Bismillâhirrahmânirrahîm
31/LOKMÂN-1: Elif lâm mîm.
Elif, Lâm, Mim.
31/LOKMÂN-2: Tilke âyâtul kitâbil hakîm(hakîmi).
Bunlar, (El Hâkim Allah’ın ilahi ilmi ve hikmetiyle hükümler koyduğu) hâkim Kitab’ın Âyetleri’dir.
31/LOKMÂN-3: Huden ve rahmeten lil muhsinîn(muhsinîne).
Muhsinler için hidayete erdirici ve rahmettir.
31/LOKMÂN-4: Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhıreti hum yûkinûn(yûkinûne).
O Muhsinler ki, ibadetlerini ikame ederler ve zekâtı verirler. Ve onlar, ahirete yakîn hasıl ederler. (Müşriklerin aksine ahiret hayatına kesin olarak inanırlar.)
31/LOKMÂN-5: Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
İşte onlar, Rab’lerinden bir hidayet üzerindedirler. Ve işte onlar; onlar felâha erenlerdir.
31/LOKMÂN-6: Ve minen nâsi men yeşterî lehvel hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve yettehızehâ huzuvâ(huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).
Ve insanlardan bir kısmı (aracılardan) boş sözleri satın alırlar, aracılar ilimleri olmaksızın ( bkz; Bakara süresi 78,79 Allah’ın indirdiği bir kitaba dayanmaksızın emaniye ile ) insanları Allah’ın yolundan saptırmak için uğraşırlar. Ve üstelik onu eğlence edinirler. (başlarına nasıl bir azap geleceğini düşünmeden fütursuzca davranırlar) İşte onlar için muhin (çok büyük aşağılayıcı) bir azap vardır.
31/LOKMÂN-7: Ve izâ tutlâ aleyhi âyâtunâ vellâ mustekbiren ke en lem yesma’hâ ke enne fî uzuneyhi vakrâ(vakran), fe beşşirhu bi azâbin elîm(elîmin).
Ve o (kafirler) ki, onlara âyetlerimiz okunduğu zaman sanki onu işitmemiş gibi ve adeta kulaklarında vakra (işitme engeli) varmış gibi, kibirlenerek İslam’a arkalarını dönerler. Öyleyse işte o kişileri elîm azapla müjdele.
31/LOKMÂN-8: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum cennâtun na’îm(na’îmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar) ve Allah’ı razı etmek için salih amel yapanlar için naîm cennetleri vardır.
31/LOKMÂN-9: Hâlidîne fîhâ, va’dallâhi hakkâ(hakkan), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
(Onlar) orada ebediyyen kalacak olanlardır. Bu gerçek sizlere Allah’ın vaadidir. Ve O; Azîz’dir (olağanüstü güçlere sahip yüce meabtır), Hakîm’dir (ilmi ve hikmetiyle hüküm koyandır).
31/LOKMÂN-10: Halakas semâvâti bi gayri amedin terevnehâ ve elkâ fîl ardı revâsiye en temîde bikum ve besse fîhâ min kulli dâbbeh(dâbbetin), ve enzelnâ mines semâi mâen fe enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm(kerîmin).
Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yarattı ve ( kayarak kıtaların yer değiştirmesi ile yertabakasının üstüste binmesi/jeosenkinaller esnasında) sizi sarsan yüksek dağlar oluşturdu. Ve faydalanmanız için yarattığı o yeryüzünde her çeşit yürüyen hayvandan üretip yaydı. Ve gökten su da indirdi ki, böylece orada her kerim (size ikram edilmiş) bitkiden bir çift yetiştirildi.
Hem Arap müşriklerde hem Ehli kitap anılan Yahudi ve Hristiyan müşrik inaçlarında (Tevrat ve İncilde) ahiret inancı ve dolayısıyla cennet ve cehennem inancı yoktur. Müşrik inançlarda bir tek alem ve o alemde insanların ve tanrıların yaşadığı düz bir dünya modeli mevcuttur. Müşrik inançlarına göre; Tanrı direkler üzerine bina ettiği gökkubbede hemen bulutların üzerinde bulunan evinde oturur vekil kıldığı oğulları yada kızları aracılığıyla dünyayı ve insanları yönetirdi. {bkz;Maide suresi 18 Necm süresi 23 Nahl süresi 55-60 Muminun 91} Arap müşrikler Allah’ın kızları anılan Lat Menat ve Uzza üzerinden; Hristiyanlar Allah’ın oğlu diyerek İsa üzerinden, Yahudiler ise Allah’ın oğlu nitelemesiyle kendi kralları üzerinden vergiler harçlar koyarak insanları sömürüp aldatırlardı. Ve insanlar öldükten sonra tepsi gibi düz tahayyül ettikleri dünyada toprağın altında bulunan ölüler diyarına gönderilirler ve suçlu bulunanlar ise (yani aracılara istedikleri vergiyi ödemeyenler) toprağın altında bulunduğu söylenen kükürt havuzlarında yakılırlar ve günümüzde de sanki İslam’a aitmiş gibi dillendirilen “kabir azabına” maruz bırakılırlardı. (Kuran’da kabir azabı yoktur) Af mağfiret tevbe ve Hidayet gibi “Allah’a ait uluhiyet yetkilerini” kendisinden başka kimseye vermeyen ve yargılamayı ahirette ancak kendi makamında Ve aracılara ihtiyaç duymadan yapacağını ayetleriyle ilan eden Aziz ve Hakim Allah’ın İslam dini; Tabii ki “aracılık sömürü düzenini” ortadan kaldırdığı için “müşrik aracılar tarafından” ısrarla reddedilmiştir. Bu ayetinde Tevrat Ve İncile göre direkler üzerine inşaa edilmiş gök kubbe modeli; “Allah gökleri direksiz olarak yarattı” vurgusuyla reddedilmektedir. Ayrıca; Dünyanın en üst katmanı olan yer kabuğu kendisinden daha yoğun ve sıcak olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. Dünyanın ilk oluşum döneminde yeryüzündeki kıtaların bir arada bulundukları, daha sonraki dönemlerde ise yavaş yavaş farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıkları 20. yüzyılın başlarında henüz keşfedilmiştir. Yaklaşık 500 milyon yıl önce yeryüzündeki kara parçaları bir bütün olarak birbirlerine bağlıydı. Pangaea olarak adlandırılan büyük yekpare ana kara parçası dünyanın Güney Kutbu’nda bulunuyordu. Ve yaklaşık 180 milyon yil önce Pangaea koparak iki parçaya ayrıldı. Birinci parçadan Afrika, Avustralya, Antarktika ve Hindistan; ikinci parçadan ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’nın Hindistan dışındaki kısımları oluştu. Günümüzde hala devam etmekte olan bu kıtasal hareketlerin yilda 1 ile 5 cm civarında sürüklendiği hesaplanmıştır. bkz;Neml suresi 88 Dağları görürsün de, onları donmuş gibi durur sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler… zikredilmektedir.
Dünyanın soğumasıyla yerkabuğunda hasıl olan büyük çaptaki kırışmalara jeosenkinal denir. Nehirler; nehir yollarıyla ve rüzgarlar yardımıyla aşındırıp, taşıdıkları maddeleri, deniz ve okyanus tabanlarında biriktirirler. Tortullanmanın yığıldığı bu geniş alanlara da jeosenklinal denir. jeosenkinallerde biriken tortul tabakaların etkileşimiyle yerkabuğundaki kıvrılma ve kırılma hareketlerinden hasıl olan yerkabuğu yükseltilerine dağ ismi verilir. Bilimsel tanımla orojenez denir. Orojenez yani dağ oluşumu esnasında yerkabuğu sarsılarak depremleri meydana getirir. İnsanoğlunun henüz 20. yüzyılın başlarında keşfettiği dünyanın böylesi bir jeolojik yaratısına; “sizi sarsan dağlar ve tortulları taşıyan nehirler ve nehir yolları vurgusuyla, dikkat çekilerek, henüz yazının bile kağıtlar üzerine yeni yeni yazılmaya başlandığı ve yaygın olarak kullanılmadığı M.S 6. yüzyılda {Nahl suresi 15 Lokman suresi 10 Enbiya suresi 31 Neml suresi 61.} ayetleriyle sabitlenmesi üzerine Aziz Allah’ın bu olağanüstü yaratısından ibret alınması ve tezekkür edilmesi öğütlenmektedir.
31/LOKMÂN-11: Hâzâ halkullâhi fe erûnî mâzâ halakallezîne min dûnih(dûnihî), beliz zâlimûne fî dalâlin mubîn(mubînin).
İşte bu, Allah’ın yaratmasıdır. Öyleyse O’ndan başkaları (Müşrik aracılar ve ilahları) ne yarattılar, gösterinler! Hayır, o zalimler, apaçık bir dalâlet içindedirler.
31/LOKMÂN-12: Ve lekad âteynâ lukmânel hikmete enişkur lillâh(lillâhi), ve men yeşkur fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî), ve men kefere fe innellâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).
Ve andolsun ki Lokman’a hikmet verdik ki, Allah’a aracısız şükretsin diye. Ve kim şükrederse, o taktirde sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse (hükmünde ortakçı kabul etmeyen Samed ve Vahid Allah’ı Ve indirdiği hükümleri/Zikri/Kuranı inkâr ederse), o taktirde muhakkak ki Allah; Gani’dir (kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur), Hâmid’dir (övgülere layık olan ancak O’dur/ Aracıların sahte ilahları değildir).
31/LOKMÂN-13: Ve iz kâle lukmânu libnihî ve huve yaızuhu yâ buneyye lâ tuşrik billâh(billâhi), inneş şirke le zulmun azîm(azîmun).
Ve Lokman, oğluna vaazederek şöyle demişti: “Ey yavrum, Allah’a şirk koşma! Muhakkak ki şirk, azîm (çok büyük) bir zulümdür.”
31/LOKMÂN-14: Ve vassaynel insâne bi vâlideyh(vâlideyhi), hamelethu ummuhu vehnen alâ vehnin ve fisâluhu fî âmeyni enişkurlî ve li vâlideyk(vâlideyke), ileyyel masîr(masîru).
Ve Biz, insana anne ve babasını vasiyet ettik (yaşlandıklarında onların bakımı ve gözetimini ayetlerimizle farz kıldık). Çünkü; Annesi onu zorluk üzerine zorlukla taşıdı. Ve onun sütten kesilmesi {emzirme süresi ve koşulları için detaylı bkz ;bakara suresi 233} iki yıldır. (Allah Teala) Hem Bana (hem) anne ve babana şükret! Ancak “Dönüşünüz Bana’dır”. (Ceza ve ödül mukabilinde yargılanıp sorgulanmak üzere herkesin dönüşü ancak Allah’ın yargı makamınadır diye kullarına hükmetti.)
İslam’da kadınların korunup kollanması maddi manevi gözetilmesi erkeklere verilmiştir. {bkz:Nisa suresi 34) Bir çocuğun kişilik gelişimi 0-6 yaş arasında oluştuğu için Ve özellikle insanoğlunun kişiliği; yeterli emzirme, sevgi ve ilgi süreçleriyle şekil aldığı için bu sebeple çocuklar bu hususlarda sorumluluk olarak anneye emanet edilmiştir. Detaylı bkz; İnsanda kişilik oluşumu ve akıl gelişim süreçleri Bu süreçte Erkeklerin yükümlülüğü, hem çocuğun hem de annenin maddi bakımlarını karşılamak ve anneye yardımcı olmak üzerinedir. Anne kendisine emanet edilmiş evladını bu süreçte meşakkatle büyütmüş olsa bile bu görev ayetiyle sabit “Allah’ın bir emri” olduğu için, mükafat veya cezası da ahirette Allah tarafından takdir edilir. Bu nedenle; Ne Anne/babanın ayetlerle belirlenmiş olan yükümlülüklerinde evladına kötü muamele etmesi, ne de evladın ana baba tarafından yaşamış olduğu kötü muamele veya ihmal mukabili anne/babasını yeryüzünde kötü muamele ile cezalandırması Allah tarafından kabul edilemez bir suç teşkil eder. Çünkü; Ödül Ve ceza ancak hükmü koyan ve koymuş olduğu hükümlerine sadakat üzerinde kullarını yeryüzünde sınayan Hakim Allah’ın yargı makamındadır. Nefsini ilah edinmekle Allah’ın hükümlerine uymayan anne/baba veya hükmününe kendi nefsini ortak tutarak anne/babayı yeryüzünde bizzat cezalandıran evladın durumları Allah’a göre “kişinin nefsini Allah’ın otoritesine ortak etmesiyle” hasıl olan Allah’a karşı yapılmış bir küfürdür ,şirktir ve en büyük lanetli günahtır.
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve ancak, bilgin olmayan bir şey hakkında, (Bkz: Nisa suresi 123 Lokman suresi 2 ve 17 Kuran dışında aracıların uydurma hükümleriyle veya kendi heva hükümleriyle) Allah’a şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve ancak (Allah’a yükümlülüklerin açısından) dünyada onlara güzellikle sahip ol. Fakat mutlaka; Bana yönelenlerin (Allah’a aracısız yönelen amenülerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz muhakkak, Banadır. (Dönüşünüz, Ceza ve ödül mukabili Ahirette Hakim Allah’ın yargı makamınadır) O zaman yaptığınız şeyleri (annenin evlada karşı yerine getirdiği veya getirmediği yükümlülüklerini veya evladın anne babaya karşı yerine getirdiği veya getirmediği yükümlülüklerini “tek ve yegane hüküm koyucu olarak” size ancak ben (ahirette) haber vereceğim. (Diye hükmetti)
31/LOKMÂN-16: Yâ buneyye innehâ in teku miskâle habbetin min hardalin fe tekun fî sahretin ev fîs semâvâti ev fîl ardı ye’ti bihâllâh(bihâllâhu), innellâhe latîfun habîr(habîrun).
Ey yavrum! Muhakkak ki o (amellerin), bir hardal tanesi kadar dahi olsa ve o, bir kaya içinde veya göklerde veya yerde bile olsa, Allah onun, mutlaka (dünyada ve ahirette) karşılığını verir. Muhakkak ki Allah; Lâtif’tir (lütuf sahibidir), Habîr’dir (herşeyden haberdar olandır).
31/LOKMÂN-17: Yâ buneyye ekımıs salâte ve’mur bil ma’rûfi venhe anil munkeri vasbir alâ mâ esâbek(esâbeke), inne zâlike min azmil umûr(umûri).
Ey yavrum, ibadetlerini ikame et! Ma’ruf ile (Allah’ın indirdiği/hükmü ile) emret ve münkerden (batıldan/emaniyyeden ) nehyet. Ve sana isabet eden şeylere (Ma’ruf’u gözettiğin için sana yapılan eza cefa ve musîbetlere) sabret. Muhakkak ki bu, azim ve çabalar (mutlaka yapılması gereken) işlerdendir.
31/LOKMÂN-18: Ve lâ tusa’ir haddeke lin nâsi ve lâ temşi fîl ardı merahâ(merahan) innellâhe lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
Ve (müşrik mutrafiler gibi) insanlardan (kibirlenerek) yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Muhakkak ki Allah, çalımla yürüyenlerin ve (malı ve mülküyle) o çok övünenlerin hiçbirini sevmez.
Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır. Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi 78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır.
31/LOKMÂN-19: Vaksid fî meşyike vagdud min savtik(savtike), inne enkerel asvâti le savtul hamîr(hamîri).
Ve yürüyüşünde mütevazi (alçakgönüllü) ol ve sesini alçalt. Muhakkak ki seslerin en çirkini, elbette hamirin (merkebin) sesidir. (Diyerek Lokman oğluna öğütler vermişti)
31/LOKMÂN-20: EE lem terev ennellâhe sehhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı ve esbega aleykum niamehu zâhireten ve bâtıneh(bâtıneten), ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).
İşte böyle. (Sizleri sınamak amacında yarattığı) Göklerde ve yerlerde olan herşeyi, Allah’ın size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmediniz mi? Ve sizin üzerinizdeki görünen (yiyecek içecek vb) ve görünmeyen (Hidayeti Kuran ile ve fazlından yardımlarıyla) ni’metlerini tamamladı. Ve insanlardan bir kısmı (hâlâ) ilmi, bir hidayete erdiricisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın, (İnsan uydurması bkz; Bakara 78,79 Nisa suresi 123 Emaniye hükümleriyle) Allah hakkında mücâdele ederler.
31/LOKMÂN-21: Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ vecednâ aleyhi âbâenâ, e ve lev kâneş şeytânu yed’ûhum ilâ azâbis saîr(saîri).
Ve onlara “Allah’ın indirdiği şeye (Zikre/Kuran’a) tâbî olun!” denildiği zaman: “Hayır, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geçmişten süre gelen batıl şirk inançlarına) tâbî oluruz.” dediler. Ve şeytan (onları batıl inançlara ve emaniyye kitaplarına sürüklemekle) aslında onları, alevli ateşin azabına çağırıyor olsa da mı tabi olacaklar?
31/LOKMÂN-22: Ve men yuslim vechehu ilâllâhi ve huve muhsinun fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, ve ilâllâhi âkibetul umûr(umûri).
Ve kim muhsin olarak vechini (iradesini) Allah’a aracısız teslim ederse, o taktirde sağlam bir kulba tutunmuş olur. Ve işlerin sonucu Allah’a ulaşır.
31/LOKMÂN-23: Ve men kefere fe lâ yahzunke kufruh(kufruhu), ileynâ merciuhum fe nunebbiuhum bi mâ amil(amilû), innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Ve (İslam’ı ve hükümlerini) kim inkâr ederse, onun küfrü seni mahzun etmesin (üzmesin)! Onların dönüşü, Bize’dir. Böylece yaptıkları şeyleri (seyyiatları/kötülükleri/günahlarını hüküm koyucu olarak) onlara ancak biz haber vereceğiz. Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
31/LOKMÂN-24: Numettiuhum kalîlen summe nadtarruhum ilâ azâbin galîz(galîzin).
Onları şimdilik biraz metalandırırız (sınav süresince ve sınanmaları gayesiyle dünya mülkümüzden onları şimdilik mühletle faydalandırırız). Ancak; Sonra onları mutlaka ağır bir azaba maruz bırakırız.
31/LOKMÂN-25: Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunnellâh(yekûlunnellâhu), kulil hamdulillâh(hamdulillâhi), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve eğer onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorarsan, mutlaka “Allah” derler. O halde “Hamd Allah’a aittir.” de. Hayır, onların çoğu bunu bile idrak etmezler.
31/LOKMÂN-26: Lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), innallâhe huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).
Göklerde ve yerde olanların tümü (Malik-el Mülk) Allah’ındır. Muhakkak ki O; Gani’dir (herşeyi yarattığı için sizden hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), Hamîd’dir (övgüye en çok layık olan yegane varlıktır).
31/LOKMÂN-27: Ve lev enne mâ fîl ardı min şeceretin aklâmun vel bahru yemudduhu min ba’dihî seb’atu ebhurin mâ nefidet kelimâtullâh(kelimâtullâhi), innellâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Ve eğer arzda (yeryüzünde) bulunan ağaçlar kalem olsaydı ve denizler (mürekkep olsaydı) ve ondan sonra, onun yedi katı daha deniz eklenseydi, Allah’ın kelimeleri tükenmezdi. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir, Hakîm’dir (ilahi ilmi ve hikmetiyle yarattıklarına hükmedendir).
31/LOKMÂN-28: Mâ halkukum ve lâ ba’sukum illâ ke nefsin vâhıdeh(vâhıdetin), innallâhe semîun basîr(basîrun).
Sizin yaratılmanız ve beas edilmeniz (sizin yeryüzünde yaratılmanız ve sonra ahirete tahric edilip orada yeniden diriltilmeniz), ancak tek bir nefsin yaratılması gibidir. (nasıl ki yeryüzünde yaratıldıysanız bunun aynısının tekrarıdır ve bize kolaydır) Muhakkak ki Allah; Sem’î’dir (en iyi işitendir), Basîr’dir (en iyi görendir).
31/LOKMÂN-29: E lem tere ennallâhe yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli, ve sehhareş şemse vel kamere kullun yecrî ilâ ecelin musemmen ve ennallâhe bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Allah’ın geceyi gündüzün içine ve gündüzü gecenin içine soktuğunu görmedin mi? Güneş’i ve Ay’ı musahhar kıldı. (sınanmanız mühletince sizin faydanıza amade kıldı.) Hepsi belirli bir süreye kadar (yörüngelerinde) seyredecektir. (Sonra kıyamet koptuğunda herşey yok olacaktır.) Muhakkak ki Allah, (bu sınav mühletinde) yaptığınız şeylerden mutlaka haberdardır.
31/LOKMÂN-30: Zâlike bi ennellâhe huvel hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihil bâtılu ve ennallâhe huvel aliyyul kebîr(kebîru).
İşte bu deliller (eşsiz mükemmellikte ve sadece belli bir süreliğine tasarlanmış olan tüm bu yeryüzü yaratısı) Allah’ın hak (ahiret alemini de yaratabilecek kudrette gerçek bir yaratıcı) olması sebebiyledir. Ve insanların O’ndan (Allah’tan) başka taptıkları şeyler mutlaka batıldır. Muhakkak ki Allah; Âli’dir (yüce), Kebir’dir (büyüktür).
31/LOKMÂN-31: E lem tere ennel fulke tecrî fîl bahri bi ni’metillâhi li yuriyekum min âyâtih(âyâtihî) inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr(şekûrin).
Gemilerin denizde Allah’ın ni’metiyle (yerçekimi kudretiyle yüzerek) seyrettiğini görmedin mi? İşte tüm bu Âyetler (yaratılıştaki tüm bu alâmetler) ibret almanız için bir vesiledir. Muhakkak ki bunda, (bu mükemmel yaratıda) çok sabredenlerin ve şükredenlerin hepsi için (ahiret aleminin de yaratılabileceğine dair) elbette ayetler (deliller, ibretler) vardır.
31/LOKMÂN-32: Ve izâ gaşiyehum mevcun kez zuleli deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), fe lemmâ neccâhum ilel berri fe minhum muktesıd(muktesidun), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâ kullu hattârin kefûr(kefûrin).
Ve karanlık gölgeler gibi denizde dalgalar insanları kuşattığı zaman, (amenü olanlar/müminler) dîni O’na halis kılarak (aracısız) Allah’a yalvarırlar. Böylece Allah onları karaya (çıkarıp) kurtardığı zaman, bundan sonra onların bir kısmı (İslama’/Allah’a) şükredici olarak mutedil davranırlar. (artık tekrar batıla ve aracılara gitmezler). Mutlaka Allah’ın bu yardımının ardından nankörlük yapanlardan başkaları ayetlerimizi ısrarla inkâr etmez.
31/LOKMÂN-33: Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekum vahşev yevmen lâ yeczî vâlidun an veledihî ve lâ mevlûdun huve câzin an vâlidihî şey’â(şey’en) inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yagurrennekum billâhil garûr(garûru).
Ey insanlar, Rabbinize karşı takva sahibi olun! Ve o (kıyamet/beas) gününden korkun ki; o gün baba, oğluna (acı feryadına) bile karşılık veremez (yardım edemez). Ve oğul da babasına bir şeyle karşılık veremez. Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Garur (şeytan ve avaneleri/Aracılar), Allah’a ve hükümlerine karşı sakın sizi kandırmasın.
31/LOKMÂN-34: İnnallâhe indehu ilmus sâah(sâati), ve yunezzilul gays(gayse), ve ya’lemu mâ fîl erhâm(erhâmi), ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gadâ(gaden), ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût(temûtu), innallâhe alîmun habîr(habîrun).
Muhakkak ki o saatin (kıyâmet saatinin) ilmi, Allah’ın katındadır. (Sadece Allah bilir) Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde olan şeyi O bilir. (Rahim Allah sadece kendisine sadakat eden müminlere yardım ettiği için; yeryüzünde Hidayet ve himaye edilmesi gereken kişileri de ancak o takdir eder.) Kimse yarın ne kazanacağını bilemez. (Yarın başına ne kaza ve belalar örüleceğini kimse bilemez) Ve kimse arzın neresinde ve nasıl öleceğini bilemez. Muhakkak ki Allah, Alîm’dir (her şeyi en iyi bilendir), Habîr’dir (ezeli ve ebedi tüm sonuçlardan haberdar olandır)