KALEM SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

68/KALEM-1: Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn(yesturûne).
Nûn. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun!

68/KALEM-2: Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecnûn(mecnûnin).
Rabbinin ni’meti ile sen mecnun (cinlerin tasallutuna uğrayıp aklını yitirmiş) değilsin.

Elit hakim zümre ve ruhbanlık müessesesinin çıkarlarını gözetmek adına kurgulanmış ve sıradan halkı sömürmekle ihya olan ve bu gayede istediklerini  “Allah’ın emridir” diyerek aracılar vasıtasıyla kanunlaştıran şirk sömürü düzenini, Allah’ın yardımıyla ve Allah’ın elçisi olarak ayetleriyle yerle yeksan eden Hz Muhammed (S.A.V) karşısında, {Bkz: Kalem suresi 14} “Mutrafi Müşrikler; Hz Muhammed (S.A.V) vahiy gelmiyor o “cinlerin tasallutuna uğramış bir meftun”, “aklını yitirmiş bir mecnun” iftiraları atıyorlardı. {bkz; Hicr suresi 6 Kalem suresi 6, 51 Duhan suresi 14} Buna karşılık Hz Muhammed (S.A.V)’in meftun ve mecnun olmadığı gibi, aksine Allah’tan vahiy aldığını doğrulayan Kalem suresi ayetleri, “müşriklerin talan düzenlerini ifşa etmek gayesinde” kullara  okunması adına indirildi.

68/KALEM-3: Ve inne leke le ecren gayre memnûn(memnûnin).
Ve muhakkak ki senin için, elbette kesintisi olmayan mükâfat vardır.

68/KALEM-4: Ve inneke le alâ hulukın azîm(azîmin).
Ve muhakkak ki sen, mutlaka çok büyük bir ahlâk üzeresin.

68/KALEM-5: Fe se tubsıru ve yubsırûn (yubsırûne).
Artık yakında sen göreceksin ve onlar da (Bkz; Kalem süresi 14 sana iftiralar eden o mutrafi müşrik kafirler de) görecekler.

68/KALEM-6: Bi eyyikumul meftûn(meftûnu).
Sizin hanginiz meftun? (Cinlerin sihirlemesi ile aklını yitirmiş)

68/KALEM-7: İnne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki senin Rabbin; O, kimin Kendi yolundan saptığını çok iyi bilir ve O hidayete ermiş olanları da iyi bilir.

68/KALEM-8: Fe lâ tutııl mukezzibîn(mukezzibîne).
Öyleyse ayetlerimizi yalanlayan (o müfteri mutrafi müşriklere) itaat etmeyin.

68/KALEM-9: Veddû lev tudhinu fe yudhinûn(yudhinûne).
(Onlar, atalarından beri süregelen sömürü düzenlerine  ve azgınlıklarına) senin müsamaha göstermeni temenni ettiler. Onlara (mutrafilere) öylece “itaat etseydin”. O zaman onlar da sana müsamaha göstereceklerdi.

Kalem suresi 16. ayetine kadar, mutrafi müşriklerin nasıl kimseler oldukları, Hz Muhammed (S.A.V) Nebi üzerinden, batıl hükümlerle sömürülmekte olan tüm kullara âyetleriyle tebliğ ediliyor.

68/KALEM-10: Ve lâ tutı’ kulle hallâfin mehîn(mehînin).
Lüzumsuz yere (uydurdukları düzmece ilahları üzerine) yemin eden o şaşkınların ve (Allah’ın Resul’üne deli mecnun iftiraları atan o müşrik mutrafi kafirlerin) hiçbirine itaat etme.

68/KALEM-11: Hemmâzin meşşâin bi nemîm(nemîmin).
Devamlı kusur arayan, lâf taşıyan (o mutrafi müşrik kafirlere itaat etme).

68/KALEM-12: Mennâın lil hayri mu’tedin esîm(esîmin).
Hayrı devamlı engelleyen, hadde (şer-i-hadde/şeriata/Allah’ın çizdiği sınırlara) tecavüz eden günahkâr olmuş (o müşrik mutrafi kafirlere itaat etme).

68/KALEM-13: Utullin ba’de zâlike zenîm(zenîmin).
Kötülük yapan, bundan başka haram yiyen günahkârlar olmuş o zorbalara (itaat etme).

68/KALEM-14: En kâne zâ mâlin ve benîn(benîne).
Mallara ve oğullara sahip olmaları sebebiyle kibirlenen ( bkz; tekasür suresi 1,2; mezarlıktaki ölülerini bile sayıp çokluk yarışı yapan o müşrik mutrafi kafirlere itaat etme).

Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {Bkz: Sebe suresi 37, bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır.  Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi  78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanan “Mekke ve Taif” eşrafından oluşan elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini sürdürebilmek adına, oluşturdukları {bkz:Alak suresi 17} “yönetim meclisi” birlikteliğinde, çeşitli tuzak ve iftiralarla topyekün Hz Muhammed (S.A.V) nebiye muhalefet ediyorlardı

68/KALEM-15: İzâ tutlâ aleyhi âyâtunâ kâle esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman: “(Bunlar) evvelkilerin masalları.” dediler

68/KALEM-16: Se nesimuhu alel hurtûm(hurtûmi).
Biz yakında onların burnu üzerine damga basacağız.

68/KALEM-17: İnnâ belevnâhum ke mâ belevnâ ashâbel cenneh(cenneti), iz aksemûle yasri munnehâ musbihîn(musbihîne).
Muhakkak ki Biz, bostan mahsulünü, sabah erkenden (fakirlere göstermeden) devşirmek için yeminleşen (mutrafi) bostan sahiplerini belâya uğrattığımız gibi, onları da belâya uğratacağız

68/KALEM-18: Ve lâ yestesnûn(yestesnûne).
Ve onlar, (o mutrafiler ki cimrilik yapmakta) kimseye bir istisna tanımıyorlardı.

68/KALEM-19: Fe tâfe aleyhâ tâifun min rabbike ve hum nâimûn(nâimûne).
Fakat onlar uyuyorken, Rabbin tarafından gönderilen bir afet onun ( mahsullerinin) üzerinde dolaştı.

68/KALEM-20: Fe asbahat kes sarîm(sarîmi).
Böylece (mahsul/bahçe afetle kuruyarak) simsiyah olmuştu.

68/KALEM-21: Fe tenâdev musbihîn(musbihîne).
(O afet gecesinin) sabahında; Onlar birbirlerine şöyle seslenmişlerdi.

68/KALEM-22: Enıgdû alâ harsikum in kuntum sârımîn(sârımîne).
Eğer mahsulü devşireceksek, tarlamıza sabah erken gidelim!

68/KALEM-23: Fentalekû ve hum yetehâfetûn(yetehâfetûne).
Böylece birbirlerine tembehleyerek usulca herkesten gizli (evden) ayrıldılar.

68/KALEM-24: En lâ yedhulennehel yevme aleykum miskîn(miskînun).
Sakın bugün oraya (bostanın içine) sizin yanınıza bir yoksul girmesin. (Diyerek birbirlerini uyardılar)

68/KALEM-25: Ve gadev alâ hardin kâdirîn(kâdirîne).
Ve karşılaşınca yoksullara da bir pay vermek zorunda kalırlar diye sabah erkenden yola çıktılar.

68/KALEM-26: Fe lemmâ reevhâ kâlû innâ le dâllûn(dâllûne).
Fakat onu (bostanın afetle tarumar olmuş halini) görünce: “Muhakkak ki biz, gerçekten dalâlette olan kimselermişiz.” dediler.

68/KALEM-27: Bel nahnu mahrûmûn(mahrûmûne).
Hayır, biz şimdi (tüm mahsülden) mahrum olan kimseleriz.

68/KALEM-28: Kâle evsatuhum e lem ekul lekum levlâ tusebbihûn(tusebbihûne).
Onların en makul düşüneni: “Ben, size eğer (vekil kıldığımız ilahları bırakıp) Allah’ı tesbih etmiyorsak, olmaz demedim mi?” dedi.

“Allah’ı tesbih etmek” veya nimetinin üzerinde “Allah’ın ismini anmak” deyimleri;Hayvanları ve bitkileri insanların faydalanması adına yaratan Malik-el Mülk Allah, yaratıcı payı olarak nimetlerden bir pay ayrılmasını ve o payı Allah hakkı olarak fakirlere ve yoksullara dağıtılmasını ayetiyle şart koşar. Kuran’da, mahsüller veya kesimlik hayvanlar gibi nimetlerin üzerinde Allah’ın isminin anılması veya Allah’ın isminin zikredilmesi deyimleri, yaratıcının bu nimetleri bahşettiği için şükürle anılması ve kenz etmeden Allah payının/hakkının yoksunlara dağıtılması hususunu ifade eder. {bkz; Maide suresi 97 Enam suresi 136~141}

68/KALEM-29: Kâlû subhâne rabbinâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
“Bizim Rabbimiz Sübhan’dır (her şeyin olağanüstü eşsizlikte yaratıcısı yöneticisi ve koruyucusudur). Muhakkak ki biz, haddi (Allah’ın kullarına çizdiği sınırları) aşmakla zalim kimseler olduk.” dediler.

68/KALEM-30: Fe akbele ba’duhum alâ ba’dın yetelâvemûn(yetelâvemûne).
Bunun üzerine birbirlerine, (yaptıklarını) kınayarak karşılık verdiler.

68/KALEM-31: Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ tâgîn(tâgîne).
Yazıklar olsun bize, muhakkak ki biz, (aracılara/mutrafilere yönelmekle) haddi aşan kimseler olduk.

68/KALEM-32: Asâ rabbunâ en yubdilenâ hayren minhâ innâ ilâ rabbinâ râgıbûn(râgıbûne).
Bundan böyle; Rabbimizin bize, bu bahçeden daha hayırlısını bedel olarak vermesini umuyoruz. Muhakkak ki biz, artık (mutrafilerin düzmece ilahlarını terkedip) Rabbimize rağbet eden kimseler olduk. Dediler.

68/KALEM-33: Kezâlikel azâb(azâbu), ve le azâbul âhıreti ekber(ekberu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah’ın azabı, işte böyledir ve asıl ahiret azabı elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.

68/KALEM-34: İnne lil muttekîne ınde rabbihim cennâtin naîm(naîmi).
Muhakkak ki takva sahipleri için, Rab’lerinin yanında Naîm cennetleri vardır.

68/KALEM-35: E fe necalul muslimîne kel mucrimîn(mucrimîne).
İşte böyle, müslümanları (Allah’a ve hükümlerine aracısız iman ve teslim olanları), mücrimler (suçlular) gibi kılar mıyız?

68/KALEM-36: Mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne).
(Ey mutrafi müşrikler) Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz?

68/KALEM-37: Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(tedrusûne).
(Ey mutrafi müşrikler) Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi okuyorsunuz?

68/KALEM-38: İnne lekum fîhi lemâ tehayyerûn(tehayyerûne).
(Ey mutrafi müşrikler) Gerçekten onun içinde (o kitapta) “beğenip seçtiğiniz şeylerin hepsi mutlaka sizindir” mi yazılı ? (İnfak etmek/Fakiri yoksulu doyurmak yok mu?)

68/KALEM-39: Em lekum eymânun aleynâ bâligatun ilâ yevmil kıyâmeti inne lekum lemâ tahkumûn(tahkumûne).
Yoksa sizin için: “Ne hüküm verirseniz, o mutlaka sizindir” diye, tarafımızdan size (vahiy ile) verilmiş ve kıyamete kadar sürecek olan yeminler mi var ?

68/KALEM-40: Sel hum eyyuhum bi zâlike zeîm(zeîmun).
Onlara sor: “Onların hangisi bunun savunucusudur.

68/KALEM-41: Em lehum şurekâu, fel ye’tû bi şurekâihim in kânû sâdikîn(sâdikîne).
Yoksa onların ortakları (Allah’ın oğlu ve vekili fitnesiyle Allah’ın hükmüne ortakçı kıldıkları düzmece ilahları) mı var? Öyleyse o ortaklarını getirsinler, eğer doğru söyleyen kimse iseler.

68/KALEM-42: Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne iles sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne).
Gerçeklerin açığa çıktığı gün/beas günü cehennemde bacakları sıvanmış halde ve (Bkz; Meryem suresi 68~71 dizlerinin üzerine mecburi secdeye çöktürülmüş halde) secde etmeye mecbur olunurlar, lakin o gün azaptan korunmaya artık güçleri yetmez.

68/KALEM-43: Hâşiaten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), ve kad kânû yud’avne iles sucûdi ve hum sâlimûn(sâlimûne).
Gözleri korkudan ürpermiş halde, onları bir zillet kaplar. Oysa, Onlar, salimken (sınanmak üzere dünyada sağlıklı ve selâmette iken) Allah’a secde etmeye (Allah’a itaat etmeye) davet olunmuşlardı.

68/KALEM-44: Fe zernî ve men yukezzibu bi hâzel hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Artık bu sözü (Allah’ın ayetlerini ) yalanlayan kişileri Bana bırak. Yakında onları bilmedikleri bir yerden tedricen (yavaş yavaş azaba) yaklaştıracağız.

68/KALEM-45: Ve umlî lehum, inne keydî metîn(metînun).
Ve Ben, onlara mühlet veriyorum. Muhakkak ki Benim tuzağım, çok kuvvetlidir.

68/KALEM-46: Em tes’eluhum ecren fe hum min magremin muskalûn(muskalûne).
Yoksa onlardan (kendin için) ücret mi istiyorsun? Böylece onlar kendilerini (sana karşı) ağır bir borç altında mı görüyorlar ?

68/KALEM-47: Em inde humul gaybu fehum yektubûn(yektubûne).
Veya gayb (başlarına gelecek akibetleri), onların yanında da, (iradesinde de ) artık gaybı onlar mı yazıyorlar?

68/KALEM-48: Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hût(hûti), iz nâdâ ve huve mekzûm(mekzûmun).
Artık Rabbinin hükmüne sabret! Ve balık sahibi (Yunus A.S) gibi (risalet görevinde sabırsız) olma. O, (Bkz; Saffat suresi 139~148 risalet görevinde sabretmediği için sonunda pişman ve gamlı olarak Rabbine) nida etmişti.

68/KALEM-49: Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihî le nubize bil arâi ve huve mezmûm(mezmûmun).
Eğer O’nun Rabbinden kendisine bir ni’met yetişmese idi, mutlaka O, zemm edilmiş (Rabbi tarafından ayıplanmış) olarak (sahilde) boş bir araziye atılmış olacaktı.

68/KALEM-50: Fectebâhu rabbuhu fe cealehu mines sâlihîn(sâlihîne).
Fakat, (Bkz; Saffat suresi 139~148 Yunus (A.S) müşriklerin direnci karşısında Aziz Allah’ın mutrafi müşriklere ve onların çok tanrılı ilahlarına karşı muktedir olamayacağını düşündü ve sabretmek yerine bir gemiye binerek risalet görevini terketti, ancak ardından denizde başına gelen ilk zorlukta, pişman ve gamlı bir halde yine de, Rabbinden yardım dileyince) O’nun Rabbi O’nu kurtarıp ardından (Bkz ; Saffat suresi 147 100 bin civarı kişi üzerine) yine onu görevli kılarak ardından onu salihlerden kıldı.

68/KALEM-51: Ve in yekâdullezîne keferû le yuzlikûneke bi ebsârihim lemmâ semîûz zikra ve yekûlûne innehu le mecnûn(mecnûnun).
Ve (geçmişte Yunus as’a direnerek onu inkar ettikleri gibi seni ve İslam’ı) şimdi inkâr edenler, (o müşrik mutrafiler) zikri (Kur’ân’ı) işittikleri zaman gerçekten seni, neredeyse gözleri ile devirirler. (yok olmanı isterler/sömürü düzenlerini bozan vahy-i ayetlerine asla tahammül edemezler) Ve: “Muhakkak ki o, gerçekten mecnundur (Bkz; kalem suresi 2 cinlerin tasallutuna uğramış ve sihirlenmiş aklını yitirmiş bir meftundur).” derler. (iftiralar atarlar)

68/KALEM-52: Ve mâ huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
Ve İşte bu Kur’ân, âlemlere *Zikir’den başka bir şey değildir.

Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına hükümler koyan Alim ve Hakim Allah, her dönem içinde, Resul’leri vasıtasıyla sınav hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in { bkz: Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Diğer kitaplar aracılar tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah  SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani  “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran tek ve yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır.