HÛD SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

11/HÛD-1: Elif lâm râ kitâbun uhkimet âyâtuhu summe fussılet min ledun hakîmin habîr(habîrin).
Elif, lâm, râ. Bu kitap İlahi ilmi ve hikmetiyle yarattıklarının üzerinde ayetleriyle onların yararlarına hükümler koyarak akibeti yaratan Hakim ve her şeyden haberdar olan Habir Allah’ın katından fasılalarla ve etraflıca açıklanan bir kitaptır.

11/HÛD-2: Ellâ ta’budû illallâh(illallâhe), innenî lekum minhu nezîrun ve beşîr(beşîrun).
De;ki (Bu kitap), Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. Muhakkak ki ben, O’nun tarafından sizin için bir uyarıcı ve müjdeciyim.

11/HÛD-3: Ve enistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yumetti’kum metâan hasenen ilâ ecelin musemmen ve yu’ti kulle zî fadlin fadleh(fadlehu), ve in tevellev fe innî ehâfu aleykum azâbe yevmin kebîr(kebîrin).
Ve Rabbinizden mağfiret istemeniz, sonra (aracıları terkedip sadece) O’na tövbe etmeniz için belirlenmiş bir zamana kadar sizi güzel bir meta ile metalandırırken (sınav mühletince sizi yeryüzünden geçindirken) her fazl sahibine, (Allah’ın ihsan ve ihyasını hakeden her kişiye) fazlını vermesi içindir. Ve eğer (Allah’a aracısız iman ve teslim olmaktan geri) dönerseniz işte o zaman ben, büyük günün azabının sizin üzerinize olmasından korkarım. De.

11/HÛD-4: İlâllâhi merciukum, ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Sizin dönüşünüz ancak Hakim Allah’adır (Ahirette O’nun yargı makamınadır) ve O, her şeyi yaratmaya kadirdir. (Müşriklerin inanmadığı ahireti de yaratmaya kadirdir.)

11/HÛD-5: E lâ innehum yesnûne sudûrehum li yestahfû minh(minhu), e lâ hîne yestagşûne siyâbehum ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Gerçekten onlar (aracılar) gizlenmek için, (niyetlerini gizlemek için) elbiselerini perde örtü yapıp göğüslerini bükmüyorlar mı? (Gönüllerinde olan asıl gerçek niyetlerini saklamıyorlar mı?) Böylece (Ruhbanlık giysileri ardına gizlenip göz boyamakla İslam’ın esası olan Allah’a aracısız iman ve teslim olma hakikatını Ahiret hayatını ve dinde, İnfak sadaka zekat gibi yoksunların temel haklarının olduğunu saklıyorlar) (Allah, onların) gizledikleri şeyleri ve açıkladıkları şeyleri bilir. Muhakkak ki O, sinelerde olanı en iyi bilendir.

Kuran’da “göğüs” bir kişinin gönlü/kalbi anlamında kullanılır. {Bkz: inşirah suresi} 1 Göğsün açılıp genişletilmesi” ve {bkz; Enam suresi 125} “ göğsün daraltılması ve {bkz; Zumer suresi 22}  göğsün İslama açılması” ve {Bkz; Hud suresi 5} göğüslerin bükülmesi vb gibi Arapça deyimlerde kullanılan “göğüs” kelimesi, kişinin kalbi/gönlü anlamındadır. Hûd suresi 5. Ayetinde; Göğüslerin bükülmesi deyim anlamı; Kendilerini Allah’ın yetkilendirdiği meşru görevlileri olarak tanıtıp, ardından, {bkz Hûd suresi 26} mutrafiler lehine ve kendi uydurdukları hükümlerle insanları aldatıp sömüren müşrik din adamlarının, kalplerindeki/gönüllerindeki asıl niyetlerini, şatafatlı/gösterişli ruhbanlık elbiseleri ardında “göz boyayarak sakladıkları” vurgulanmaktadır.

11/HÛD-6: Ve mâ min dâbbetin fil ardı illâ alâllâhi rızkuhâ ve ya’lemu mustekarrehâ ve mustevdeahâ, kullun fî kitâbin mubîn(mubînin).
Ve yeryüzünde yürüyen bir canlı yoktur ki; onun rızkı, Allah’a ait olmasın. Ve O (Habir Allah), onun için karar kıldığı yerde (sonsuz ahiret hayatında) ve onun için emanet kıldığı yerde (dünya geçici hayatında) olan herşeyi teferruatlı bilir. Ve bunların hepsi (her iş ve oluşun kayıt altına alındığı ve Allah’a tüm teferruatıyla beyan edildiği o beyan kitabı ) Kitab-ı Mübin’dedir

11/HÛD-7: Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin ve kâne arşuhu alel mâi li yebluvekum eyyukum ahsenu amelâ(amelen), ve le in kulte innekum meb’ûsûne min ba’dil mevti le yekûlennellezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
Ve O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan etmek için, üzerinde sular bulunan yeryüzünü ve 7 kat olarak düzenlediği semayı 6 günde yaratıp sonra onları arşa istiva eden O’dur. (yeryüzü ve semayı yarattıktan sonra onların üzerindeki her iş ve oluşu otorite olarak {bkz: mearic 4 arşına/Melek hızıyla 50 bin yılda ancak ulaşılan Allah’ın arşına kendi idari otoritesine bağımlayan odur). Eğer Sen: “Muhakkak ki siz, ölümden sonra beas edileceksiniz (ahirette tekrar diriltileceksiniz).” dersen, kâfir olan o kimseler mutlaka: “Bu ancak apaçık bir sihirdir.” derler. 

Hem Arap müşrikler hem Ehli kitap anılan Hristiyan ve yahudiler ahirete inanmazlar bu nedenle Kuran’ın birçok sure ve ayetinde; “Tüm yeryüzünü zaten yoktan yaratmaya muktedir olan Allah, ahireti de yaratmaya muktedir değil mi ? Yasin 81” sorusundaki mantıkla kullarını tefekküre davet ederek, ahirete iman için mutlaka yeryüzü yaratılışından ibret alınmasını öğütlemiştir.
İstiva = Tüm iş ve oluşların Allah’ın otoritesine bağlı olarak, Allah’ın emriyle yürütülmesi ve tedbir edilmesi demektir. İstiva, tezekkür ayetleri için bkz; Fussilet 9,10,11,12 /Bakara 29 / Taha 4,5 / Hadid 4 / Secde 4,5 / Furkan 59 / Rad 2,3 / Yunus 3 / Araf 54 }

11/HÛD-8: Ve le in ahharnâ anhumul azâbe ilâ ummetin ma’dûdetin le yekûlunne mâ yahbisuh(yahbisuhu), e lâ yevme ye’tîhim leyse masrûfen anhum ve hâka bi him mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Ve eğer bir ümmete azabı, (helak ve ahiret azabını) belli bir süre ertelesek (sınamak hedefinde onlara mühlet vermiş olmamıza): “Onu tutan (bizi şimdi öldürmekten onları men eden) nedir?” diyerek alay ederler. Onlara azap geldiği gün, mutlaka onlardan uzaklaştırılacak değil Öyle değil mi? Oysa; Alay etmiş oldukları şey, (İslam) onları şimdiden çoktan kuşattı.

11/HÛD-9: Ve le in ezaknal insâne minnâ rahmeten summe neza’nâhâ minh(minhu), innehu le yeûsun kefûr(kefûrun).
Ve insana tarafımızdan bir rahmet tattırsak, sonra onu ondan çekip alsak, muhakkak ki (aracılık müessesesine yalvarmakta olan) o nankör (müşrik kafir) tamamen bir ümitsiz olur.

11/HÛD-10: Ve le in ezaknâhu na’mâe ba’de darrâe messethu le yekûlenne zehebes seyyiâtu annî, innehu le ferihun fahûr(fahûrun).
Ve ona darlık isabet ettikten sonra ardından, (tarafımızdan) ona ni’met tattırırsak, bu kez de mutlaka:(Allah’tan gelen yardım ve nimetleri kendi ilahlarına malederek) “Kötülükler benden gitti.” der ve o zaman da (ilahlarıyla) şımaran bir övünen olur.

11/HÛD-11: İllellezîne saberû ve amilûs sâlihât(sâlihâti), ûlâike lehum magfiretun ve ecrun kebîr(kebîrun).
Muhakkak ki, Sabredenler ve (Allah’ı razı etmek için) salih amel yapanlar hariç. İşte onlar için mağfiret (günahların sevaba çevrilmesi) ve büyük bir ecir (büyük bir mükâfat) vardır.

11/HÛD-12: Fe lealleke târikun ba’da mâ yûhâ ileyke ve dâikun bihî sadruke en yekûlû lev lâ unzile aleyhi kenzun ev câe meahu melek(melekun), innemâ ente nezîr(nezîrun), vallâhu alâ kulli şey’in vekîl(vekîlun).
“Ona bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi olmaz mıydı?” demeleri üzerine, senin göğsünün (bu alay ve iftiralarla) daralması sebebiyle artık belki sen, sana vahyolunanın bir kısmını (alaycı kafirler yüzünden) terk etmek isteyeceksin. Ama (unutma) Sen ancak bir nezirsin (uyarıcısın) ve Allah, herşeye tek vekildir. (Onun hükmüne vekil kıldığı ne aracılardan ne sahte ilahlarından ne de Resul’lerinden kimse yoktur)

11/HÛD-13: Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), kul fe’tû bi aşri suverin mislihî muftereyâtin ved’û menisteta’tum min dûnillâhi in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Yoksa: (senin için) “Onu uydurdu mu?” diyorlar. “Öyleyse onun gibi uydurulmuş olan 10 sure getirin. Ve eğer siz, doğru söyleyenlerseniz, Allah’tan başka gücünüzün yettiği kişileri de çağırın!” de.

11/HÛD-14: Fe illem yestecîbû lekum fa’lemû ennemâ unzile bi ilmillâhi ve en lâ ilâhe illâ hû(huve), fe hel entum muslimûn(muslimûne).
O zaman (eğer o davette) size icabet edemezlerse o taktirde (Kuran’ın) Allah’ın ilmi ile indirilmiş olduğunu ve O’ndan başka (hüküm verebilecek bir vekil) ilâh olmadığını bilin! Artık siz müslüman oldunuz mu ? (O size yeter)

11/HÛD-15: Men kâne yurîdul hayâted dunyâ ve zînetehâ nuveffi ileyhim a’mâlehum fîhâ ve hum fîhâ lâ yubhasûn(yubhasûne).
(Ahiret hayatına iman etmeyen müşrik kafirler gibi) Kim sadece dünya hayatını ve onun ziynetini isterse onların amellerini(n karşılığını) orada, (ahirette) onlara öderiz (veririz). Ve onlara, orada (karşılıkları) asla eksiltilmez.

11/HÛD-16: Ulâikellezîne leyse lehum fil âhıreti illen nâr(nâru) ve habita mâ sanaû fîhâ ve bâtılun mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ancak; İşte onlar, için (sadece dünya hayatını ve ziynetini arzulamış o kafirler için) ahirette ateşten başka bir şey yoktur. Ve orada (dünyada) yaptıkları şeyler, tümüyle heba olur. (aracılık müessesesine tabi olarak yaptıkları tüm amelleri orada boştur) Ve orada (yeryüzünde) yapmış oldukları şeyler tamamen bâtıldır.

Müşrik inançlarda ahiret inancı olmadığı için; Müşrik ruhbanlar, yeryüzünde rızıkları açıp kapatma, ürünlerini çoğaltma, bereket şifa verme vb gibi dünya malı ve mülkü üzerinden vaadler vererek halkı aldatıp sömürüyorlardı. Bu nedenle; İnsanların hayvan ve ürünlerinden pay almak için aracıların uydurduğu sahte sömürü hükümleri doğrultusunda amel edenlerin, yeryüzü amellerinin ahirette hiç bir karşılığı yoktur. Ve akibetleri cehennemdir. Buyurulmaktadır

11/HÛD-17: E fe men kâne alâ beyyinetin min rabbihî ve yetlûhu şâhidun minhu ve min kablihî kitâbu mûsâ imâmen ve rahmeh(rahmeten), ulâike yu’minûne bih(bihî), ve men yekfur bihî minel ahzâbi fen nâru mev’ıduh(mev’ıduhu), fe lâ teku fî miryetin minhu innehul hakku min rabbike ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu’minûn(yu’minûne).
Rabbi katından açık bir beyyineye (Allah’ın beyanına/Zikr’e) dayanan kimse ile, yalnız dünyalık peşinde koşan (ahirette yargılanmayı Ve ahiret hayatını reddeden müşrik) kimse gibi midir? Üstelik Rabbinden bir şahid olan (Cebrail as) senden (Kur’an’dan) önce bir önder olarak gönderdiğimiz Mûsâ’yı ve bir rahmet olarak indirdiğimiz kitabı (Zikr/Tevrat’ı da) desteklemiştir. İşte onlar ki, (O müminler ki) Ona ( Allah’ın kullarına beyanlarını açıklayan O aynı kitaba (Zikr’e/Kur’an’a) inanırlar. Her kim onu inkâr ederse, ateş onun varacağı yerdir. Bundan sonra sakın ondan şüphe içinde olma. Çünkü o, (Zikr/Kuran) senin Rabbinden bir haktır. Lâkin insanların çoğu (şirke/batıla/aracılara tabi olup) mü’min olmazlar.

Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla sınanma hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Ve{Bkz; Beyyine suresi 3} Her dönem gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Peygamberlere gönderilen kitapların ortak ismi, {bkz: Beyyine suresi 3} Allah’ın aynı hükümlerini/beyanlarını barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikir tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in {bkz;Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Geçmişte indirilmiş tüm diğer kitaplar aracılar tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içeriğinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır . Tezekkür ; Allah’ın eksiksiz Zikri olan Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgi ile bir konuyu muhakeme edip karar verenler yani te-zikir/tezekkür) edenler demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakanın “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip, her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla Aziz Allah’ın kullarından isteklerini tarih boyu dünya menfaatları uğruna değiştirmiş ve değiştirmekte olan aracılara ihtiyaç duymadan; Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54} parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi.) Ulul’elbab; Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için bkz; Rad suresi 19~25

11/HÛD-18: Ve men ezlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben), ulâike yu’radûne alâ rabbihim ve yekûlul eşhâdu hâulâillezîne kezebû alâ rabbihim, e lâ lâ’netullâhi alâz zâlimîn(zâlimîne).
Ve kim, Allah’a yalanla iftira edenden, (Allah aracıları ve sahte ilahlarını rızıkları açmaları, af mağfiret ve hidayet etmeleri için yetkili kıldı diyenden) daha zalimdir? İşte onlar Rab’lerine arz edilirler. Ve şahitler: “İşte bunlar Rab’lerine yalan söyleyenler.” derler. Allah’ın laneti daima zalimlerin üzerine olur öyle değil mi?

11/HÛD-19: Ellezîne yasuddûne an sebîlillâhi ve yebgûnehâ ivecâ(ivecen), ve hum bil âhıreti hum kâfirûn(kâfirûne).
Onlar ki; (kulları sahte ilahlar ve düzmece hükümlerle) Allah’ın yolundan saptırırlar. (Halkı sömürmek için Hak dinin hükümlerini değiştirirler) Ve onu eğmek ve bükmek isterler. İşte Onlar, ahireti ve ahirette (Allah tarafından) sorgulanmayı inkâr edenlerdir.

11/HÛD-20: Ulâike lem yekûnû mu’cizîne fîl ardı ve mâ kâne lehum min dûnillâhi min evliyâ(evliyâe), yudâafu lehumul azâb(azâbu), mâ kânû yestetîûnes sem’a ve mâ kânû yubsirûn(yubsirûne).
İşte onlar, yeryüzünde (Allah’ın af tevbe hidayet şefaat vb gibi uluhiyet vasıflarını gasp etmekle) O’nu yeryüzünde aciz bırakacak (aciz konuma düşürecek) değiller. (Allah’ın af mağfiret yargılama ve hidayet yetkilerini gasp etmekle halkı aldatan aracılar Allah’ı aciz bir konuma sokamazlar/bırakamazlar) Ve oysa (cehennemde) kat kat arttırılacak azaptan onları koruyacak Allah’tan başka bir yardımcı yoktur. Lakin İşte onlar (aracılara aldananlar) bu hakikatı görmüyor ve anlamıyorlar.

11/HÛD-21: Ulâikellezîne hasirû enfusehum ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
İşte onlar (aracıların yalanları yüzünden) nefslerini hüsrana düşüren kimselerdir. Ve uydurmuş oldukları şeyler şimdi onlardan (Kuran ile) uzaklaştı/uzaklaşıyor.

11/HÛD-22: Lâ cereme ennehum fil âhıreti humul ahserûn(ahserûne).
Kesinlikle ahirette en çok hüsrana uğrayacak olanlar muhakkak ki, onlardır. (Halkı Allah ile aldatan aracılar ve onlara aldananlardır)

11/HÛD-23: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ahbetû ilâ rabbihim ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Muhakkak ki; âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar), ve (İslam’i yaşantıyı) ıslâh edici ameller yapanlar ve (aracıları ve sahte ilahlarını terkedip sadece) Rab’lerine huşû duyanlar, işte onlar, cennet ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

11/HÛD-24: Meselul ferîkayni kel a’mâ vel esammi vel basîri ves semî’(semîı) hel yesteviyâni meselâ(meselen) e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
İki toplumun durumu, âmâ ve sağır ile gören ve işitenin durumu gibidir. İkisinin hali sizce eşit midir? O halde hâlâ (Allah’ın Zikr’i ile) tezekkür etmiyor musunuz?

11/HÛD-25: Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî innî lekum nezîrun mubîn(mubînun).
Ve andolsun ki; Nuh’u kendi kavmine gönderdik. Muhakkak ki ben, sizin için ifadesi açık ve kesin bir uyarıcıyım. demişti.

11/HÛD-26: En lâ ta’budû illallâh(illallâhe), innî ehâfu aleykum azâbe yevmin elîm(elîmin).
“Allah’tan başkasına kul olmamanız için” (sizleri açıkça uyaran bir Resulüm.) Muhakkak ki ben, elîm (acı) günün azabının sizin üzerinize olmasından korkuyorum. Demişti.

Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır.  Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi  78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Aşağıda {bkz;Hûd suresi 25-99} ayetleri arasında Hz Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhim, Lût, Şuayb ve Mûsâ (A.S)ın tebliğ faaliyetleri anlatılırken, bu davetler karşısında inkârcı müşrik mutrafilerin inatçı tutumları, ayrıntılı biçimde açıklanmaktadır. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekke ve taifli” elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin yani ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanan “Mekke ve Taif eşrafından oluşan elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini sürdürebilmek adına, {bkz:Alak suresi 17} “ortak yönetim meclisi” birlikteliğinde, çeşitli tuzak ve iftiralarla topyekün Hz Muhammed (S.A.V) nebiye muhalefet ediyorlardı.

11/HÛD-27: Fe kâlel meleullezîne keferû min kavmihî mâ nerâke illâ beşeren mislenâ ve mâ nerâkettebeake illellezîne hum erâzilunâ bâdiyer re’y(re’yi), ve mâ nerâ lekum aleynâ min fadlin bel nezunnukum kâzibîn(kâzibîne).
O zaman kavminden inkâr eden kimselerin ileri gelenleri/mutrafiler (şöyle) dedi: “Biz seni, bizim gibi beşerden başka birşey (olarak) görmüyoruz. Ve bizden aşağı olan (malı mülkü olmayan fakir) o basit görüş sahibi kimselerden başkasının da sana tâbî olduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı (elinizde Allah’tan bize verebileceğiniz bir fazlınızın olduğunu Ve böylece) bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilâkis biz senin yalancılardan olduğuna kanaat ediyoruz.” Dediler.

11/HÛD-28: Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî rahmeten min indihî fe ummiyet aleykum, e nulzimukumûhâ ve entum lehâ kârihûn(kârihûne).
Dedi ki: “Ey kavmim! Sizin reyiniz (görüşünüz) bu mu? Eğer ben, Rabbim’in size olan bir beyyinesi (Allah’ın size olan beyanları/hükümleri) üzerinde isem ve bana onu Kendi katından bir rahmet olarak verdi ise ve artık o, size gizli tutulduysa ve siz onu kerih (değersiz batıl) görüyorken, Biz sizi ona (tabi olmaya) mecbur mu edelim ?”

11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim Allah’ın beyanlarına) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa o ancak Allah’a aittir. Ve ancak ben o âmenû olanları ( Allah’a aracısız iman ve teslim olanları) ( yoksullar diye) İslam dininden tardedecek ( kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (Allah’a aracısız yönelmeye devam edecekler). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.

11/HÛD-30: Ve yâ kavmi men yansurunî minallâhi in taredtuhum, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Ve ey kavmim! Eğer ben onları (mutrafi olmadıkları için fakir kimseler olmaları yüzünden hak dinden) uzaklaştırırsam, Allah’a karşı bana kim (sizin hangi sahte ilahınız) yardım eder? Hâlâ tezekkür etmeyecek misiniz?

11/HÛD-31: Ve lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve lâ ekûlu innî melekun ve lâ ekûlu lillezîne tezderî a’yunukum len yu’tiyehumullâhu hayrâ(hayren), allâhu a’lemu bimâ fî enfusihim, innî izen le minez zâlimîn(zâlimîne).
Ve size: “Allah’ın hazineleri yanımdadır.” demiyorum. Ve gaybı bilmiyorum ve: “Muhakkak ki; ben bir meleğim.” demiyorum. Ve gözlerinizin hakir gördüğü o (fakir) kimselere (o fakir ve hakir gördüğünüz müminlere sonradan) : “Allah asla bir hayır vermeyecek.”de demiyorum. Onların nefslerindekileri ve akibetlerini ancak Allah bilir. Bu taktirde (doğruyu söylemezsem) muhakkak ki; ben, elbette zalimlerden olurum.

11/HÛD-32: Kâlû yâ nûhu kad câdeltenâ fe ekserte cidâlenâ fe’tinâ bi mâ teidunâ in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
(Kavmin mutrafileri/ileri gelenleri)“Ya Nuh!” dediler. “Bizimle önceden de mücâdele etmiştin (Bkz; Nuh suresi 5~9 önceden de defaatla bizim İslama dönmemiz için bizimle her mecliste sürekli çekişmiştin), hatta sen artık bizimle mücâdelede çok ileri gittin. Eğer sen sadıklardansan, o taktirde bize vaadettiğin şeyi (helak azabını) şimdi getir.” (Diyerek kibirle alay ettiler)

11/HÛD-33: Kâle innemâ ye’tîkum bihillâhu in şâe ve mâ entum bi mu’cizîn(mu’cizîne).
Şöyle dedi: “Eğer dilerse onu size ancak Allah getirir. Ve siz, (başınıza gelecek bir helak azabında ilahlarınızla Allah’ı) aciz bırakacak değilsiniz.”

11/HÛD-34: Ve lâ yenfeukum nushî in eredtu en ensaha lekum in kânallâhu yurîdu en yugviyekum, huve rabbukum ve ileyhi turceûn(turceûne).
Ve eğer size nasihat etmek istesem bile, şâyet Allah sizi azdırmak isterse, benim nasihatim bile size fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve muhakkak ki O’na ve (size hazırladığı mutlak akibete) döndürüleceksiniz.

11/HÛD-35: Em yekûlûnefterâh(yekûlûnefterâhu), kul iniftereytuhu fe aleyye icrâmî ve ene berîun mimmâ tucrimûn(tucrimûne).
(Bkz; Hud suresi 13 şimdi sana söylendiği gibi) Ona da: (Hz Nuh (AS)’a da; Yoksa onu (Beyan ettiğimiz hükümlerimizi) uydurdu mu diyorlar? Demiştik. O Zaman sen de onlara (mutrafi müşriklere) De ki: “Eğer onu ben uydurduysam, o zaman benim suçum bana ait. Ve ben de, sizlerin işlediği suçlardan uzağım.”

11/HÛD-36: Ve ûhiye ilâ nûhın ennehu len yu’mine min kavmike illâ men kad âmene fe lâ tebteis bi mâ kânû yef’alûn(yef’alûne).
Ve sonra Nuh’a: “Senin kavminden âmenû olmuş olanlar hariç, onlar asla mü’min olmayacak.” (diye) vahyedildi. Artık onların yapmış olduğu şeylerden dolayı sen, sakın yeise kapılma. (görevimi tam yapamadım diye üzülme)

11/HÛD-37: Vasnaıl fulke bi a’yuninâ ve vahyinâ ve lâ tuhâtıbnî fîllezîne zalemû, innehum mugrekûn(mugrekûne).
Vahyimizle ve Bizim gözetimimizde gemiyi inşa et! Ve Zulmedenler hakkında Bize hitap etme. (mümin olmayanlar için Allah’tan aksini talep etme) Çünkü Onlar, muhakkak ki; boğulacak olanlardır. {çünkü bkz: Hud suresi 32 defaatla uyarıldıkları halde Allah’a meydan okuyup kibirle azabı istiyorlar}

11/HÛD-38: Ve yasneul fulke ve kullemâ merre aleyhi meleun min kavmihi sehırû minh(minhu), kâle in tesharû minnâ fe innâ nesharu minkum kemâ tesharûn(tesharûne).
Ve o gemiyi yaparken, kavminin ileri gelenleri (mutrafiler) ona her uğradıklarında onunla alay ettiler. (Nuh (A.S) şöyle) dedi: “Eğer bizimle alay ediyorsanız sonra da muhakkak ki; biz, sizin alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz.”

11/HÛD-39: Fe sevfe ta’lemûne men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve yehıllu aleyhi azâbun mukîm(mukîmun).
Kendisine alçaltacak bir azap gelecek kimseleri artık yakında hepiniz bileceksiniz. Ve onun üzerine, kalıcı azap nüfuz edecek.

11/HÛD-40: Hattâ izâ câe emrunâ ve fâret tennûru kulnâhmil fîhâ min kullin zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlu ve men âmen(âmene), ve mâ âmene meahû illâ kalîl(kalîlun).
Ve emrimiz gelince, tennur kaynadı. “O zaman herşeyden, iki unsurdan oluşan (kendi geçimlerini sürdürdükleri evcil hayvanlardan bir dişi ve bir erkek) bir çifti ve haklarında (boğulacaklarına dair) hüküm verilmiş olanlar hariç, aileni ve âmenû olanları onun içine yükle.” dedik. (O dönem) Onun kavminde çok az kişi Nuh’a tabi olup âmenû olmuştu.

11/HÛD-41: Ve kâlerkebû fîhâ bismillâhi mecrâhâ ve mursâhâ, inne rabbî le gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve gemiye binin. Onun yüzmesi ve demir atması Allah’ın adıyladır. ( Bkz; Hud suresi 44 Onun Rahmetli buyruğu ile olacaktır) Muhakkak ki benim Rabbim mutlaka Gafûr’dur (mağfiret edendir), Rahîm’dir. (Sadece müminleri himaye ve hidayet edendir) demişti.

11/HÛD-42: Ve hiye tecrî bihim fî mevcin kel cibâli ve nâdâ nûhunibnehu ve kâne fî ma’zilin yâ buneyyerkeb meanâ ve lâ tekun meal kâfirîn(kâfirîne).
Ve o (gemi) onlarla, dağ gibi dalgalar içinde yüzüyordu. Ve Nuh, ayrı bir yerde duran (kendisine inanmayan) oğluna şöyle seslendi: “Ey oğulcuğum, bizimle beraber sen de bin ve o kâfirlerle sakın beraber olma!”

11/HÛD-43: Kâle seâvî ilâ cebelin ya’sımunî minel mâ'(mâi) kâle lâ âsımel yevme min emrillâhi illâ men rahim(rahime), ve hâle beynehumal mevcu fe kâne minel mugrakîn(mugrakîne).
(Nuh (A.S)’ın oğlu şöyle) dedi: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” Nuh (A.S): “Allah’ın rahmet ettiği bu gemideki kimseler hariç.” geride kalanları koruyacak Allah’ın emrinden olan hiçbir kimse yoktur dedi. Ve o anda ikisinin arasına dalga(lar) girdi ve böylece o da ( Bkz; Hûd suresi 46 küfür imanını tercih ettiği için diğer kafirlerle beraber) boğulanlardan oldu.

11/HÛD-44: Ve kîle yâ ardubleî mâeki ve yâ semâu akliî ve gîdal mâu ve kudıyel emru vestevet alal cûdiyyi ve kîle bu’den lil kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Ve: “Ey arz, suyunu yut! Ey sema tut!” emriyle sular çekildi ve emir böylece yerine getirildi. Ve (gemi), Cudi (dağı)nın üzerine yerleşti. Ve böylece zalim kavme: “yeryüzünden Uzak olsunlar.” denildi.

11/HÛD-45: Ve nâdâ nûhun rabbehu fe kâle rabbi innebnî min ehlî ve inne va’dekel hakku ve ente ahkemul hâkimîn(hâkimîne).
Ve Nuh (A.S) Rabbine şöyle seslenmişti: “Rabbim! Muhakkak ki oğlum benim ailemdendir. Ve muhakkak ki Senin vaadin haktır ve Sen, hüküm verenlerin en iyi hüküm verenisin.”

11/HÛD-46: Kâle yâ nûhu innehu leyse min ehlik(ehlike), innehu amelun gayru salih(salihin), fe lâ tes’elni mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innî eızuke en tekûne minel câhilîn(câhilîne).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Ey Nuh! Muhakkak ki o, senin ailenden (İslam ailesinden) değildir. Muhakkak ki onun yaptığı salih olmayan bir ameldir. Öyleyse hakkında ilmin olmayan bir şeyi, Benden talep etme. Muhakkak ki Ben, cahillerden olursun diye şimdi sana öğüt veriyorum.”

11/HÛD-47: Kâle rabbi innî eûzu bike en es’eleke mâ leyse lî bihî ilm(ilmun), ve illâ tagfirlî ve terhamnî ekun minel hâsirîn(hâsirîne).
(Nuh A.S): “Rabbim, muhakkak ki ben, hakkında ilmim olmayan bir şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve Senin, beni mağfiret etmen ve Senin, bana rahmet etmen olmazsa ben, hüsrana uğrayanlardan olurum.” dedi.

11/HÛD-48: Kîle yâ nûhuhbıt bi selâmin minnâ ve berekâtin aleyke ve alâ umemin mimmen meâk(meâke), ve umemun se numettiuhum summe yemessuhum minnâ azâbun elîm(elîmun).
(Şöyle) denildi: “Ey Nuh, sana ve seninle beraber olan ümmetlere (İslam’a tabi olacak toplumlara) Bizden bir selâmetle, bereketlerle in! Ve (bazı) ümmetler (olacak ki), onları da metalandıracağız (yeryüzünde sınamak gayesinde bir müddet onları da faydalandıracağız). Sonra onlara (Küfür imanında ısrar edenlere de) Bizden elîm (acı) azap dokunacak.”

11/HÛD-49: Tilke min enbâil gaybi nûhîhâ ileyk(ileyke), mâ kunte ta’lemuhâ ente ve lâ kavmuke min kabli hâzâ, fasbır, innel âkıbete lil muttekîn(muttekîne).
(Ey Muhammed) İşte bunlar, sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. Sen ve senin kavmin, bundan önce onu (Nuh (A.S) ve kavminin yaşadığı hakikatı) bilmiyordunuz. Artık sabret, muhakkak ki (güzel) sonuç, daima takva sahiplerinindir.

11/HÛD-50: Ve ilâ âdin ehâhum hûdâ(hûden), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), in entum illâ mufterûn(mufterûne).
Ve Ad kavmine, onların kardeşi Hud (A.S) (şöyle) dedi: “Ey kavmim, Allah’a kul olun! Sizin, O’ndan (Allah’tan) başka İlâh’ınız yoktur. Siz (düzmece sahte ilahlarınızla Allah’a) ancak iftira edenlersiniz.”

11/HÛD-51: Yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi ecrâ(ecren), in ecriye illâ alellezî fetaranî, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Ey kavmim, ona (İslam olmanız karşılığında) (mutrafilerin aracı ilahları adına sizden talep ettikleri gibi) sizden bir ecir (ücret) istemiyorum! Eğer ücretim varsa, ancak beni Yaratan’a aittir. Hâlâ akıl etmez misiniz? Demişti.

11/HÛD-52: Ve yâ kavmistagfirû rabbekum summe tûbû ileyhi yursilis semâe aleykum midrâran ve yezidkum kuvveten ilâ kuvvetikum ve lâ tetevellev mucrimîn(mucrimîne).
Ya kavmim! Rabbinizin mağfiretini isteyin. Sonra sadece O’na tövbe edin ki; Üzerinize sema(dan) bol yağmur göndersin. Ve böylece sizin kuvvetinizi, kuvvet ile arttırsın. Ve mücrimler (çok tanrılı ilahlara yönelen suçlular) olarak Allah’a yüz çevirmeyin.

11/HÛD-53: Kâlû yâ hûdu mâ ci’tenâ bibeyyinetin ve mâ nahnu bi târikî âlihetinâ an kavlike ve mâ nahnu leke bi muminîn(muminîne).
“Ya Hud! Biz sana asla inanmıyoruz..”Sen Bize Allah’ın beyyinelerini (Allah’ın bize vahy-i beyanlarını) getirmedin ve biz, senin bir sözünden dolayı ilâhlarımızı terketmeyiz. dediler.

11/HÛD-54: İn nekûlu illâ’terâke ba’du âlihetinâ bi sû'(sûin), kâle innî uşhidullâhe veşhedû ennî berîun mimmâ tuşrikûne(tuşrikûne).
Biz bu durumda senin için ancak: “Bizim bazı ilâhlarımız, fena halde seni çarpmış.” deriz. (Hûd Onlara şöyle) dedi: “O halde: Benim sadece, Allah’ı şahit tutuğuma Ve sizin şirk koştuğunuz şeylerden benim muhakkak ki uzak olduğuma siz de şahitlik edin!”

11/HÛD-55: Min dûnihî fe kîdûnî cemîan summe lâ tunzırûn(tunzırûni).
O’ndan (Allah’tan) başka (ilahlarla), haydi hepiniz birlikte bana tuzak kurun. Sonra da bana mühlet vermeyin.

11/HÛD-56: İnnî tevekkeltu alâllâhi rabbî ve rabbikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi nâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Muhakkak ki ben, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Yürüyen hiçbir canlı mahlûk yoktur ki; O (Allahû Tealâ), onun perçeminden tutmuş (O’nun kontrolü altında) olmasın. Muhakkak ki benim Rabbim, Sıratı Mustakîm üzeredir. (Kullarının Hidayet yolunu sadece Allah inşaa eder).

11/HÛD-57: Fe in tevellev fe kad eblagtukum mâ ursiltu bihî ileykum, ve yestahlifu rabbî kavmen gayrekum, ve lâ tedurrûnehu şey’â(şey’en), inne rabbî alâ kulli şey’in hafîz(hafîzun).
Eğer hâlâ dönerseniz (İslam’dan yüz çevirirseniz) böylece ben, bana gönderileni (vahyi/uyarıyı); onu size tebliğ etmiş oldum. Ve Rabbim, sizi helak eder ve ardından sizden başka bir kavmi yeryüzünde mutlaka sizin yerinize getirir. Ve siz bu gayesinde ona (hiç) bir şeyle (hiçbir ilahınızla) zarar veremezsiniz. Muhakkak ki benim Rabbim, herşeyi (İslam’ı) en iyi muhafaza edendir.

11/HÛD-58: Ve lemmâ câe emrunâ necceynâ hûden vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ, ve necceynâhum min azâbin galîz(galîzin).
Ve emrimiz geldiği zaman, Bizden bir rahmet ile Hud (A.S)’ı ve âmenû olanları, onunla beraber kurtardık. Ve aslında onları çok şiddetli ve ağır bir azaptan kurtardık.

11/HÛD-59: Ve tilke âdun cehadû bi âyâti rabbihim ve asav rusulehu vettebeû emre kulli cebbârin anîd(anîdin).
Ve işte Ad kavmi, Rab’lerinin âyetlerini bilerek inkâr ettiler ve resûllerine onlar da asi oldular. Ve o azgın zorbaların (mutrafilerin) hepsinin emrine tâbî oldular.

11/HÛD-60: Ve utbiû fî hâzihid dunyâ la’neten ve yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), e lâ inne âden keferû rabbehum, e lâ bu’den li âdin kavmi hûd(hûdin).
Ve böylece bu dünyada ve kıyâmet günü (Allah tarafından) lânete tâbî tutuldular ve Ad kavmi onlar Rab’lerini inkâr etmediler mi? Ve böylece Hud (A.S)’ın kavmi Ad (kavmi) (Allahû Tealâ’nın rahmetinden) uzak kaldı, öyle değil mi?

11/HÛD-61: Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ(sâlihan), kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), huve enşeekum minel ardı vesta’merekum fîhâ festâgfirûhu summe tûbû ileyh(ileyhi), inne rabbî karîbun mucîb(mucîbun).
Ve Semud kavmine, onların kardeşi Salih (A.S) şöyle demişti: “Ey kavmim! Allah’a kul olun. Sizin için O’ndan başka ilâh yoktur. Sizi arzda yaratan ve orada, size (imkan verip yapılar binalar) imar ettiren O’dur. Öyleyse O’ndan mağfiret isteyin. Sonra O’na tövbe edin (Af ve tövbe için çok tanrılı ilahları bırakın ve sadece Allah’a yönelin). Benim Rabbim muhakkak ki yakındır, (dualarınıza) icabet edendir.” Demişti.

11/HÛD-62: Kâlû yâ sâlihu kad kunte fînâ mercuvven kable hâzâ e tenhânâ en na’bude mâ ya’budu âbâunâ ve innenâ le fî şekkin mimmâ ted’ûnâ ileyhi murîb(murîbin).
“Ya Salih, sen bundan önce aramızda, hakkında ümit beslenen (mutrafilerden) bir kimse olmuştun!” dediler. “Babalarımızın taptığı şeylere, bizim tapmamızı sen şimdi bize nehy mi ediyorsun? (yasaklıyor musun?) Gerçekten, bizi O’na davet ettiğin şüphe verici şeyden, (İslamdan) biz kesinlikle tereddüt içindeyiz.” dediler.

11/HÛD-63: Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve âtânî minhu rahmeten fe men yansurunî minallâhi in asaytuhu fe mâ tezîdûnenî gayre tahsîr(tahsîrin).
Salih (A.S) şöyle dedi: “Ey kavmim! Eğer ben Rabbim’in size beyyineleri (Allah’ın kullarına beyanları/hükümleri) üzerinde isem ve bana (bu risalet görevini) Kendinden bir rahmet olarak vermiş ise de görüşünüz (bu) mu? Şâyet ben, (Allah’ın beyanlarını size ulaştırmamakla) O’na asi olursam Allah’a karşı kim bana yardım eder? O taktirde (mutrafilere/size tabi olmam) benim hayırdan uzaklaşmamı artırmanızdan başka bir işe yaramaz.”

Aziz ve Celil Allah elçisine karşı direnen fesat içinde batıla yönelmiş olan Semud kavmini fitne üzerinde sınamak adına, bir devenin kendisine ait olduğunu ilan eder. Aslında tüm yeryüzü Malik-el Mülk Allah’ın mülkü olduğu için bu husu da vurgulayarak müşriklerin sahiplendiği otlakta devenin de otlayacağını ve bu yüzden kimsenin dokunmaması gerektiğini ve kavmin su içtiği Pınar’dan devenin de su içeceğini ve deve su içerken insanların beklemesi gerektiğini ve herkesin devenin su içme hakkına  ve sırasına riayet etmesi gerektiğini bildirir. Aslında bu uyarılar İslam’a dönmedikleri halde kibirlenerek Allah’a meydan okuyan müşriklere İslama dönsünler diye son bir azap uyarısı ve ilanıdır. Buna rağmen  Salih (as)’a inanmayan çok tanrılı müşrikler, başlarına birşey gelmeyeceğini düşünerek ve inanmadıkları Allah’a meydan okumak adına küstahça bile isteye o deveyi kestiler. Buna rağmen  Aziz Allah yine de İslama dönmeleri için onlara son kez üç günlük mühlet verdi ve üçüncü günün bitiminden sonra küfürde direnmekten hala vazgeçmedikleri için üzerlerini azapla kapladı ve o beldeyi sanki daha önce orada adeta kimse yaşamamış gibi dümdüz, yerle bir yaptı. Detaylı tezekkür için bkz; Şems suresi 12~14  Hud suresi 64~68 Şuara suresi 155 Kamer suresi 27

11/HÛD-64: Ve yâ kavmi hâzihî nâkatullâhi lekum âyeten fe zerûhâ te’kul fî ardıllâhi ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbun karîb(karîbun).
Ve ey kavmim! Bu Allah’ın (dişi) devesi, sizin için bir âyettir. O (Malik-El Mülk Allah’ın devesi yine) Allah’ın arzında serbestçe yesin. Ve ona asla kötülükle dokunmayın. Aksi halde sizi, yakın bir azap yakalar. Diye uyarmıştı.

11/HÛD-65: Fe akarûhâ fe kâle temetteû fî dârikum selâsete eyyâm(eyyâmin), zâlike va’dun gayru mekzûb(mekzûbin).
Buna rağmen onu kestiler. Bunun üzerine (Salih (A.S) şöyle dedi: “Yurdunuzda üç gün (daha) faydalanın. Bu yalanlanması (tekzip edilmesi) olmayan bir vaaddir.”

11/HÛD-66: Fe lemmâ câe emrunâ necceynâ sâlihan vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ ve min hizyi yevmi iz(izin), inne rabbeke huvel kaviyyul azîz(azîzu).
Bundan sonra (üç günlük mühlet sonunda) emrimiz geldiği zaman Salih (A.S)’ı ve onun yanındaki âmenû olan kimseleri Bizden bir rahmetle kurtardık. Ve hesap/izin gününün zilletinden (de) kurtardık. Muhakkak ki senin Rabbin, O; Kaviyy’dir (güçlüdür), Azîz’dir.

11/HÛD-67: Ve ehazellezîne zalemûs sayhatu fe asbahû fî diyârihim câsimîn(câsimîne).
Ve zulmeden kimseleri bir sayha (çok kuvvetli korkunç ses) aldı (helâk etti). Böylece kendi yurtlarında diz üstü ( mecburi secdede) çöküp kaldılar.

11/HÛD-68: Ke en lem yagnev fîhâ, e lâ inne semûde keferû rabbehum, e lâ bu’den li semûd(semûde).
Sanki orada hiç bir şey önceden var olmamış gibiydi. Gerçekten Semud kavmi de (şimdi inkar edenler gibi) Rab’lerini inkâr etmediler mi? Semud kavmi de böylece (Allah’ın rahmetinden ve nimet-i cennetinden) uzak kaldı. Öyle değil mi?

11/HÛD-69: Ve lekad câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ kâlû selâmâ(selâmen), kâle selâmun fe mâ lebise en câe bi iclin hanîz(hanîzin).
Ve andolsun elçilerimiz İbrâhîm (A.S)’a müjde ile geldiler: “Selâm” dediler. O (İbrâhîm A.S) da: “Selâm” dedi. Bunun üzerine, çok geçmeden kızarmış bir buzağı getirdi.

11/HÛD-70: Fe lemmâ reâ eydiyehum lâ tesilu ileyhi nekirehum ve evcese minhum hîfeh(hîfeten), kâlû lâ tehaf innâ ursilnâ ilâ kavmi lût(lûtin).
Fakat onların ellerinin ona uzanmadığını görünce (ikrama dokunmadıklarını görünce dost olmadıklarını düşünerek) onları yadırgadı. Ve onlardan (dolayı) bir korku hissetti. (Onlar): “Korkma, muhakkak ki biz, Lut kavmine gönderildik.” dediler.

11/HÛD-71: Vemreetuhu kâimetun fe dahıket fe beşşernâhâ bi ishâka ve min verâi ishâka ya’kûb(ya’kûbe).
O zaman onu, İshak ile ve İshak’ın arkasından Yâkub ile müjdeledik. Ve ayakta duran hanımı bunun üzerine gülümsedi.

11/HÛD-72: Kâlet yâ veyletâ e elidu ve ene ecûzun ve hâzâ ba’lî şeyhâ(şeyhan), inne hâzâ le şey’un acîb(acîbun).
“Hayret, ben ihtiyar iken mi doğuracağım? Ve (işte) bu eşim de ihtiyar. Muhakkak ki bu, elbette şaşılacak bir şeydir.” dedi.

11/HÛD-73: Kâlû e ta’cebîne min emrillâhi rahmetullâhi ve berekâtuhu aleykum ehlel beyt(beyti), innehu hamîdun mecîd(mecîdun).
(Melekler) dediler ki: “Allah’ın emrine mi şaşırıyorsun? Ey ev halkı, Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun!” Muhakkak ki O, Hamîd (tüm övgü ve takdirlerin sahibidir), Mecîd’dir (şanı, yüce olandır).

11/HÛD-74: Fe lemmâ zehebe an ibrâhîmer rev’u ve câethul buşra yucâdilunâ fî kavmi lût(lûtın).
Artık İbrâhîm (A.S)’a müjde gelip ondan o korkusu kaybolduğu zaman (Hz İbrahim) Lut kavmi hakkında da Bizimle mücâdele etmeye başladı..

bkz; Ankebut suresi 26 Hz Lut (A.S) Hz İbrahim vesilesiyle İslama tabi olup onun öğrencisi olduğu için; Hz İbrahim, kendi öğrencisi Hz Lut’u korumak için Hz Lut’un risalet görevini ifa edebileceği konusunda Allah’ın görevlendirdiği “halidun/Melek Resul’leriyle” tartışıp (Hz Lut AS)’ın risaletinin devam etmesi adına onlardan süre istiyordu.

11/HÛD-75: İnne ibrâhîme le halîmun evvâhun munîb(munîbun).
Muhakkak ki İbrâhîm, cidden çok halim (yumuşak huylu), çok acıyan Allah’a yönelmiş bir kimseydi.

11/HÛD-76: Yâ ibrâhîmu a’rid an hâzâ, innehu kad câe emru rabbik(rabbike), ve innehum âtîhim azâbun gayru merdûd(merdûdin).
Ey İbrâhîm, bundan vazgeç! Çünkü artık senin Rabbinin emri gelmiştir. Ve muhakkak ki onlara, (Lut’un kavmine) bir azap gelecek ve bu emir artık geri çevrilemez. denmişti.

11/HÛD-77: Ve lemmâ câet resulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’an ve kâle hâzâ yevmun asîb(asîbun).
Ve resûllerimiz Lut (A.S)’a geldiği zaman o da çok üzüldü ve içi daralıp, telâşlandı. Ve: “Bu, çok kötü (zorlu) bir gün.” dedi.

11/HÛD-78: Ve câehu kavmuhu yuhreûne ileyhi ve min kablu kânû ya’melûnes seyyiât(seyyiâti), kâle yâ kavmi hâulâi benâtî hunne etharu lekum, fettekullâhe ve lâ tuhzûni fî dayfî, e leyse minkum raculun reşîd(reşîdun).
Ve daha önceden seyyiat (erkeklerle kötü şeyler) yapan onun kavminden olan bazı kişiler (Erkek melekleri de murad ederek) koşa koşa onun yanına gelince. “Ya kavmim, işte bunlar kızlarım! Onlar sizin için daha temizdir. Artık Allah’a karşı takva sahibi olun ve Sizin aranızda irşad eden bir adam (Resul) yok mu? diye misafirlerime (Resullüğümü) sorgulatarak onların yanında beni rezil etmeyin. Demişti.

11/HÛD-79: Kâlû lekad alimte mâ lenâ fî benâtike min hakk(hakkın), ve inneke le ta’lemu mâ nurîd(nurîdu).
“Andolsun ki; senin de bildiğin (gibi), kızların konusunda bir isteğimiz yok. Ve muhakkak ki sen, bizim ne istediğimizi (maksadımızı) elbette biliyorsun.” dediler.

11/HÛD-80: Kâle lev enne lî bikum kuvveten ev âvî ilâ ruknin şedîd(şedîdin).
(Lut (A.S): “Keşke Allah’tan gelecek olan azabı sizden savacak ve benim de sığınabileceğim kuvvetli herhangi bir yer olsaydı.” Diyerek (Allah’tan gelecek azabı engelleyebilecek başka bir meab, sığınak olmadığını son kez vurgulayarak) onları uyardı.

11/HÛD-81: Kâlû ya lûtu innâ rusulu rabbike len yasilû ileyke fe esri bi ehlike bi kıt’ın minel leyli ve lâ yeltefit minkum ehadun illemreetek(illemreeteke), innehu musîbuhâ mâ esâbehum, inne mev’ıdehumus subh(subhu), e leyses subhu bi karîb(karîbin).
(Resûller şöyle) dediler: “Ey Lut! Muhakkak ki biz, senin Rabbinin resûlleriyiz . Bundan sonra artık onlar asla sana ilişemeyecekler. (Risalet/tebliğ görevin bitti) Hemen gecenin bir kısmında hanımın hariç, ailen ile gece çık, yürü. Sizin içinizden hiç kimse geri dönüp bakmasın.  Çünkü; onlara isabet eden şey, geri dönüp bakana da isabet edecek. Muhakkak ki onlara vaadedilen vakit, sabah vaktidir. (O halde) Sabah vakti yakın öyle değil mi?” Dediler.

11/HÛD-82: Fe lemmâ câe emrunâ cealnâ âliyehâ sâfilehâ ve emtarnâ aleyhâ hicâreten min siccîlin mendûd(mendûdin).
Artık emrimiz geldiği zaman, o şehrin altındakini (mağma tabakasını) üstlerine geçirdik. Onların üzerine, siccilden taşları (lav yağmuru sağanağını) ardı ardına yağmur gibi yağdırdık.

11/HÛD-83: Musevvemeten inde rabbik(rabbike), ve mâ hiye minez zâlimîne bi baîd(baîdin).
Bu felaket (müşriklerin düzmece ilahlarından değil bilakis) Rabbinin katından (gönderilmiş bir azap olarak) damgalanmıştır. (Bkz hud suresi 82 Helak Emri onun katından onaylanarak verilmiştir). Ve o, (felaketler) asla o zalimlerden uzak değildir.

11/HÛD-84: Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ(şuayben), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), ve lâ tenkusûl mikyâle vel mîzâne innî erâkum bi hayrin ve innî ehâfu aleykum azâbe yevmin muhît(muhîtin).
Ve Medyen kavmine, onların kardeşi Şuayb şöyle dedi: “Ey kavmim, Allah’a kul olun! Sizin için ondan başka ilâh yoktur. (Yeryüzünde Allah’ın şeriat ettiği ölçüyü ve tartıyı eksiltmeyin. (Gerçekten şeriat ölçülerine itaat ettiğiniz takdirde) sizi hayırda (bollukta, refahta) görüyorum. Ve muhakkak ki ben, sizi ihata eden (kuşatan helak) gününün azabının üzerinize olmasından korkuyorum.”

11/HÛD-85: Ve yâ kavmi evfûl mikyâle vel mîzâne bil kıstı ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve ey kavmim, (İnfak sadaka zekat gibi Allah’ın âyetleriyle şeriat ettiği) mizanı (ölçüyü) ve vezni ( Bkz; Rahmân suresi 8,9 o ölçüyü uygulamada tartıyı) adaletle yapın! (sahte düzmece ilahlar üzerinden sömürü hükümleri koyarak) İnsanların eşyalarını/mallarını eksiltmeyin. Ve fesat çıkaranlar olarak yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.

11/HÛD-86: Bakıyyetullâhi hayrun lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne), ve mâ ene aleykum bi hafîz(hafîzin).
Eğer siz mü’minlerseniz Allah’ın bakiyesi (sizlere meşru kıldığı Allah’ın otoritesi üzerinden elde edilmemiş olan helal kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ve ben, sizin üzerinize gönderilmiş bir muhafız değilim. (Aksine Bkz;Hud suresi 88 başınıza bir azap gelmemesi için sizi ıslah ediyorum) Demişti.

11/HÛD-87: Kâlû yâ şuaybu e salâtuke te’muruke en netruke mâ ya’budu âbâunâ ev en nef’ale fî emvâlinâ mâ neşâ’(neşâu), inneke le entel halîmur reşîd(reşîdu).
“Ya Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiği şeyleri ve de mallarımız konusunda dilediğimizi yapmayı veya mallarımızı (İnfak ederek) terketmemizi sana salâtın mı (tüm toplumun eşitlikçi yaşadığı İslam’i yaşantının kaim olması için İnfak sadaka gibi müminler arasında yapılan İslamın farz kıldığı “yardımlaşma” mı sana bize karşı bu diklenme hakkını) veriyor? Muhakkak ki sen, aslında halimsin, reşidsin” dediler. (uyumlu ve akıllı birisin diyerek üstü örtülü tehdit ettiler)

11/HÛD-88: Kâle yâ kavmi e reeytum in kuntu alâ beyyinetin min rabbî ve rezekanî minhu rızkan hasenâ(hasenen), ve mâ urîdu en uhâlifekum ilâ mâ enhâkum anh(anhu), in urîdu illel ıslâha mesteta’tu, ve mâ tevfîkî illâ billâh(billâhi), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi unîb(unîbu).
(Şuayb şöyle ) dedi: “Eğer ben, Rabbim’in size olan beyyineleri (beyanları) üzerinde isem ve beni kendinden güzel bir rızıkla (Risaleti ve hidayetiyle) rızıklandırdı ise de görüşünüz (bu) mu? Sizi ondan men ettiğim şeyde (Allah’ın şeriat olarak mal mülk üzerinden koyduğu ölçü mizanda ) ben size muhalefet etmek istemiyorum. Aksine Ben (başınıza bir helak azabı gelmemesi için) gücümün yettiği kadar sizi ıslâh etmek istiyorum. Benim başarım (Bkz Hud suresi 91,92 rahtıma/ bana destek olan taraftarlarıma güvendiğim için değil) ancak Allah iledir. Ben, O’na yöneldim ve O’na tevekkül ettim.”

11/HÛD-89: Ve yâ kavmi lâ yecrimennekum şikâkî en yusîbekum mislu mâ esâbe kavme nûhin ev kavme hûdin ev kavme sâlih(sâlihın), ve mâ kavmu lûtin minkum bi baîd(baîdin).
Ey kavmim, bana karşı gelmenizle Allah, Nuh (A.S)’ın kavmine veya Hud (A.S)’ın kavmine veya Salih (A.S)’ın kavmine isabet eden musîbetlerin bir benzerini, sakın size de isabet ettirmesin! Ve bakın ( ve örnek alın helak edilen) Lut (A.S)’ın kavmi, sizden uzak değildir.

11/HÛD-90: Vestagfirû rabbekum summe tûbû ileyh(ileyhi), inne rabbî rahîmun vedûd(vedûdun).
Ve (çok tanrılı ilahları terkederek) Artık Rabbinizin mağfiretini isteyin. Sonra (düzmece ilahlar yerine artık tevbelerin tek makamı olan) Allah’a tövbe edin. Muhakkak ki benim Rabbim, rahmet edendir, Vedûd’dur (sevme ve sevilme onun ilmine ait ve ona tabidir).

11/HÛD-91: Kâlû yâ Şuaybu mâ nefkahu kesîren mimmâ tekûlu ve innâ le nerâke fînâ daîfâ(daîfen), ve lev lâ rehtuke le recemnâke ve mâ ente aleynâ bi azîz(azîzin).
(Tehditkar mutrafi müşrikler) “Ya Şuayb, senin söylediklerinin çoğunu biz anlamadık! Ve gerçekten biz, seni içimizde zayıf görüyoruz. Ve şimdi senin rahtın (sana destek olan taraftarların) olmasaydı mutlaka şimdi seni hemen recm ederdik. (müşrik geleneklerine göre seni taşlayarak öldürürdük). Ve sen, bize karşı asla üstün değilsin.” (diyerek onu korkutarak tehditlerini sürdürdüler)

11/HÛD-92: Kâle yâ kavmi e rahtî eazzu aleykum minallâh(minallâhi), vettehaztumûhu verâekum zıhriyyâ(zıhriyyen), inne rabbî bi mâ ta’melûne muhît(muhîtun).
Ey kavmim! Benim rahtım (taraftarlarım), sizin yanınızda Allah’tan daha mı üstün? ki Siz asıl O’nu (Allah’ı) unutarak arkanıza attınız. (Allah’tan çok arkadaşlarımdan korktunuz) Muhakkak ki benim Rabbim, yaptıklarınızı ihata eder (görür tespit eder ve O ilmi ile her şeyi kuşatır).

11/HÛD-93: Ve yâ kavmi’melû alâ mekânetikum innî âmil(âmilun), sevfe ta’lemûne men ye’tîhi azâbun yuhzîhi ve men huve kâzib(kâzibun), vertekibû innî meakum rakîb(rakîbun).
Ey kavmim, yapabileceğiniz her şeyi yapın! (tehditkar konuşmakla kalmayın elinizden geleni yapın) Muhakkak ki ben de yapıyorum. O alçaltan azap kime gelir ve kim yalancıdır, yakında muhakkak ki bileceksiniz. Ve artık onu gözleyin. Muhakkak ki ben de sizinle beraber onu bekliyorum. Demişti.

11/HÛD-94: Ve lemmâ câe emrunâ necceynâ ?uayben vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ ve ehazetillezîne zalemûssayhatu fe asbahû fî diyârihim câsimîn(câsimîne).
Ve ( küfür imanında ısrarla ve tehditlerle direndikleri için helak) emrimiz onlar için geldiği zaman Şuayb’ı ve onunla beraber âmenû olanları, Bizden bir rahmetle kurtardık. O Zalim kimseleri ise bir sayha (ses) aldı. Böylece kendi diyarlarında diz üstü (mecburi secdeye ) çöküp kaldılar.

11/HÛD-95: Ke’en lem yagnev fîhâ, e lâ bu’den li medyene kemâ baıdet semûd(semûdu).
(Sayhadan sonra) Orada sanki önce hiç yaşanmamış gibiydi. Medyen kavmi de, Semud kavminin uzak olduğu gibi böylece (Allah’ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olmadı mı?

11/HÛD-96: Ve le kad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ve sultânin mubîn(mubînin).
Ve andolsun ki; Musa (A.S)’ı da âyetlerimizle ve apaçık bir sultanla (yetkiyle) gönderdik.

11/HÛD-97: İlâ fir’avne ve melâihî fettebeû emre fir’avn(fir’avne), ve mâ emru fir’avne bi reşîd(reşîdin).
Firavun ve onun kavminin ileri gelenlerine ( mutrafilerine) (Musa (A.S)’ı gönderdik. Fakat onlar, (kendisini halkına ilah olarak tanıtan) firavunun emrine tâbî oldular. Ve firavunun emri (hükümleri ise) asla irşad edici değildi.

11/HÛD-98: Yakdumu kavmehu yevmel kıyâmeti fe evredehumun nâr(nâre), ve bi’sel virdul mevrûd(mevrûdu).
(Firavun), böylece kıyâmet günü kavminin önüne geçerek (cehennemlik fasıkların önderleri olarak) onları ateşe götürecek. Ve girilen o yer (ne) kötü bir yerdir.

11/HÛD-99: Ve utbiû fî hâzihî la’neten ve yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), bi’ser rifdul merfûd(merfûdu).
Ve burada da, (helak edilerek) kıyâmet günündeki lânete tâbî tutuldular. Verilen bahşiş (ne) kötü bir bağıştır.

11/HÛD-100: Zâlike min enbâil kurâ nekussuhu aleyke minhâ kâimun ve hasîd(hasîdun).
İşte bu sana anlattığımız, beldelerin (kavimlerin) haberlerindendir. Onlardan ayakta kalanlar (izleri hâlâ duranlar) ve hasat olanlar (izleri silinmiş olanlar) vardır.

11/HÛD-101: Ve mâ zalemnâhum ve lâkin zalemû enfusehum fe mâ agnet anhum âlihetuhumulletî yed’ûne min dûnillâhi min şey’in lemmâ câe emru rabbik(rabbike), ve mâ zâdûhum gayre tetbîb(tetbîbin).
Ve Biz, onlara zulmetmedik. (Önceden uyardık gerçekleri bildirdik öğütledik) Ve lâkin onlar, kendilerine zulmettiler. Rabbinin (helak) emri geldiği zaman Allah’tan başka dua ettikleri ilâhlar, onlara bir fayda sağlamadı. Ve onların helâklarını artırmaktan başka bir işe de yaramadı.

11/HÛD-102: Ve kezâlike ahzu rabbike izâ ehazel kurâ ve hiye zâlimeh(zâlimetun), inne ahzehû elîmun şedîd(şedîdun).
Halkı zalim olan ülkeleri ahzettiği zaman senin Rabbinin onları (helak azabıyla) kuşatması işte böyledir. Onun ahzı (kuşatması), muhakkak ki çok şiddetlidir, çok elîmdir.

11/HÛD-103: İnne fî zâlike le âyeten li men hâfe azâbel âhıreh(âhıreti), zâlike yevmun mecmûun lehun nâsu ve zâlike yevmun meşhûd(meşhûdun).
Muhakkak ki bunda, ahiret azabından korkan kimse için, elbette bir âyet (ibret) vardır. İşte o gün insanların toplanma ve şahadet günüdür.

11/HÛD-104: Ve mâ nuahhıruhû illâ li ecelin ma’dûd(ma’dûdin).
Ve Biz, onu (o günü), sayılı (belirli) bir vadeden (yeryüzünde verdiğimiz ecel süresinden) başka bir vakte ertelemeyiz.

11/HÛD-105: Yevme ye’ti lâ tekellemu nefsun illâ bi iznih(iznihî), fe minhum şakıyyun ve saîd(saîdun).
O gün gelince, O’nun izni olmaksızın kimse konuşamaz. O zaman onlardan bir kısmı şâkîdir (Allah’a asi/ bu yüzden bedbaht), bir kısmı saiddir (Allah’ın rızasına ermiş/bu yüzden mutludur).

11/HÛD-106: Fe emmellezîne şekû fe fîn nâri lehum fîhâ zefîrun ve şehîk(şehîkun).
Şâkî olanlara gelince; artık onlar, ateştedir. Onlar, orada (yüksek sesle inleyerek ve) çok zor bir şekilde soluk soluğa, nefes alıp verirler.

11/HÛD-107: Hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel’ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), inne rabbeke fe’âlun limâ yurîd(yurîdu).
Rabbinin (hidayete ulaşmalarını) dilediği, (Allah’a ahirette verdiği yemine sadık kalan o yemin sahibi) muhlis kullar müstesna. O şaki olan mücrimler; Onlar, (cehennemin) semaları ve arzı durduğu müddetçe içinde ebedî kalacak olanlardır. Muhakkak ki senin Rabbin, dilediği şeyi yapandır.

11/HÛD-108: Ve emmellezîne suidû fe fîl cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuk(rabbuke), atâen gayre meczûz(meczûzin).
Fakat Rabbinin dilemesiyle O mutlu olanlar artık cennettedir. Ve Onlar (Cennetlerin) semaları ve arzı durdukça, onlar orada ebedî kalanlardır (kalacaklardır).

11/HÛD-109: Fe lâ teku fî miryetin mimmâ ya’budu hâulâ’(hâulâi), mâ ya’budûne illâ kemâ ya’budu âbâuhum min kabl(kablu), ve innâ le muveffûhum nasîbehum gayre menkûs(menkûsin).
Onlar, ancak babalarının (Hud suresinde kıssa edilen geçmişte yaşamış müşrik atalarının) önceden ibadet ettiği gibi onlar da (dönem müşrikleri de uydurma düzmece ilahlara) ibadet ediyorlar. Artık onlar (müminler) bundan şüphe içinde olmasınlar. Ve muhakkak ki Biz, onların nasiplerini eksiltmeksizin öderiz.

11/HÛD-110: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fahtulife fîh(fîhi), ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kudiye beynehum, ve innehum le fî şekkin minhu murîb(murîbun).
Ve andolsun Musa (A.S)’a kitap verdik. Onun hakkında da (İslam ile) ihtilâfa düştüler. Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı (Allah’a itaat dairesinde sınanacakları bir sınav hayatı mühleti sözü Hz Adem nezdinde önceden ahirette verilmemiş olsaydı) onların aralarında mutlaka hemen hüküm verilmiş olurdu. Muhakkak ki onlar da, (şimdiki dönemin müşrikleri gibi) O’ndan (Zikr’den/Kur’ân’dan) şüpheli bir tereddüt içindeydiler.

11/HÛD-111: Ve inne kullen lemmâ le yuveffiyennehum rabbuke a’mâlehum, innehu bimâ ya’melûne habîr(habîrun).
Ve muhakkak ki Rabbin, onların hepsinin amellerinin karşılığını mutlaka onlara (ahirette) öder. Muhakkak ki O, onların yeryüzü amellerinden haberdar olandır.

11/HÛD-112: Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
Artık sen, sana tövbe ederek, tâbî olanlarla birlikte emrolunduğun gibi istikamet üzere ol. Ve (onlar gibi) aşırı gitmeyin. (Allah’ın emir ve yasaklarını aşmayın) Muhakkak ki O, yaptıklarınızı görendir.

11/HÛD-113: Ve lâ terkenû ilellezîne zalemû fe temessekumun nâru ve mâ lekum min dûnillâhi min evliyâe summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve zalim olan (o müşrik) kimselere meyletmeyin. O taktirde size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra yardım olunmazsınız.

11/HÛD-114: Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyl(leyli), innel hasenâti yuzhibnes seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ liz zâkirîn(zâkirîne).
Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın kısmında namazı ikame et. Muhakkak ki haseneler (kazanılan sadakat dereceleri), seyyiati (kaybedilen dereceleri) giderir. İşte bu, zikredenler için bir öğüttür.

11/HÛD-115: Vasbir fe innallâhe lâ yudîu ecrel muhsinîn(muhsinîne).
Ve sabret, muhakkak ki Allah, muhsinlerin ecrini zayi etmez.

11/HÛD-116: Fe lev lâ kâne minel kurûni min kablikum ûlû bakıyyetin yenhevne anil fesâdi fil ardı illâ kalîlen mimmen enceynâ minhum, vettebeallezîne zalemû mâ utrifû fîhi ve kânû mucrimîn(mucrimîne).
Sizden önceki nesillerde yaşamış olanların içinden, verilen öğüdü alıp tutmuş hidayet nasib ettiklerimiz müstesna, keşke çoğu bozgunculuk yapmayan ve bozgunculara uymayan sizin gibi faziletli kimselerden olsalardı. O Zulmedenler (mutrafiler ve onlara tabi olanlar ) ancak, kendilerine verilen mal mülk, dünya refahının peşine düşmekle günahkarlar oldular.

11/HÛD-117: Ve mâ kâne rabbuke li yuhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ muslihûn(muslihûne).
Ve senin Rabbin, halkı ıslâh edici olan beldeleri (kavimleri)  asla zulüm ile helâk edici olmadı.

11/HÛD-118: Ve lev şâe rabbuke le cealen nâse ummeten vâhideten ve lâ yezâlûne muhtelifîn(muhtelifîne).
Ve Rabbin, şâyet dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa (sınanma süresince kıyamete kadar İslam ile ) ihtilâflar devam edecek.

11/HÛD-119: İllâ men rahime rabbuk(rabbuke), ve li zâlike halakahum, ve temmet kelimetu rabbike le emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
Ve onları (yeryüzü sınav hayatını), bunun için (Allah’ın hükümlerine direnen kafirlerle, Allah’a itaatkar/sadık müminleri amelleri üzerinde belirlemek için) yarattı. Böylece (yeryüzü sınavı ardınca Bkz: Secde suresi 13) Rabbinin : “Cehennemi mutlaka (Bkz: Hicr suresi 26~50 ve Bakara suresi 30~40 henüz ahirette iken mağfiret olunmaları için onlara bahşedilmiş ve geçici metalandırdığımız yeryüzü sınav fırsat hayatında, itaat yerine küfrü tercih eden) insanlar ve cinlerle dolduracağım” sözü, Rabbinin rahmet ettiği o mümin kimseler müstesna, mutlaka akibetleri edilecektir.

11/HÛD-120: Ve kullen nakussu aleyke min enbâir rusuli mâ nusebbitu bihî fuâdek(fuâdeke) ve câeke fî hâzihil hakku ve mev’ızatun ve zikrâ lil muminîn(muminîne).
Ve sana anlattığımız ( yukarıda ayetlerimizle kıssa ettiğimiz) şeylerin hepsi, resûllerin haberlerindendir. Onlarla (mutlak hakikat olan haberlerle) senin kalbindeki fuad hassasını (kalb-i idrakını) sağlamlaştırırız. Ve sana hak kılınmış olan bu zikir, (Kuran) mü’minlere bir öğüt olarak geldi.

11/HÛD-121: Ve kul lillezîne lâ yu’minûna’melû alâ mekânetikum, innâ âmilûn(âmilûne).
Ve (yeryüzünde) mü’min olmayanlara (tüm mürselinlerin söylediği gibi) sen de de ki: “Siz yapmakta olduğunuz şeyleri (bu öğüt ve uyarılara rağmen) isterseniz yapmaya devam edin. Muhakkak ki biz (de) yapanlarız.”

11/HÛD-122: Ventazır(ventazırû), innâ muntazırûn(muntazırûne).
Ve (geçmişte sınanmak için yeryüzüne gönderildikleri halde, küfür imanında ısrar etmeleri yüzünden akibetleri azap olmuş o müşrik kafirler gibi siz de) bekleyin! Muhakkak ki biz de bekleyenleriz.

11/HÛD-123: Ve lillâhi gaybus semâvâti vel ardı ve ileyhi yurceul emru kulluhu fa’budhu ve tevekkel aleyh(aleyhi), ve mâ rabbuke bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).
Semaların (göklerin) ve arzın gaybı Allah’ındır. İşlerin hepsi (aracısız) sadece O’na döndürülür. (Kullara sorulacak hesaplar aracıların şefaati olmadan {bkz;Hûd suresi 6,7) Kitab-ı Mübin’e bakılarak ahirette ve sadece onun yargı makamında yapılır) Öyleyse (aracıları bırakıp) sadece O’na kul olun ve tevekkül edin. Senin (Bkz; Hûd suresi 1 Hakim ve Habir olan) Rabbin, yaptığınız hiçbir şeyden gâfil değildir