Bismillâhirrahmânirrahîm
17/İSRÂ-1: Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).
Âyetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah, Sübhan’dır (olağanüstü güçlere sahip olan ve İnsana benzer bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir.
17/İSRÂ-2: Ve âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâhu huden li benî isrâîle ellâ tettehızû min dûnî vekîlâ(vekîlen).
Ve Musa (A.S)’a kitap verdik. Ve O’nu, “Allah’tan başkasını vekiller edinmeyin.” diyerek İsrailoğullarına hidayetçi kıldık.
17/İSRÂ-3: Zurriyyete men hamelnâ mea nûh(nûhin), innehu kâne abden şekûrâ(şekûren).
(Ey) Nuh (A.S) ile beraber taşıdığımız müminlerin zürriyyetinden olanlar! Muhakkak ki O (Nuh A.S), çok şükreden bir kul idi.
17/İSRÂ-4: Ve kadaynâ ilâ benî isrâîle fîl kitâbi le tufsidunne fîl ardı merreteyni ve le ta’lunne uluvven kebîrâ(kebîren).
Kitapta İsrailoğullarına; “Yeryüzünde fesat çıkarıyorsunuz.” (Allah’ın sınanma hükümlerini batıl şirk sömürü hükümlerine tevil ederek insanları Allah’ın otoritesi üzerinden aldatıyorsunuz) Ve fesat çıkarmakla yeryüzünde büyük taşkınlık ediyorsunuz diye, iki kez onları uyarıp bildirdik.
17/İSRÂ-5: Fe izâ câe va’du ûlâhumâ beasnâ aleykum ibâden lenâ ulîbe’sin şedîdin fe câsû hılâled diyâr(diyâri), ve kâne va’den mef’ûlâ(mef’ûlen).
Artık fesat uyarımızın vadesi geldiğinde, (verdiğimiz uyarı süresi dolduğunda çıkardığınız fesatın karşılığı olarak) kuvvet sahibi kullarımızı sizin üzerinize gönderdik ki; Böylece evlerin aralarına girip (sizi sokak sokak)aradılar ve uyarılarımızda vaadedilen, (cezalandırma) böylece yapılmış oldu.
17/İSRÂ-6: Summe redednâ lekumul kerrete aleyhim ve emdednâkum bi emvâlin ve benîne ve cealnâkum eksere nefîrâ(nefîren).
Sonra, (bu yenilgi ardından ders çıkarıp) fesattan döndüğünüz için sizi, onlara karşı yeniden (zafere) döndürdük. Mallarla ve oğullarla, size imdat (yardım) ettik. Ve sizi, nefer olarak güç ve sayıca onlardan daha üstün kıldık.
17/İSRÂ-7: İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev tetbîrâ(tetbîren).
(Şimdi) Allah’ın kitabına iman edip (fesattan ) hasenata dönerseniz kendinizedir. Kitaptan ayrılıp tekrar fitneye ve fesada dönerseniz, yine kendinize etmiş olursunuz. Biliniz ki; vade gelince, (şimdi size yaptığımız bu uyarımızın mühleti dolduğunda) onceden Mescid’e ve evlerinize girdikleri gibi, ele gecirdikleri yerleri harap etmeleri ve türlü kötülükler yapıp yüzlerinizi üzüntüde bırakmaları icin onlari tekrar üzerinize göndereceğiz.
17/İSRÂ-8: Asâ rabbukum en yerhamekum, ve in udtum udnâ, ve cealnâ cehenneme lil kâfirîne hasîrâ(hasîren).
Ve şâyet siz fesada dönerseniz, Biz de (fesatın karşılığı olarak) cezalandırmaya döneriz. Ve biz cehennemi, kâfirler için kuşatıcı kıldık. Rabbinizin size rahmet etmesi umulur.
17/İSRÂ-9: İnne hâzel kur’âne yehdî lilletî hiye akvemu ve yubeşşirul mu’minînellezîne ya’melûnes sâlihâti enne lehum ecren kebîrâ(kebîren).
Muhakkak ki Bu Kur’ân, amilüssalihat (Allah’ı razı etmekiçin salih ameller) yapan mü’minlere, onlar için büyük ecir olduğunu müjdeler. Ve Allah’ın (geçmişte ve gelecekte/her dönemde) İslam ile alemlere üstün kılıp şereflendirdiği müminleri hidayete erdirir.
17/İSRÂ-10: Ve ennellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti a’tednâ lehum azâben elîmâ(elîmen).
Ve onlar, (müşrikler) muhakkak ki ahirete inanmayan kimselerdir. Onlar için elîm azap hazırladık.
17/İSRÂ-11: Ve yed’ul insânu biş şerri duâehu bil hayr(hayri), ve kânel insânu acûlâ(acûlen).
İnsan, (sanki) onun duası hayırmış (gibi) şerre (aracılara ve onların hayal mahsulü sahte tanrılarına) dua eder. (Çünkü) İnsan, çok aceleci olmuştur. (Ahiret hayatı için yeryüzünde ameller biriktirmek yerine aracıların sahte ilahları üzerinden vaad edilen Dünya malı mülkü ve menfaatlerine aldanmışlardır.)
Müşriklerin inançlarında ahiret hayatı olmadığı için aracılar, kendilerine tabi olan kimselerin tarlalarına ve ekinlerine bereket getireceklerini, hayvanlarını hastalıklardan koruyup çoğaltacaklarını, rızıkları kısmetleri açıp kapatabildiklerini telkin ederek türlü çeşitli dünya nimetleri üzerinde halkı kandırıp sömürüyorlardı. Bu nedenle dünya mülkünü sevenler daima aracılık müessesesine tabi olmuştur. Detaylı Bkz; Nahl suresi 107,108 Şura suresi 20
17/İSRÂ-12: Ve cealnel leyle ven nehâre âyeteyni fe mehavnâ âyetel leyli ve cealnâ âyeten nehâri mubsıraten li tebtegû fadlen min rabbikum ve li ta’lemû adedes sinîne vel hisâb(hisâbe), ve kulle şey’in fassalnâhu tafsîlâ(tafsîlen).
Senelerin adedini ve hesabını bilmeniz için geceyi ve gündüzü iki ayrı âyet (iki ayrı alâmet üzerine) kıldık. Gecenin âyetini (alametini) karanlık kıldık. (Aracıların sahte ilahları yerine) sadece Rabbinizden fazl istemeniz için gündüzün âyetini (alametini) aydınlıkta görünür kıldık. Ve (hesaba çekileceğiniz hükümler hakkında) herşeyi Kuran’da detaylı olarak tafsil ettik (açıkladık).
17/İSRÂ-13: Ve kulle insânin elzemnâhu tâirehu fî unukıh(unukıhî), ve nuhricu lehu yevmel kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ(menşûren).
Bütün insanların kuşunu boynuna bağladık. (İnsanın geleceğini tayin etme hakkını çabasına bağlı kıldık) Ve kıyâmet günü ona, neşredilmiş kitabını çıkarırız.
Cahiliye dönemi Arap müşrikler; Allah’ın kızları anılan Lat Uzza ve Menat olarak isimlendirdikleri ve yeryüzü yönetiminde Allah’ın yetkili vekilleri olarak kabul ettikleri Ana tanrıçalar aracılığıyla Allaha dolaylı yöneliyorlardı. {bkz:Necm suresi 23 Nahl suresi 51~64} Tanrıçalar insanlardan isteklerini, (savaş,yıllık vergiler vb) gibi ana kararlarda cinler vasıtasıyla {bkz; Saffat suresi 158 Enam suresi 100 ve cinn suresi} kahinlere haber taşıyarak ulaştırıyordu. Yani halk böyle bir aracılık fitnesiyle sömürülüyordu. Bunun haricinde Arap müşrikler gündelik yapacakları bir işin hayır mı şer mi olacağını, günümüzde Afrika ilkel kabilelerinde de görüldüğü gibi geleceklerini fal yöntemleriyle tayin ediyorlardı. İnsanlar herhangi bir karar vermeden önce put sahibi anılan kahinlere gider fal baktırır iyi mi kötü mü doğru mu yanlış mı öğrenir böylece yapacağı işin onayını da tanrılardan peşinen almış olarak işlerini yürütürdü. Bu fal yöntemlerden birisi hayrı ve şerri iyiyi kötüyü kahinlerin ellerinde bulunan kuşların davranışından öğrenmekti.
İyafet; kuşlarla fal bakmaktır. Kuşun uçması ve göçmesiyle, isim ve sesiyle, tüneyip konmasıyla icra edilirdi. Araplar iyafete inandıkları için kâhinler ve kâifler gibi, bir de iyafet ile uğraşan aifler vardı. Kuşların yalnız uçmasıyla fal bakmaya tîra, kuşla fal bakan kişilere de zâcir denilirdi. Kuşun uçmasıyla fal bakmak için zâcir, kuşu uçururdu. Soldan sağa uçarsa uğurlu, sağdan sola uçtuğu takdirde ise, bu bir uğursuzluk sayılırdı. Ana put sahibi kahinlere bağlı çalışan aif veya zâcirler Arap müşrik fitne sömürü düzeninin önemli bir parçasıdır. Bu ayetinde her insanın kuşunu boynuna doladık vurgusu; İnsanların geleceğini iyi veya kötü hayır veya şer tayin etme hakkını çabasına bağlı kıldık. Buyurulmaktadır. Ve Rahim Allah ancak amenü olup Kuran’da bildirilen hükümler ile kendisini Razı etmek için Salih ameller yapanlara yardım himaye ve Hidayet edeceğini bildirmektedir.
17/İSRÂ-14: Ikra’ kitâbek(kitâbeke), kefâ bi nefsikel yevme aleyke hasîbâ(hasîben).
Şimdi Kitabını oku! Bugün hasib (hesap görücü) olarak nefsin sana kâfi oldu. (deriz)
17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Günah yükü taşıyan bir kimse, (ahiret hayatından günahkar olarak sürgüne gönderilmiş ve üzerinde beas gününe kadar zaten günah yükü taşıyan bir beşer) bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl gönderip uyarmadan asla azap edici olmadık.
Hristiyan ruhbanlar İncile iman etmekle Tanrı’nın oğlu ve vekili saydıkları Hz İsa’nın insanların bütün günahlarını üstlenip onları yeryüzündeki tüm bela ve musibetlerden kurtaracağını söyleyerek insanları böyle bir fitne ile kandırdılar/hala kandırıyorlar. Gerek Arap gerek yahudi gerek hristiyan olsun; Şirk inançlarının hepsinde aracılar “bize tabi olanların günahları üstleniyoruz demekle halkı elit hakim zümre insiyatifiyle kendi etraflarında toplayıp sömürmüşlerdir. oysa ki islamda beşer “Resul dahi olsa” bir başkasının günahını yüklenemez ve şefaat edemez ve İslamda her insan kendi amelleri üzerinde Allah’a karşı sorumlu tutulur. Bkz: Necm suresi 38 Nahl suresi 25 Fatır suresi 18 Bakara suresi 81,181, Nisa suresi 111,112 Enam suresi 120, İsra suresi 15,17 Taha suresi 100)
Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır. Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi 78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanan “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini sürdürebilmek adına, ülkenin şirk (talan/sömürü) düzenini idame ettirmek adına oluşturdukları {bkz:Alak suresi 17} “yönetim meclisi” birlikteliğinde, çeşitli tuzak ve iftiralarla topyekün Hz Muhammed (S.A.V) nebiye muhalefet ediyorlardı
17/İSRÂ-16: Ve izâ erednâ en nuhlike karyeten emernâ mutrafîhâ fe fesekû fîhâ fe hakka aleyhel kavlu fe demmernâhâ tedmîrâ(tedmîren).
Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman önce o ülkenin * mutrafilerine ( o ülkenin mal mülk varlık sahiplerine), hak yoluna (islam’a) girmelerini emrettik. Buna rağmen (uyarılarımızdan ibret almadılar) orada fesat çıkardılar. Böylece (Allah’ın) azap sözü (helak ve ahiret azabı) üzerlerine hak oldu. Ve o ülkeyi ve halkını böylece helâk ederek, yok ettik.
17/İSRÂ-17: Ve kem ehleknâ minel kurûni min ba’di nûh(nûhin) ve kefâ bi rabbike bi zunûbi ıbâdihî habîren basîrâ(basîren).
Nuh (A.S)’tan sonra asırlarca (onlar gibi) nice nesilleri helâk ettik. Ve senin Rabbin, kullarının günahlarını görüp (her dönem ve her daim) onlardan haberdar olacak basirettedir.
17/İSRÂ-18: Men kâne yurîdul âcilete accelnâ lehu fîhâ mâ neşâu li men nurîdu summe cealnâ lehu cehennem(cehenneme), yaslâhâ mezmûmen medhûrâ(medhûren).
Kim (ahireti unutup ferahlanmayı dünya malı ) olarak acele istediyse, istediğimiz kimseye, dilediğimiz şeyi dünyada acele verdik. Sonra onu da o şımarmışlardan kılıp (varlıkları üzerinden kibirlenen o mutrafilere dahil ederek) cehennem ehli yaptık. Onlar ki; Zemmedilmiş (ayıplanmış) ve (rahmetten) kovulmuş olarak, cehenneme atılırlar.
17/İSRÂ-19: Ve men erâdel âhırete ve saâ lehâ sa’yehâ ve huve mu’minun fe ulâike kâne sa’yuhum meşkûrâ(meşkûren).
Kim mü’min olarak ahireti istedi ise ve onun (ahireti) için, onun gerektirdiği şekilde yeryüzünde çalıştı ise (Allaha ve hükümlerine iman ve teslim olup Allah’ı razı etmek için salih ameller işlediyse) işte onların çalışması, böylece meşkur oldu. (amellerde sebat edenler cennet ödülleri içinde Allah’a şükredenlerden oldu)
17/İSRÂ-20: Kullen numiddu hâulâi ve hâulâi min atâi rabbik(rabbike), ve mâ kâne atâu rabbike mahzûrâ(mahzûren).
Bunları (Bkz; isra suresi 19 da açıklandığı şekilde kim hükümlerine itaat ettiyse ameli karşılığı mükafatlandırmayı) herkese veririz. Ve bunlar, Rabbinin atâlarındandır. Rabbinin atâları mahzur (kısıtlı sınırlı) değildir.
Atâlar; geçmişte gönderilmiş tüm kitaplarda da mevcut olan Rabb’in genel kaideleridir. Aşağıda {22~39} ayetlerinde Rabb’in atâları olan Hz Musa’ya bildirilen 9 emir hakikatla tilevet edilecek. On emirden birisi olan cumaretesi yasağı sadece yahudilere mahsus kılındığı için {bkz:Nahl 124 A’raf 157} aşağıda sayılmayacak)
{Ayrıca 10 emir ile ilgili bkz: En’âm suresi 151~153} Tevrat’ta olan on emir ise şöyledir; 1. Allah’tan başka ilâhların olmayacak. 2. Kendin için oyma put yapmayacaksın. 3. Allah’ın ismini boş yere anmayacaksın. 4. Cumartesi günü hiçbir iş yapmayacaksın. 5. Babana ve anana hürmet edeceksin. 6. Adam öldürmeyeceksin. 7. Zina etmeyeceksin. 8. Çalmayacaksın. 9. Yalan şahitliği yapmayacaksın.10. Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
17/İSRÂ-21: Unzur keyfe faddalnâ ba’dahum alâ ba’d(ba’dın), ve lel âhıretu ekberu derecâtin ve ekberu tafdîlâ(tafdîlen).
(aşağıda ayetlerinde sayılan ve iki taş Levhadan oluşan geçmişte onlara hüküm edilmiş ( Tevrat/on emir üzerinde) Bakın ki onların bir kısmını bir kısmına (takva üzerinde sınayarak) nasıl üstün kıldık.. Muhakkak ki ahiret, dereceler bakımından daha büyüktür ve üstünlük bakımından da daha büyüktür.
17/İSRÂ-22: Lâ tec’al meallâhi ilâhen âhare fe tak’ude mezmûmen mahzûlâ(mahzûlen).
Allah ile beraber başka bir ilâh edinme ! O zaman zemmedilmiş (kınanmış) ve hor görülmüş olarak kalırsın.
{Bu ayet Tevrat mısırdan çıkış kitabında mevcuttur. 20:3 On emirin ilkidir.}
17/İSRÂ-23: Ve kadâ rabbuke ellâ ta’budû illâ iyyâhu ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), immâ yebluganne indekel kibere ehaduhumâ ev kilâ humâ fe lâ tekul lehumâ uffin ve lâ tenher humâ ve kul lehumâ kavlen kerîmâ(kerîmen).
Rabbin, ondan başkasına kul olmamanızı ve anne ve babaya ihsanla davranmanızı kaza etti (taktir etti, hükmetti). Eğer ikisinden birisi veya her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa onlara (ikisine) “öf” deme. Ve onları (ikisini) azarlama ve onlara kerim (güzel, yumuşak) söz söyle!
17/İSRÂ-24: Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli miner rahmeti ve kul rabbirhamhumâ kemâ rabbeyânî sagîrâ(sagîren).
Ve onlara (ikisine), merhamet ederek ve tevazu ile kanat ger! Ve “Rabbim, onların beni yetiştirdiği gibi ikisine de merhamet et!” de.
17/İSRÂ-25: Rabbukum a’lemu bi mâ fî nufûsikum, in tekûnû sâlihîne fe innehu kâne lil evvâbîne gafûrâ(gafûren).
Rabbiniz, nefslerinizde olanı (niyetinizi) daha iyi bilir. Eğer salihler olursanız, o taktirde muhakkak ki O, evvab olanlar (Aracıları terk edip Tevbe ile Allah’ın emir ve yasaklarına icabet edenler ) için mağfiret edici olur.
17/İSRÂ-26: Ve âti zel kurbâ hakkahu vel miskîne vebnes sebîli ve lâ tubezzir tebzîrâ(tebzîren).
Yakınlara/yakın kılınanlara,, miskinlere (çalışamayacak durumda olan işsizlere) ve İslama hicret için yolda olanlara hakkını ver! Ve savurarak, israf etme!
Aziz Allah’ın İslama ve kardeşlik aktiyle müminlere ayetleriyle yakın kıldığı kişiler Kuran’da “yakınlar” ya da “yakın kılınanlar” olarak ifade edilir. Yakın kılınanlar; Gerek savaş esnasında, gerek savaş harici İslam dinini tercih etmekle müşrikler tarafından herşeyine el konularak dışlanan aileler veya efendisini savaşta kaybedince İslam olmak isteyen veya İslam’a hicret ederek efendilerini terk eden köleler veya cariyeler veya hür kimselerdir. İsra suresi iniş sırasına göre 50. sıradadır. İsra suresi 26. ayetinden anlaşıldığı gibi, İslama geçişler artık başladığı için; İslama hicret edenlerin sorumluluğunu almak müminlere artık farz kılınmıştır. iniş sırasına göre 70 sırada nüzul edilmiş olan {bkz: Nahl suresi 41.} ayetinde İslam’a hicret etmek isteyen kimselerin “rahat ve güvenli bir yurda yerleştirilecekleri” Allah’ın “açık çağrı” hükmüyle müjdelenmiştir. Ve daha sonra 84. sırada nüzul edilen Rum suresi 34. ayetinde yakın kılınan bu kişilerin haklarının verilmesi muhkem ayetiyle hüküm edilmiştir. Rum suresinde yakın kılınanların bakımı ve rehabilitasyonu için gerekli olan sadakanın toplanıp kimseyi mağdur etmeden zor durumda bırakmadan verilmesi buyurulmaktadır. 70. sırada indirilmiş olan Nahl suresi ve 84. sırada indirilen Rum suresinde “yakın kılınan” ihtiyaç sahiplerinin, sahiplenilmesi hakkındaki zekat çağrıları o kadar etkili olmuştur ki bu yardımlaşma sayesinde hür ya da köle bir çok kişinin İslam’a geçişi sağlanmıştır. Müminlerin aralarında yaptıkları bu yardımlaşma hakkında müşrikler Müminleri daima alaya almışlar ancak daha sonraki dönemde 113. sırada nüzulü olan Tevbe Suresi 79. ayetinde müşriklerin İslam’a karşı almış oldukları ağır yenilgiden sonra, alay edenlerin akibetleri şöyle vurgulanmıştır. Tevbe Suresi 79 ; Zengin oldukları için yükümlülüğünden fazlasını gönüllü vererek mallarıyla cihad eden müminler ve verecek başka bir şeyleri olmadığı için emek ve çabalarıyla cihad eden müminler hakkında, canları ve malları ile Allah’a göstermiş oldukları bu sadakat hususunda geçmişte alay eden kafirler ve münafıklarla şimdi Allah alay ediyor. Ve onlar için artık elîm azap vardır. { yakın kılınanlar ve onların borçları hususiyetinde gelişen hükümler için 113. sırada indirilmiş olan Tevbe suresi 60. Ayetine bkz} {ve ayrıca yakın kılınanların haklarının zikredildiği Bakara suresi 177. ayetindeki hususları da detaylı ayrıntılayan ilgili diğer ayetler için bkz; Bakara suresi 215 ve 261~274
17/İSRÂ-27: İnnel mubezzirîne kânû ihvâneş şeyâtîn(şeyâtîni), ve kâneş şeytânu li rabbihî kefûrâ(kefûren).
Muhakkak ki israf edenler (gereksiz yere savuranlar, haksızlık ve fesat çıkarmak için kullananlar), şeytanların kardeşleri oldular. Ve şeytan, Rabbine (karşı) çok nankör oldu.
17/İSRÂ-28: Ve immâ tu’ridanne anhumubtigâe rahmetin min rabbike tercûhâ fe kul lehum kavlen meysûrâ(meysûren).
Rabbinden ümit ettiğin rahmeti isterken, onlardan (mecbur kalarak) yüz çevirirsen (bir şey veremezsen), o zaman onlara yumuşak söz söyle!
17/İSRÂ-29: Ve lâ tec’al yedeke maglûleten ilâ unukıke ve lâ tebsuthâ kullel bastı fe tak’ude melûmen mahsûrâ(mahsûren).
Ve boynuna elini bağlama (cimrilik yapma) ve hepsini açıp saçma (israf etme)! Aksi halde kınanmış ve malı tükenmiş olarak kalırsın.
17/İSRÂ-30: İnne rabbeke yebsutur rızka li men yeşâu ve yakdir(yakdiru), innehu kâne bi ibâdihî habîran basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Rabbin, dilediğine rızkı sadece O genişletir ve (ölçüsünü) taktir eder (Aracılar ve onların düzmece sahte ilahları buna muktedir ve yetkili değildir). O, mutlaka kullarını gören ve (onlardan) haberdar olandır.
17/İSRÂ-31: Ve lâ taktulû evlâdekum haşyete imlâk(imlâkın), nahnu nerzukuhum ve iyyâkum, inne katlehum kâne hıt’en kebîrâ(kebîren).
Yoksulluk korkusu ile evlâtlarınızı öldürmeyin! Onları ve sizleri sadece Biz rızıklandırırız. Muhakkak ki onların öldürülmesi, artık, (ayet-i hükmü ile) büyük suç oldu. (Yasaklandı)
17/İSRÂ-32: Ve lâ takrebûz zinâ innehu kâne fâhışeh(fâhışeten), ve sâe sebîlâ(sebîlen).
Ve zinaya yaklaşmayın! Çünkü o, fuhuş (Allah’ın çizdiği sınırları/şeriatı aşan) kötü bir yoldur.
17/İSRÂ-33: Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), ve men kutile mazlûmen fe kad cealnâ li veliyyihî sultânen fe lâ yusrif fîl katl(katli), innehu kâne mensûrâ(mensûran).
Allah’ın haram kıldığı bir nefsi (kişiyi), haksız yere öldürmeyin! Kim mazlum olarak (haksız yere) öldürülürse, o taktirde onun velîsini (kısas hakkı için) sultan (yetkili/vasi) kıldık. Artık (velisi) öldürmede (kısas kurallarının dışına çıkmakla) haddi aşmasın. Çünkü o, vasi (ancak ölmüş olan hak sahibine) yardım eden kişidir.
17/İSRÂ-34: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfû bil ahd(ahdi), innel ahde kâne mes’ûlâ(mes’ûlen).
En kuvvetli çağına (bulûğa) erişinceye kadar, yetimin malına en güzel şekilde olmadıkça (mallarını gözetip koruma haricinde) yaklaşmayın! Ve ahdi ifa ediniz (mutlaka buna uyunuz)! Muhakkak ki ahd, mes’ul (Sizi Allah’a sorumlu) kılar.
17/İSRÂ-35: Ve evfûl keyle izâ kiltum vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi), zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).
Ve (işlerinizde Allah’ın hükümlerini) ifa ederken , ölçüyü tam ifa edin! Her hükmünü doğru olarak ve adaletle tartın! İşte bu, işlerin hak ile tevili (yorumlaması) bakımından en hayırlı olanı ve en güzeldir.
17/İSRÂ-36: Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innes sem’a vel basara vel fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ(mes’ûlen).
Ve (hakkında) ilmin olmayan (Kuran ile hükmedilmemiş herhangi) bir şeyin (fikrin) ardına düşme! Muhakkak ki işitme, görme ve idrak, onların hepsi, insana, “Allah’a karşı mesuliyet içinde olması üzere” verilmiştir. ( tüm bu hassalar insanın ilim/Kuran ile amel edip Kuran ile hüküm vermesi için insana verilmiştir).
17/İSRÂ-37: Ve lâ temşi fîl ardı merehâ(merehan), inneke len tahrikal arda ve len teblugal cibâle tûlâ(tûlen).
Ve o halde, yeryüzünde azametle (Allah’a karşı mesuliyetin yokmuş gibi sorumsuzca) yürüme! Muhakkak ki sen, yeryüzünü asla tahrik edemezsin. Ve asla dağların boyuna erişemezsin.
17/İSRÂ-38: Kullu zâlike kâne seyyiuhu inde rabbike mekrûha(mekrûhen).
İşte bütün bu seyyiatler (Allah’ın men ettiği bu kötü huylar/kötülükler), Rabbinin indinde (katında) mekruh oldu. (Kullarda İstenmeyen yakışıksız haller kılındı)
17/İSRÂ-39: Zâlike mimmâ evhâ ileyke rabbuke minel hikmeh(hikmeti), ve lâ tec’al meallâhi ilâhen âhare fe tulkâ fî cehenneme melûmen medhûrâ(medhûren).
İşte bunlar, Rabbinin sana hikmetten (*Zikr’den/iki taş levha halindeki orjinal Tevrat’ta da olan) vahyettiği şeylerdendir. (atâlarıdır) Allah ile beraber başka ilâh edinme! Yoksa kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.diye (bkz isra 22 hükmünü Tevrat’ın 10 emrinden ilk emri olarak) bildirdiğimiz halde.
17/İSRÂ-40: E fe asfâkum rabbukum bil benîne vettehaze minel melâiketi inâsâ(inâsen), innekum le tekûlûne kavlen azîmâ(azîmen).
(Buna rağmen), Rabbiniz, oğullarını size ( bkz; isra 2 Allah’ın yeryüzündeki vekili ve üzerinize otoritesi olarak) mı seçti ve (evlat yapmak için) meleklerden kadınlar mı edindi? Muhakkak ki siz müşrikler, gerçekten büyük söz (cüretkar/haddi aşan sözler) söylüyorsunuz.
17/İSRÂ-41: Ve lekad sarrafnâ fî hâzel kur’âni li yezzekkerû, ve mâ yezîduhum illâ nufûrâ(nufûren).
Ve andolsun ki Biz, tezekkür (*te-zikr) etsinler diye, bu Kur’ân’da hakikati tekrar tekrar açıkladık. Oysa bu açıklamalar nefretlerinden başka bir şeyi artırmadı.
Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla sınanma hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Ve {bkz Beyyine suresi 3} her dönem gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’ dir. Kur’an’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Peygamberlere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler {bkz;Rad suresi 38} Zikr kitabının dönemsel niteleyici adlarıdır. Diğer kitaplar aracılar tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içeriğinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır . Tezekkür ;Allah’ın eksiksiz Zikri olan Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgi ile zihninde bir konuyu muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakanın “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramak ve böylece Allah’ın kullarından isteklerini menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54} parantez içinde verdiğimiz te-Zikr örnekleri gibi. Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelmiş kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab “her dönem” {bkz; Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini yaşayıp yaşatanlar demektir.
17/İSRÂ-42: Kul lev kâne meahû âlihetun kemâ yekûlûne izen lebtegav ilâ zîl arşı sebîlâ(sebîlen).
De ki: “Eğer onların söyledikleri gibi yaratıcıyla beraber (başka) vekil ilâhlar olsaydı, o zaman onlar bile mutlaka arşın sahibine bir yol ibtiga ederlerdi. (onlar bile onları yaratmış olan ve hükmün sahibi olan Allah’a kulluk ederlerdi )
17/İSRÂ-43: Subhânehu ve teâlâ ammâ yekûlûne uluvven kebîrâ(kebîren).
O (Allah), onların söylediklerinden Sübhan’dır (doğmak doğurmak vb insana ait eksik sıfatlardan münezzehtir O Ol der olur. Ve onun İnsanlar gibi oğlu ya da kızı yoktur) ve çünkü O tüm yaratılmışlardan Üstün’dür, Yüce’dir, Büyük’tür.
17/İSRÂ-44: Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u vel ardu ve men fîhinn(fîhinne), ve in min şey’in illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûren).
7 kat gökler ve yeryüzü ve orada bulunanlar, (tüm varlık alemini o yarattığı için yaratılmışlar ) O’nu (Allah’ı) tesbih ederler. (Kulluk ederler) O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur. Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz. (Allah’ın gayesi doğrultusunda onun belirlediği ölçüde davranışlarla varlık gösteren tüm alemi layık-ı hakikat ile kavrayamazsınız.) Muhakkak ki O; Hakîm’dir, Gafûr’dur (mağfiret edendir).
17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhıreti hicâben mestûrâ(mestûren).
Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete inanmayanlar arasına hicab-ı mesture (algı/idrak örtüsü) koyduk.
Aziz Allah’ı tek ve yegane otoriteleri olarak kabul etmedikleri gibi; Hakim Allah’ın hükmüne farklı ilahlarla ortak koşan müşriklerin kalplerine; “şirk küfür imanını seçmeleri yüzünden”; Aziz Allah tarafından Kuran’ı anlamalarını ve idrak etmelerini engelleyen, hicab-ı mesture/ algı idrak perdesi/örtüsü zikredilen; “ekkinet mührü” vurulduğunun 41. Sırada indirilen Yasin suresi 9,10. ayetleriyle açıklanması üzerine ve daha sonra 50. sırada indirilen İsra suresi 45,46 ayetlerinde ve 55. sırada indirilen Enam suresinde 25,26. Ayetlerinde ekkinet mührü konusunun detaylandırılarak açıklanmasından sonra, 61. Sırada indirilmiş olan Fussilet suresi 5. ayetinde müşriklerin hicab-ı mesture ekkinet mührü hususuna cevaben dile getirmiş oldukları bahaneler aktarılıyor. Ayrıca hicab-ı mesture vakra perdesi için {bkz;Fussilet suresi 44}
“36/YÂSÎN-9: Ve (Allah’a aracısız yönelip amenü olmadıkları için/küfür İmanında direndikleri için) onların önlerine ve arkalarına set kılarak böylece onları hakk-i’kat’tan (Allah katından bildirilen/indirilen mutlak gerçekten/Kuran’dan) perdeledik. Artık onlar görmezler.”
“36/YÂSÎN-10: Ve onları artık uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir. (Bkz ; İsra suresi 56 Enam suresi 25,26 Küfür İmanını tercih ettikleri için müşriklerin kalplerine vurulmuşekkinet mühürleri yüzünden artık onlar (Zikr’i/Kuran’ı idraka) perdelidirler) Artık Onlar âmenû olamazlar.”
“17/İSRÂ-45: Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete inanmayanlar arasına hicab-ı mesture (algı/idrak örtüsü/perdesi) koyduk.
“17/İSRÂ-46: O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine koyduğumuz ekinnet mührü ile onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini (işinde ve hükmünde ortağı yardımcısı aracısı vekili olmadığını) zikrettiğin zaman onlar bu yüzden sana nefretle arkalarını döndüler./dönüyorlar.
“6/EN’ÂM-25: Ve onlardan (Allah’ın otoritesine başka ilahları eş tutarak küfür İmanını tercih etmiş o müşrik kafirlerden) kim seni dinlerse, seni anlamamaları için onların kalplerinin üzerine ekinnet (kalp mühürü) koyduk ve bu yüzden onların kulaklarında bir vakra (ağırlık) vardır. Ve onlar bütün âyetleri (mucizeleri) görseler, bile ona inanmazlar. Hatta sana geldikleri zaman, seninle bu yüzden tartışırlar. Kâfir olanlar bu yüzden: “Bu ancak (bu Kur’an) evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.” derler”.
“6/EN’ÂM-25: Ve onlar, insanları (Allah’a aracısız iman ve teslim olmaktan ve Kuran’dan ) nehyederler (men ederler) ve kendileri de bu yüzden ondan (aracısız iman ve teslim olmaktan/Kuran’dan) uzak dururlar. Oysa onlar; (bunu yaparak) Kendilerinden başkasını helâk etmezler ve (ekkinet mühürleri yüzünden) yaptıklarının şuurunda değillerdir.”
17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûren).
O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini (işinde ve hükmünde ortağı yardımcısı aracısı vekili olmadığını) zikrettiğin zaman onlar sana nefretle arkalarına döndüler.
17/İSRÂ-47: Nahnu a’lemu bimâ yestemiûne bihî iz yestemiûne ileyke ve iz hum necvâ iz yekûluz zâlimûne in tettebiûne illâ raculen meshûrâ(meshûran).
Onların Kuran’ı ve seni dinliyorlarken, o zalimlerin “Büyülenmiş bir adama tâbî oluyorsunuz.” diyerek aralarında fısıldaştıklarını Biz çok iyi biliyoruz.
17/İSRÂ-48: Unzur keyfe darabû lekel emsâle fe dallû fe lâ yestetîûne sebîlâ(sebîlen).
Bak, senin için nasıl misaller getirdiler (sana büyülenmiş, mecnun, deli, şair dediler) ve böylece dalâlette kaldılar. Artık (Sıratı Mustakîm ) yola ulaşmaya güçleri yetmez.
17/İSRÂ-49: Ve kâlû e izâ kunnâ izâmen ve rufâten e innâ le meb’ûsûne halkan cedîdâ(cedîden).
Ve “Biz, kemiklerimiz kırıntı haline gelip ufalanmış toprak olduğumuz zaman o haldeyken bile tekrar diriltilip ahirette yeni bir yaratılışla mı beas edileceğiz? ” dediler.
17/İSRÂ-50: Kul kûnû hicâreten ev hadîdâ(hadîden).
De ki: “ Ya, taş veya demirden yaratılmış olsalardı !”
17/İSRÂ-51: Ev halkan mimmâ yekburu fî sudûrikum, fe se yekûlûne men yuîdun(yuîdunâ), kulillezî fetarakum evvele merreh(merretin), fe se yungıdûne ileyke ruûsehum ve yekûlûne metâ hûv(hûve), kul asâ en yekûne karîbâ(karîben).
“Veya çok daha mukavemetli başka bir materyal ile başka bir yaratılışla yaratılmış olsalardı. O zaman da bizi şimdi, kim (hayata) geri çevirecek?” diyeceklerdi. De ki; (şimdi yeryüzünde halkettiği gibi) “cansız bir madde/materyal iken sizi o cansızlıktan canlı olarak yaratan.” Bunun üzerine sana başlarını alaycılıkla sallayarak: “O, ahiret dirilişi ne zaman?” diyecekler. De ki: “yakın olması muhtemeldir.”
17/İSRÂ-52: Yevme yed’ûkum fe testecîbûne bi hamdihî ve tezunnûne in lebistum illâ kalîlâ(kalîlen).
Allah’ın sizi çağıracağı gün, (beas günü) hemen O’nun hamdi ile davetine (mecburen) icabet edeceksiniz. Ve ancak (sizler) kabirde pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.
Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Kuran’da Ankebut suresi 64 ayetinde “kulların gerçek hayatı” olarak zikredilen ahiret hayatı ve cennet ve cehennem inancı Kuran’dan başka hiç bir kitapta olmadığı gibi,Hem Arap müşriklerde hem Ehli kitap anılan Yahudi ve Hristiyan müşriklerde (Tevrat ve İncilde) ahiret hayatı ve iki Alem inancı yoktur. Müşrikler öldükten sonra toprağın altında, {Bkz; Vaiz 9:10 işaya 5:14} ölüler diyarı” olarak isimlendirdikleri bir yeraltı bölümüne gideceklerine inanırlardı ve ancak; “Aracılara ve aracılık kurumuna iman ve biat etmekle” {Bkz: Taha suresi 103,104} “kabir azabından kurtulup” tekrar dünyada diriltilecekleri aracılar tarafından telkin edilerek insanlar aldatılıyordu ve tekrar diriltilmelin diyeti olarak, mutrafilerin (bir şehrin ya da bir ülkenin ileri gelenlerinin ) talep ettikleri çeşitli vergilerle halk sömürülüyordu. Ehli kitap müşrikler Tevrat ve İncilde “ölüler diyarını” İbranice “Şeol” olarak andıkları gibi, bazı kitaplarında,“Hades olarak da adlandırmaktadırlar. “Hades” yunan mitolojisinde ölülere ve ölüler diyarına hükmeden bir tanrı olarak geçer ve ölüler diyarında suçlu bulunan kimseler (yani aracılara istedikleri vergiyi ödemeyenler) toprağın altında bulunduğu iddia edilen kükürt havuzlarında yakılırlardı ve günümüzde de sanki İslam’a aitmiş gibi dillendirildiği üzere asırlarca “kabir azabına” maruz bırakılırlardı. Oysa “Kuran’da kabir azabı yoktur.!” Bu müşrik korkutmacası için Rum suresi 55. Ayetinde Ve o saatin gelip kıyâmetin koptuğu gün, müşrik mücrimler bir saatten fazla (mezarda) kalmadıklarına yemin ederler. İşte ahirete böyle döndürülüyorlardı (kabirlerde bir saat gibi çok kısa bir müddet kabirde kaldıklarını sanıyorlardı. vurgusuyla kullar bu müşrik fitnesine karşı uyarılmıştır. {Kabir azabı fitnesi için ilgili uyarı ayetlerine bkz; İsra suresi 52 Taha suresi 104 Yunus suresi 45 Rum suresi 55 Ahkaf suresi 35} Ve Müşrik ruhbanlar insanları korkutup sömürmek adına kendilerine biat edenlerin dünyada yeniden diriltileceği yalanını da telkin ediyorlardı. Örneğin; Hristiyan müşrikler Allah’ın oğlu olarak niteledikleri Hz İsa (as)’ın tekrar Mehdi olarak yeryüzüne geleceğini insanlığı kurtaracağını ve o güne kadar Hristiyan olmuş kişilerin yeryüzünde sonsuz mutlu bir yaşam sürdüreceğini telkin ederek insanları sömürüyorlardı. (Bu fitneye hala devam ediyorlar) Oysa İslam inancına göre ademoğlu sınandıktan sonra kıyamet kopacak ve yeryüzü tamamen yok olacaktır ve ardından ikinci alem ve asıl hayat zikredilen ahiret yaşamı başlayacaktır. Ve {bkz;Nisa suresi 41,42} gönderilmiş olan tüm Resul’ler beas günü ahiret hayatında ümmetlerinin üzerinde şahit tutulacaktır. Kıyamet inancı” Tek dünyadan ibaret olan şirk inançlarının tüm fitne ve yalanlarını kökten yok ettiği için “kıyamet ve Ahiret hayatı” müşriklerin ısrarla reddettikleri bir hakikattır. Ve Mehdi inancı ; kıyamet ve ahiret hayatını reddeden müşriklerin iman ettiği ve ölesiye savundukları bir fitnedir. Bu önemle; Sadece İslam inancında bulunan gayb zikredilen cennet ve cehennemin bulunduğu “gayb’e” yani “ahirete iman etmek” tevhidin temel direğidir. Kıyametin kopmasıyla dünyanın yok olacağına ve Kulların yeryüzü amelleri karşılığında “ahirette Allah tarafından yargılanarak” cennet veya cehennem ile mukabele göreceklerine iman etmek”, Allah adına af eden ve Allah adına cezalar uyduran, Allah adına insanları dünyada tekrar dirilten kurtarıcı mehdilikler uyduran mutrafi aracıların ve aracılık kurumunun sömürü düzenlerini tamamen ortadan kaldırdığı için çok önemli bir husustur. (Bkz İsra suresi 10~15 – 56,57)
17/İSRÂ-53: Ve kul li ibâdî yekûlûlletî hiye ahsen(ahsenu), inneş şeytâne yenzegu beynehum, inneş şeytâne kâne lil insâni aduvven mubînâ(mubînen).
Ve kullarıma de ki: “En güzeli söylesinler!” (Allah’ı ve buyruklarını iyilikle güzellikle öğütleyip göstersinler) Muhakkak ki şeytan, onların (müminlerle İslama yeni katılacak olanların) aralarını bozar/bozmak ister. Muhakkak ki o, insana apaçık düşmandır.
17/İSRÂ-54: Rabbukum a’lemu bikum, in yeşa’ yerhamkum ev in yeşa’ yuazzibkum, ve mâ erselnâke aleyhim vekîlâ(vekîlen).
Rabbiniz, sizi (kullarını) en iyi bilendir. O dilediğine rahmet eder veya dilerse istediğine azap eder. Ve biz seni, onlara vekil olarak göndermedik. (Allah dilediğini İslama seçer. Sen ancak Davetçisin/Herkesin İslam’a katılmasından sen sorumlu değilsin)
17/İSRÂ-55: Ve rabbuke a’lemu bi men fîs semâvâti vel ard(ardı), ve lekad faddalnâ ba’dan nebiyyîne alâ ba’dın ve âteynâ dâvude zebûrâ(zebûren).
Ve Rabbin, semalarda ve yeryüzünde olan kimseleri (Allah’a hizmet eden melekleri/mürselinleri) en iyi O bilir. Andolsun ki bir kısım nebîleri, diğerlerine (aracılık müessesesini yaşatan o dönemin yahudi müşriklerine) karşı üstün kıldık. Ve Dâvud (a.s)’a Zebur’u verdik.
17/İSRÂ-56: Kulid’ûllezîne zeamtum min dûnihî fe lâ yemlikûne keşfed durri ankum ve lâ tahvîlâ(tahvîlen).
(O müşriklere) de ki: “O’ndan (Allah’tan) başka (ilâh edinerek) zanda bulunduklarınızı çağırın.” Oysa onlar, sizden bir darlığı giderme ve onu değiştirme gücüne bile malik değillerdir.
17/İSRÂ-57: Ulâikellezîne yed’ûne yebtegûne ilâ rabbihimul vesîlete eyyuhum akrebu ve yercûne rahmetehu ve yehâfûne azâbeh(azâbehu), inne azâbe rabbike kâne mahzûrâ(mahzûren).
Sözde hidayetçi aracılarından “acaba hangisi Rab’lerine daha yakındır” diye araştırarak hidayetlerine bir vesileci ararlar ve O’nun (vesile olacak aracının) rahmetini ümit ederler, O’nun (aracının) azabından korkarlar. Muhakkak ki asıl Rabbinin azabı, hazer edilendir (asıl korkulması gerekendir).
17/İSRÂ-58: Ve in min karyetin illâ nahnu muhlikûhâ kable yevmil kıyâmeti ev muazzibûhâ azâben şedîdâ(şedîden), kâne zâlike fîl kitâbi mestûrâ(mestûran).
Eğer bir şehir (helâk olacaksa), kıyâmet gününden önce onun helâk edicisi yine ancak Biziz. Veya onun (şehir halkının) şiddetli azap edicisi yine Biziz. İşte bu, Kitap’ta apaçık yazılıdır.
17/İSRÂ-59: Ve mâ meneanâ en nursile bil âyâti illâ en kezzebe bihel evvelûn(evvelûne), ve âteynâ semûden nâkate mubsıraten fe zalemû bihâ, ve mâ nursilu bil âyâti illâ tahvîfâ(tahvîfen).
Bizim âyet (mucize) göndermemize mani olan şey, ancak evvelkilerin onu (mucizeleri) yalanlamış olmalarıdır. (Mucize gösterildiği halde yine küfür imanına döndükleri içindir.) Semud kavmine (gözle) görünen (bir mucize olarak) dişi deve verdik. Sonra ona zulmettiler. Ve Biz, âyetleri (mucizeleri), korkutmaktan (cehennemden sakındırmaktan) başka bir şey için göndermeyiz.
17/İSRÂ-60: Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bin nâs(nâsi), ve mâ cealner ru’yâlletî ereynâke illâ fitneten lin nâsi veş şeceretel mel’ûnete fîl kur’ân(kur’âni), ve nuhavvifuhum fe mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâ(kebîren).
Hani sana, “Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur’an’da lânetlenmiş olanların bulunduğu yerdeki o ağacı da (cehennemi ve zakkum ağacını) sırf insanları sınamak için korkmalarına vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını (daha da) arttırdı.
Kur’ân ayetlerinde örneklendiği üzere; Aziz Allah geçmiş dönemlerde olduğu gibi, Kuran indirilirken de müminlere “mucizeleri ile” yardım etmiştir.
Ancak yaşatılan tüm mucizeler, müşriklerin yalvar yakar İslam’a lütfen tabi olması için değil bilakis; Kendi ilahlarının gücünü abartıp öven ve savaş öncesinde {Bkz Enfal suresi 49} “gerçek olan ilahın mutlaka savaşta galip ve muzaffer olacağını beyan ederek kendi ilahlarının propagandasını yapan ve böylece taraftar toplamaya çalışan müşriklere karşı; ”Zaferlerin daima Hakk (gerçek olan) Allah’a ait olduğunu eylediği mucizeleriyle savaş esnasında müminlere alenen göstermiş ve böylece bu mucizelere şahit olan kimselerin de kalplerinin Allah’tan mutmain olmasını sağlamıştır. {Ayrıca müminlere gösterilen mucizeler için Bkz; Enfal suresi 9~13 Ali-İmran suresi 121~ 129}
17/İSRÂ-61: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâle e escudu li men halakte tînâ(tînen).
Ve meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin!” dediğimiz zaman iblis hariç hemen secde ettiler. (İblis): “Ben, senin topraktan yarattığın kimseye mi secde edeyim?” dedi.
17/İSRÂ-62: Kâle e raeyteke hâzellezî kerremte aley(aleyye), le in ahharteni ilâ yevmil kıyâmeti le ahtenikenne zurriyyetehû illâ kalîlâ(kalîlen).
(İblis) dedi ki: “Senin görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş, şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyâmet gününe (kadar) tehir edersen (ertelersen), onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana (kendime) tâbî kılacağım.”
17/İSRÂ-63: Kâlezheb fe men tebiake minhum fe inne cehenneme cezâukum cezâen mevfûrâ(mevfûren).
(Allahû Tealâ İblise şöyle buyurdu): “Git! Artık onlardan kim sana tâbî olursa, o zaman muhakkak ki sizin cezanız, (sapanlar ve saptıranlar) eksiksiz bir ceza olarak cehennemdir.”
17/İSRÂ-64: Vestefziz menisteta’te minhum bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve recilike ve şârikhum fîl emvâli vel evlâdi vaıdhum, ve mâ yaiduhumuş şeytânu illâ gurûrâ(gurûren).
“Ve onlardan güç yetirdiklerini, sesinle aldat. Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak yönlendir (cehennem yoluna sevket). Evlâtlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara (kandırmak için benim yarattığım geçici dünya nimetlerimi) vaadet.” Şeytanın vaadettikleri ancak (gelip geçici bir) gururdan başka bir şey değildir.
17/İSRÂ-65: İnne ibâdî leyse leke aleyhim sultân(sultânûn), ve kefâ bi rabbike vekîlâ(vekîlen).
Muhakkak ki Benim kullarımın (bana takva ve itaat ile yönelmiş olanların) üzerinde, senin bir sultanlığın (yetkin ve yaptırım gücün) yoktur. Ve senin Rabbin, kuluna vekil olarak kâfidir
17/İSRÂ-66: Rabbukumullezî yuzcî lekumul fulke fîl bahri li tebtegû min fadlih(fadlihî), innehu kâne bi kum rahîmâ(rahîmen).
Sizin Rabbiniz ki; O, onun fazlından (nasip) arayasınız diye denizde gemileri sizin için sevkeder. (kaldırma kuvveti ile yüzdürür). Çünkü O, size rahmet edicidir.
17/İSRÂ-67: Ve izâ messekumud durru fîl bahri dalle men ted’ûne illâ iyyâh(iyyâhu), fe lemmâ neccâkum ilel berri a’radtum, ve kânel insânu kefûrâ(kefûren).
Ve size, denizde bir darlık (herhangi bir tehlike) dokunduğu zaman, Allah hariç, dua ettikleriniz kaybolup gider. Fakat sizin yanınızda ve yardımınızda kalmış olan Allah sizi (tehlikeden kurtarıp) karaya çıkarınca, sizler tekrar Allah’tan yüz çevirirsiniz.(aracılara gidersiniz) Ve insan çok nankördür.
17/İSRÂ-68: E fe emintum en yahsife bikum cânibel berri ev yursile aleykum hâsiben summe lâ tecidû lekum vekîlâ(vekîlen).
Öyleyse sizi, yerleştiğiniz kara parçası üzerinde bir depremle sizi yere geçirmeyeceğinden veya sizin üzerinize, taş yağdıran bir fırtına göndermeyeceğinden emin mi oldunuz? (da aracılara gidiyorsunuz) Sonra onun nankörlüğünüze karşı vereceği gazabından sizin için (kurtarıcı aracı) bir vekil bulamazsınız.
17/İSRÂ-69: Em emintum en yuîdekum fîhi târeten uhrâ fe yursile aleykum kâsıfen miner rîhı fe yugrikakum bimâ kefertum summe lâ tecidû lekum aleynâ bihî tebîâ(tebîan).
Başka bir seferde sizi oraya (tekrar Allah’a muhtaç olacağınız o tehlikeli güne geri) döndürmesinden sonra ve böylece sizin üzerinize kâsif (şiddetli, deviren) bir fırtına gönderip, (bu kez) inkârlarınızdan dolayı sizi (bu kez kurtaramayıp denizde) boğmasından emin mi oldunuz? Bize karşı (gazabımıza karşı) sizi koruyacak asla bir yardımcı bulamazsınız.
17/İSRÂ-70: Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fîl berri vel bahri ve razaknâhum minet tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ(tafdîlen).
Ve andolsun ki; Âdemoğlunu kerem (İslam ve Kuran ile şeref) sahibi kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ve onları helâl şeylerden rızıklandırdık. Ve onları (fazilet açısından) yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.
17/İSRÂ-71: Yevme ned’û kulle unâsin bi imâmihim, fe men ûtiye kitâbehû bi yemînihî fe ulâike yakreûne kitâbehum ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen).
O beas günü bütün insanları, imamları ile çağırırız. O zaman kitabı sağdan verilen kimseler, böylece (kendi amel) kitaplarını okurlar. Ve (onlara) zerre kadar zulmedilmez (haksızlığa uğratılmaz).
17/İSRÂ-72: Ve men kâne fî hâzihî a’mâ fe huve fîl âhıreti a’mâ ve edallu sebîlâ(sebîlen).
Ve burada (sınav dünyasında) kim kör ise artık o ahirette de kördür. Ve yoldan daha çok sapmıştır.
17/İSRÂ-73: Ve in kâdû le yeftinûneke anillezî evhaynâ ileyke li tefteriye aleynâ gayreh(gayrehu) ve izen lettehazûke halîlâ(halîlen).
Ve neredeyse sana vahyettiğimiz şeyden başkası ile (Atalarından beri süregelen batıl fitne hükümlerini Allah’ın hükmüdür diyerek aldatan müşrikler ) Bize iftira etmen için gerçekten seni bile fitneye düşürüyorlardı. Ve o taktirde (öyle yapsaydın/onlara uysaydın o zaman) seni mutlaka kendilerine dost edinirlerdi.
17/İSRÂ-74: Ve lev lâ en sebbetnâke lekad kidte terkenu ileyhim şey’en kalîlâ(kalîlen).
Ve seni İslam’da sebat ettirmeseydik, andolsun ki sen de, onlara biraz meylederdin.
17/İSRÂ-75: İzen le ezaknâke di’fal hayâti ve di’fal memâti summe lâ tecidu leke aleynâ nasîrâ(nasîran).
O taktirde, elbette hayatın ve ölümün di’fasını (sıkıntılarını, üzüntülerini, acılarını) kat ve kat sana tattırırdık. Sonra Bizim gazabımıza karşı sana bir yardımcı da bulunmazdı.
17/İSRÂ-76: Ve in kâdû le yestefizzûneke minel ardı li yuhricûke minhâ ve izen lâ yelbesûne hilâfeke illâ kalîlâ(kalîlen).
Neredeyse gerçekten, seni dünyada bulunduğun yerden çıkarmak için tedirgin ediyorlardı (baskıyla zorluyorlardı). Ve eğer öyle olsaydı, (amacına ulaşmış olsalardı) onlar da senden sonra yeryüzünde sadece az bir süre kalabilirlerdi. (helak edilirlerdi)
17/İSRÂ-77: Sunnete men kad erselnâ kableke min rusulinâ ve lâ tecidu li sunnetinâ tahvîlâ(tahvîlen).
Senden önce de gönderdiğimiz resûllerimizin sünneti de budur. (Resul bile olsalar herkes için geçerli olan Allah’ın genel kanunu) Ve sünnetimizde (İslamdan küfre tabi olmuş kişiler için kanunumuzda) bir değişiklik bulamazsın.
17/İSRÂ-78: Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecr(fecri), inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ(meşhûden).
Güneşin dönmesinden, gecenin kararmasına kadar namaz kıl. Fecrin Kur’ân’ını (fecr vakti okunan Kur’ân’ı) ikame et (yerine getir)! Çünkü fecrin Kur’ân’ı şahitlidir.
17/İSRÂ-79: Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek(leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ(mahmûden).
Gecenin bir kısmında, son üçte birinde uyanarak, farz namazına ilâveten, sadece sana mahsus bir ibadet olmak üzere uzun uzun Kur’ân okuyarak teheccüt namazı kıl. Böylece; Rabbinin seni Makam-ı Mahmud’a, bütün insanlık tarafından övüldüğün bir makama, yerleştirmesi ümit edilir.
17/İSRÂ-80: Ve kul rabbi edhılnî mudhale sıdkın ve ahricnî muhrece sıdkın vec’al lî min ledunke sultânen nasîrâ(nasîren).
Ve de ki: “Rabbim beni sıdk ile (sadakat ve doğrulukla) dahil et ve beni sıdk ile çıkar. Ve beni senin katından bir yardımcı sultan (yetkili resûl) kıl.” (diye dua et)
17/İSRÂ-81: Ve kul câel hakku ve zehekal bâtıl(bâtılu), innel bâtıle kâne zehûkâ(zehûkan).
De ki: “Hak geldi, bâtıl zail oldu (yok oldu). Muhakkak ki bâtıl yok olacaktır (yok olmaya mahkûmdur).”
17/İSRÂ-82: Ve nunezzilu minel kur’âni mâ huve şifâun ve rahmetun lil mu’minîne ve lâ yezîduz zâlimîne illâ hasârâ(hasâran).
Kur’ân’dan indirdiğimiz şeyler, mü’minler için şifadır ve rahmettir. Ve zalimlerin sadece hüsranını arttırır.
17/İSRÂ-83: Ve izâ en’amnâ alel insâni a’rada ve neâbi cânibih(cânibihî), ve izâ messehuş şerru kâne yeûsâ(yeûsen).
Ve insanı ni’metlendirdiğimiz zaman yüz çevirir ve yan çizerek uzaklaşır. Ve ona bir şerr dokunduğu zaman yeise düşer.
17/İSRÂ-84: Kul kullun ya’melu alâ şâkiletih(şâkiletihî), fe rabbukum a’lemu bi men huve ehdâ sebîlâ(sebîlen).
(Müşriklere) De ki: “Herkes kendi şekline (inançlarına) göre amel eder.” Öyleyse (aracı ilahlara tapıyor olmanız yüzünden) kimin daha çok hidayet yolunda olduğunu mutlaka en iyi Rabbiniz bilir.
17/İSRÂ-85: Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
Ve sana ruhtan (vahyeden Cebrail as’ı) sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (Cebrail as ait) ilimden sadece az bir şey verildi.
17/İSRÂ-86: Ve lein şi’nâ le nezhebenne billezî evhaynâ ileyke summe lâ tecidu leke bihî aleynâ vekîlâ(vekîlen).
Ve eğer Biz dileseydik, sana vahyettiklerimizi mutlaka (hafızandan) giderirdik (hafızandan silip yok ederdik). Sonra onu (şimdiye kadar aklında olanları silmememiz için) Bize karşı sana (seni müdafaa edecek) bir vekil bulamazsın.
17/İSRÂ-87: İllâ rahmeten min rabbik(rabbike), inne fadlehu kâne aleyke kebîrâ(kebîren).
(Bu izzet) sadece Rabbinden bir rahmettir. Muhakkak ki O’nun (Rabbinin), senin üzerindeki fazlı büyüktür.
17/İSRÂ-88: Kul leinictemeâtil insu vel cinnu alâ en ye’tû bi misli hâzel kur’âni lâ ye’tûne bi mislihî ve lev kâne ba’duhum li ba’dın zahîrâ(zahîran).
De ki: “Eğer ins ve cin (insanlar ve cinler) bu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek için içtima etseler onların bir kısmı, bir kısmına yardımcı olsa bile onun bir benzerini getiremezler.”
17/İSRÂ-89: Ve lekad sarrafnâ lin nâsi fî hâzel kur’âni min kulli meselin fe ebâ ekserun nâsi illâ kufûrâ(kufûran).
Ve andolsun ki Biz, bu Kur’ân’da bütün meselelerden açıklamalar yaptık. Buna rağmen insanların çoğu sadece inkâr ederek direndi.
17/İSRÂ-90: Ve kâlû len nu’mine leke hattâ tefcure lenâ minel ardı yenbûâ(yenbûan).
Ve dediler ki: “Sen, bize yerden bir memba (mucizevi bir pınar) çıkarmadıkça (fışkırtmadıkça) sana asla inanmayız.”
17/İSRÂ-91: Ev tekûne leke cennetun min nahîlin ve inebin fe tufeccirel enhâre hılâlehâ tefcîrâ(tefcîren).
Veya senin, hurma ve üzüm bağlarından bir bahçen olsun. Öyle ki onun aralarından, fışkırarak akan nehirler akıt (çıkar ki sana inanalım).
17/İSRÂ-92: Ev tuskıtas semâe kemâ zeamte aleynâ kisefen ev te’tiye billâhi vel melâiketi kabîlâ(kabîlen).
Veya iddia ettiğin gibi eğer o Sema (7 kat ise) semayı parça parça üzerimize düşürürsün. Veya Allah’ı ve meleklerini açıkça (önümüze) getirirsin.
17/İSRÂ-93: Ev yekûne leke beytun min zuhrufin ev terkâ fîs semâ(semâi), ve len nu’mine li rukıyyike hattâ tunezzile aleynâ kitâben nakreuh(nakreuhu), kul subhâne rabbî hel kuntu illâ beşeren resûlâ(resûlen).
Veya senin altından yapılma bir evin olsun veya semaya yüksel ve oradan bize, “okuyacağımız bir kitap” (bir materyal üzerine yazılmış tam bir kitap) indirmedikçe senin yükselişine (miracına) asla inanmayız. dediler. De ki: “Benim Rabbim, Sübhan’dır (O, Allah insana benzemediği için göremezsiniz o insan gibi eksik noksan sıfatlardan münezzehtir). Ben, ise insan resûlden başka bir şey miyim?”
17/İSRÂ-94: Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ illâ en kâlû e beasallâhu beşeren resûlâ(resûlen).
Onlara hidayet (Kuran ve Resul) geldiği zaman insanların inanmalarına, “Allah, insan resûl mü gönderdi?” demelerinden başka bir şey mani olmadı.
17/İSRÂ-95: Kul lev kâne fîl ardı melâiketun yemşûne mutmainnîne le nezzelnâ aleyhim mines semâi meleken resûlâ(resûlen).
De ki: “Eğer yeryüzünde mutmain olarak yürüyenler (sınananlar) insan yerine melekler olsaydı, elbette onlara semadan melek resûl indirirdik.”
17/İSRÂ-96: Kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum, innehu kâne bi ıbâdihî habîren basîrâ(basîren).
De ki: “Benimle sizin aranızda, Allah şahit olarak yeter.” Muhakkak ki O, kullarından haberdar olandır, (onları) görendir.
17/İSRÂ-97: Ve men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehum evliyâe min dûnih(dûnihî), ve nahşuruhum yevmel kıyâmeti alâ vucûhihim umyen ve bukmen ve summâ(summen), me’vâhum cehennem(cehennemu), kullemâ habet zidnâhum saîrâ(saîren).
Ve Allah, kimi (doğru yola) ulaştırırsa, artık o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa, o taktirde onlar için O’ndan (Allah’tan) başka dostlar bulamazsın. Ve kıyâmet günü onları kör, dilsiz ve sağır olarak yüzüstü (sürünerek) haşrederiz. Onların me’vası (kalacakları yer) cehennemdir. Ve Biz, ateşin her sönmeye yüz tutuşunda onlara alevli ateşi arttırırız.
17/İSRÂ-98: Zâlike cezâuhum bi ennehum keferû bi âyâtinâ ve kâlû e izâ kunnâ izâmen ve rufâten e innâ le meb’ûsûne halkan cedîdâ(cedîden).
İşte bu, onların âyetlerimizi inkâr etmelerinden ve “Biz kemiklerimiz toz haline gelmiş bir toprak olduğumuz zaman (ahiret boyutunda) yeni (bir) yaratılışla mı beas edileceğiz? (diriltileceğiz)?” diyerek alay etmeleri sebebiyle (ahirete iman etmemeleri yüzünden) onların cezasıdır.
17/İSRÂ-99: E ve lem yerev ennallâhellezî halakas semâvâti vel arda kâdirun alâ en yahluka mislehum ve ceale lehum ecelen lâ reybe fîh(fîhi), fe ebâz zalimûne illâ kufûrâ(kufûren).
Ve onlar; Allah’ın, semaları ve yeryüzünü yarattığını ve buna bakarak bir misali olan (ahiret alemini de) yaratmaya kaadir (muktedir) olduğunu görmüyorlar mı? Onlar için, Allah yeryüzünde şüpheleri olmayan bir ecel kıldı (belli bir sınav süresi ecel taktir etti). Buna rağmen zulmedenler, (aracı müşrikler) ahireti inkâr ederek direndiler.
Hem Arap müşrikler hem Ehli kitap anılan Hristiyan ve yahudiler ahirete inanmazlar bu nedenle Kuran’ın birçok sure ve ayetinde; “Tüm yeryüzünü en ince ayrıntısıyla yoktan yaratmaya muktedir olan Allah, ahireti de yaratmaya muktedir değil mi ? Yasin 81” sorusundaki mantığa davetle,, ahirete iman için mutlaka yaratılıştan ibret alınması öğütlemiştir. Ayetinde Ahirete inanmayan müşriklere bu durum tekrar vurgulanıyor.
17/İSRÂ-100: Kul lev entum temlikûne hazâine rahmeti rabbî izen le emsektum haşyetel infâk(infâkı), ve kânel insânu katûrâ(katûren).
De ki: “Eğer siz, Rabbimin rahmet hazinelerine (cennet mülküne) malik olsaydınız, o zaman onu bile infâk korkusu ile (ihtiyaç sahiplerine verilecek korkusu ile) mutlaka elinizde tutardınız.” İnsan gerçekten çok cimridir.
17/İSRÂ-101: Ve lekad âteynâ musa tis’a âyâtin beyyinâtin fes’el benî isrâîle iz câehum fe kâle lehu fir’avnu innî le ezunnuke yâ musa meshûrâ(meshûren).
Andolsun Biz, Musa (A.S)’a apaçık 9 âyet (mucize) verdik. Bunları benî İsraile (İsrailoğullarına) sor. Onlara (Musa A.S) gelmişti. O zaman firavun (gösterilen mucizelere rağmen) şöyle demişti: “Ey Musa! Ben, sana mutlaka sihir yapıldığına kesin şekilde inanıyorum.”
Hz. Musa’ya verilen mucizeler Firavun’u hak yola döndürmek hedefinde halkın ve firavunun da şahit olduğu Tevrat ta da yazılı olan dokuz mucizedir. Bunlar Kuran’da : “Tufan, çekirge, haşere, kurbağa ve kan mucizesi (A’râf, 7/133) asanın yılana dönüşmesi, elinin beyazlaması mucizesi, (Neml, 27/12; Şuarâ, 26/32-38) asanın sihirbazların yaptıklarını yutması mucizesi (Şuarâ, 26/32-46) ve denizin yarılması mucizesi (Şuarâ, 26/60-66)” dır.
17/İSRÂ-102: Kâle lekad alimte mâ enzele hâulâi illâ rabbus semâvâti vel ardı basâir(basâire), ve innî le ezunnuke yâ fir’avnu mesbûrâ(mesbûran).
(Musa ise) “Andolsun bunları (9 mucizeyi), görünür bir şekilde, semaların ve arzın Rabbinden başkasının indirmediğini sen biliyorsun. Ve ey firavun! Muhakkak ki ben de senin helâk olacağına kesin şekilde inanıyorum.” dedi.
17/İSRÂ-103: Fe erâde en yestefizzehum minel ardı fe agraknâhu ve men meahu cemîâ(cemîan).
Bundan sonra firavun onları arzdan (bulundukları yerden) çıkarmak istedi. Bunun üzerine Biz, onu (firavunu) ve beraberindekilerin hepsini boğduk.
17/İSRÂ-104: Ve kulnâ min ba’dihî li benî isrâîleskunûl arda fe izâ câe va’dul âhıreti ci’nâ bikum lefîfâ(lefîfen).
Ondan sonra benî İsraile, “Arzda (orada) iskân olun (yerleşin)!” dedik. Ahiretin vadesi (vaadi) gelince sizi (ahirette) biraraya getireceğiz.
17/İSRÂ-105: Ve bil hakkı enzelnâhu ve bil hakkı nezel(nezele), ve mâ erselnâke illâ mubeşşiren ve nezîrâ(nezîren).
Ve Hakk’ı (Zikr’i/Kur’ân’ı), O’nu, Biz indirdik. Ve Hakk ile (Mutlak gerçeği bildiren hakikat olarak) indi. Seni, müjdeleyici ve uyarıcı olmandan başka bir şey için göndermedik.
17/İSRÂ-106: Ve kur’ânen faraknâhu li takreehu alen nâsi alâ muksin ve nezzelnâhu tenzîlâ(tenzîlen).
Ve Kur’ân-ı Kerim; onu kısımlara (sure sure ve âyet âyet) ayırdık. İnsanlara, onu muksin olarak okuman için tenzîlen (kısımlara ayırıp, idrak edebilecekleri sürede ve ölçüde), bir indirişle indirdik.
17/İSRÂ-107: Kul âminû bihî ev lâ tu’minû, innellezîne ûtul ilme min kablihî izâ yutlâ aleyhim yahırrûne lil ezkâni succedâ(succeden). (SECDE ÂYETİ)
De ki: “O’na inanılsın veya inanılmasın, O’ndan önce kendilerine ilim verilen (zikir verilen) kimseler, (muttakiler) Kuran onlara okunduğu zaman, secde ederek çeneleri üstüne kapanırlar.”
17/İSRÂ-108: Ve yekûlûne subhâne rabbinâ in kâne va’du rabbinâ le mef’ûlâ(mef’ûlen).
Ve derler ki: “Bizim Rabbimiz, Sübhan’dır (Ol demesiyle her şeyi yaratabilecek olağanüstü güçlere maliktir.) Eğer Rabbimiz vaadettiyse, (o) mutlaka ifa edilmiştir.”
17/İSRÂ-109: Ve yahırrûne lil ezkâni yebkûne ve yezîduhum huşûâ(huşûan).
Ve onlar ki huşûları artarak çeneleri üzerine kapanarak ağlarlar.
17/İSRÂ-110: Kulid’ullâhe evid’ur rahmân(rahmâne), eyyen mâ ted’û fe lehul esmâul husnâ, ve lâ techer bi salâtike ve lâ tuhâfit bihâ vebtegı beyne zâlike sebîlâ(sebîlen).
De ki: İster “Allah diye çağırın veya Rahmân diye çağırın. Nasıl çağırırsanız çağırın hepsi O’nun Esmaül Hüsnası’dır (Allah’ın güzel isimleridir).” Namazında (başkalarını rahatsız etmemek için sesini çok) yükseltme ve onu (müminler seni örnek aldıkları için duymayacakları kadar da sesini) alçaltma. Bu ikisi arasında bir yol tut.
17/İSRÂ-111: Ve kulil hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fîl mulki ve lem yekun lehu veliyyun minez zulli ve kebbirhu tekbîrâ(tekbîren).
Ve de ki: “Hamd, (tüm övgü ve takdirler) çocuk edinmemiş olan (yeryüzünde çocuklarını hükmünde ortağı ve vekili olarak atamamış, işinde ve hükmünde asla ortakçı kabul etmeyen Samed ve Vahid olan) Allah’a mahsustur ve O’nun (yeryüzü) mülkünde ortağı olmamıştır. Ve (Allah sübhandır bu yüzden aracılara muhtaç olacak bir zillete düşmez Bu yüzden) O’nun, Kendisini zilletten (kurtaracak) bir dosta (vekil aracıya ihtiyacı) yoktur.” Sen O’nu * tekbir ile yücelt.
“Allah’a oğul ya da kızlar isnat ederek, Allah ile kullar arasında vekillikler uydurup kendilerini, “vekilin yetkili vekili” olarak yetkilendirerek, uydurdukları hükümlerle insanları sömüren müşriklerin aksine; Aziz Allah’ın tüm yaratılmışlar üzerinde, yegane af, mağfiret, hidayet şefaat rızık verme açma vb gibi uluhiyet yetkileri üzerinde tek ve yegane yetki makamı olduğunu ve kendisi yaratmada tek olduğu için, bu yüzden yarattığı herkesten ve her şeyden üstün olduğunu ve kendisi mübarek/kutsal olduğu gibi, dilediği kullarını Resul /Nebi seçip onları mübarek kılan/kutsayan, “yegane Aziz” olduğunu ve Ol demesiyle hizmetine milyarlarca kudretli melekler yaratabilecek bir uluhiyet makamında olduğu halde; sınamak için yeryüzüne gönderdiği günahkar beşerden kimseyi, işinde ve hükmünde ortak ve vekil edecek acziyette bir zillet içinde olmadığını, bilakis, ahirette yüklendiği ilk günah yükünü dahi boynunda taşıdığı için {Bkz: Hicr suresi 26~50 ve Bakara suresi 30~40} yeryüzünde sınanmakta olan ve bu yüzden ahirete dönüşte ilk günahının dahi Allah tarafından mağfiret edilmesine ihtiyacı olan o ölümlü aciz kullara bu mutlak hakikatı O’nu hamd ile ululayarak ifade et” buyurulmaktadır.