İBRÂHÎM SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

14/İBRÂHÎM-1: Elif lâm râ kitâbun enzelnâhu ileyke li tuhricen nâse minez zulûmâti ilen nûri bi izni rabbihim ilâ sırâtıl azîzil hamîd(hamîdi).
Elif lâm râ. Bu; Rab’lerinin izni ile insanları karanlıklardan nura; Azîz ve Hamîd olan Allah’ın hidayet yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır.

14/İBRÂHÎM-2: Allâhillezî lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve veylun lil kâfirîne min azâbin şedîd(şedîdin).
O Allah ki; semalarda ve yeryüzünde ne varsa O’nundur. Şiddetli azaptan dolayı kâfirlerin vay haline.

14/İBRÂHÎM-3: Ellezîne yestehıbbûnel hayâted dunyâ alel âhıreti ve yasuddûne an sebîlillâhi ve yebgûnehâ ivecâ(ivecen), ulâike fî dalâlin baîd(baîdin).
Onlar ki, dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler. Ve insanları Allah’ın (Sıratı müstakim) yolundan alıkoyarlar. Ve onu (batıl şirk sömürü hükümleri ile) eğriltmek isterler.İşte onlar, haktan uzak bir dalâlet içindedirler.

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Ve Allah’ın emirlerini beyyine (beyan) edip iyice açıklasın diye her Resul’ü kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık dileyen Allah’ın hidayetinden sapar, dileyen de doğru yola girer. Çünkü O, yegane güç ve hikmet sahibidir.

Aziz Allah, ancak ve sadece kendisine aracısız iman ve teslim olmuş amenü müminleri hidayete erdirir. Bu önemli husus devam eden ayetlerinde detaylandırılıp kitap *’tilavet edilerek açıklanacak. Tilavet için Bkz; İbrahim suresi 52

14/İBRÂHÎM-5: Ve le kad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ en ahric kavmeke minez zulumâti ilen nûri, ve zekkirhum bi eyyâmillâh(eyyâmillâhi), inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr(şekûrin).
Andolsun ki; Biz Musa (A.S)’ı: “Kavmini karanlıklardan nura çıkarması için ve o geçmişlerini şimdi unutanlara (Bkz;Bakara suresi 100, 101 gönderilen her Resul’ün ardından tarih boyu defaatla tekrar tekrar küfür imanına dönen ehli kitap yahudi müşriklere) Allah’ın onları Firavun’un zulmünden kurtardığı o azap günlerini ibret olarak sonradan hatırlatsın.” diye âyetlerimizle (mucizelerimizle) gönderdik. Muhakkak ki; bunda şükredip, sabreden herkes için âyetler (ibretler) vardır.

14/İBRÂHÎM-6: Ve iz kâle mûsâ li kavmihizkurû ni’metallâhi aleykum iz encâkum min âli fir’avne yesûmûnekum sûel azâbi ve yuzebbihûne ebnâekum ve yestahyûne nisâekum, ve fî zâlikum belâun min rabbikum azîm(azîmun).
Ve Musa (A.S) kavmine şöyle demişti: “Allah’ın üzerinizdeki ni’metini hatırlayın! Sizi firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar Sizi azabın en kötüsüne maruz bırakıyorlardı ve oğullarınızı öldürüyorlar kadınlarınızı ise sağ bırakıyorlardı. Şüphesiz Bunlarda Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.

14/İBRÂHÎM-7: Ve iz te’ezzene rabbukum le in şekertum le ezîdennekum ve le in kefertum inne azâbî le şedîd(şedîdun).
Ve o zaman Rabbiniz size bildirmişti ki; eğer (hükümlerine icabet etmekle) şükrederseniz (ni’metlerinizi) artırırız, eğer (tekrar çok tanrılı şirk imanına dönerek) küfredenlerden olursanız muhakkak ki azabım şiddetli olur.

14/İBRÂHÎM-8: Ve kâle mûsâ in tekfurû entum ve men fîl ardı cemî’an fe innallâhe le ganiyyun hamîd(hamîdun).
Ve Musa (A.S) şöyle dedi: “Eğer siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi, O’nu (İslam’ı ve hükmüne kimseyi ortak etmeyen ve kulları üzerinde yegane hüküm koyucu olan Samed ve Vahid Allah’ı) inkâr etseniz (bile) muhakkak ki; Allah Gani’dir, Hamîd’dir.

14/İBRÂHÎM-9: E lem ye’tikum nebeullezîne min kablikum kavmi nûhın ve âdin ve semûd(semûde), vellezîne min ba’dihim, lâ ya’lemuhum illallâh(illallâhu), câethum rusuluhum bil beyyinâti fe reddû eydiyehum fî efvâhihim ve kâlû innâ kefernâ bi mâ ursiltum bihî ve innâ le fî şekkin mimmâ ted’ûnenâ ileyhi murîb(murîbin).
(Ey Muhammed); Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, Ad kavminin ve Semud kavminin ve onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi? Onların (yaşadıkları mutlak hakikatı), Allah’tan başkası bilemez. Onların resûlleri de, onlara Allah’ın beyyineleri ile (beyanlarıyla/Allah’ın kullarına beyan ettiği hükümleri/Zikr ile) geldiler. Fakat onlar da (şimdiki müşrikler gibi şaşırarak) ellerini ağızlarına götürdüler Ve şöyle dediler: “Gerçekten biz onunla gönderildiğiniz şeyi (hükmüne aracıları ortak etmeyen Samed ve Vahid olan Allah’ı ve onun dini İslam’ı) inkâr ettik. Ve muhakkak ki; biz, bizi kendisine davet ettiğiniz şeye (İslam dinine) karşı şüphe ve tereddüt içindeyiz.” Dediler.

14/İBRÂHÎM-10: Kâlet rusuluhum e fîllâhi şekkun fâtırıs semâvâti vel ard(ardı), yed’ûkum li yagfire lekum min zunûbikum ve yuahhırekum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), kâlû in entum illâ beşerun mislunâ, turîdûne en tesuddûnâ ammâ kâne ya’budu âbâunâ fe’tûnâ bi sultânin mubîn(mubînin).
Onların resûlleri de onlara  şöyle dedi: “Semaları ve arzı yaratan Allah hakkında mı şüphe içindesiniz? Oysa O Sizi, günahlarınızı mağfiret etmek için (İslam’a) davet ediyor ve sizi belli bir zamana kadar (sınama mühletince ecelinizi) tehir ediyor”.  Ancak Onlar da ( Kuran dönemi müşrikleri gibi) : “Siz ancak bizim gibi bir beşersiniz. Babalarımızın (atalarımızın) ibadet etmiş olduğu şeylerden bizi alıkoymak mı istiyorsunuz. Öyleyse bize açıkça bir mucize getirin!” Dediler.

14/İBRÂHÎM-11: Kâlet lehum rusuluhum in nahnu illâ beşerun mislukum ve lâkinnallâhe yemunnu alâ men yeşâu min ibâdih(ibâdihî), ve mâ kâne lenâ en ne’tiyekum bi sultânin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
Onlara resûlleri şöyle demişti: “Biz (Resuller) de ancak sizin gibi beşeriz (ölümlü bir insanız). Fakat Allah, kullarından dilediğini (Resul seçip) ni’metlendirir. Bizim, Allah’ın izni olmaksızın ve bir sulta (böyle bir kudret ve yetki) vermediği durumda kendi kendimize mucize getirmemiz mümkün olamaz. (Bu yüzden) Artık mü’min olanlar mutlaka (aracısız ve sadece) Allah’a tevekkül etsinler.”

14/İBRÂHÎM-12: Ve mâ lenâ ellâ netevekkele alâllâhi ve kad hedânâ subulenâ, ve le nasbirenne alâ mâ âzeytumûnâ, ve alâllâhi fel yetevekkelil mutevekkilûn (mutevekkilûne).
Ve Resul’leri şöyle devam etti; Biz Onun kulları olarak, niçin (aracılar yerine) Allah’a tevekkül etmeyelim? O Allah ki; Bizi, (sıratı müstakim) yollarımıza hidayet ediyorken; Siz (müşrik kafirlerin) bize yaptığınız eziyetlere karşı elbette Biz (sadece Rabbimize tevekkül ederek eziyetlerinize) sabredeceğiz. Artık bundan böyle kim tevekkül ederse (aracıların sahte ilahları yerine vekalet kabul etmeyen İslam’ın) Allah’ına tevekkül etsinler. Demişti.

14/İBRÂHÎM-13: Ve kâlellezîne keferû li rusulihim le nuhricennekum min ardınâ ev le teûdunne fî milletinâ, fe evhâ ileyhim rabbuhum le nuhlikennez zâlimîn(zâlimîne).
Kâfirler, (cevaben) resûllerine dediler ki: “Sizi mutlaka arzımızdan (ülkemizden) çıkaracağız veya mutlaka Siz de bizim dînimize döneceksiniz.” İşte bunun üzerine (müninlerin tevekkül ettikleri) Rab’leri onlara (müminlere): “Mutlaka zalimleri helâk edeceğiz.” Demişti.

14/İBRÂHÎM-14: Ve le nuskinennekumul arda min ba’dihim, zâlike li men hâfe makâmî ve hâfe vaîd(vaîdi).
Ve (küfür İmanında direnen o müşrik kafirleri helak ettikten sonra) onların yerine şimdi sizi mutlaka yeryüzünde (İslam’ın ve yeryüzünün varisleri olarak) yerleştireceğiz. İşte bu (üstünlük/akibet) (aracılar ve sahte ilahlarına tevekkül etmek yerine) yalnızca benim makamımdan ve tehditimden korkan mümin kimseler içindir. Diye Allah size müjde ediyor.

14/İBRÂHÎM-15: Vesteftehû ve hâbe kullu cebbârin anîd(anîdin).
(İşte böyle; Tarih boyu gönderilmiş tüm Resûller, müşriklere karşı) Allah’tan fetih istediler ve bütün o zorba inatçılar (müşrikler) ise daima kaybettiler. {”Lâ Galibe İllâllah’/Allah’tan başka galip yoktur.}

14/İBRÂHÎM-16: Min verâihî cehennemu ve yuskâ min mâin sadîd(sadîdin).
Onun arkasından ise mutlaka cehennem azabı vardır ve orada (müşrik kafirlere) irinli sudan içirilir.

14/İBRÂHÎM-17: Yetecerreuhu ve lâ yekâdu yusîguhu ve ye’tîhil mevtu min kulli mekânin ve mâ huve bi meyyit(meyyitin), ve min verâihî azâbun galîz(galîzun).
(Cehennemde) Onu yutmaya çalışacak ve (fakat) onu boğazından kolayca geçiremeyecek. Bulunduğu tüm mekânlarda hergün ölümü dileyecek ve fakat o ölemeyecek (cehennemde ölmek istediği halde ölmesi mümkün olmayacak). Ve onun arkasından hergün daha galiz (daha ağır) bir azap daha gelecek.

14/İBRÂHÎM-18: Meselullezîne keferû bi rabbihim a’mâluhum ke remâdinişteddet bihir rîhu fî yevmin âsıf(âsıfin), lâ yakdirûne mimmâ kesebû alâ şey’(şey’in), zâlike huved dalâlul baîd(baîdu).
(Yeryüzünde, Aracılık şirk müessesine yönelerek) Rab’lerini inkâr edenlerin amellerinin durumu, şiddetli rüzgârın savurduğu kül gibidir. İktisab ettiklerinden (aracıların boş vaadinden ve aracıların sahte ilahlarından umut ettikleri) hiç bir şeye nail olamazlar. İşte bu delalet “yeryüzündeyken gerçekleşmesi uzak ihtimal olarak gördükleri ahiret azabına onları savuran bir rüzgar gibidir.

14/İBRÂHÎM-19: E lem tere ennallâhe halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), in yeşa’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd(cedîdin).
Allah’ın, semaları ve yeryüzünü hak ile (sınanmak gayesinde) yarattığını görmüyor musun? Eğer O, dilerse sizi yok eder ve yeni bir halketme ile (yerinize sınamak gayesinde yeni bir toplum) getirir.

14/İBRÂHÎM-20: Ve mâ zâlike alallâhi bi azîz(azîzin).
Ve bu, (yeryüzüne sınanmak için gönderdikten sonra kullarını ölümle tekrar ahirete tahric etmesi) Allah için büyük ( bir iş) değildir.

14/İBRÂHÎM-21: Ve berezû lillahi cemîan fe kâled duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ lekum tebean fe hel entum mugnûne annâ min azâbillâhi min şey’(şey’in), kâlû lev hedânallâhu le hedeynâkum, sevâun aleynâ ecezi’nâ em sabernâ mâ lenâ min mahîs(mahîsın).
Hepsi (tüm müşrikler) Allah’ın huzuruna çıktılarında orada zayıf güçsüz olanlar, (Halkı sahte ilahlarla sömüren mutrafi müşriklere aldanan halk) kibirlenenlere (Halkı sahte ilahlarla sömüren mutrafi müşriklere ) şöyle derler: “Muhakkak ki biz yeryüzünde size tâbî olduk. Şimdi siz burada, Allah’ın azabından bir şeyi bizden giderebilir misiniz?” Onlar: (halkı kandıran mutrafiler)  “Eğer Allah, bizi (yeryüzünde) hidayete erdirmiş olsaydı şimdi elbette biz de sizi hidayete erdirirdik. Artık burada sabretsek de, sabretmesek de bizim için hep aynıdır. Artık Bizim hiçbirimiz için buradan kaçacak bir yer yok.” derler.

Kibirlenenler/Mutrafiler; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ederlerdi/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda varlık sahibi mutrafiler olarak anılan zengin kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır.  Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmıştır.. Ve {bkz Kasas suresi  78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak verildiğini iddia ediyordu. Ve Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un akibetinden müminlerin bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleriyle buyurmaktadır. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Hz Nuh (as) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Kasas suresi 38.. ayetinde de vurgulandığı üzere Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini güneş Tanrı’sının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Yunus suresi 88} ülkenin” ileri gelenleri/elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne ile halkı kullanıp sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78 ayetinde vurgulandığı üzere Malı ve mülkü tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; Zuhruf suresi 53,54 ayetlerinde de aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz : Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle şirk inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan, “ülkenin/şehrin mutrafileri” yani o ülkeyi Allah’ın otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin “öncelikli” uyarıldığı {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmaktadır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve ayrıca {bkz Saffat suresi 31,32,33} ayetlerinde mutrafilerin ve mutrafilere tabi olanların (sapan olsun saptıran olsun her iki zümrenin de) cehennem azabında tutulacağı açıklanmaktadır. 

14/İBRÂHÎM-22: Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun).
Şeytan, (cehennemde)artık azap emri yerine getirileceği zaman onlara şöyle der: “Muhakkak ki; Allah, size yeryüzünde (Resul’leri ve Kitabı Zikr/Kuran ile) “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size (mutrafiler/aracılar vasıtasıyla hidayeti) vaadettim. Fakat ben, şimdi vaadimden döndüm. Ve oysa ben, (yeryüzünde) sizin üzerinizde bir güce (yetki ve yaptırım gücüne de) sahip değildim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, (Allah’a itaat etmeniz gerekirken aracılar vasıtasıyla) bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, şimdi sizin yardımcınız da değilim. Siz de, muhakkak benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, (aracılar ve sahte ilahlarıyla) Rabbinize ortak koşmanızı (yeryüzünde sizinle arama o aracıları koymakla) daha baştan inkâr etmiş oldum. Muhakkak ki; artık Siz zalimlere acı bir azap vardır.”

14/İBRÂHÎM-23: Ve udhilellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ bi izni rabbihim, tehıyyetuhum fîhâ selâm(selâmun).
Âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar ) ve amilüssalihat (Allah’ı razı etmek için salih amel) yapanlar, altlarından nehirler akan cennetlere dahil edilirler. Orada Rab’lerinin izni ile ebedî kalırlar. Orada onların tahiyyeleri (malik oldukları şey) “selâm”dır. (sürekli selamettir.)

14/İBRÂHÎM-24: E lem tere keyfe daraballâhu meselen kelimeten tayyibeten ke şeceretin tayyibetin asluhâ sâbitun ve fer’uhâ fis semâ(semâi).
Allah nasıl örnek veriyor, görmedin mi? Doğru bir söz, güzel bir ağaç gibidir. Onun sağlam kökü ki; Allah’ın hakikatıdır (Kuran’dır) ve yeryüzünde sabittir. Ve dalları ise semadadır. (O hakikatın cennete uzanan dalları ise müminlere meyvesini cennette verir)

14/İBRÂHÎM-25: Tu’tî ukulehâ kulle hînin bi izni rabbihâ, ve yadrıbullâhul emsâle lin nâsi leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
O (Zikr/Kuran/İslam) her zaman Rabbinin izni ile meyvesini (ahirette/cennette hakikat olarak) verir. Ve Allah, insanlara böyle örnekler verir ki; Böylece onlar da tezekkür ederler diye.

14/İBRÂHÎM-26: Ve meselu kelimetin habîsetin ke şeceretin habîsetinictusset min fevkıl ardı mâ lehâ min karâr(karârin).
Habis (aracıların müşrik uydurması/batıl ) sözlerin durumu, yerin üstünden kökü koparılmış, kararsız (her an yıkılacak) habis (hastalıklı) bir ağaç gibidir.

14/İBRÂHÎM-27: Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavlis sâbiti fil hayâtid dunyâ ve fil âhıreh(âhıreti), ve yudıllullâhuz zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâ’(yeşâu).
Allah âmenû olanları (Allah’a aracısız iman ve teslim olanları) daima hakikata ulaştıran sabit sözle (Zikr/Kuran ile) dünya ve ahiret hayatındaki güzelliklere doğru sebat ettirir. Ve zalimleri ise işte böyle dalâlette bırakır. Allah dilediği her şeyi yapar.

14/İBRÂHÎM-28: E lem tere ilellezîne beddelû ni’metallâhi kufren ve ehallû kavmehum dârel bevâr(bevâri).
Allah’ın ni’metini küfürle değiştirenleri (Zikr Kuran hükümlerini batıl hükümlerle değiştirenleri) ve böylece kendi kavimlerini (batıl ile/sahte şirk sömürü hükümleriyle) helâk yurduna götürenleri görmedin mi?

14/İBRÂHÎM-29: Cehennem(cehenneme), yaslevnehâ, ve bi’sel karâr(karâru).
Onlar (aracılık şirk müessesesi batıl ile kulları) Cehenneme yaslarlar. Onlar için karar kılınan yer ne kötü!

14/İBRÂHÎM-30: Ve cealû lillâhi endâden li yudıllû an sebîlih(sebîlihî), kul temetteû fe inne masîrekum ilen nâr(nâri).
Onun (Allah’ın) yolundan saptırmak için Allah’a (düzmece sahte ilahlarla) eşler koştular. Şimdilik yeryüzünde biraz Metalanın. Muhakkak ki; Artık sizin de dönüşünüz ateşedir.

14/İBRÂHÎM-31: Kul li ibâdiyellezîne âmenû yukîmus salâte ve yunfikû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten min kabli en ye’tiye yevmun lâ bey’un fîhi ve lâ hilâl(hilâlun).
Âmenû olan (Allah’a aracısız iman ve teslim olan) kullarıma söyle: “ Dostlukların fayda etmediği ve (günahlar üzerinde) hiçbir alışverişin kabul edilmediği o hesap gününün gelmesinden önce ibadetlerini ikame etsinler! Ve, Onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli veya aleni olarak (ihtiyaç sahiplerine) infâk etsinler!”

14/İBRÂHÎM-32: Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve enzele mines semâi mâen fe ahrece bihî mines semerâti rızkan lekum, ve sehhare lekumul fulke li tecriye fil bahri bi emrih(emrihî), ve sehhare lekumul enhâr(enhâra).
Semaları ve arzı yaratan ve semadan suyu indiren, böylece onunla sizin için ürünlerden rızık çıkaran ve denizlerde emri ile akıp gitmesi için gemileri size musahhar kılan ve nehirleri de sizin emrinize veren Allah’tır.

14/İBRÂHÎM-33: Ve sehhare lekumuş şemse vel kamere dâibeyn(dâibeyni), ve sehhare lekumul leyle ven nehâr(nehâra).
Ve ikisi de devamlı hareket halinde olan güneşi ve ay’ı size musahhar (faydanıza amade) kıldı.  Böylece geceyi ve gündüzü de size musahhar kıldı.

14/İBRÂHÎM-34: Ve âtâkum min kulli mâ se’eltumûh(se’eltumûhu), ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ,innel insâne le zalûmûn keffâr(keffârun).
Ve ondan istediğiniz herşeyden size verdi. Ve eğer Allah’ın sayısız ni’metini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Muhakkak insan, gerçekten çok zalim ve çok nankördür.

14/İBRÂHÎM-35: Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzel belede âminen vecnubnî ve beniyye en na’budel asnâm(asnâme).
İbrâhîm (A.S) şöyle demişti: “Rabbim, bu beldeyi emin kıl. Beni ve oğullarımı, (Bkz; Saffat suresi 88~98 yıldız/gök tanrıların) putlarına tapmaktan içtinap ettir (uzaklaştır).”

Geçmişte tüm çok tanrılı inançlarda; Güneş tanrısı baş tanrı olarak kabul ediliyordu. Ve yıldızlar; Tanrının dünyayı yönetmek adına muhtelif konularda vekili olarak yetkilendirdiği, kızları veya oğulları ya da akrabaları varsayılıyordu. Ve İslam haricinde geçmişte varolmuş ulusların tümü yıldızların isimlerine totemleştirdikleri gök tanrı putları üzerinden yıldız ilahlara tapınıyorlardı. Ve tanrıların/ilahların isteklerini put sahibi anılan “put hizmetkarı” kahinlerden öğreniyorlardı. Bu hakikat Kuran’da Enam suresi 75~83 ve Saffat suresi 83~98 ayetlerinde kıssa edilerek; Hz İbrahim üzerinden detaylı bir şekilde örneklenir. Ve İslam haricinde geçmişte yaşamış ulusların tümü yıldızların isimlerine totemleştirdikleri putlar üzerinden “Gök tanrılara” tapınırlardı. Ve tanrıların isteklerini “put hizmetkarı” anılan put sahibi kahinlerden öğrenirlerdi. Yahudi müşrikler ise kendi krallarını Tanrının oğlu ve vekili gösterip bu vasıtasıyla tanrının yeryüzünü idare ettiğini halka telkin ederek sömürürlerken; Hristiyan müşrikler ise Hz İsa’yı Allah’ın oğlu ilan ederek onun üzerinden ruhbanlık/Kilise vasıtasıyla sömürü hükümleri yazarak halkı soyuyorlardı. Aynı fitne soygunu Arap müşriklerde Tanrının kızları olarak andıkları Lat Menat ve Uzza üzerinden put sahibi kahinler tarafından gerçekleştiriliyordu. Ve {Bkz; Zuhruf suresi 23} Tarih boyu gelmiş geçmiş tüm kavimlerde tekerrür etmiş aracılı şirk inançları, {Bkz; Zuhruf suresi 31} Elit hakim zümrenin çıkarları için sömürü hükümleri yazan, ruhbanların kurguladığı ve yönettiği bir sömürü düzeni ve aldatmacasıdır. Bu aldatmacada Güneş tanrısının ailesinden olduğu varsayılan Şira ve Tarık gibi yıldızlar da; çeşitli uluslar tarafından Güneş Tanrı’sının evladı ya da kimi uluslarda akrabası olduğu fitnesi telkin edilmiştir.
Müşrik inançlarda Tanrı Şira; Ana Güneş tanrısının ailesinin bir ferdi olarak itibar görürdü ancak, güneş tanrısının (yani aracıların uydurma tanrısının) ana konularda vekili kıldığı (Yahudilerde kendi kıralları/Hristiyanlarda Hz İsa/Araplarda Lat Menat ve Uzza) Tanrı’nın oğlu ve kızları olarak ülke yönetiminde genel yetkilere haiz iken, Tanrı Şira ve Tarık gibi yıldızlar da bazı özel konular çerçevesinde vekaleti olan tanrıçalar olarak kabul edilmiştir. Ve asırlar boyu müşrikler, aracıların farklı şekilde tasvir edip yonttukları yıldız tanrıların/ilahların üzerinden hükümler koyarak halkı aldatıp sömürmüşlerdir.
Müşriklerin, vekil kıldıkları ilahların putları muhtelif toplumlarda isim ve şekil olarak değişse de daima değişik konular üzerinde vekil gördükleri “yıldız tanrılara” ibadet etmişlerdir. (Aşk tanrısı Bereket tanrısı vb gibi) “Şira yıldızı” da bu aldatmaca yıldız tanrılardan sadece birisidir. Hicr 16 ve Saffat 6 ayetlerinde, “semayı yıldızlarla bir ziynet olarak süsledik” vurgusu yıldızların kutsal değil ancak ve sadece birer yıldız olduğunu açıklamak içindir. Ve Necm suresi 1. açılış ayetinde ufukta kaybolan yıldızların kutsal değil ancak bir yıldız olduğu yeminle vurgulanmaktadır. Ayrıca Kuran’da {bkz:Necm suresi 49} ayetinde zikredilen İnsanların bazı konularda medet umduğu Şira yıldızı gibi, {Bkz; Tarık suresi 1~4} Tarık yıldızı’nın da kutsal değil ancak ve sadece bir yıldız olduğu vurgulanmakta ve Aziz Allah kullarının korunması ve denetlenmesi görevini sadece emrindeki meleklere verdiğini {Bkz;Tarık suresi 4.} ayetiyle açıklamaktadır.

14/İBRÂHÎM-36: Rabbi innehunne adlelne kesîren minen nâs(nâsi), fe men tebianî fe innehu minnî, ve men asânî fe inneke gafûrun rahîm(rahîmun).
(Hz İbrahim A.S); Rabbim gerçekten onlar (aracılar) (elleriyle yonttukları putlara yıldız tanrıların isimlerini koyarak), insanların çoğunu (sahte ilahlar üzerinden uydurdukları batıl sömürü hükümleriyle) dalâlete düşürdüler. Artık (bu tebliğden sonra) kim bana tâbî olursa, artık o mutlaka bendendir. Ve kim bana asi olursa, o zaman muhakkak ki; Sen Gafur’sun, Rahîm’sin. (demişti)

14/İBRÂHÎM-37: Rabbenâ innî eskentu min zurriyyetî bi vâdin gayri zî zer’ın inde beytilkel muharremi rabbenâ li yukîmus salâte fec’al ef’ideten minen nâsi tehvî ileyhim verzukhum mines semerâti leallehum yeşkurûn(yeşkurûne).
Ey Rabbimiz! Ben, zürriyetimden bir kısmını ekin bitmeyen bir vadiye, Senin Beyt-i Haram’ının yanında iskân ettim (yerleştirdim). Bir kısım insanların kalbini meylettir ki (Senin Beyt-i Haramının/Kabe’nin ) yanında namazlarını ikame etsinler. Ve onları ürünlerden de rızıklandır ki; Böylece umulur belki onlar da şükrederler. (Diye nida etmiştii.)

14/İBRÂHÎM-38: Rabbenâ inneke ta’lemu mâ nuhfî ve mâ nu’lin(nu’linu), ve mâ yahfâ alallâhi min şey’infil ardı ve lâ fis semâ(semâi).
Rabbimiz, muhakkak ki Sen, bizim gizlediğimiz şeyi de gizlemediğimiz (alenî olan) her şeyi de bilirsin. Yeryüzünde ve semalarda olan şeyler (uydurdukları yıldız Tanrılar’ın varlığı veya yokluğu da) muhakkak hiçbir şey, Allah’a gizli değildir. Demişti.

14/İBRÂHÎM-39: Elhamdulillâhillezî vehebe lî alel kiberi ismâîle ve ishâk(ishâka), inne rabbî le semîud duâ(duâi).
Hamd, (övgü ve takdirler) ihtiyarlık halinde bana İsmail ve İshak’ı (mucizevi bir şekilde) bağışlayan Allah’a mahsustur. Muhakkak ki; benim Rabbim, duayı mutlaka işitendir.

14/İBRÂHÎM-40: Rabbic’alnî mukîmas salâti ve min zurriyyetî rabbenâ ve tekabbel duâ(duâi).
Rabbim, beni ve zürriyetimi ibadetlerimizi eksiksiz ikame edenlerden kıl. Rabbimiz, duamı kabul buyur. demişti.

14/İBRÂHÎM-41: Rabbenagfirlî ve li vâlideyye ve lil mu’minîne yevme yekûmul hisâb(hisâbu).
Rabbimiz, hesap yapıldığı (görüldüğü) gün beni, annemi, babamı ve mü’minleri mağfiret et (günahlarımızı affet). (diye yakarmıştı)

14/İBRÂHÎM-42: Ve lâ tahsebennallâhe gâfilen ammâ ya’meluz zâlimûn(zâlimûne), innemâ yuahhıruhum li yevmin teşhasu fîhil ebsâr(ebsâru).
Ve (Ey Muhammed) Allah’ı, zalimlerin yaptığı şeylerden gâfil sanma. O, onların, (azabını) gözlerin dehşetten açılacağı o (hesap) güne kadar sadece tehir eder ( dünya yaşantısını sınav mühleti olarak vereceğine dair ahirette önceden söz verdiği için erteler).

14/İBRÂHÎM-43: Muhtıîne mukniî ruûsihim lâ yerteddu ileyhim tarfuhum, ve ef’idetuhum hevâ’(hevâun).
İşte O gün; yeryüzündeyken kibirle havaya kalkmış başlar, ahirette gönülleri bomboş (aracıların ve ilahlarından umutlarını kesmiş halde) çaresizce kendilerini kurtaracak bir çif göz bulmak için koşuşup duracaklar.

14/İBRÂHÎM-44: Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(rusule), e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin).
Azabın onlara geleceği o gün ile insanları şimdiden uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). Senin davetine şimdi icabet edelim ve resûllere tâbî olalım.” Onlara;  Daha önce yeryüzündeyken  “sizin için ahirette bir zeval olmadığına dair” yemin edenler siz değil misiniz? Denir.

14/İBRÂHÎM-45: Ve sekentum fî mesâkinillezîne zalemû enfusehum ve tebeyyene lekum keyfe fealnâ bihimve darabnâ lekumul emsâl(emsâle).
Ve siz de şimdi, sizden öncekiler (önce yaşamış müşrikler) gibi nefslerine zulmeden diğer müşrik kafirlerin meskenlerine (yerlerine/topraklarına) yerleştiniz ve (sizden önce) onlara (o helak edilen müşrik kavimlere) neler yaptığımız size (Zikr ile Kuran ile ve Resul’lerin uyarılarıyla) açıklanmıştı. Ve size örnekler de verdik. Denecek.

14/İBRÂHÎM-46: Ve kad mekerû mekrehum ve indallâhi mekruhum, ve in kâne mekruhum li tezûle minhul cibâl(cibâlu).
Geçmişte Onlar da (geçmişte yaşamış müşrikler de çeşitli iftiralar ve fitneler ile İslam’a karşı) tuzaklar kurmuşlardı. Ve onların tuzakları (hileleri hepsi kayıtlı olarak) Allah’ın indindedir. Ve onların tuzakları dağları yok edecek (güçte) olsa bile…

14/İBRÂHÎM-47: Fe lâ tahsebennallâhe muhlife va’dihî rusuleh(rusulehu), innallâhe azîzun zuntikâm(zuntikâmin).
Allah’ı sakın resûllerine verdiği (fetih) vaadini yerine getirmez sanma. Ve Muhakkak ki; Allah, azîzdir, ve (ahirde ve akibette) intikam sahibidir.

14/İBRÂHÎM-48: Yevme tubeddelul ardu gayrel ardı ves semâvâtu ve berezû lillâhil vâhıdil kahhâr(kahhâri).
O gün arz ve semalar, başka bir hale döndürüldüğünde. (Bkz; Nebe suresi 18~21, Vakıa suresi 1~7 kıyamet kopup madde alemi tamamen yok olduğunda) Ve işte o gün (beas günü) onlar, Vahid (tek hüküm koyucu ve yegane otorite) ve Kahhar olan Allah’ın huzuruna (hesap vermek üzere) ahirete çıkmış olurlar.

14/İBRÂHÎM-49: Ve terel mucrimîne yevme izin mukarrenîne fil asfâd(asfâdi).
Ve izin günü, mücrimleri kelepçelenmiş, birbirine zincirlerle bağlanmış ( Bkz:Meryem suresi 68~71 dizleri üstünde mecburi secdeye çökertilmiş bir halde) görürsün.

14/İBRÂHÎM-50: Serâbîluhum min katırânin ve tagşâ vucûhehumun nâr(nâru).
Artık, Onların gömlekleri orada (cehennem) katrandandır ve onların yüzlerini ateş saracaktır.

14/İBRÂHÎM-51: Li yecziyallâhu kulle nefsin mâ kesebet, innallâhe serîul hısâb(hısâbi).
Bu (ceza/azab) Allah’ın her nefsi {Bkz ; İbrahim Suresi 1,2 Açılış ayetleri} (yeryüzünde önce Kuran ile uyarıp amelleri üzerinde sınadıktan sonra) kendi kazandıkları karşılığı cezalandırdığı içindir. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.

14/İBRÂHÎM-52: Hâzâ belâgun lin nâsi ve li yunzerû bihî ve li ya’lemû ennemâ huve ilâhun vâhidun ve li yezzekkere ûlul elbâb(elbâbi).
Bu (Kur’ân-ı Kerim), O’nunla uyarılmaları ve O’nun (Allah’ın) tek bir İlâh ( kullar üzerinde tek hüküm koyucu/otorite) olduğunun bilinmesi ve ulûl’elbabın tezekkür etmesi için insanlara bir açıklamadır.

Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için; Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla sınanma hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi Zikir’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen tüm kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in {bkz; Râd suresi 38} dönemsel adlarıdır. Geçmişte tarih boyu {bkz; Bakara suresi 100,101} gönderilen tüm kitaplar muktesim müşrikler tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah  SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır . Muktesim, bölen, parçalayan, taksim eden demektir. Muktesimler, şirk sömürü düzeni inançlarını halka empoze etmek için; Hz Musa’ya verilmiş mucizeler gibi önceki Zikr kitaplarında da mevcut olan benzeş/müteşabih ayetlerin bir kısmını almakla hak dine benzer gösterip, akabinde İslamın muhkem hükmü sayılan “sadakaların yoksunlara verilmesi”  gibi olmazsa olmaz hükümleri, “sadakaların ruhbanlığa, aracılara ve kırallığa aktarılması” gibi batıl şirk/sömürü hükümlerine dönüştürerek, tahrif ettikleri kitapla insanları Allah’ın otoritesi üzerinden aldatıp sömüren müşrik din adamlarıdır. Nitekim Ali İmran Suresi 50. ayetinde aynı fitnenin muktesim müşrikler tarafından Hz İsa döneminde de yapıldığı belirtilmekte ve Hz İsa’nın batıl ayetleri nesh etmek istediği halde büyük bir dirençle karşılaştığı açıklanmaktadır. Kuran’da muktesimler, Hicr suresinde detaylı açıklanmıştır ve 90. ayetinde çoğul haliyle muktesimler olarak kullanılmıştır. Bu nedenle Aziz Allah İslam Zikr hükümlerinin, değişmez korunmuş “ana kitap” olarak da anılan Levh-i Mahfuz’da {Büruc 21,21} saklı olduğunu ve geçmişte kitabı Tahrif edip yerine Tevrat’a kısım kısım yerleştirdikleri şirk ve sömürü sistemini ihtiva eden bölümleri/kısımları/ayetleri, Kuran ayetleriyle kaldırıp nesh ettiğini  Bakara 106. ayetiyle bildirmiştir. Araf suresinin hemen ilk ayetlerinde, “indirilen Kuran ayetlerinin” “Zikr” olduğu tekrar vurgulanarak kitap tilavet edilmeye devam edilmektedir. Zikri tilavet etmek; Geçmişte müşriklerin tali olarak bozup tahrif etmiş oldukları Zikr hükümlerini hem yaptıkları tahrifatı göstererek hem de hükmün aslını işaret ederek tali düzeltmeler yapmakla Allah’ın kitabı Zikri layıkı hakikatla okumak demektir. Kuran’da Zikr farklı konular içeriğinde Tilavet edilir. Örneğin saffat suresinde ahirete iman hususunda kitap tilavet edilirken. Nisa suresinde ise Kadınlar yetimler engelliler köleler cariyeler vb gibi konularda sosyal yaşantı üzerine tilavet edilir. Örneğin;/ Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kadınların haklarını daha önceki indirdiği kitaplarda farz kılmış olduğu halde, onlara vermediğiniz hakları ve zulüm ile zorla nikâhlamak istediğiniz aciz yetim kız çocukları hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız hususunda şimdi size Kitab’ında tilavet edilmekte olan âyetleriyle fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir. Nisa suresi 127) Tezekkür; Allah’ın eksiksiz kitabı olan Zikr/Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgiler ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakaların “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla ; Aziz Allah’ın kullarından isteklerini, menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54}  parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi. Ulul’elbab; Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ayrıca; Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için bkz; Rad suresi 19~25