MERYEM-45: Yâ ebeti innî ehâfu en yemesseke azâbun miner rahmâni fe tekûne liş şeytâni veliyyâ(veliyyen).
Ey babacığım, muhakkak ki ben, (gök tanrı ilahlarına yönelip onların putları önünde secde ettiğin için) sana Rahmân’dan elim bir azap dokunmasından korkuyorum! Bu durumda sadece şeytana velî (dost) olursun.

19/MERYEM-46: Kâle e râgıbun ente an âlihetî yâ ibrâhîm(ibrâhîmu), lein lem tentehi le ercumenneke vehcurnî meliyyâ(meliyyen).
(İbrâhîm (A.S)’ın babası şöyle) dedi: “Ey İbrâhîm! Sen, benim ilâhlarıma rağbet etmiyor musun? Eğer sen, (bundan) vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım ve (çok tanrılı ilahlarımıza sürekli muhalefet ettiğin için) artık uzun bir müddet benden uzaklaş.”

19/MERYEM-47: Kâle selâmun aleyk(aleyke), se estagfiru leke rabbî, innehu kâne bî hafiyyâ(hafiyyen).
(Ve Hz İbrahim babasına)“Sana selâmet olsun.” Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana (çok) lütufkârdır. Demişti.

19/MERYEM-48: Ve a’tezilukum ve mâ ted’ûne min dûnillâhi ve ed’û rabbî, asâ ellâ ekûne bi duâi rabbî şakıyyâ(şakıyyen).
Ve muhakkak ki ben bugün, sizden ve Allah’tan başka dua ettiğiniz o şeylerden ( gök tanrı ilahlarınızdan) ayrılıyorum. Ve Ben muhakkak Rabbime aracısız dua ediyorum. Umulur ki (aracısız yaptığım bu) dualarla ben, Rabbime şâkî olmayanlardan olurum.

19/MERYEM-49: Fe lemmâ’tezelehum ve mâ ya’budûne min dûnillâhi vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûb(ya’kûbe) ve kullen cealnâ nebiyyâ(nebiyyen).
Böylece onlardan ve onların Allah’tan başka kul olduğu şeylerden, ayrıldığı zaman (niyet amele döndüğü anda/döndükten sonra) ona, İshak ve Yâkub’u hibe ettik (o istemeden bahşettik). Ve hepsini, Nebî kıldık.

19/MERYEM-50: Ve vehebnâ lehum min rahmetinâ ve cealnâ lehum lisâne sıdkın aliyyâ(aliyyen).
Ve onlara, rahmetimizden bahşettik (karşılıksız verdik). Ve onları (Hz. İbrâhîm ve oğullarını), bütün dillerde (çeşitli ülkelerde lisanlarda) sadık ve âlî kıldık. (Allah’a aracısız yönelen sıddıklar olarak görev yapmalarını ve hayırla anılmalarını sağladık.)

19/MERYEM-51: Vezkur fîl kitâbi mûsâ, innehu kâne muhlesan ve kâne resûlen nebiyyâ(nebiyyen).
Kitap’ta Musa (A.S)’ı da zikret. Muhakkak ki O, muhlis  ve Nebî Resûl idi.

19/MERYEM-52: Ve nâdeynâhu min cânibit tûril eymeni ve karrebnâhu neciyyâ(neciyyen).
Ve Tur’un sağ tarafından ona seslendik. Ve onu, söyleşmek (vahyetmek) için yaklaştırdık. {Bkz; Kasas suresi 30 Neml suresi 8}

19/MERYEM-53: Ve vehebnâ lehu min rahmetinâ ehâhu hârûne nebiyyâ(nebiyyen).
Ve ona, rahmetimizden kardeşi Harun (A.S)’ı Nebî olarak bahşettik.

19/MERYEM-54: Vezkur fîl kitâbi ismâîle innehu kâne sâdıkal va’di ve kâne resûlen nebiyyâ(nebiyyen).
Ve Kitap’ta İsmail (A.S)’ı (da) zikret. Çünkü O da Allah’a olan vaadine daima sadıktı ve O, Nebî Resûl’dü.

19/MERYEM-55: Ve kâne ye’muru ehlehu bis salâti vez zekâti ve kâne inde rabbihî mardıyyâ(mardıyyen).
Ve o, ehline (halkına) (ehli kitap müşriklerin iftiralarının aksine) Allah’a aracısız ibadet etmeyi ve zekâtı emrediyordu. Ve o, Rabbinin katında razı olunmuşlardandı.

19/MERYEM-56: Vezkur fîl kitâbi idrîse innehu kâne sıddîkan nebiyyâ(nebiyyen).
Ve Kitap’ta İdris (A.S)’ı (da) zikret. (Müşriklerin iddialarının aksine) Muhakkak ki O da, (Allah’a) sadık bir Nebî idi.

19/MERYEM-57: Ve refa’nâhu mekânen aliyyâ(aliyyen).
Ve onu, yüce mekâna (en yüksek cennet makamına) yükselttik.

19/MERYEM-58: Ulâikellezîne en’amallâhu aleyhim minen nebiyyîne min zurriyyeti âdeme ve mimmen hamelnâ mea nûhin ve min zurriyyeti ibrâhîme ve isrâîle ve mimmen hedeynâ vectebeynâ, izâ tutlâ aleyhim âyâtur rahmâni harrû succeden ve bukiyyâ(bukiyyen). (SECDE ÂYETİ)
İşte onlar, Allah’ın kendilerine ni’met verdiği nebîlerdendir. Âdem (A.S)’ın zürriyyetinden (neslinden) ve Nuh (A.S)’la beraber taşıdıklarımızdan ve İbrâhîm (A.S) ve İsrail (A.S)’ın zürriyyetinden ve (uydurdukları yahve isimli tanrıya değil) ancak Bizim hidayete erdirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendir. Onlara, Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman Onlar ağlayarak ve secde ederek yere kapanırlardı.(yahveye yönelmezlerdi)

19/MERYEM-59: Fe halefe min ba’dihim halfun edâus salâte vettebeûş şehevâti fe sevfe yelkavne gayyâ(gayyen).
Bundan sonra onların arkasından gelen nesil, tekrar (İslam) ibadetlerini ihmal ettiler. Ve sonra ardından şehvetlerine  (batıla/ahiret hayatı olmayan sadece dünya menfaati üzerine kurulu şirk sömürü inançlarına) tâbî oldular. Artık yakında gayy ile (müşriklerin asla inanmadıkları ahiret hayatında cehennemin en alt bölümüyle) karşılaşacaklar.

19/MERYEM-60: İllâ men tâbe ve âmene ve amile sâlihan fe ulâike yedhulûnel cennete ve lâ yuzlemûne şey’â(şey’en).
Tövbe edenler, âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar) ve amilüssalihat (Allah’ı razı etmek için salih ameller ) yapanlar hariç. İşte onlar, cennete girecekler. Ve onlara, hiçbir şeyle zulmedilmez.

19/MERYEM-61: Cennâti adninilletî vaader rahmânu ibâdehu bil gayb(gaybi), innehu kâne va’duhu me’tiyyâ(me’tiyyen).
Adn cennetleri ki onları, Rahmân, kullarına gıyaben (ilk önce Ahirette Hz Adem nezdinde sonra da yeryüzünde Resul’ler Nebiler vasıtasıyla) vaadetti. Muhakkak ki o (adn cennetleri), O’nun (Allah’ın sadık muhlis kullarına) vaadidir, ve yerine gelecektir.

19/MERYEM-62: Lâ yesmeûne fîhâ lagven illâ selâmâ(selâmen), ve lehum rızkuhum fîhâ bukreten ve aşiyyâ(aşiyyen).
(Müşriklerin inanmadıkları O Cennet mekan ki) Orada boş söz (batılın boş vaadi ve aracıların sözde şefaati) işitilmez, oraya sadece “İslam.” hakimdir. Ve orada, sadece onların (amenü olan müminlerin) gece gündüz kesintisiz rızıkları vardır.

19/MERYEM-63: Tilkel cennetulletî nûrisu min ibâdinâ men kâne takıyyâ(takıyyen).
Kullarımızdan takva sahibi olanlar için onlara varis kıldığımız cennet işte budur.

19/MERYEM-64: Ve mâ netenezzelu illâ bi emri rabbik(rabbike), lehu mâ beyne eydînâ ve mâ halfenâ ve mâ beyne zâlik(zâlike), ve mâ kâne rabbuke nesiyyâ(nesiyyen).
Ve biz (resûl melekler/Cebrail as), Rabbinin emri olmaksızın inmeyiz. Geçmişte şimdi ve gelecekte herşey O’nun emriyle olur. Ve (sınamak gayesinde) senin Rabbin, geçmişte ve şimdi asla hiçbir kimseyi unutmuş değildir.

19/MERYEM-65: Rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ fa’budhu vastabir li ibâdetih(ibâdetihî), hel ta’lemu lehu semiyyâ(semiyyen).
O Semaların, yeryüzünün ve ikisinin arasındakilerin Rabbidir. O’nun İsmi’yle (Allah olarak) isimlendirilen başka hiçbir kimse biliyor musun? Öyleyse O’na kul ol! Ve daima O’nun kulluğunda sabırlı ol!

19/MERYEM-66: Ve yekûlul insânu e izâ mâ mittu le sevfe uhracu hayyâ(hayyen).
Ve insan:(müşrikler) “Ben, öldükten sonra ahirete canlı olarak mutlaka tekrar mı çıkarılacağım?” diye şüphe eder. (Ahiret hayatına inanmaz reddeder.)

19/MERYEM-67: E ve lâ yezkurul insânu ennâ halaknâhu min kablu ve lem yeku şey’â(şey’en).
Ve oysa O insan, daha önce o henüz hiç bir şey değilken (yokken); Bizim, onu nasıl yoktan yarattığımızı düşünmez mi?

Hem Arap hem Ehli kitap anılan Hristiyan ve yahudi müşrikler ahirete inanmazlar bu nedenle Kuran’ın birçok sure ve ayetinde; “Yeryüzü yaratılışından örnekler verilerek; “tüm bunları mucizevi bir şekilde en ince ölçüsüne kadar yoktan yaratmaya muktedir olan Allah, ahireti de yaratmaya muktedir değil mi ? “ Yasin 81” sorusundaki mantıkla kullarını tefekküre davete ederek, ahirete iman için kulların dünya yaratılışına bakarak ibret almalarını öğütlemiştir.

19/MERYEM-68: Fe ve rabbike le nahşurennehum veş şeyâtîne summe le nuhdırannehum havle cehenneme cisiyyâ(cisiyyen).
Rabbine andolsun ki, sonra da onları ve şeytanları, mutlaka haşredeceğiz (ahirette toplayacağız). Sonra onları, cehennemin etrafında (mecburi secdede) diz üstü çöktürmüş olarak hazır kılacağız.

19/MERYEM-69: Summe le nenzianne min kulli şîatin eyyuhum eşeddu aler rahmâni ıtiyyâ(ıtiyyen).
Sonra bütün gruplardan onların hangisi, Rahmân’a karşı daha çok asi (azgın) olduysa, onları mutlaka ayıracağız.

19/MERYEM-70: Summe le nahnu a’lemu billezîne hum evlâ bihâ sıliyyâ(sıliyyen).
Sonra ona (cehenneme) maruz kalmayı en çok hakedenleri, elbette en iyi Biz biliriz.

19/MERYEM-71: Ve in minkum illâ vâriduhâ, kâne alâ rabbike hatmen makdıyyâ(makdıyyen).
Ve sizden biriniz (bile) hariç olmamak üzere önce hepiniz, illâ cehenneme varacaksınız. Bu, senin Rabbinin üzerine (söz aldığı) kesinleşmiş bir hükmüdür.

19/MERYEM-72: Summe nuneccîllezînettekav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ(cisiyyen).
Sonra takva sahiplerine (cennete girmelerine izin vermekle/ izin günü) kurtaracağız. Ve zalimleri, diz üstü çökmüş olarak cehennemde bırakacağız.

19/MERYEM-73: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne keferû lillezîne âmenû eyyul ferîkayni hayrun makâmen ve ahsenu nediyyâ(nediyyen).
Ve çünkü yeryüzünde âyetlerimiz, onlara beyan edilerek okunduğu zaman, kâfirler âmenû olanlara (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlara) (detaylı Bkz Meryem suresi 77 O mutrafi müşrikler şöyle) dediler: “İki gruptan hangimiz, makam bakımından daha hayırlı ve meclis bakımından daha güçlü?”

19/MERYEM-74: Ve kem ehleknâ kablehum min karnin hum ahsenu esâsen ve ri’yâ(ri’yen).
Oysa Biz; Onlardan önce, mal ve görünüş bakımından daha güçlü nice nesiller/kavimler helâk ettik.

19/MERYEM-75: Kul men kâne fîd dalâleti fel yemdud lehur rahmânu meddâ(medden), hattâ izâ raev mâ yûadûne immel azâbe ve immes sâah(sâate), fe se ya’lemûne men huve şerrun mekânen ve ad’afu cundâ(cunden).
De ki: “Kim dalâlette ise o zaman onlar vaadolundukları azabı veya o saati (kıyâmeti) görene kadar Rahmân, onlara biraz zamanı uzatarak (sınanmaları gayesinde evvelden ahirette vaad ettiği için) mühlet verir.” Böylece (ahirete kavuştuklarında) kimin mekân bakımından daha şerrli ve yardım bakımından daha zayıf olduğunu yakında mutlaka bilecekler.

19/MERYEM-76: Ve yezîdullâhullezînehtedev hudâ(huden), vel bâkıyâtus sâlihâtu hayrun inde rabbike sevâben ve hayrun mereddâ(meredden).
Ve Allah, hidayette olanların (amenü olanların/Allah’a aracısız iman ve teslim olanların)hidayetini arttırır. (Ahiret hayatına) Bâki olan salih ameller, Rabbinin indinde sevap bakımından daha hayırlıdır ve ahiret hayatına dönüşte mükafat bakımından (da) daha hayırlıdır.

19/MERYEM-77: E fe raeytellezî kefere bi âyâtinâ ve kâle le ûteyenne mâlen ve veledâ(veleden).
Öyleyse (çoklukla övünüp) âyetlerimizi inkâr ederek: “Bana mutlaka daha çok mal ve evlât verilecektir.” diyenleri (*mutrafileri) gördün mü?

Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {Bkz: Sebe suresi 37, bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır.  Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi  78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanan “Mekke ve Taif” eşrafından oluşan elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini sürdürebilmek adına, oluşturdukları {bkz:Alak suresi 17} “yönetim meclisi” birlikteliğinde, çeşitli tuzak ve iftiralarla topyekün Hz Muhammed (S.A.V) nebiye muhalefet ediyorlardı.
Meryem suresi 96 ayetinde malını ve mülkünü tanrı sevgisine nisbet edip kibirlenen mutrafilerin iddialarının aksine, Aziz Allah’ın asıl kimleri sevdiği açıklanmaktadır. Ve Allah’ın sevgisine mazhar olmanın yegane şartı, bir başka ayetinde şöyle vurgulanmaktadır; “Eğer Allah’ı seviyorsanız, o taktirde Allah’a ve hükümlerine tâbi olunuz ki; Böylece Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı mağfiret etsin. ÂL-İ İMRÂN SURESİ 31

19/MERYEM-78: Ettalaal gaybe emittehaze inder rahmâni ahdâ(ahden).
O, gayba (gayb/ahiret aleminde Allah’a) muttali mi oldu ? Yoksa Rahmân’ın indinde (huzuruna çıkıp böyle) bir ahd aldı mı? (ki Allah’ın mülkü üzerinde çokluk yarışı yapıp Allah tarafından ne kadar sevildiklerini böyle ölçüyorlar)

19/MERYEM-79: Kellâ, se nektubu mâ yekûlu ve nemuddu lehu minel azâbi meddâ(medden).
Hayır, öyle değil! Onların şimdi söylediklerini yazacağız. Ve (sonra/ahirette bu çarpık fitne inanç söylemleri yüzünden) onlara, azabı uzattıkça uzatacağız.

19/MERYEM-80: Ve nerisuhu mâ yekûlu ve ye’tînâ ferdâ(ferden).
Ve onun şimdi övünerek söylediği şeylere, (tüm mülke) yarın Biz varis olacağız. Ve o, Bize orada (ahirette huzurumuzda yargılanmaya) fert olarak (tek başına, mal ve evlâdı olmaksızın) gelecek.

19/MERYEM-81: Vettehazû min dûnillâhi âliheten li yekûnû lehum ızzâ(ızzen).
Ve oysa onlar (müşrikler), kendilerine izzet (şeref) olsun diye Allah’tan başka ilâhlar edindiler.

19/MERYEM-82: Kellâ, se yekfurûne bi ibâdetihim ve yekûnûne aleyhim dıddâ(dıdden).
Hayır, öyle değil! (Aracılar ahirette ), onlarla yaptıkları ibadetlerini inkâr edecekler. (Allah’ın vekili saydıkları sahte ilahlarla kulları kandırdıklarını inkar edecekler) Ve onlara, (şimdi aldatıp sömürdükleri insanlara ise) orada hasım (düşman) olacaklar. {Aldatanların aldananlarla kurdukları ahiret diyalogları için Bkz; Araf süresi 37, 38, 39}

19/MERYEM-83: E lem tere ennâ erselneş şeyâtîne alel kâfirîne teuzzuhum ezzâ(ezzen).
Onları, (Allah’a itaat üzerinde) kışkırttıkça kışkırtan şeytanları, kâfirlerin üzerine nasıl gönderdiğimizi görmüyor musun?

19/MERYEM-84: Fe lâ ta’cel aleyhim, innemâ neuddu lehum addâ(adden).
Artık onlar için acele etme. Biz, sadece onları (günahları üzerinde yığıp arttırıp) saydıkça sayıyoruz.

19/MERYEM-85: Yevme nahşurul muttekîne iler rahmâni vefdâ(vefden).
O gün muttakilere (Allah’a aracısız yönelen takva sahiplerine), Rahmân’ın izzet ve ikramıyla vefa edeceğiz.

19/MERYEM-86: Ve nesûkul mucrimîne ilâ cehenneme virdâ(virden).
Ve mücrimleri (suçluları), susamış olarak cehenneme sevkedeceğiz.

19/MERYEM-87: Lâ yemlikûneş şefâate illâ menittehaze inder rahmâni ahdâ(ahden).
Rahmân’ın indinde, ahd ittihaz edenlerden (Bkz; Araf suresi 48 Allah’ın günah ve sevap saymada yetki verdiği ve suçluları görür görmez simalarından tanıyan özel yaratılmış Araf ehli meleklerden) başkası şefaate malik olamaz.

19/MERYEM-88: Ve kâluttehazer rahmânu veledâ(veleden).
“Rahmân, bir çocuk ittihaz etti (edindi).” dediler. (Ve onu yeryüzü yönetiminde Allah’ın hükmüne ortakçı ve vekili yaptılar. Ve o evlatlar üzerinden sömürü hükümleri çıkardılar)

19/MERYEM-89: Lekad ci’tum şey’en iddâ(idden).
Andolsun ki siz, (Kulları aldatıp sömürme gayenizde; evlat vekiller üzerinden hükümler uydurmak için; Allah’ı insana benzer kılıp böylece O’na insan gibi eksik sıfatlar yüklemekle Allah’ı aşağılayıp) çok kötü bir şey yaptınız.

19/MERYEM-90: Tekâdus semâvâtu yetefattarne minhu ve tenşakkul ardu ve tehırrul cibâlu heddâ(hedden).
Bundan (bu küfürden) neredeyse semalar (gökyüzü) parçalanacak ve yeryüzü yarılacak ve dağlar çökerek yıkılacaktı.

19/MERYEM-91: En deav lir rahmâni veledâ(veleden).
Rahmân’a bir çocuk isnat etmeleri (sebebiyle).

19/MERYEM-92: Ve mâ yenbagî lir rahmâni en yettehıze veledâ(veleden).
Ve Rahmân’a çocuk edinmek yakışmaz (Yaratmak için O birisine bir eşe ihtiyaç duyacak acziyette değildir. O ol der ve yaratır ve yarattıkları onun kulları olur.)

19/MERYEM-93: İn kullu men fîs semâvâti vel ardı illâ âtir rahmâni abdâ(abden).
Semalarda ve yeryüzünde olan kimselerin hepsi, mutlaka Rahmân’a kul olarak gelecek.

19/MERYEM-94: Lekad ahsâhum ve addehum addâ(adden).
Andolsun ki onları, tek tek (Bkz: hakka Suresi 17 dünyadaki/yeryüzündeki tüm işlerin idare ve tedbir edildiği Melei A’la idari arşı katında görev yapan {bkz:Mutafifin suresi 21} Allah’a hizmet eden “mukarrebin” melekleri vasıtasıyla) adetlendirerek tespit etti/ediyor.

19/MERYEM-95: Ve kulluhum âtîhi yevmel kıyâmeti ferdâ(ferden).
Ve kıyâmet günü, onların hepsi O’na, ferdî olarak (bkz; Meryem 68, 72 dizüstü mecburi secdeye çöktürülmüş halde huzuruna) gelecek.

19/MERYEM-96: İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti se yec’alu lehumur rahmânu vuddâ(vudden).
Muhakkak ki âmenû olanları (Allah’a aracısız iman ve teslim olanları) ve amilüssalihat (Allah’ı razı etmek için yeryüzünde salih ameller) biriktirenleri, Rahmân orada, “muhabbet duyulanlar” (Allah tarafından sevilen kullardan) kılacak.

19/MERYEM-97: Fe innemâ yessernâhu bi lisânike li tubeşşire bihil muttekîne ve tunzire bihî kavmen luddâ(ludden).
Böylece Biz, O’nu (Kur’ân-ı Kerim’i) senin lisanınla kolaylaştırdık. O’nunla, takva sahiplerini müjdelemen ve o inatçı kavmi uyarman için.

19/MERYEM-98: Ve kem ehleknâ kablehum min karn(karnin), hel tuhıssu minhum min ehadin ev tesmeu lehum rikzâ(rikzen).
Ve Onlar gibi olan ve onlardan önce yaşamış nice nesilleri helâk ettik. Şimdi, Onlardan hiç birini görüyor musun? Veya onların ufacık bir sesini duyuyor musun?