Bismillâhirrahmânirrahîm
57/HADÎD-1: Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Semalarda ve arzdaki herşey Allah’ı tesbih etmektedir. Ve O; Azîz’dir, Hakîm’dir.
57/HADÎD-2: Lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), yuhyî ve yumît(yumîtu), ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Semaların ve arzın (yeryüzünün) mülkü O’nundur. O hem öldürür hem de tekrar (insanı ahirette) hayata getirir. Ve O, herşeye kaadirdir.
57/HADÎD-3: Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).
O, evveldir ve ahirdir, ve zahirdir (başı ve sonu sonsuzluk olan ve alâmetleri tüm varlıklarda görünendir) ve bâtındır (gizli olandır). Ve O, herşeyi en iyi bilendir.
57/HADÎD-4: Huvellezî halakas semâvâti vel ardafisitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), a’lemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ ya’rucu fîhâ, ve huve meakum eyne mâ kuntum, vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
Gökleri ve yeri 6 günde yaratan O’dur. Sonra onu arşının üzerine istiva etti. (Gökleri ve yeri yarattıktan sonra onları sevk ve idare olarak, 50 bin yılda ancak ulaşılan Allah’ın mearic 4 Arş-ı ala katına aracısız kendi otoritesine bağımladı.) Arza gireni ve ondan çıkanı ve semadan ineni ve orada uruç edeni (yükseleni) O bilir. Ve siz nerede olur iseniz olun O, sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir. (Aracılar ve sahte ilahları ve cinler buna muktedir değildir)
İstiva etmek= Tüm iş ve oluşların Allah’ın otoritesine bağlı olarak, Allah’ın emriyle yürütülmesi ve tedbir edilmesi demektir. Arş-ı İstiva, tezekkür ayetleri için bkz; Fussilet 9,10,11,12 /Bakara 29 / Taha 4,5 / Hadid 4 / Secde 4,5 / Furkan 59 / Rad 2,3 / Yunus 3 / Araf 54
57/HADÎD-5: Lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. İşlerin sonucu (aracısız onun emriyle ve sadece onun otoritesiyle) Allah’a döndürülür.
57/HADÎD-6: Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyl(leyli) ve huve alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Geceyi, gündüzün içine sokar. Ve gündüzü, gecenin içine sokar. Ve O, sinelerde olanı (sırları, niyetleri, düşünceleri) en iyi bilendir.
57/HADÎD-7: Âminû billâhi ve resûlihî ve enfikû mimmâ cealekum mustahlefîne fîh(fîhi), fellezîne âmenû minkum ve enfekû lehum ecrun kebîr(kebîrun).
Allah’a ve O’nun Resûlü’ne îmân edin. Ve sizi vekil kıldığı şeylerden (tüm mülkün sahibi olan Malik-el mülk Allah’ın yeryüzü mülkü ve üzerindeki nimetlerinden) infâk edin. Böylece sizden âmenû olup onu (bahşedilen nimeti) infâk edenler için büyük ecir vardır.
57/HADÎD-8: Ve mâ lekum lâ tu’minûne billâh(billâhi), ver resûlu yed’ûkum li tû’minû bi rabbikum ve kad e haze mîsâkakum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve size ne oluyor ki, Allah’a inanmıyorsunuz. Ve resûl, sizi Rabbinize îmân etmeniz için çağırıyor. Eğer siz inananlarsanız Allah, (Bkz: Hicr suresi 26~50 ve Bakara suresi 30~40 ahirette tövbe üzerine) sizin misakinizi almıştı.
Bkz: Hicr suresi 26~50 ve Bakara suresi 30~40 Hz Adem, kovulduğu cennete tekrar kabul edilmesi için, bir daha asla Allah’a sadakatsızlık yapmayacağına dair Allah’a yemin ederek bir fırsat ister ve bu tevbeli yemin üzerine; “Allah’a aracısız sadakat dairesinde sınanmak koşuluyla ve Allah’ın belirlediği bir ömür süresince” bu isteği Allah tarafından kabul görür. İşte bu yeryüzü sınav fırsat yaşantısında Allah’a aracısız sadakat gösterip önceden ahirette verdiği yemine sadık kalan Adem’in neslinden olan hükmüne itaatkar {bkz;Bakara suresi 38, 112} sadık muhsin kullara “yemin sahipleri” denir. Bir kez daha sadakatsizlik yapmamak akdi ile önceden tevbe verip fırsat istendiği için, yeryüzü yaşantısı Rahman Allah tarafından ön verilmiş bir borçtur ve bir rahmet yaşantısıdır. Bu yüzden Rahmân sıfatı, nebiler dâhil, hiç bir insan için kullanılamaz. Zira, Allah’tan başka hiç kimse; Allah ile kul arasında önceden akidle söz alınmış bir borçta tasarruf edemez. Alacaklı Allah’tır ve aracısız bir halde,evvelden “sadece Allah’a borçlanmış” olan kuldur. Bu hakikatla; Allah’tan başka hiçbir kimse, Allah ile evvelden ahitlenmiş bir borca binaen kurulmuş bir rahmet yaşantısı üzerinde, yeni yeni koşullar getirip “Allah’a aracısız sadakat” hükümünü değiştirip düzenleyemez. Bu durum borçlu için gönderilmiş yazılı vahiy hükümlerini değiştirmek anlamına gelir ki; Şirktir, lanetlidir ve sonu cehennemdir. Rahim Allah tevbe isteyen Adem ve nesline, pişmanlık üzerine bir akid ile fırsat verirken buna mukabil yemin sahiplerine yine bir başka ayetiyle şöyle bir müjde vermiştir;
“Kim hidayetçimin peşinden gider ve gönderdiğim kitabın/Zikrin/Kuran’ın hükümlerine uyarsa; işte o akdine sadık salihlere artık korku yoktur. Onlar asla mahzun olmazlar.” Bakara suresi 38
57/HADÎD-9: Huvellezî yunezzilu alâ abdihî âyâtin beyyinâtin li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr(nûri), ve innellâhe bikum le raûfun rahîm(rahîmun).
O halde; Sizi karanlıklardan nura çıkarmak için şimdi hidayetçisiyle kuluna açık âyetler indiren O’dur. Ve muhakkak ki Allah, sizin için elbette Rauf’tur, Rahîm’dir.
Bkz: Bakara suresi 245 ayetinde; ve Hadid suresi 8~12 ayetleri arasında; Allah’a sadakat dairesinde takvada kalacaklarına dair, Ademoğlunun Hz Adem (A.S) nezdinde ahirette vermiş olduğu sadakat sözü hatırlatılarak, kulların borçlarını yeryüzündeyken ve henüz fırsatları varken, hükmüne itaat ederek güzellikle ödemeleri gerekliliği vurgulanmaktadır.
Sadaka kavramı, yemin sahiplerinin Allah’a ahirette verdikleri sadakat yemini üzerinden türetilmiş bir kavramdır. Ve manası; Bir borç yaşantısı sürdürülen yeryüzünde “Allah’a sadakat göstermek” demektir.
Kullar, Malik-el Mülk Allah’ın yaratmış olduğu ve kendilerine rızık olarak bahşettiği nimetini, kenz etmeden ve Allah’ı razı etmek gayesiyle “sadakat içinde” fakire yoksula pay etmekle mükelleftir. Çünkü;Tüm Nimetlerin asıl sahibi {Bkz Ali İmran suresi 26,27 Taha suresi 6} Malik-el Mülk Allah’tır.
Bu nedenle {Bkz; Kehf suresi 44} velayet (yardım) ve bağışlama nimetlerin asıl sahibi olan Allah’a ait bir haktır. Ve nimetini kenz etmeden, “sadece Allah’ın rızasını elde etmek için“ İnfak eden sadıkların akibeti ise, Allah’ın hazinesinden mükafattır.
“Kim ki; Allah’a itaat edeceğine dair ahirette verdiği yemine sadık kalır ve Allah’a olan borcunu yeryüzünde güzel bir şekilde hükmüne itaat ederek öderse, Allah da ona karşılığını (o yemin sahiplerine) kat kat verir. (unutmayınız ki) Rızkınızı daraltan da genişleten de (zaten) Allah’tır. Sonunda hepiniz yargılanmak üzere Allah’a döndürüleceksiniz. Bakara suresi 245
57/HADÎD-10: Ve mâ lekum ellâ tunfikû fî sebîlillâhi, ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard(ardı), lâ yestevî minkum men enfeka min kablil fethi ve kâtel(kâtele), ulâike a’zamu dereceten minellezîne enfekû min ba’du ve kâtelû ve kullen ve adallâhul husnâ, vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Ve size ne oluyor ki, Allah’ın yolunda infâk etmiyorsunuz? Göklerin ve yerin mirası muhakkak ki (tüm mülkün sahibi olan Malik-el Mülk) Allah’ındır. İçinizden, (İslam’ın muzaffer olması gayesinde o büyük) fetihten önce infâk eden ve savaşanlar, işte onlar, daha sonra (İslam artık herşeyin üzerinde galip olduktan sonra) infâk eden ve savaşanlarla bir değildir, muhakkak ki (önceden infak edenler) muhakkak onlardan daha yüksek derece sahibidirler. Ve fakat Allah, yine de onların hepsine hüsna’yı (derecelerine göre cennet güzelliklerini) vaadetti. Ve Allah, yaptıklarınızdan en iyi haberdar olandır.
57/HADÎD-11: Men zellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâifehu lehu ve lehû ecrun kerîm(kerîmun).
Kim ki; (Allah’a itaat edeceğine dair ahirette verdiği yemine sadık kalır ve) Allah’a olan borcunu yeryüzünde güzel bir şekilde (hükmüne itaat ederek) öderse, o borçlarına sadık yemin sahipleri için kerim ecir (sonsuz cennet mükafatları) vardır.
57/HADÎD-12: Yevme terel mû’minîne vel mû’minâti yes’â nûruhum beyne eydîhim ve bi eymânihim buşrâkumul yevme cennâtun tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîh(fîhâ), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
O gün, (ahirette) mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, nurlarını (Allah’ın nuru Zikr/Kur’an ile önderleri kıldığı Resul’lerini) önlerinde ve sağlarında (*meşru bir Resul olarak) koşarken görürsün. Bugün sizin müjdeniz, içinde ebediyyen kalacağınız, altından nehirler akan cennetlerdir. İşte bu fevzül azîmdir (en büyük kurtuluştur). Denir.
“Sağlarında”, “Sağ taraftan gelinmesi”, “insana amel defterinin sağ tarafından verilmesi” “kişinin kendisini sağ tarafta görmesi” deyimleri kuranın muhtelif ayetlerinde sıklıkla kullanılır. Günümüzde kullanılmayan bu deyim; Bir insanın yeryüzünde Allah’a karşı itaatkar olup meşru bir hayat ya da görev sürdürmüş olduğunu açıklayan bir kavramdır. Bu deyim Kuran’da {bkz; Rum suresi 28} sağ elinizin altındakiler vurgusuyla “köleliği kendilerine Allah tarafından meşru kılınmış bir hak gören müşrikler” için kullanıldığı gibi, saffat 28. ayetinde aracıların kendilerini insanlara ‘Allah’ın “yetkilendirilmiş olduğu meşru görevlileri” olarak gösterdikleri vurgulanmaktadır.
Hadid suresi 12. Ayetinde Hz Muhammed (S.A.V) efendimizin meşru bir Resul olarak Allah’ın Nur’u kuran ile müminlere önderlik ettiği açıklanmaktadırlar. Ayrıca bu deyim Kuran’da ilgili muhtelif ayetlerinde “Amel defterinin sağdan verilmesi” vurgusuyla kulun Allah’a itaatkar ve meşru bir yaşam sürdürmüş olduğunu anlamlandıran bir kavramdır. Meşru bir yaşam sürdürmüş amel defterleri sağ tarafından verilmiş olan kullara Ashab-ı Meymene denir. {bkz;Hakka suresi 19 Vakıa suresi 8 isra suresi 71, Müdessir suresi 39 İnşikak suresi 7}
57/HADÎD-13: Yevme yekûlul munâfikûne vel munâfikâtu lillezîne âmenûnzurûnâ naktebis min nûrikum, kîlerci’û verâekum fel temisû nûrâ(nûren), fe duribe beynehum bi sûrin lehu bâb(bâbun), bâtınuhu fîhir rahmetu ve zâhiruhu min kıbelihil azâb(azâbu).
Münafık erkeklerin ve münafık kadınların, âmenû olanlara: “Bizi bekleyin, sizin nurunuzdan biz de bir parça alalım.” diyeceği o gün, (İzin günü) onlara: “Haydi (yeryüzünde yaptığınız gibi) şimdi de bize arkanızı dönün ve burada (hidayet ve şefaat umduğunuz aracılarınızdan) nur arayın.” denir. Artık onların arasına, (Bkz;Meryem suresi 68~72) kapısı olan bir duvar çekilmiştir. O surların iç kısmında (cehennem) ve azap , dış tarafında ise Allah’ın rahmeti (cennet) vardır.
57/HADÎD-14: Yunâdûnehum e lem nekun meakum, kâlû belâ ve lâkinnekum fe tentum enfusekum ve terebbastum vertebtum ve garret kumul emâniyyu hattâ câe emrullâhi ve garrekum billâhil garûr(garûmu).
Onlara şöyle seslenirler: “Biz, sizinle beraber olmadık mı?” (Onlar): “Evet, fakat siz beklediniz ve kendinizi fitneye düşürdünüz, ve (Allah’ın hükümlerinden ve Resul’ünden) hep şüphe ettiniz. Allah’ın (ölüm) emri gelinceye kadar emaniyye sizi aldattı. Ve garur (Bkz; Hadid suresi 20 şeytanın avaneleri olmuş o kibirlenen mutrafi aracılar), sizi Allah ile aldattı.” dediler.
“Emani” kelime anlamı ;Öğütlerine uyulması karşılığında hidayet vereceğine iman edilen aracı kimseler demektir. Emaniyye kelimesi emani kelimesinden türemiş bir kavramdır ve manası; Yetkisi olmadığı halde Allah adına kendisi üzerinden “uydurma hükümlerle” insanlara hidayet açıklamaktır. İslam inancında aracılık kurumu şirk zikredilip müminlere yasaklandığı için; Allah’a ve hükümlerine aracısız iman ve teslim olmaya, “amenü olmak” denir.
Müşrik anlayışta zikredilen emani çoğul kullanılışı emaniler , af, tevbe, hidayet gibi Aziz Allah’ın uluhiyet yetkilerini ellerinde bulundurduklarını söyleyen, “Allah böyle şeylere karışmaz bu yetkiyi bize verdi” ya da “putlarımıza” ya da “meleklerimize verdi” lafzıyla iddialarda bulunup, insanları putlar melekler veya kendi üzerlerinden çeşitli yalanlarla aracılık vekaletiyle kandıran, günümüzde ruhban tabir ettiğimiz aracılık kurumunu yaşatan kimselerdir. Ayrıca Emaniyye ayetleri için detaylı bkz; Nisa suresi 120 ve 123 Bakara suresi 78,79 Bakara suresi 111 Mutrafiler ve mutrafilik inancı için Bkz;Hadid suresi 19
57/HADÎD-15: Fel yevme lâ yû’hazu minkum fîd yetun ve lâ minellezîne keferû, me’vâkumun nâr(nâru), hiye mevlâkum, ve bi’sel masîr(masîru).
Artık o gün, ne sizden ne de kafirlerden bir fidye (bedel) kabul edilmez. Sizin mevanız (önce varacağınız yer) ateştir. (Cehennemdir) . (O halde af hidayet ve yargılama yetkisini kimseye devretmeyen Hakim Allah) sizin mutlak mevlânızdır. (asıl dostunuz odur). Ve o yer ne kötü bir varış yeridir.
Meryem suresi 71. ayetinde açıklandığı üzere yeryüzünde sınamış olan tüm insanlar önce 7 kapısı olan cehenneme gidecek ve Allah’ın yargısı affı ve izni ile sadece Muhsin itaatkar kulların cehennemden cennete geçişine izin verilecektir. Bu nedenle Kuran’da din/hesap/yargılama günü, “izin günü” olarak da zikredilir. Hadid suresi 15. ayetinde de herkesin mevası yani ilk varacağı yer olan cehennem kastedilmekte ve af ve İzin yetkisini kimseye devretmeyen Hadi Allah’ın ’{bkz; Hadid suresi 14} emani müşriklerin iddialarının aksine tek ve yegane hidayet edici olduğu vurgulanmaktadır.
57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri olan O Hakk’tan inen şeyle (Zikr/Kuran ile), âmenû olanların (Allah’a aracısız iman ve teslim olanların) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.
Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için; Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla sınanma hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Ve {bkz; Beyyine suresi 3} Her dönem gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen tüm kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in {bkz: Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Geçmişte {bkz;Bakara suresi 100,101} tarih boyu gönderilen tüm kitaplar {Bkz:Hicr suresi 90} muktesim müşrikler tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır . Muktesim, bölen, parçalayan, taksim eden demektir. Muktesimler, müşrik sömürü inançlarını halka empoze etmek için; Hz Musa’ya verilmiş mucizeler gibi önceki Zikr kitaplarında da mevcut olan benzeş/müteşabih ayetlerin bir kısmını almakla hak dine benzer gösterip, akabinde İslamın muhkem hükmü sayılan “sadakaların yoksunlara verilmesi” gibi olmazsa olmaz hükümleri, “sadakaların ruhbanlığa, aracılara ve kırallığa aktarılması” gibi batıl şirk/sömürü hükümlerine dönüştürerek insanları Allah’ın otoritesi üzerinden aldatmış olan müşrik din adamlarıdır. Nitekim {bkz: Ali İmran 50. Ve Zuhruf 63,64,65.} ayetlerinde aynı senaryonun muktesim müşrikler tarafından Hz İsa döneminde de yapıldığı belirtilmekte ve Hz İsa’nın Allah’ın emriyle batıl ayetleri nesh etmek istediği halde büyük bir dirençle karşılaştığı açıklanmaktadır. Kuran’da muktesimler, Hicr suresinde detaylı açıklanmış ve 90. ayetinde çoğul haliyle muktesimler sıfatıyla kullanılmıştır. Tarih boyunca her gönderilen Resul’ün ardından {bkz;Bakara suresi 100,101} kitabı tahrif ederek defaatla bozan müşriklere ihtar olarak Aziz Allah; İslam Zikr hükümlerinin, değişmez ve korunmuş olan ve “ana kitap” olarak da anılan Levh-i Mahfuz’da {Bkz: Büruc suresi 21,22 Zuhruf suresi 4} saklı olduğunu ve geçmişte Allah’ın indirdiği kitabı/Zikri tahrif edip yerine Tevrat’a kısım kısım yerleştirdikleri şirk ve sömürü ihtiva eden bölümleri/kısımları/ayetleri, bu nedenle Kuran ayetleriyle kaldırıp nesh ettiğini Bakara suresi 106. ayetiyle bildirmiştir. Ayetinde Zikr gönderildiği halde bir müddet sonra zaman geçince onu unutup tekrar batıla yönelen ve kafir olarak ölen fasıklar yani dinden ayrılanlar üzerinden örnekle uyarılar yapılmaktadır .
57/HADÎD-17: İ’lemû ennellâhe yuhyil arda ba’de mevtihâ, kad beyyennâ lekumul âyâti leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
Ölümünden sonra su ile hayat vererek arzı dirilttiği gibi (sizi diriltip ahirette sonsuz mutlu bir hayata hidayet edecek) bir nur olan Zikr’i/Kuran’ı bilin. (Ona sarılın) Âyetlerini size açıklamış olduk. Umulur ki, böylece siz de akıl edersiniz.Diye.
57/HADÎD-18: İnnel mussaddikîne vel mussaddikâti ve akradûllâhe kardan hasenen yudâafu lehum ve lehum ecrun kerîm(kerîmun).
Şüphesiz (ahirette verdikleri yeminlerine sadık kalıp) Allah’a olan borçlarını güzel bir şekilde verdikleri sadakalarla ödeyen erkekler ve kadınlar var ya, işte onlar için en değerli mükafat vardır.
57/HADÎD-19: Vellezîne âmenû billâhi ve rusulihî ulâike humus sıddîkûne veş şuhedâu inde rabbihim, lehum ecruhum ve nûruhum, vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm(cahîmi).
Ve, Allah’a ve O’nun Resûl’üne inananlar, işte onlar, onlar sıddıklardır ve (İslam’ın) şahitleridir. Rab’lerinin yanında onların ecirleri ve nurları vardır. Ve inkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cahîm (alevli ateş) halkıdır.
57/HADÎD-20: İ’lemû ennemel hayâtud dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fîl emvâli vel evlâd(evlâdi), ke meseli gaysin a’cebel kuffâre nebâtuhu summe yehîcu fe terâhu musferren summe yekûnu hutâmâ(hutâmen), ve fîl âhıreti azâbun şedîdun ve magfiretun minallâhi ve rıdvân(rıdvânun), ve mel hayâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri).
Biliniz ki mal mülk evlat çokluğuyla aranızda yarışıp övündüğünüz geçici dünya hayatı sadece (kurgulanmış) bir oyun ve (bir sınav mühleti boyunca) oyalanmaktan ibarettir. Bu tıpkı bir yağmura benzer ki; onun yeşerttiği ekinler, bir süreliğine çiftçileri mutlu edip herkesi imrendirir; sonra, bir de görürsün ki (herkesin imrendiği çiftçileri mutlu eden o ekinler) sararmış ardından çerçöp olmuştur! İşte bu geçici (süreli) dünya hayatı Allah’ın rızası üzerinde sınanmak üzere gelip geçici metalandırıldığınız ve karşılığında (ahirette) azap veya bağışlanma ile mukabele edileceğiniz bir yerdir.
Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin veya şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Sebe suresi 37, Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. ayetleri arasında çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır. Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi 78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah, Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Muminun suresi 21~25. ayetleri arasında da mutrafilerin Hz Nuh (A.S) dönemi İslam’a karşı muhalefeti zikredildiği gibi, Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde Nuh A.S ve İslam’a muhalefetleri ayrıntılanmıştır. Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45 ve Muminun suresi 64 ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında ağır cezalara mahkum tutulacağı açıklanmaktadır.
57/HADÎD-21: Sâbikû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ keardıs semâi vel ardı uıddet lillezîne âmenû billâhi ve rusulih(rusulihî), zâlike fadlullâhi yû’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm(azîmi).
Bu sebeple; Rabbinizin bağışlayıcılığına nail olmak ve böylece Allah’a ve elçisine iman edenler için, genişliği gökler ve yerlerin misline nisbet edilen ve dereceler üzerine hazırlanmış cennetleri elde etmek uğrunda, yeryüzünde birbirinizle yarışın. Bu Allah’ın dilediğine bağışladığı bir lütfudur. Çünkü Allah, (ahiret hayatı zikredilen) bu sonsuz lütufun sahibidir.
57/HADÎD-22: Mâ esâbe min musîbetin fîl ardı ve lâ fî enfusikum illâ fî kitâbin min kabli en nebreehâ, inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
Yeryüzünde ve kendi nefslerinizde, sizlere isabet eden bir musîbet yoktur ki, onu (o musibeti) yaratmamızdan önce kitapta yazılmamış olsun. Muhakkak ki bu, Allah için çok kolaydır.
57/HADÎD-23: Li keylâ te’sev alâ mâ fâtekum ve lâ tefrehû bi mâ âtâkum, vallâhu lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
(Yeryüzünde verilen bu musibetler) Sizin elinizden çıkan (maddi) şeylere üzülmemeniz veya size verilen (mal mülk vb gibi maddi) şeylerle (ahirete inanmayan mutrafi müşrik kafirler gibi) sevinmemeniz gayesindedir. Ve çünkü Allah, (Allah’ın kendi mülkü olan yeryüzünün cazibesine kapılmış mutrafi kafirler gibi) Allah’ın mülkü üzerinde mal ve çoklukla övünüp böbürlenenlerin hiçbirini sevmez
57/HADÎD-24: Ellezîne yebhalûne ve ye’murûnen nâse bil buhl(buhli), ve men yetevelle feinnellâhe huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).
Onlar ki (ahiret hayatına inanmadıkları için Allah’ın yeryüzü mülkünü sahiplenip yoksunlara verilmesi farz olan İnfak sadaka zekat gibi Allah’ın hükümlerini reddedip) cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Ve kim İslam’a dönerse, o taktirde muhakkak ki Allah; O, Ganî’dir (zengindir), Hamid’dir (hamdedilendir).
57/HADÎD-25: Lekad erselnâ rusulenâ bil beyyinâti ve enzelnâ meahumul kitâbe vel mîzâne li yekûmen nâsu bil kıst(kıstı), ve enzelnel hadîde fîhi be’sun şedîdun ve menâfiu lin nâsi ve li ya’lemallâhu men yensuruhu ve rusulehu bil gayb(gaybi), innellâhe kavîyyun azîz(azîzun).
Andolsun ki tüm resûllerimizi, “Kitabındaki (Allah’ın) * beyyineleri ile insanlar arasında adaletle hükmetsinler diye *“ölçüsüyle” gönderdik. Ve dahi, içinde kuvvetli sertlik bulunan ve insanlar için pek çok menfaatler (faydalar) barındıran demiri indirdik ki, bu mucizeye bakarak gayba (ahirete) iman etsinler diye. Bu mucize (yeryüzüne demirin sonradan indirilmesi mucizesi bundan) ibret alarak imanla Allaha ve resûllerine yardım edecek olan kimselerin, Allah tarafından belirlemesi içindir. Muhakkak ki Allah; Kavî’dir (En büyük Mucizeleri gerçekleştirmeye muktedirdir.) Azîz’dir. (Olağanüstü şeyleri başaran yegane kudrettir)
Beyyine; Allah’ın kullarına hüküm ettiği beyanları demektir. Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına en adil hükümleri koyan Âdil, Alim ve Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla, kullarının yeryüzü sınav yükümlülüklerini açıklayan beyyinelerini göndermiştir. Sorumluluk olarak nihayetinde, din gününde hesaba çekilecekleri “sınav yükümlülüklerini beyan etmiştir.
Ayetinde; “insanlar arasında adaletle hükmedilmesi adına” El Âdil Allah; Şimdiye kadar gönderilmiş olan tüm mürselinlerin Allah’ın beyanlarını, yani kulların riayet etmesi gereken tüm emir ve yasakları “Allah’ın bildirdiği ölçüyle” açıklamış olduklarını vurgulamaktadır. Öyle olmasına rağmen Müşrikler, gerek Kitab’ı tahrif ederek, {Bkz; Hadid suresi 16} gerek Hristiyanlar gibi ruhbanlık mekanizmaları oluşturarak, {bkz; Hadid suresi 27} kendi kendilerine haramlar ve helaller uydurmak cihetiyle ve kendi üzerlerinden af şefaat mekanizmaları kurarak insanları uydurdukları hükümlerle sömürmüşlerdir.
Bkz; Enam suresi 91 Araf suresi 142~145 Gerçek Tevrat iki taş levhadan ibarettir. Batıl tahrif Tevrat ise 40 kitaptır ve içeriğine kasıtla, insanın asla ezberinde tutamayacağı onbinlerce haram ve helal yerleştirilmekle halk din adamlarının bilgi ve danışmanlığına neredeyse her konuda mecbur bırakılmıştır. Âl-i İmran suresi 93. ayetinde “Allah’ın haram kılmadığı halde”, aracılık müessesesiyle batıla tabi olmuş Müşrik İsrailoğullarının, yiyecekler üzerinde kendi hevalarına göre çeşitli haramlar koydukları açıklanırken Araf suresi 32. ayetinde bu husus, ziynet eşyaları üzerinden de tilavet edilmektedir. Yunus suresi 59. ayetinde ise halkı sömürmek gayesinde tarih boyunca her dönemde tatbik edilmiş olan “helal ve haram uydurma” yöntemi ve böylece halkın her konuda müşrik aracıların danışmanlığına mecbur bırakılmış olması önemle vurgulanmıştır. Bu önemle Allah’ın “Kur’an’da bildirdiği ölçüye uymak” kendi kendilerine haramlar ve helaller uyduran aracıları ve aracılık müessesesini tamamen ortadan kaldırdığı için tevhid’in direğidir!
57/HADÎD-26: Ve lekad erselnâ nûhan ve ibrâhîme ve cealnâ fî zurriyyetihimen nubuvvete vel kitâbe fe minhum muhted(muhtedin), ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Ve andolsun ki, Hz. Nuh’u ve Hz. İbrâhîm’i gönderdik. Ve onların zürriyetlerinden nebîler kıldık. Ve kitap (Zikr) verdik. Böylece onlardan bir kısmı (Zikre ve Resullere tabi olup) hidayete erenlerdir ve fakat yine de onların çoğu fasık oldular.
57/HADÎD-27: Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi’îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînet tebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi fe mâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Sonra (Bkz; Bakara suresi 100,101 dinden çıkıp fasık oldukları için) onların izleri üzerine (yeni nesilleri de hükümlerimiz üzerinde sınamak gayesinde) ardarda resûllerimizi gönderdik. Ve ardından Meryemoğlu İsa (A.S)’ı gönderdik ve O’na İncil’i verdik. Ve O’na tâbî olanların kalplerinde refet (şefkat) ve rahmet kıldık. Ve oysa onlar, O’na da ruhbanlık ihdas ettiler. (af şefaat hidayet etme vb gibi Aziz Allah’ın uluhiyet yetkilerini gasp edip Kilise kurumunu Allah’ın yegane yetkilisi ilan ederek insanları kandırdılar) Oysa Biz, “sadece Allah’ın rızasını” gözetmekten başka birşeyi onlara farz kılmadığımız halde ( kilise ve din adamlarını Allah’ın hükümlerine ortak etmeleri yüzünden) ona hakkıyla riayet etmediler. Böylece onların içlerinden, (kiliseye ruhbanlara uymayıp ) âmenû olanların (Allah’a aracısız iman ve teslim olanların) ecirlerini eksiksiz verdik ve fakat (o dönemlerde de) onlardan çoğu fasıklardı.
57/HADÎD-28: Yâ eyyuhellezîne âmenût tekûllâhe ve âminû bi resûlihî yû’tikum kifleyni min rahmetihî ve yec’al lekum nûren temşûne bihî ve yagfir lekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar), Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve O’nun Resûl’üne îmân edin ki, size rahmetinden iki kat versin. Ve sizin için mağfiret (bağışlanma) dileyen size önder kılınmış O Resul: Allah’ın nuru ile (Zikr/Kur’an ile) sizi rahmetine ulaştırsın. Ve Allah; Gafur’dur, (günahları bağışlayan yegane otoritedir) Rahîm’dir. (Sadece müminlere yardım himaye ve hidayet edendir)
57/HADÎD-29: Li ellâ ya’leme ehlul kitâbi ellâ yakdirûne alâ şey’in min fadlillâhi ve ennel fadle bi yedillâhi yû’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm(azîmi).
Böylece kitap ehli, (eskiden kitap/Zikr verildiği halde batıla saparak aracılık fitnesini yaşatan o dinden çıkmış fasıklar) Allah’ın lütfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini bilsinler. Lütuf (ancak ve sadece) bütünüyle Allah’ın elindedir ve lütfu (aracılık müessesesi ve düzmece ilahları değil) ancak O dilediğine bahşeder. O Allah, en büyük lütuf sahibidir.