Bismillâhirrahmânirrahîm
25/FURKÂN-1: Tebârekellezî nezzelel furkâne alâ abdihî li yekûne lil âlemîne nezîrâ(nezîren).
Âlemlere uyarıcı olması için kuluna * Furkan’ı indiren Allah , mübarek’tir.
Furkan; Geçmişten beri süregelen ve halkı sömürmek adına fitnekar aracılar tarafından kurgulanmış tüm çok tanrılı batıl şirk inanç hükümlerini tespit ve reddederek, Aziz Allah’ın gönderdiği hak gerçek hükümleri açıklayan böylelikle kulların zihninde hak ile batılı ayıran kitap demektir.
25/FURKÂN-2: Ellezî lehu mulkus semâvâti vel ardı ve lem yettehız veleden ve lem yekûn lehu şerîkun fîl mulki ve halaka kulle şey’in fe kadderahu takdîrâ(takdîren).
O (Allah) ki; göklerin ve yeryüzünün mülkü, O’nundur. Ve O, çocuk edinmemiştir. (Yarattığı) Mülkte, O’nun şeriki (ortağı) olmamıştır. Ve herşeyi, O yarattı sonra da onların kaderini O takdir etti.
25/FURKÂN-3: Vettehazû min dûnihî âliheten lâ yahlukûne şey’en ve hum yuhlekûne ve lâ yemlikûne li enfusihim darran ve lâ nef’an ve lâ yemlikûne mevten ve lâ hayâten ve lâ nuşûrâ(nuşûren).
Ve hiçbir şey yaratamayan ve kendileri yaratılmış olan, kendilerine (kullara) fayda ve zarar vermeye malik olmayan, O’ndan (Allah’tan) başka ilâhlar edindiler. Ve (Allah’a evlat nisbet edip üzerinden sömürü hükümleri çıkarılmakta olan o sahte düzmece ilahlar), öldürmeye, hayat vermeye ve nuşura (yeniden diriltmeye) malik değillerdir.
25/FURKÂN-4: Ve kâlellezîne keferû in hâzâ illâ ifkunifterâhu ve eânehu aleyhi kavmun âharûn(âharûne), fe kad câû zulmen ve zûrâ(zûran).
Ve kâfirler: “Bu (Kur’ân), sadece onun (Hz Muhammed S.A.V) uydurduğu bir yalandır. Ona bu konuda diğer kavimler de yardım etti.” dediler. Böylece onlar, (kulların üzerine) bâtılla ve zulümle gelmiş oldular.
Ahiret hayatını , Allah’ın ahirette sorgulama yetkisini ve Allah’ın yeryüzündeki otoritesini reddeden kimseler de , Allah’ın tüm uluhiyet yetkilerini ellerinde bulundurduğunu iddia eden çok tanrılı müşrik inançların aracılarına ve onların yüzyıllardır sürdürdüğü zulümlerine böylece teslim oldular.
25/FURKÂN-5: Ve kâlû esâtîrul evvelînektetebehâ fe hiye tumlâ aleyhi bukreten ve asîlâ(asîlen).
Ve sabah akşam okunan “O (Kur’ân), O’nun (Hz Muhammed S.A.V)’in yazdırdığı (daha önce yaşamış) evvelki kavimlerin efsaneleridir.” dediler.
25/FURKÂN-6: Kul enzelehullezî ya’lemus sırre fîs semâvâti vel ard(ardı), innehu kâne gafûran rahîmâ(rahîmen).
De ki: “O’nu, göklerin ve yeryüzünün sırrını bilen Allah indirdi. Muhakkak ki O, Gafur’dur (yegane mağfiret edendir), Rahîm’dir (Sadece müminlere yardım himaye ve hidayet edendir).”
25/FURKÂN-7: Ve kâlû mâli hâzer resûli ye’kulit taâme ve yemşî fîl esvâk(esvâkı), lev lâ unzile ileyhi melekun fe yekûne meahu nezîrâ(nezîren).
Ve dediler ki: “Bu nasıl resûl ki, yemek yiyor ve çarşılarda dolaşıyor. Ona bir melek indirilseydi olmaz mıydı? Böylece onunla beraber nezir (Allah adına uyaran bir) uyarıcı olurdu.”
25/FURKÂN-8: Ev yulkâ ileyhi kenzun ev tekûnu lehu cennetunye’kulu minhâ, ve kâlez zâlimûne in tettebiûne illâ raculen meshûrâ(meshûran).
Veya ona, (varolduğunu iddia ettiği o cennetten yeryüzüne) bir hazine atılsaydı ve ondan (vaad ettiği cennet ürünlerinden) burada da yiyebileceği bir bahçesi olsaydı. Ve Ey zalimler: “Siz ancak, sihir yapılmış (büyülenmiş) bir adama tâbî oluyorsunuz.” dediler.
Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır. Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi 78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanan “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini sürdürebilmek adına, ülkenin şirk (talan/sömürü) düzenini idame ettirmek adına oluşturdukları {bkz:Alak suresi 17} “yönetim meclisi” birlikteliğinde, çeşitli tuzak ve iftiralarla topyekün Hz Muhammed (S.A.V) nebiye muhalefet ediyorlardı
25/FURKÂN-9: Unzur keyfe darabû lekel emsâle fe dallû fe lâ yestetîûne sebîlâ(sebîlen).
Bak! (Yalancılıkla itham ederek) Senin hakkında (halka) nasıl örnekler verdiler. Ve işte (halkı aldatan müşrik aracılara tabi olanlar da) böylece dalâlette kaldılar. Artık sebîle (Allah’ın fazlına himaye ve yardımlarına ulaşmaya) güçleri yetmez.
25/FURKÂN-10: Tebârekellezî in şâe ceale leke hayren min zâlike cennâtin tecrî min tahtihel enhâru ve yec’al leke kusûrâ(kusûran).
(Allah) mübarek’tir ki O, eğer dilerse sana daha hayırlı olan, altından nehirler akan bahçeler verir ve senin için köşkler yapar.
25/FURKÂN-11: Bel kezzebû bis sâati ve a’tednâ li men kezzebe bis sâati saîrâ(saîren).
Hayır, onlar o saati (kıyâmet saatini ve ahireti) yalanladılar. Ve Biz, o saati tekzip edenlere (ahireti yalanlayanlara), alevli ateşi akibetleri olarak hazırladık.
25/FURKÂN-12: İzâ raethum min mekânin baîdin semiû lehâ tegayyuzan ve zefîrâ(zefîran).
(Cehennem), onlara uzaktan göründüğü zaman onun öfkesini ve uğultusunu ancak o zaman işitirler.
25/FURKÂN-13: Ve izâ ulkû minhâ mekânen dayyıkan mukarrenîne deav hunâlike subûrâ(subûran).
Ve birbirine bağlanmış olarak orada, dar sıkışık bir yere atıldıkları zaman çaresizlikten helâk (yanıp yok) olmayı isterler.
25/FURKÂN-14: Lâ ted’ûl yevme subûran vâhıden ved’û subûran kesîrâ(kesîren).
De ki; Bugün helâk olmayı bir defa istemeyin, şimdiden defalarca isteyin.
Müşrikler ahirete inanmadıkları için madem ki cehennem var o halde helak olacağımız o azap gününü şimdiden acele getir diyerek alay ediyorlardı bkz:Ankebut suresi 53)
25/FURKÂN-15: Kul e zâlike hayrun em cennetul huldilletî vuidel muttekûn(muttekûne), kânet lehum cezâen ve masîrâ(masîren).
De ki: acele çağırdığınız “cehennem mi daha hayırlıdır, yoksa muttakilere (takva sahiplerine) vaadedilen, onlar için bir dönüş ve mükafat yeri olan “Cenneti Huld”mu (ebedî cennet mi)?
25/FURKÂN-16: Lehum fîhâ mâ yeşâûne hâlidîn(hâlidîne), kâne alâ rabbike va’den mes’ûlâ(mes’ûlen).
Orada onlar için, diledikleri herşey ebedî olarak vardır. (Bu), Rabbinin sorumluluklarını yerine getirenler için evvelden (ahirette verdiği) bir vaaddir.
Bkz: Hicr suresi 26~50 ve Bakara suresi 30~40 Hz Adem, kovulduğu cennete tekrar kabul edilmesi için, bir daha asla Allah’a sadakatsızlık yapmayacağına dair Allah’a yemin ederek bir fırsat ister ve bu tevbeli yemin üzerine; “Allah’a aracısız sadakat dairesinde sınanmak koşuluyla ve Allah’ın belirlediği bir ömür süresince” bu isteği Allah tarafından kabul görür. İşte bu yeryüzü sınav fırsat yaşantısında Allah’a aracısız sadakat gösterip önceden ahirette verdiği yemine sadık kalan Adem’in neslinden olan itaatkar kullara “yemin sahipleri” denir. Bir kez daha sadakatsizlik yapmamak akdi ile önceden tevbe verip fırsat istendiği için, yeryüzü yaşantısı Rahman Allah tarafından ön verilmiş bir borçtur.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın rahmet ettiği yeryüzü fırsat yaşantısında, “Allah’a aracısız sadakat göstermiş takva sahiplerinin, tekrar cennete kabul edileceğine dair” Aziz Allah’ın ahirette verdiği söz hatırlatılmakta ve akitlerine sadık salih kulların cenneti müjdelenmektedir
25/FURKÂN-17: Ve yevme yahşuruhum ve mâ ya’budûne min dûnillâhi fe yekûlu e entum adleltum ibâdî hâulâi em hum dallûs sebîl(sebîle).
Ve o gün, onları ve Allah’tan başka taptıkları şeyleri de (Bkz;Furkan 19 şeytanları ve o işbirlikçilerini) haşredecek (toplayacak) sonra da onlara şöyle diyecek: “Bu kullarımı, siz mi dalâlete düşürdünüz yoksa onlar mı dalâlet yolunda kaldılar?”
25/FURKÂN-18: Kâlû subhâneke mâ kâne yenbegî lenâ en nettehıze min dûnike min evliyâe ve lâkin metta’tehum ve âbâehum hattâ nesûz zikre, ve kânû kavmen bûra(bûren).
(Bkz; İbrahim süresi 22 Furkan 28,29 Şeytanlar da ) diyecekler ki: “Sen Sübhan’sın (münezzehsin), Senden başka dostlar edinmemiz bize yakışmaz. Fakat Sen, onları ve onların atalarını (geçmişti yaşamış onların ataları olan mutrafileri dünya nimetlerinle) metalandırdın. (Bu sebeple dünyaya daldılar) öyle ki ( yeryüzünde elde ettikleri mal mülk sevgisiyle) Zikr’i/Kuran’ı unuttular ve bu yüzden helâkı hakeden bir kavim oldular.”
25/FURKÂN-19: Fe kad kezzebûkum bimâ tekûlûne fe mâ testetîûne sarfan ve lâ nasrâ(nasran), ve men yazlım minkum nuzıkhu azâben kebîrâ(kebîren).
İşte böylece (şeytanlar ve şeytanlarla yoldaş olan {Bkz; Zümer suresi 23~31} O kibirliler/şehrin varlıklı ileri gelenleri ve onlar adına hükümler uyduran din adamları), şimdi sizi burada yalanladılar. Artık (sizden azabı) uzaklaştırmaya ve (boşuboşuna taptıklarınızdan) yardım almaya burada muktedir olamazsınız. (denecek) Ve o halde şimdi yeryüzündeyken sizden kim (aracıları dost edinerek) zulmederse işte onlara ahirette büyük azap tattırırız.
25/FURKÂN-20: Ve mâ erselnâ kableke minel murselîne illâ innehum le ye’kulûnet taâme ve yemşûne fîl esvâkı ve cealnâ ba’dakum li ba’dın fitneten(fitneten), e tasbirûn(tasbirûne), ve kâne rabbuke basîrâ(basîren).
Ve senden önce (de), gerçekten yemek yiyen ve çarşılarda dolaşan resûllerden başka (farklı ölümsüz bir) resûl göndermedik. Ve “Allah’a sadakat üzerinde sabrediyor musunuz” yoksa fitne ile içinizden olan aracılara yöneliyormusunuz diye sizi birbirinize fitne (imtihan) kıldık. Ve Rabbin, herşeyi en iyi görendir.
25/FURKÂN-21: Ve kâlellezîne lâ yercûne likâenâ lev lâ unzile aleynel melâiketu ev nerâ rabbenâ, lekad istekberû fî enfusihim ve atev utuvven kebîrâ(kebîren).
Ve Bize mülâki olmayı (Ahiret hayatına ve Allah’ın ahiret hayatındaki yargı makamına ulaşmayı) dilemeyenler: {Bkz Zuhruf suresi 31 Elit hakim zümre/Karyenin ileri gelenleri ve onların çıkarları için hükümler uyduran din adamları} “Bize de melekler indirilmesi veya Rabbimizi görmemiz gerekmez miydi?” dediler. Andolsun ki onlar, kendi nefslerinde kibirlendiler ve büyük taşkınlık ederek (Hem Allah’ı insan gibi aciz tahayyül etmekle ve hem de ayaklarına çağırmakla bkz;Araf suresi 143 ) haddi aştılar.
25/FURKÂN-22: Yevme yerevnel melâikete lâ buşrâ yevme izin lil mucrimîne ve yekûlûne hicran mahcûrâ(mahcûren).
O gün (canları alınınca) melekleri zaten görecekler, izin günü mücrimlere müjde yoktur. Ve (melekler onlara): “(Size müjde/cennet müjdesi) yasak edilerek haram kılınmıştır.” diyecekler.
25/FURKÂN-23: Ve kadimnâ ilâ mâ amilû min amelin fe cealnâhu hebâen mensûrâ(mensûran).
Ve çünkü onların yaptığı amellerin önüne geçtik (hakkı reddedip batıla tabi oldukları için Kalplerini mühürledik) Böylece onların (yeryüzü) amellerini o gün savrulmuş bir toz zerresi kadar değersiz kıldık.
25/FURKÂN-24: Ashâbul cenneti yevme izin hayrun mustekarran ve ahsenu makîlâ(makîlen).
İzin günü cennet ehlinin kalacağı yer, en hayırlı ve en güzel dinlenme yeridir.
25/FURKÂN-25: Ve yevme teşakkakus semâu bil gamâmi ve nuzzilel melâiketu tenzîlâ(tenzîlen).
Ve semanın bulutlarla yarıldığı gün, melekler sıra ile indirilir.
25/FURKÂN-26: El mulku yevmeizinil hakku lir rahmân(rahmâni), ve kâne yevmen alel kâfirîne asîrâ(asîran).
Mülk, izin günü Rahmân için haktır (onun yetkisi ve otoritesindedir) ve o gün kâfirler için zor bir gündür.
25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim olanlar ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber yeryüzünde ben de hak yolu ittihaz etseydim.” der.
25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (hidayet dağıtığını iddia eden o aracı kişiyi) dost edinmeseydim.
25/FURKÂN-29: Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur’ân) geldikten sonra (aracılar) beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı engelleyendir. (diyerek pişman olurlar)
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).
Ve resûller şöyle derler: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmimden, bu kimseler Kur’ân’dan ayrıldı (Zikr’i/Kur’ân’ı terketti).”
25/FURKÂN-31: Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven minel mucrimîn(mucrimîne), ve kefâ bi rabbike hâdiyen ve nasîrâ(nasîran).
Ve işte böylece yeryüzünde çıkarılan fitne ile nebîlerin hepsine mücrimlerden (batıla sapan suçlulardan) düşmanlar kıldık. Ve (bu sınavda) senin Rabbin, hidayete erdiren ve yardımcı olarak kâfi idi.
25/FURKÂN-32: Ve kâlellezîne keferû lev lâ nuzzile aleyhil kur’ânu, cumleten vâhideh(vâhideten), kezâlike li nusebbite bihî fuâdeke ve rettelnâhu tertîlâ(tertîlen).
Ve kâfirler: “Kur’ân ona, (Muhammed S.A.V Nebi’ye) bir defada bir defada toplu olarak indirilmesi gerekmez miydi?” dediler. İşte bu, O’nu (Kur’ân’ı) senin ve ümmetinin idrakine tesbit etmemiz (sabitlememiz) içindir. Ve O’nu, bu sebeple kısım kısım tertipleyerek ümmetine beyan ettik.
25/FURKÂN-33: Ve lâ ye’tûneke bi meselin illâ ci’nâke bil hakkı ve ahsene tefsîrâ(tefsîren).
Ve sana hak ile ve en güzel tefsir ile ulaştırdığımızdan (böylelikle kısım kısım merhale ile idraka tespit ettiğimiz her şeyi layıkıyla anladıkları için ümmetinden olanlar) başka bir meseleyi sana getirmediler.
Furkan suresi 32, 33 ayetlerinde vurgulandığı üzere; Kuran insanların hükümleri layıkıyla idrak edip benimseyebilmesi için, 23 yılda fasılalarla ve olaylar üzerinde tatbik edilerek indirilmiştir. Bu yüzden Maide Suresi 101,102. ayetlerinde; İleride açıklanacak ayetlerin sırası gelmeden onlar hakkında şimdiden sorular sormayın çünkü idrak edemeyeceğiniz bir şeyi benimseyemezsiniz. Ve benimseyemeyeceğiniz için kafir olursunuz uyarısı yapılmaktadır. Bu hakikatla; Layık-ı idrak için hüküm ve hikmet sahibi Alim ve Hakim Allah’ın buyurduğu ölçüde; (ilk başlayanlar için) Kuranı İniş sırasına göre okumak ve okutmak farzımızdır”. Her söz ve fiilde nasıl ki doruk bir itina içinde; Aziz Allah’a takva ile itaat etmek gerekiyorsa; Kuran okurken de Tevhid içinde kalıp onun bildirdiği öğütler ile Kuran okumak ve okutmak farzımızdır. Zira kâlp gönül ve idrak gibi Vehbi kabiliyetler, o yetenekleri yalnızca itaatkar muhsin kullarına bağışlayan “Vehhab Allah’ın” elindedir ve “Vehb-i idrak” sadece takvada kalanlara sunulan bir ganimettir. (Not; Kuran’ı daha önce hatim etmiş kardeşlerimizin Vehhab Allah’ın hükmüne itaatkar kalmak adına Zikr’i bir kez daha iniş sırasına göre hatim etmesini tavsiye ederiz) MÂİDE-102: Ey âmenû olanlar! Açıklandığında henüz benimseyemeyeceğiniz şeylerden sormayın. Eğer, Kur’ân (ayetleri) indirilirken o zaman ondan sorarsanız, size açıklanır. Allah, onlardan (bu kuralı bilmeden önce sorduğunuz şeylerden) dolayı sizi affetti. Allah Gafur’dur, Halîm’dir. 5/MÂİDE-102: Sizden önce (yaşamış) bir kavim (bu uyarıya rağmen) onu sormuştu. Sonra (indirilen hükmünü idrak edip benimseyemedikleri için) kâfir oldular.
25/FURKÂN-34: Ellezîne yuhşerûne alâ vucûhihim ilâ cehenneme ulâike şerrun mekânen ve edallu sebîlâ(sebîlen).
Cehenneme yüzleri üstü haşredilenler, işte onlar, gideceği mekânı şerrli olanlar ve sebîlden (Allah’ın bahşedeceği güzellik fayda ve hayırlardan) sapanlardır.
25/FURKÂN-35: Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâ meahû ehâhu hârûne vezîrâ(vezîren).
Ve andolsun ki Musa (A.S)’a Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Ve onunla beraber kardeşi Harun’u, ona vezir (yardımcı) kıldık.
25/FURKÂN-36: Fe kulnazhebâ ilel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, fe demmernâhum tedmîrâ(tedmîren).
Ve sonra “Âyetlerimizi yalanlayan Firavun’un kavmine gidin!” dedik. Sonra ( gösterdiğimiz onca mucizeye rağmen küfür imanında ısrarla direndikleri için) onları helâk ederek, yok ettik.
25/FURKÂN-37: Ve kavme nûhın lemmâ kezzebûr rusule agraknâhum ve cealnâhum lin nâsi âyeh(âyeten), ve a’tednâ liz zâlimîne azâben elîmâ(elîmen).
Ve Nuh (A.S)’ın kavmi, resûlleri tekzip ettiği (yalanladığı) zaman onları (suda) boğduk. Ve onları, insanlara ibret-i âyet kıldık. Ve akibet olarak zalimler için elîm azap hazırladık.
25/FURKÂN-38: Ve âden ve semûdâ ve ashâber ressi ve kurûnen beyne zâlike kesîrâ(kesîren).
Ve Ad ve Semud kavmini ve Ress ashabını (Hz. Şuayb’ın kavmini) ve bunların arasındaki (sürede yaşayan) birçok nesilleri (helâk ettik).
25/FURKÂN-39: Ve kullen darabnâ lehul emsâle ve kullen tebbernâ tetbîrâ(tetbîren).
Ve onların hepsine, uyarmak için (şimdi senin ümmetine verdiğimiz gibi onlara da) önceki helak edilmiş kavimlerden misaller verdik ve ardından inkarcıların hepsini mahvederek, helâk ettik.
25/FURKÂN-40: Ve lekad atev alel karyetilletî umtırat mataras sev’(sev’ı), e fe lem yekûnû yerevnehâ, bel kânû lâ yercûne nuşûrâ(nuşûren).
Ve andolsun ki onlar, felâket yağmuru yağdırılmış olan kasabaya geldiler. Onu görmediler mi? Hayır, onlar (ahirette) yeniden dirilmeyi ümit etmiyorlardı. (Ahireti hayatını inkar ediyorlardı)
25/FURKÂN-41: Ve iza reavke in yettehızûneke illâ huzuvâ(huzuven), e hâzellezî beasallâhu resûlâ(resûlen).
Ve seni gördükleri zaman: “Allah’ın resûl olarak bize gönderdiği bu mu?” (diye seni küçümseyerek), seni ancak alay konusu edinirler.
25/FURKÂN-42: İn kâde le yudıllunâ an âlihetinâ lev lâ en sabernâ aleyhâ, ve sevfe ya’lemûne hîne yerevnel azâbe men edallu sebîlâ(sebîlen).
“Sabretmemiş olsaydık, gerçekten, müminler az kalsın bizi kendi ilâhlarımızdan saptırıyordu.” dediler. Asıl azabı gördükleri zaman kimin yoldan daha çok saptığını (cehennemde) o acı hakikat üzerinde öğrenecekler.
25/FURKÂN-43: E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen).
Hevasını ilâh edinen kişiyi gördün mü? Yoksa sen mi ona vekil olacaksın?
25/FURKÂN-44: Em tahsebu enne ekserehum yesmeûne ev ya’kılûn(ya’kılûne), in hum illâ kel en’âmi bel hum edallu sebîlâ(sebîlen).
Yoksa onların çoğunun, işittiğini veya akıl ettiğini mi sanıyorsun? Onlar sadece hayvanlar gibidir. Hayır, onlar sebîlden (Allah’ın lutfettiği hayırlı yoldan/hidayet yolundan) saptıkça daha çok sapanlardır.
Hem Arap müşrikler hem Ehli kitap anılan Hristiyan ve yahudi müşrikler ahiret alemine inanmazlar bu nedenle Kuran’ın birçok sure ve ayetinde; Yeryüzü yaratılışından örnekler verilerek “Tüm yeryüzünü yoktan yaratmaya muktedir olan Allah, ahireti de yaratmaya muktedir değil mi ? Yasin 81” sorusundaki mantık ile kullar tefekküre davet edilip, ahirete iman için mutlaka yaratılışa bakıp bundan ibret alınması öğütlemiştir. Aşağıda devam eden ayetlerinde de örnekler verilmeye devam edilecek.
25/FURKÂN-45: E lem tere ilâ rabbike keyfe meddez zıll(zılle), ve lev şâe le cealehu sâkinâ(sâkinen), summe cealneş şemse aleyhi delîlâ(delîlen).
Görmedin mi Rabbin gölgeyi nasıl uzattı? Eğer dileseydi elbette onu, sakin (hareketsiz/sabit/devamlı gündüz) kılardı. Sonra da Güneş’i (emrinize musahhar ederek) onu (hem Allah’ın hem Ahiretin) varlığına bir delil kıldı.
25/FURKÂN-46: Summe kabadnâhu ileynâ kabdan yesîrâ(yesîren).
Sonra da onu (insan ömrünü) yavaş yavaş kısaltarak, kendimize çekiyoruz.
25/FURKÂN-47: Ve huvellezî ceale lekumul leyle libâsen ven nevme subâten ve cealen nehâre nuşûrâ(nuşûren).
Ve geceyi, size libas (örtü) yapan ve uykuyu dinlenme zamanız kılan, O’dur. Ve gündüzü (de) yayılma (çalışma) zamanı yaptı.
25/FURKÂN-48: Ve huvellezî erseler riyâha buşren beyne yedey rahmetih(rahmetihî), ve enzelnâ mines semâi mâen tahûrâ(tahûran).
Ve rüzgârı, müjdeleyici olarak kendi rahmetinin önünde gönderen, O’dur. Ve Biz, semadan sizler için tertemiz su indirdik.
25/FURKÂN-49: Li nuhyiye bihî beldeten meyten ve nuskıyehu mimmâ halaknâ en’âmen ve enâsiyye kesîrâ(kesîren).
Bu su, ölü bir beldeyi canlandırmamız ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan çoğunu sulamamız içindi. (Yeryüzünündeki canlılığa sebep olması için suyu muhteva ettik/ yarattık)
Ayetinde ve Furkan süresi 54. ayetinde de vurguladığı üzere Aziz Allah yoktan yarattığı yeryüzünü İnsan dahil her canlılığı sudan yaratmıştır. Ve insanı dünya ve ahiret olmak üzere iki farklı bedende yaratmıştır. Eskimeyen yıpranmayan Ahiret bedenimiz {Bkz; Hicr suresi 28 Rahman suresi 14 Hacc suresi 5-6-7} “hamein mesnun salsalin” muhtevasından yaratılmış olup; Dünya bedenimiz ise zaman içinde merhalelerle sudan muhteva edilmiştir/yaratılmıştır. Aşağıda tezekkür ayetlerinde zikredildiği gibi;
‘İnkâr edenler görmediler mi ki, göklerle yer bitişik idi. Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?” Enbiya suresi 30
‘Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Bazısı karnı üzerinde sürünür, bazısı iki ayakla yürür, bazısı da dört ayakla yürür. Allah dilediğini ilmiyle dilediği gibi yaratır. Allah şüphesiz her şeye kadirdir” Nur suresi 45
“Ve O, sizi (insanı) halden hale aşama aşama merhalelerle yaratmıştır”. Nuh suresi 14
25/FURKÂN-50: Ve lekad sarrafnâhu beynehum li yezzekkerû fe ebâ ekserun nâsi illâ kufûrâ(kufûran).
Ve andolsun ki tezekkür etmeleri için indirdiğimiz suyu ibret için onların aralarında (çeşitli beldeler arasında) paylaştırdık. Fakat insanların çoğu (yoktan su ile halkedilmiş bu yaratı mucizesi karşısında bile Ahiret hayatını) inkâr ederek, direndiler.
25/FURKÂN-51: Ve lev şi’nâ le beasnâ fî kulli karyetin nezîrâ(nezîren).
Eğer dileseydik, ibret almaları için elbette bütün (küçük) kasabalara bile o suyu bir nezir (uyarıcı olarak) gönderirdik.
25/FURKÂN-52: Fe lâ tutııl kâfirîne ve câhidhum bihî cihâden kebîrâ(kebîren).
Artık (Ahiret hayatına ve ahirette Allah tarafından hesaba çekileceklerine iman etmeyen) o kâfirlere itaat etme ve Onlarla Kur’ân ile savaş!
25/FURKÂN-53: Ve huvellezî meracel bahreyni hâzâ azbun furâtun ve hâzâ milhun ucâc(ucâcun), ve ceale beynehumâ, berzehan ve hıcran mahcûrâ(mahcûran).
Ve iki denizi serbest bırakan O’dur; biri lezzetli ve tatlı, diğeri tuzlu ve acı. İkisinin arasına berzah (engel) kıldı. (Böylece onları) engelleyerek (birbirine karışmalarına) mani oldu.
25/FURKÂN-54: Ve huvellezî halaka minel mâi beşeren fe cealehû neseben ve sıhrâ(sıhran), ve kâne rabbuke kadîrâ(kadîren).
Ve (bunu yapmaya muktedir olduğu gibi yeryüzünde) beşeri (ölümlü insanı) sudan yaratan da, O’dur. Sonra ona neseb (ana baba akrabalığı) ve sıhriyyet (evlilikle oluşan akrabalık) kıldı. Ve senin Rabb’in (her şeyi dilediği gibi yaratıp üretmeye, çoğaltmaya gücü yeten) her şeye Kaadir olandır.
25/FURKÂN-55: Ve ya’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeuhum ve lâ yadurruhum, ve kânel kâfiru alâ rabbihî zahîrâ(zahîran).
Ve oysa onlar kendilerine fayda ve zarar vermeyen Allah’tan başka şeylere tapıyorlar. Ve böylelikle kâfirler, Rabb’ine zahir oldular (kimlikleri açığa çıkmış tespit edilmiş oldu/Şirk cezasına müstehâk kılınacak müşrikler böylece amelleri üzerinde Allah tarafından tespit edilmiş oldu)
25/FURKÂN-56: Ve mâ erselnâke illâ mubeşşiren ve nezîrâ(nezîren).
Ve Biz, seni onlara sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
25/FURKÂN-57: Kul mâ es’elukum aleyhi min ecrin illâ men şâe en yettehıze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen).
De ki: “Ben sizden onun için ( bu tebliğ için) dileyen kimsenin, Rabbine ulaştıran bir yol edinmesinden başka bir ecir (karşılık) istemiyorum.”
25/FURKÂN-58: Ve tevekkel alel hayyillezî lâ yemûtu ve sebbih bi hamdih(hamdihî), ve kefâ bihî bi zunûbi ibâdihî habîrâ(habîren).
Ve ölümsüz olup, daima hayy (diri/varlığı gerçek) olana (Allah’a) tevekkül et (güven ve işlerinde O’nu vekil tayin et). Ve O’nu, hamd ile tesbih et. Ve (Aracıların iddialarının aksine) kullarının günahlarından daima onun haberdar oluyor olması kâfidir.
25/FURKÂN-59: Ellezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşir rahmânu fes’el bihî habîrâ(habîren).
Gökleri ve arzı (yeryüzünü) ve ikisi arasındakileri altı günde yaratan O’dur. Sonra Rahmân onları arşa *istiva etti. (Dünyayı ve gökleri yarattıktan sonra onların sevk ve idaresini {50 bin yılda ancak ulaşılabilen bkz: mearic 4 arşına} kendi otoritesine bağımladı) Öyleyse onu, bundan haberdar olana (Cebrail A.S’a) sor.
İstiva etmek; Tüm iş ve oluşların sevk ve idari olarak “Allah’ın otoritesine bağlı yürütülmesi ve tedbir edilmesi” demektir. {Bkz:Furkan suresi 59 Hud suresi 7 Araf suresi 54 Hadid suresi 4 Rad suresi 2 Secde suresi 4,5 Taha suresi 5 Yunus suresi 3}
25/FURKÂN-60: Ve izâ kîle lehumuscudû lir rahmâni kâlû ve mer rahmânu e nescudu li mâ te’murunâ ve zâdehum nufûrâ(nufûren). (SECDE ÂYETİ)
Ve onlara “Rahmân’a secde edin!” dendiği zaman: “Rahmân nedir? Senin bize emrettiğin şeye mi secde edeceğiz?” dediler. Ve (bu emir sadece) onların (mutrafi müşriklerin) nefretlerini artırdı.
25/FURKÂN-61: Tebârekellezî ceale fîs semâi burûcen ve ceale fîhâ sirâcen ve kameren munîrâ(munîren).
Gökte burçlar kılan O (Allah), mübarek’tir. Ve orada o Ay’ı, sadece aydınlatıcı bir kandil kıldı.
25/FURKÂN-62: Ve huvellezî cealel leyle ven nehâre hılfeten li men erâde en yezzekkere ev erâde şukûrâ(şukûren).
Ve (ibret ile) tezekkür etmek veya şükretmek isteyenler için gece ve gündüzü birbirini art arda takip eden bir yaratıda kılan O’dur.
25/FURKÂN-63: Ve ibâdur rahmânillezîne yemşûne alel ardı hevnen ve izâ hâtabehumul câhilûne kâlû selâmâ(selâmen).
Ve Rahmân’ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürür. Ve onlara o cahiller hitap ettiği zaman “selâm” derler.
25/FURKÂN-64: Vellezîne yebîtûne li rabbihim succeden ve kıyâmâ(kıyâmen).
Ve onlar, geceyi Rab’lerine secde ve kıyam ederek geçirirler.
25/FURKÂN-65: Vellezîne yekûlûne rabbenasrif annâ azâbe cehenneme inne azâbehâ kâne garâmâ(garâmen).
Ve onlar: “Rabbimiz cehennem azabını bizden uzaklaştır. Muhakkak ki onun azabı daimî helâk edicidir.” derler.
25/FURKÂN-66: İnnehâ sâet mustekarren ve mukâmâ(mukâmen).
Muhakkak ki o, kötü bir karargâh, kötü bir ikâmet yeridir.
25/FURKÂN-67: Vellezîne izâ enfekû lem yusrifû ve lem yakturû ve kâne beyne zâlike kavâmâ(kavâmen).
Ve onlar, infâk ettikleri zaman israf etmezler ve kısmazlar (cimrilik etmezler). Ve bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.
25/FURKÂN-68: Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara ve lâ yaktulûnen nefselletî harremallâhu illâ bil hakkı ve lâ yeznûn(yeznûne), ve men yef’al zâlike yelka esâmâ(esâmen).
Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar. Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kişiyi haklı olmadıkça (meşru müdafaa/kısas hakkı olmadıkça) öldürmezler ve zina yapmazlar. Ve kim bunları yaparsa günah cezasıyla karşılaşır.
25/FURKÂN-69: Yudâaf lehul azâbu yevmel kıyâmeti ve yahlud fîhî muhânâ(muhânen).
Kıyâmet günü onun azabı kat kat artar. Ve orada alçaltılmış olarak ebediyyen kalır.
25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim tövbe eder mü’min olur ve (Allah razı etmek için) salih amel yaparsa, o taktirde işte onların; Allah seyyiatlerini (itaatsızlıkla işledikleri günahlarını) hasenata (Allah’a itaat etmeleri sebebiyle) sevaba çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları affedip sevaba çeviren sadece Allah’tır/Aracılar değildir), Rahîm’dir (sadece müminlere yardım himaye ve Hidayet edendir
25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim tövbe eder ve salih amel işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a ulaşır. (Böylece Allah’a iman ve teslim olmakla Allah’ın fazlına ve himayesine ve yardımlarına ulaşır).
25/FURKÂN-72: Vellezîne lâ yeşhedûnez zûra ve izâ merrû bil lagvi merrû kirâmâ(kirâmen).
Ve onlar yalancı şahitlik yapmazlar. Ve boş sözle (batıl müşrik vaazlarıyla/emaniyye ile) karşılaştıkları zaman vakarla geçip giderler.
25/FURKÂN-73: Vellezîne izâ zukkirû bi âyâti rabbihim lem yahırrû aleyhâ summen ve umyânen(umyânen).
Ve onlara, Rab’lerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman onlara (âyetlere) karşı kör ve sağır olmazlar. (uyarlar/itaat ederler)
25/FURKÂN-74: Vellezîne yekûlûne rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zurriyyâtinâ kurrete a’yunin vec’alnâ lil muttekîne imâmâ(imâmen).
Ve onlar: “Rabbimiz, eşlerimizden ve zürriyyetimizden bize göz aydınlığı bağışla (Ailemizden olanları cennetine kabul ederek sevindir) ve bizi muttakilere (takva sahiplerine) önder kıl.” derler.
25/FURKÂN-75: Ulâike yuczevnel gurfete bi mâ saberû ve yulekkavne fîhâ tahiyyeten ve selâmâ(selâmen).
İşte onlar, (yeryüzü sınav hayatındaki) sabırlarından dolayı, (cennette) yüksek makamlarla mükâfatlandırılırlar. Ve orada tahiyyet (selâmet dilekleriyle) ve selâmla karşılanırlar.
25/FURKÂN-76: Hâlidîne fîhâ, hasunet mustekarren ve mukâmâ(mukâmen).
Orada ebedî kalıcılardır. Orası ne emin bir karargâh ve ne güzel bir ikâmet yeridir.
25/FURKÂN-77: Kul mâ ya’beu bikum rabbî lev lâ duâukum, fe kad kezzebtum fe sevfe yekûnu lizâmâ(lizâmen).
De ki: “Dualarınız sadece O’na (Allah’a) olmazsa (aracılara yönelirseniz) Rabb’im size değer vermez. Oysa siz yeryüzünde (aracılara vesilelere yönelerek) O’nu yalanlıyorsunuz. Ve bu yüzden azabı size muhakkak kaçınılmaz olacak.”