FÂTIR SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

35/FÂTIR-1: Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fîl halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Hamd; gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlara sahip melekleri, kendisine resûller kılan (gayesinde kendisine hizmet eden kanatlı halidun/ölümsüz melekler yaratıp tüm iş ve oluşları o meleklerle yönetip sevk idare ve tedbir eden)  Allah’a aittir. Yaratmada dilediğini arttırır. (Meleklerin sayılarını işlerin durumuna göre arttırır.) Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir.

Tarih boyunca tüm çok tanrılı inançlarda; Güneş baş tanrı olarak kabul edilmiştir. Yıldızlar ise Ana/Baş tanrı Güneşin, dünyayı yönetmek adına vekili olarak atadığı kızları veya oğulları varsayılmıştır. Göktanrı inançlarında güneş tanrısına tapınma Kuranda {Bkz Enam 75~83 Saffat suresi 88~98, Neml suresi 24~44 } ayetleriyle Hz İbrahim ve Hz Süleyman üzerinden detaylı örneklenir. Ve tarih boyunca İslam haricinde geçmişte varolmuş ulusların tümü tanrının evlatları kabul edilen yıldızların isimlerine totemleştirdikleri putlar üzerinden “göktanrı’lara” tapınıyorlardı. Ve tanrıların isteklerini “put hizmetkarı” anılan put sahibi kahinlerden öğreniyorlardı. Tüm aracılı şirk inançları, {bkz; Zuhruf suresi 23,31} Kuran’da karyenin mutrafileri (kavmin ileri gelenleri zenginleri) olarak zikredilen “Elit hakim zümre ve onların çıkar payandası olan ruhbanların” kurguladığı ve yönettiği bir sömürü düzeni ve aldatmacasıdır. Bu aldatmacada “güneş tanrısının’ ailesinden olduğu varsayılan Şira ve Tarık gibi yıldızlar; Güneş tanrısının insanları gözlemlemekle görevlendirdiği ve durumlarına göre (yeterli vergiyi ödemeleri veya ödememeleri halinde) kimi zaman insanları koruduğu ya da onlara musibetler isabet ettirdiği birer gök tanrısı kabul edilmiştir. Kuran indiği dönemde de Tanrıça şira; Ana Güneş tanrısının ailesinin bir ferdi olarak itibar görürdü ancak, güneş tanrısının (yani aracıların uydurma tanrısının) ana konularda vekili kıldığı (Yahudilerde kıralları/Hristiyanlarda Hz İsa/Araplarda Lat Menat ve Uzza) Tanrı’nın sözde oğlu ve kızları ülke yönetiminde genel yetkilere haiz iken, tanrıça şira  ve tarık gibi yıldızlar bazı özel konular çerçevesinde vekaleti olan tanrıçalar olarak kabul ediliyordu.  Şira tanrıçası, (Latince Sirius) müşrik kavimlerde farklı dillerde farklı isimlerle anılmıştır. Dogonlar’da Sigi, Bambara’larda Sigo, Araplar’da Şira, Yunanlılar’da Serius, Romalılar’da Sirus, Asur-Babil dinlerinde Kak-si-si, Hititler’de Kaksidi ,Zerdüşt inancını benimsemiş olan tüm kavimlerde Tiştria, Bozolar’da Sima Galyalılar’da Sirona olarak adlandırılmıştır ve her ulusta, üzerine farklı fitne hikayeleri anlatıp methiyeler düzülmüştür. Sözde hidayete ulaştıran kısmetleri açan kabir azabını önleyen vb yetkileri olan bir vekil tanrı olarak gösterilmiştir. Ve asırlar boyu tüm müşrik kavimler, aracıların farklı şekilde tasvir edip yonttukları güneş ay yıldızlar gibi göktanrı putları üzerinden hükümler koyarak halkı aldatıp sömürmüşlerdir.  
Kuran’da bu önemli husus muhtelif ayetleriyle defaatla zikredilirken {bkz; Yunus suresi 5} tapındıkları Güneşin insanlar için bir Ziya  (ışık ve aydınlık)  ve Allah’a evlat nisbet ederek dolaylı yöneldikleri ay ve yıldızların sadece ışık veren cisimler olduğu defaatla vurgulanmıştır. Örneğin Fussilet suresi 37 SECDE ayetinde bu husus şöyle vurgulanmaktadır;   
Gece ve gündüz, güneş ve ay Allah’ın yaratılış âlametlerindendir. Eğer Allah´a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da artık secde etmeyin. Onları Size ışık ve ısı olması için yaratan Allah´a secde edin!” Fussilet suresi 37
Fâtır suresi 13,14 ayetlerinde, dönem müşriklerine, güneş ve ayın yörüngelerinde dönen gök cisimleri olduğu vurgulanmakta ve akabinde bu hususta tekrar tekrar ikazlar yapılmaktadır. Müşriklerin, vekil kıldıkları ilahlar/ilahların putları muhtelif toplumlarda isim olarak değişse de daima değişik konular üzerinde vekil gördükleri “yıldız tanrılara/ilahlara” ibadet etmişlerdir. (Aşk tanrısı Bereket tanrısı vb gibi). 
Yahudi ve hristiyan müşrikler, kendi krallarını tanrının oğlu kabul edip, baş tanrı’nın yeryüzünü evlat vekaletiyle yönettiğine inanırlarken; Arap müşrikler de, tüm çok tanrılı (göktanrı) inançlarında olduğu gibi, tanrının yeryüzünü, evlatları ile yönettiğine inanıyordu ve Lat Uzza ve Menat olarak isimlendirdileri ve Allah’ın kızları olarak varsaydıkları, yıldız ilahların hidayeti ve şefaatini umarak Allaha dolaylı yöneliyorlardı. Dolayısıyla put sahipleri tanrılarının/ilahlarının insanlardan istediği vergileri harçları miktarıyla halka iletiyordu. Put hizmetkarı aracılar Allah’ın yetki verdiği kızlarıyla cinler vasıtasıyla  saffat 6~11 ve Hicr 17,18 ayetlerinde bu yalanları reddedildiği halde haberleştiklerini aktarıyordu. Yani halk putlar üzerinden aracılar vasıtasıyla elit hakim zümre tarafından sömürülüyordu. {Bkz Mâide suresi 18 Necm 23 Nahl 55-60 Necm 23 Muminun 91}   
Müşriklerin, vekil kıldıkları ilahlar/ onlara sembol edilen ve önlerinde eğildikleri putlar, muhtelif toplumlarda isim olarak değişse de daima vekil saydıkları “yıldız tanrılara” ibadet etmişlerdir.  Hicr 16 ve Saffat 6 ayetlerinde, “semayı yıldızlarla bir ziynet olarak  süsledik” vurgusu yıldızların kutsal değil ancak ve sadece birer yıldız olduğunu vurgulamak içindir.  
Müşrik ruhbanlar, insanları sömürme gayelerinde,Allah ile cinler arasında akrabalıklar isnad edip {bkz: saffat 158 ve Enam 100} “cinler ve şeytanlar bizim hizmetimizde göğe yükselip bize Allah’tan vahiy getiriyor” iddialarında bulunarak Hz Muhammed (S.A.V) Nebi’nin risaletini red ediyorlardı ve Hicr 6 Kalem 51 ve Duhan 14 ayetlerinde de vurgulandığı üzere İslam dininin önünü kesmek için ona deli mecnun ifitiraları atıyorlardı. Müşrik inançlarında ahiret hayatı yoktur ve onlara göre dünya tepsi gibi düz bir yerdir. Tanrıları ise bu aldatmacada; tepsi dünyanın tepesinde, hemen bulutların üzerindeki bir yerde bulunan evinde ikamet ettiği varsayılmaktaydı. Bu yüzden tarihte muhtelif müşrik inançlarında tanrıya ulaşmak için (tanrının buyruklarını iletiyoruz bahanesiyle insanları sömürmek adına) Babil kulesi gibi yüksek kuleler inşa edilmiştir. Ya da, halk için ulaşımı zor olan bir dağın üzerinde, ilahlara/tanrılara konut inşaa edilmiş ve halk o konuttan aracılar vasıtasıyla iletilen komutlarla sömürülüp kullanılmıştır (Tanrı’nın konutunun inşası için Bkz; Tevrat/Mısır’dan çıkış bölüm 25~29 Tahrif edilmiş ve günümüzde de mevcut olan Tevrat’a göre tanrının konutu siyon dağında inşa edilmiştir. Siyonizm tanımı da kaynağını siyonda ikamet eden üzerinden sömürü hükümleri uydurulmuş olan siyon tanrısı yahve’den/Yehova’dan alır.)  
Hicr suresinde şeytanların ve cinlerin göğe yükselip Allah ile kullar arasında aracılık görevini yerine getiremeyecekleri vurgulanmakla birlikte ilk yaratılışta tüm meleklerin, İnsan önünde secde ederek eğilmesine rağmen, ateşten bir halk olan şeytan ve cinlerin insan önünde asla eğilmediğini ve bu yüzden yeryüzünde de insana aracılık yapan bir hizmetli konumunda olmayacakları vurgulanarak ilk yaratılış kıssasıyla aktarılır. Hicr suresi devam eden ayetlerinde Allah’ın Resullerini ve hak dinini inkar eden müşrik kavimlere, cinler veya şeytanlar yerine Allah’ın gönderdiği görevli meleklerin aslında hangi vesileyle geldiğini ve geldiklerinde kavimlere nasıl felaketler yaşattıklarını, sureye ismini veren Hicr kavmi ve Lut kavimleri ve Hz İbrahim’den örneklerle açıklanır. Kulların üzerindeki tüm yetki ve otoritenin özellikle aracısız bir halde Allah’ın {bkz:mearic 4 Arş’ı Â’la katından/melek hızıyla bir günü 50 bin yıl olan bir sürede ancak ulaşılabilen arşından} komuta edildiği bildirilmiş ve Şeytanların ya da cinlerin, “Arş’ı Alâ zikredilen Allah’ın arşına” ulaşmalarının hem zaman hem güvenlik tedbirleri açısından asla mümkün olmadığı bildirilmiştir. {bkz; Furkan suresi 59 Hud suresi 7 Araf suresi 54 Hadid suresi 4 Rad suresi 2 Secde suresi 4,5 Taha suresi 5 Yunus suresi 3}
Yeryüzündeki tüm İş ve oluşların yönetimi açısından Allah’ın buyruklarının, daha alt bir katta {bkz:Hakka suresi 17 Melei A’la arşında} komuta kademesinde görevli olan ve yaratılmış tüm kanatlı melekleri de yönlendiren 8 sorumlu {bkz; Fatır suresi 1} melek tarafından idare ve tedbir edildiği ve “Sad 8, Secde suresi 5 ve Saffat 8 de” zikredilen ara kat anılan “Melei A’la arşına” ateşten yaratılmış şeytanların ya da cinlerin irtibatlanmasının {bkz: Secde suresi 5} en az 1000 yıllık bir süreç içinde mümkün olacağı için ve bu yüzden şefaat veya hidayet  haberi taşıyan cin tekrar geriye döndüğünde haberi getirdiği aracı kişi zaten 2 bin yıl öncesinden çoktan vefat etmiş olacağı için bu müşrik aldatmacasının zaman açısından asla mümkün olamayacağı vurgulanmıştır. Saffat suresi 6~11 ve Hicr suresi 18 ayetlerinde Melei A’la arşının cinlere  “takip eden yakıcı bir ateşle” tedbiren kapalı olduğu, vurgulanmakla birlikte, Aziz Allah’ın diğer koruyucu meleklerine nazaran, şeytan ve cinlerin de insan gibi aciz kullar oldukları ve Allah’ı hiçbir şekilde dinlemelerinin mümkün olamayacağı ve saffat 158. ayetinde İzin günü/din günü cinlerin de aynı insanlar gibi Meryem suresi 68. ayetinde tarif edildiği şekilde “cehennemde dizüstü mecburi secdeye çökertilmiş halde” sorgulanmak üzere hazır tutulacakları belirtilmiştir.
Fâtır süresi açılış ayetlerinde Aziz Allah’a hizmet eden görevlilerin, aracıların uydurduğu gibi, Allah’ın kızları ya da oğulları ya da cinler olmadığı gibi, bilakis Aziz ve Hakim Allah’ın tüm iş ve oluşları, yarattığı kanatlı ölümsüz melekleri vasıtasıyla sevk, idare ve tedbir ettiği açıklanmaktadır.

35/FÂTIR-2: Mâ yeftehillâhu lin nâsi min rahmetin fe lâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik fe lâ mursile lehu min ba’dih(ba’dihî), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Allah, rahmetinden insanlar için hangi rızkı açarsa, o taktirde onu tutacak (başka hiçkimse) yoktur. (Allah’ın oğlu/kızı ya da vekili nitelediğiniz kimseler rızıklar üzerinde Allah’ın hiçbir emrini bozamaz erteleyemez değiştiremez.). Ve O kullar için neyi kısarsa veya engellerse, artık O’ndan sonra onu değiştirecek (aracı bir vekil) yoktur. Ve O; Azîz’dir (yegane üstün ve hükümeden en yüce olandır), Hakîm’dir (ilahi ilmi ve hikmetiyle yegane hüküm koyucudur).

35/FÂTIR-3: Yâ eyyuhen nâsuzkurû ni’metallâhi aleykum, hel min hâlikın gayrullâhi yerzukukum mines semâi vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tû’fekûn(tû’fekûne).
Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki ni’metini *zikredin. Sizi göklerden ve yerden nimetleriyle rızıklandıran, Allah’tan başka bir Halîk (yaratıcı) var mı? O’ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse (hiçbir şey yaratmamışları vekiller edinerek) nasıl îmândan döndürülüyorsunuz? {Zikr ve tezekkür kavramı için Bkz; Fâtır suresi 37}

35/FÂTIR-4: Ve in yukezzibûke fe kad kuzzibet rusulun min kablik(kablike), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).
Ve eğer seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), senden önceki resûller (de) böyle yalanlanmıştı. Emirler (iş oluş sevk idare ve tedbirler) muhakkak (bkz; Fâtır 1 ölümsüz/halidûn kanatlı melekleri vasıtasıyla sadece), Allah’a iletilir.

35/FÂTIR-5: Yâ eyyuhen nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrennekum billâhil garûr(garûru).
Ey insanlar! Muhakkak ki Allah’ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. O Aldatıcı garûr (şeytanın dostları o mutrafi) aracılar da sizi Allah ile aldatmasınlar.

Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin veya şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Sebe suresi 37, Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır.  Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi  78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah, Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Muminun suresi 21~25. ayetleri arasında da mutrafilerin Hz Nuh (A.S) dönemi İslam’a karşı muhalefeti zikredildiği gibi, Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde Nuh A.S ve İslam’a muhalefetleri ayrıntılanmıştır. Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinde halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini uydurulmuş tanrıların otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45 ve Muminun suresi 64 ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında ağır cezalara mahkum tutulacağı açıklanmaktadır.

35/FÂTIR-6: İnneş şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ(aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbis seîr(seîri).
Muhakkak ki şeytan, sizin düşmanınızdır. Öyleyse onu düşman edinin. O, kendi hizbini (taraftarlarını/müşrik mutrafi aracıları) sadece alevli ateş (cehennem) ehlinden olmaları için çağırır.

35/FÂTIR-7: Ellezîne keferû lehum azâbun şedîd(şedîdun), vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve ecrun kebîr(kebîrun).
İşte, o kafir olanlar; onlar için şiddetli azap vardır. Ve âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar) ve (Allah’ı razı etmek için) salih amel yapanlar; onlar için mağfiret ve büyük mükâfat vardır.

35/FÂTIR-8: E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe reâhu hasenâ(hasenen), fe innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserât(haserâtin), innallâhe alîmun bimâ yesneûn(yesneûne).
Fakat kötü ameli, kendisine (aracıların yalanlarıyla) süslenen böylece dalalet içindeyken bile onu güzel gören kişi mi hidayettedir? Muhakkak ki Allah, dilediği kişiyi dalâlette bırakır ve dilediği kişiyi hidayete erdirir. Artık onlar için nefsin, hasret duymasın (sana tabi olmayacaklar diye hüzünlenmeyesin). Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.

35/FÂTIR-9: Vallâhullezî, erseler rîyâha fe tusîru sehâben fe suknâhu ilâ beledin meyyitin fe ahyeynâ bihil arda ba’de mevtihâ, kezâliken nuşûr(nuşûru).
Ve o Allah ki, rüzgârı gönderip ardından bulutları hareket ettirip. Sonra da onu ölü bir beldeye sevk ederek arzı, ölü halindeyken (yeryüzünü) nasıl suyla dirilttiyse; Nuşur da (inanmadıkları ahiret hayatındaki yaratılış da), işte bu örnekteki gibidir.

35/FÂTIR-10: Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ(cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuh(yerfeuhu), vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîd(şedîdun), ve mekru ulâike huve yebûr(yebûru).
Kim izzet istediyse, işte izzet tamamen Allah’a aittir. Doğru kelimeler, ancak ve sadece vasıtasız (aracısız) O’na (Allah’a) erişir. Ve Onları,(cennete girecek kişileri) ancak yeryüzündeki salih amelleri yükseltir. Onlar (aracılık fitnesiyle/ emaniyye ile kullara) tuzak kuranlar için şiddetli azap vardır. Ve onların (mutrafilerin) tuzakları hep boşa gider.

35/FÂTIR-11: Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum ezvâcâ(ezvâcen), ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmih(ilmihî), ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâb(kitâbin), inne zâlike alâllâhi yesîr(yesîrun).
Ve Allah sizi ilk önce ahirette (Bkz; Hicr suresi 28 Rahman suresi 14 Hacc suresi 5-6-7 yaşlanmayan, yıpranmayan ahiret bedeniniz ile “hamein mesnun salsalin” zikredilen sert bir) topraktan yarattı. Sonra da (sınamak için gönderdiği yeryüzünde) insanı çift kılarak bir nutfeden yarattı. O’nun ilmi olmaksızın (yeryüzünde) hiçbir kadın yüklenemez (hamile kalamaz) ve doğum yapamaz. Ömür verilen bir kimsenin ömrü (Allah’ın kitabında yazılmış) olanın dışında (aracılar tarafından) uzatılmaz veya onun ömründen eksiltilmez. Muhakkak ki tüm bunlar, (kanatlı melekleri ile her şeyi idare ve tedbir eden) Allah için çok kolaydır.

35/FÂTIR-12: Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâc(ucâcun), ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terel fulke fîhi mevâhire li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve iki deniz müsavi (eşit) olamaz. Kimisi lezzetli, tatlıdır. Susuzluğu gideren, içimi kolay olandır. Ve kimisi tuzludur, acıdır. Ve siz onun yarattığı denizlerden taze balıklar yersiniz. Ve onun yarattığı denizlerden takacağınız (inci mercan vs) süs eşyalarını çıkarırsınız. Ve bu faydaları elde etmek için denizi yaran gemileriniz içinde bir seferdeyken, tehlike anında lütfundan yardım isteyeceğiniz O Allah’a, umulur ki (aracıların düzmece ilahlarını hemen terkedip) şimdiden şükredersiniz.

35/FÂTIR-13: Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sehhareş şemse vel kamere kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr(kıtmîrin).
(Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı (belli bir ölçüyle yörüngelerini düzenleyerek) kendi emrine almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar yörüngelerinde dönerler. O halde (Bkz; Fussilet suresi 37 Artık güneşe de aya da secde etmeyin. Onları size ışık ve ısı olması için yaratan Allah’a secde edin) tüm bunları ilahi ilmi ve hikmetiyle idare ve tedbir eden Allah, sizin gerçek Rabbinizdir ve Mülk (dünya ve ahiret mülkü ), sadece O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarını yaratmaya) bile malik değildir.

35/FÂTIR-14: İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mestecâbû lekum, ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr(habîrin).
Eğer onlara (o gök tanrılara) dua ederseniz sizi, dualarınızı işitmezler. Şâyet işitmiş oldukları (aracılar tarafından) söyleniyor olsa da size icabet etmezler. (Çünkü uydurma ve sahtedirler) Kıyâmet günü o aracılar sizi şirke teşvik ettiklerini inkâr edecekler. Ve yeryüzündeyken, sizleri hidayete ulaştıran bu çok kıymetli öğütlerin bir mislini verecek hiçkimse bulunmaz.

35/FÂTIR-15: Yâ eyyuhen nâsu entumul fukarâu ilâllâhi, vallâhu huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).
Ey insanlar! Sizler, sadece Allah’a muhtaç fakirlersiniz. Ve Allah ki, O; Gani’dir (Kendi yarattığı mülkünden hiçbir talebi olmadığı gibi hidayetiniz için sizden ücret istemez ve tüm mülkün asıl sahibi olan O Malik-el Mülk Allah size dünya mülkünden kendi nimetlerini bağışlar o tüm mülkün asıl sahibidir ve bu yüzden.), Hamîd’dir (övgü ve takdirlerin asıl sahibidir).

35/FÂTIR-16: İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd(cedîdin).
(Malik-el Mülk Allah) Eğer dilerse sizi (yarattığı ve sahibi olduğu kendi mülkü) dünyadan (helak ederek) gönderir ve (sizin yerinize sınanmak üzere) yeni bir halk getirir.

35/FÂTIR-17: Ve mâ zâlike alâllâhi bi azîz(azîzin).
Ve bu, Allah için azîz (olağanüstü ve zor bir şey) değildir.

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve (ahirette işlediği günah yüzünden sürgüne gönderilmiş olan ve bu yüzden de yeryüzünde hala boynunda) günah yükü taşıyan bir kimse başka birisinin günahını yüklenemez. Eğer ağır günah yüklü kimse, günahlarını yüklemek için (o aracıları) çağırsa bile, ve o kişi en yakını olsa dahi, kişi (ahirette) kendi amelleri üzerinde Allah tarafından yargılanır. Sen ancak ve sadece Rabbine huşû duyanları ve İslam ibadetlerini ikame edenleri uyarırsın. Ve kim iman edip Zikr/Kur’an ile tezkiye olursa, o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (din hesap günü ahirette yargılanmak üzere) Hakim Allah’adır.

Hristiyan Arap ve yahudi müşrik ruhbanlar Kendilerine iman etmekle insanların bütün günahlarını üstlenip onları yeryüzündeki tüm bela ve musibetlerden kurtaracağını söyleyerek insanları böyle bir fitne ile kandırdılar/hala kandırıyorlar, oysa ki islamda beşer “Resul dahi olsa” bir başkasının günahını yüklenemez ve şefaat edemez ve İslam dininde her insan kendi yaptıklarıyla Allah’a karşı sorumlu tutulur. Bkz: Nahl suresi 25 Necm suresi 38 Fatır suresi 18 Bakara suresi 81,181, Nisa suresi 111,112 Enam suresi 120, İsra suresi 15,17 Taha suresi 100

35/FÂTIR-19: Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîr(basîru).
Ve âmâ olanla basiret sahibi olan (idrak eden/gören ile basireti kapalı/görmeyen) müsavi (eşit) olmaz.

35/FÂTIR-20: Ve lez zulumâtu ve len nûr(nûru).
Ve zulmet (karanlık) ve nur (aydınlık) da (eşit olmaz).

35/FÂTIR-21: Ve lez zıllu ve lel harûr(harûru).
Ve gölge ve sıcaklık da (eşit olmaz).

35/FÂTIR-22: Ve mâ yestevîl ahyâu ve lel emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).
Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler de eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde olanlara (sınav ömrü sona ermiş ve şimdilik kabirlerinde yargılanmayı bekleyen o kimselere) işittirici değilsin.

35/FÂTIR-23: İn ente illâ nezîr(nezîrun).
Sen (yeryüzünde) sadece bir nezirsin (Aziz Allah’ın Ahiret azabına karşı uyarıcısın).

35/FÂTIR-24: İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîrâ(nezîren), ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr(nezîrun).
Muhakkak ki Biz seni, hak ile (mutlak gerçek sırat-ı mustakim yolu ve cenneti) müjdeleyici ve nezir (cehennem azabına karşı uyarıcı) olarak gönderdik. Geçmişte yaşamış/sınanmış olduğu halde kendilerine nezir gönderilmemiş hiçbir ümmet yoktur.

35/FÂTIR-25: Ve in yukezzibûke fe kad kezzebellezîne min kablihim, câethum rusuluhum bil beyyinâti ve biz zuburi ve bil kitâbil munîr(munîri).
Ve eğer (müşrikler) seni tekzip ediyorlarsa (yalanlıyorlarsa), o taktirde (bil ki) onlardan öncekiler de (resûllerini) böyle yalanlamışlardı. Onların resûlleri, onlara Allah’ın beyyineleriyle (Bkz; Fâtır suresi 40 Allah’ın kullarına indirdiği beyanlarıyla/Zikr ile geldiler) ve zuburi (mektubat/sayfalar) ve nurlandırıcı kitaplar getirdiler. (Şimdi seni tekzip ettikleri gibi o mürselinleri de inkar ettiler)

35/FÂTIR-26: Summe ehaztullezîne keferû fe keyfe kâne nekîr(nekîri).
Sonra o inkâr edenleri yakaladık. Ve bak (tek hüküm koyucu Allah’ı ve İslam’ı) inkâr etmenin akibeti nasıl oldu? ( Bkz; Fâtır suresi 42,43,44 Helak edildiler ve cehenneme mahkum oldular)

35/FÂTIR-27: E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen, fe ahrecnâ bihî semerâtin muhtelifen elvânuhâ, ve minel cibâli cudedun bîdun ve humrun muhtelifun elvânuhâ ve garâbîbu sûd(sûdun).
Allah’ın suyu, semadan indirdiğini görmedin mi? Böylece o suyla yeryüzünde çeşitli renklerde ürünler çıkardık. Ve dağlarda beyaz, kırmızı, kara muhtelif renklerde kılınmış yollar var.

35/FÂTIR-28: Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik(kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr(gafûrun).
Ve insanlardan, davarlardan, yürüyen hayvanlardan da çeşitli renkte olanlar var. (Nasıl ki türlü çeşitli renkler var ise) kullarının içinden de ancak ulema/ilmi/Kur’an’ı idrak edenler Allah’a karşı huşû duyar. Muhakkak ki Allah; Azîz’dir. Gafûr’dur.

35/FÂTIR-29: İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten yercûne ticâreten len tebûr(tebûre).
Muhakkak ki Allah’ın Kitabı’nı/ilmi/Zikr’i/Kuran’ı okuyanlar okuduktan sonra (ibadetlerini Allah’ın indirdiği ölçüye göre) ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık infâk edenler, (tüm bu hususlara riayet ettikleri için) Allah’tan asla kesilmeyecek bir ticaret ümit ederler. (Allah’ın fazlı, yardımı, himaye ve hidayetini ümit ederler)

35/FÂTIR-30: Li yuveffîyehum ucûrehum ve yezîdehum min fadlih(fadlihi), innehu gafûrun şekûr(şekûrun).
Onların ecirleri de (mükâfatları da) onlara mutlaka vefa edilir (ödenir). Ve (Allah), onlara fazlından durmadan artırır. Muhakkak ki O; Gafûr’dur (boyunlarında taşıdıkları ilk günah yüklerini dahi ahiret hayatına geri dönüşte mağfiret edecek olan yegane kudrettir), Şekûr’dur (yegane şükredilendir).

35/FÂTIR-31: Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel hakku musaddikan limâ beyne yedeyh(yedeyhi), innallâhe bi ibâdihî le habîrun basîr(basîrun).
Ve sana kitaptan vahyettiğimiz, onlara önceden gönderilmiş kitapları da tasdik eden bir  hak kitaptır. Muhakkak ki Allah, (geçmişte de) kullarının yaptıklarından  mutlaka haberdar olandır, görendir.

35/FÂTIR-32: Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ibâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsih(nefsihî), ve minhum muktesid(muktesidun), ve minhum sâbikun bil hayrâti bi iznillâh(iznillâhi), zâlike huvel fadlul kebîr(kebîru).
Geçmişte; kullarımızdan seçtiklerimizi kitaba/Zikr’e {bkz; Fâtır suresi 37} varis kıldık. Böylece onlardan (kitabı gönderdiğimiz toplumların içinden Allah’ın hükümlerini terkeden nefsine zulmedici bir kısmı o muktesitlerden oldular. (Mal mülk biriktirip kibirlenen ve Allah’ın emri olduğu halde infak etmeyen cimri ve elleri sıkı o mutrafilerden oldular) Onlardan bir diğer kısmı da (Allah’a ve hükümlerine iman ve teslim olan muttakiler) Allah’ın izniyle hayırlarda yarışanlar oldular. İşte o ki o, en büyük fazldır!

35/FÂTIR-33: Cennâtu adnin yedhulûnehâ yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve lu’luâ(lu’luen), ve libâsuhum fîhâ harîr(harîrun).
(Onlar), adn cennetlerine girerler. Orada altından bilezikler ve inciler takarlar. Ve orada onların elbiseleri daima ipektir.

35/FÂTIR-34: Ve kâlûl hamdu lillâhillezî ezhebe annel hazen(hazene), inne rabbenâ le gafûrun şekûr(şekûrun).
Ve cennette “bizden hüznü gideren Allah’a hamdolsun, muhakkak ki Rabbimiz, gerçekten Gafûr’dur (mağfiret eden), Şekûr’dur (şükredilendir).” dediler.

35/FÂTIR-35: Ellezî ehallenâ dârel mukâmeti min fadlih(fadlihî), lâ yemessunâ fîhâ nasabun ve lâ yemessunâ fîhâ lugûb(lugûbun).
Ki O, bizi fazlından kalınacak (ikâmet edilecek cennet mekan) bir yurda yerleştirdi. Burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve bize burada (açlık ve meşakkatten dolayı) bir bıkkınlık ve usanç dokunmaz. Dediler.

35/FÂTIR-36: Vellezîne keferû lehum nâru cehennem(cehenneme), lâ yukdâ aleyhim fe yemûtû ve lâ yuhaffefu anhum min azâbihâ, kezâlike neczî kulle kefûr(kefûrin).
Ve inkâr edenler ki, Onlar için cehennem ateşi vardır. Onlar için orada (azaptan kurtulmak için) ölüp yok olmalarına asla müsaade edilmez. Ve cehennem azabı, onlardan asla hafifletilmez. İşte Biz, bütün inkâr edenleri böyle cezalandırırız.

35/FÂTIR-37: Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’mel sâlihan gayrellezî kunnâ na’mel(na’melu), e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr(nezîru), fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr(nasîrin).
Ve onlar, orada (şöyle) feryat ederler: “Rabbimiz bizi (buradan) çıkar, yapmış olduklarımızın tersine şimdi salih ameller yapalım. derler. Onlara ” Size orada (dünyada), tezekkür etmek isteyen kimsenin, tezekkür etmesine yetecek kadar bir ömür süresi vermedik mi? Size nezir gelmedi mi? O halde şimdi azabı tadın. denir. Artık zalimler için orada bir yardımcı yoktur.

Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına hükümler koyan Alim ve Hakim Allah, her dönem içinde, Resul’leri vasıtasıyla sınav hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Ve her dönem gönderdiği hükümler {bkz; Beyyine suresi 3} aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikir tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in { bkz: Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Diğer gönderilen kitaplar geçmişte aracılar tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah  SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani  “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran tek ve yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır. Tezekkür; Allah’ın eksiksiz kitabı olan Zikr/Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgiler ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakaların “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla ; Aziz Allah’ın kullarından isteklerini, menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54}  parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi. Ulul’elbab; Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ayrıca; Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için bkz; Rad suresi 19~25.
Fatır 37. Ayetinde inkarcı Müşriklere; Zikr/Kuran hükümleri geldiği halde ve tezekkür edecek ömür süreniz olduğu halde ve size nezir (uyarıcı) olarak Resul gönderildiği halde sizler Zikr’i tezekkür etmediniz ve böylece atalarınızdan devraldığınız göktanrı şirk sömürü düzenine/batıla saplandığınız için azaba mahkum tutuluyorsunuz! Vurgusu yapılmaktadır..

35/FÂTIR-38: İnnallâhe âlimu gaybis semâvâti vel ard(ardı), innehu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Muhakkak ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Muhakkak ki O, sinelerde olanı en iyi bilendir.

35/FÂTIR-39: Huvellezî cealekum halâife fîl ard(ardı), fe men kefere fe aleyhi kufruh(kufruhu), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ(makten), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum illâ hasârâ(hasâren).
Sizi yeryüzünde halifeler kılan O’dur. Artık kim inkâr ederse, o zaman onun küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlere küfürleri, Rab’lerinin huzurunda, gazaptan başka bir şey artırmaz ve kâfirlere küfürleri, kendilerine gelecek hasardan başka bir şey artırmaz.

Halife = Kelime anlamı olarak, “ardıl” demektir. (Lisan’ul-Arab). İsm-i fâil olarak halife (الخالف), birinin yerine geçen veya arkadan gelen anlamlarına gelir. İsm-i mef’ûl (المخلوف) olarak da halife: yerine başkasını bırakan, arkasında birini bırakan kimse demektir. Kuran açıklamasına göre Halife; Bir nesil diğerinin halefi olacak şekilde, yani biri diğerinin yerine geçip, yeryüzünde birbiri ardınca, Allah’ın hükümleri üzerinde sınanıp, Allah’ın hükümlerini sürdüren “birbirlerinin halefleri kılınmış kullar” manasında kullanılmıştır. 
Günümüzde kullanılan “Halife” kavramı; Bir ülkenin başındaki kralın soyundan gelen evlatlardan birisinin tahta geçmesi ve yönetimi ele alması anlamını taşır. 
Bu önemle; günümüze kadar anlam değiştirerek gelmiş ve günümüz zihinlerinde karışıklık yaratan bu önemli kavram; Kuran’da ; “birbirinin ardınca gönderilen diğer nesil ya da ardınca İslam’a halef olmuş Resuller” manasında kullanılır. Sâd suresi 26. ayetinde Hz Davud (A.S) için; Hz Musa ve Hz Harun (A.S) ardınca (İslam dininin) halefi olarak; Yeryüzünde İslam dininin tebliği görevini sürdüren Allah’ın Resûlü kılındığı ilan ve ifade edilmektedir. Ayrıca Resuller tebliğ görevlerini sürdürürlerken, İslam’ı kabul etmiş olan kavimlerin başında, (helak edilen kavimlerin haricinde) dönemsel  Ulü’l-emr yetkileriyle görevler de almışlardır. İslam devlet yönetiminin başındaki kişiler, Kuran’da, “yönetici/Ulü’l-emr” olarak zikredilir. Kuran’a göre her insan bir diğerinin halefi manasında halifedir. Ya da her Resul bir diğerinin halefi manasında halifedir. Resullerde halife tayini, Allah tarafından takdir görürken; Kullar arasında Allah’ın hükümleriyle hükmedecek olan, ulül-emr tayini, müminlerin seçimleriyle gerçekleşir. Her insan zaten halife olduğu için ; eğer aralarından bir kişi İslam devletini yönetmek için Ulü’l-emr olarak seçilirse, o kişi de yönetici sorumluluğunda Allah’ın hükümlerini sürdürüp, “Allah’ın hükümleriyle yönetme sorumluluğu” üzerinde Allah’a hesap verecek olan bir kuldur. Ve müminler İslam’i yaşantının en iyi şekilde ifa edilebilmesi için {Bkz: Nisa suresi 59} ulü’l-emr’e itaat etmek zorundadır. Ancak; Eğer Halifelerin arasından seçilmiş olan kişi, bir ulü’l-emr olsa dahi, o kişi, Allah’ın hükümlerin dışına çıktığı an fasık (dinden çıkmış kafir) damgası yer ve yöneticilik yetkileri düşer. İslam hayatında asıl olan; İster yöneten ister yönetilen olsun, her halife {bkz; Maide suresi 44} Allah’ın indirdiği ile hükmedip Allah’ın indirdiği ile amel etmek sorumluluğundadır. Allah’ın nezdinde hiçbir cinsiyetin, hiçbir kulun ve hiçbir makamın diğerine üstünlüğü yoktur. {bkz Nahl suresi 60} Âla olma (üstün olma) durumu yalnızca Allah’a ait bir haktır. Ve {Bkz: Hucurat suresi 13} halifeler arasında Üstünlük Allah’a ve hükümlerine karşı doruk itina etmek demek olan “takva” iledir. Ancak birbirlerinin halefi olarak {bkz; Cinn suresi 27,28} Allah’a “bihakkın takva” ile tebliğ görevlerini ifa etmiş olan Resullerin {Bkz Bakara suresi 136, 285} birbirlerine karşı üstünlükleri yoktur. {Halife tezekkürü için detaylı bkz; Fatr suresi 39 Neml suresi 62 Yunus suresi 14, 73 Enam suresi 165, Bakara suresi 30}

35/FÂTIR-40: Kul ereeytum şurekâekumullezîne ted’ûne min dûnillâh(dûnillâhi), erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvât(semâvâti), em âteynâhum kitâben fe hum alâ beyyinetin minh(minhu), bel in yaıduz zâlimûne ba’duhum ba’dan illâ gurûrâ(gurûran).
De ki: “Allah’tan başka taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin! Yerden ne halkettiler (yeryüzünde ne yarattılar). Veya onların göklerde ortakları mı var? Yoksa onlara (Allah’ın katından) bir kitap verdik de onlar, o kitaptan bir beyyine (Allah’ın kullarına bildirdiği beyanları) üzerinde mi oldular? Hayır, o zalimler birbirlerine sadece aldatıcı şeyler vaadederler.”

Beyyine; Allah’ın kullarına hüküm ettiği beyanları demektir. Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına hükümler koyan Alim ve Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla, sınav hükümlerini ihtiva eden beyyinelerini/ yani hesaba çekilecekleri sınav hükümlerini beyan etmiştir. Her dönem {Bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği beyyineleri/hükümleri aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. 

35/FÂTIR-41: İnnallâhe yumsikus semâvâti vel arda en tezûlâ, ve le in zâletâ in emsekehumâ min ehadin min ba’dih(ba’dihî), innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûran).
Muhakkak ki Allah, gökleri ve yeri, zail olurlar diye (insanları sınamak gayesinde yok olmaması için) süreli tutuyor. Gerçekten ikisinin de (yer ve gök) zail olmaması için (gökleri ve yeri) O’ndan (Allah’tan) başka tutacak (aracılar/cinler putlar/melekler/ aracı ilahlar/yoktur). Muhakkak ki O; Halîm’dir, Gafûr’dur (günahları sevaba çevirendir).

35/FÂTIR-42: Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câehum nezîrun le yekûnunne ehdâ min ihdel umem(umemi), fe lemmâ câehum nezîrun mâ zâdehum illâ nufûrâ(nufûran).
Ve Eğer gerçekten onlara nezir (uyarıcı) gelirse, mutlaka en çok hidayete eren ümmetlerden biri olacaklarına dair Allah’a en kuvvetli yeminleri ile yeminler ettiler. Fakat (geçmişte de şimdi de) onlara nezir (uyarıcı) geldiği zaman bu onların nefretlerinden başka bir şeyi artırmadı.

35/FÂTIR-43: İstikbâren fîl ardı ve mekres seyyii, ve lâ yahîkul mekrus seyyiu illâ bi ehlih(ehlihî), fe hel yenzurûne illâ sunnetel evvelîn(evvelîne), fe len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ(tebdîlen), ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ(tahvîlen).
Yeryüzünde (malları mülkleri ve evlatlarıyla) kibirlendiler ve (mal mülk üzerinden aldatarak) kötü hileler düzenlediler . Oysa kötü hileler, (Allah’a karşı kurulduğu için) hile sahibinden başkasına isabet etmez. Öyleyse onlar, evvelkilerin sünnetinden (Geçmişte helak edilip cehenneme mahkum edilmiş olan o inkarcı atalarının akibetinden) başka bir akibet mi gözlüyorlar? Halbuki Allah’ın sünnetinde asla bir tebdil (değişiklik) bulamazsın. Ve Allah’ın sünnetinde asla bir tahvil (dönüştürme) bulamazsın.

35/FÂTIR-44: E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim ve kânû eşedde minhum kuvveh(kuvveten), ve mâ kânallâhu lî yu’cizehu min şey’in fîs semâvâti ve lâ fîl ard(ardı), innehu kâne alîmen kadîrâ(kadîren).
Yeryüzünde dolaşıp, onlardan önceki inkarcıların akıbeti nasıl oldu bakmadılar mı? Ve (oysa geçmişte helak edilip cehennem halkına katılan mutrafi müşrikler) onlardan daha çok kuvvetliydiler. Göklerde ve yerde Allah’ı gayesinde aciz bırakacak (hiç)bir şey ve hiç kimse yoktur. Muhakkak ki O, en iyi bilendir, (herşeye) kaadirdir.

35/FÂTIR-45: Ve lev yûâhızullâhun nâse bimâ kesebû mâ tereke alâ zahrihâ min dâbbetin, ve lâkin yûahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum fe innallâhe kâne bi ibâdihî basîrâ(basîren).
Ve eğer Allah (yeryüzünde) insanları, kazandıkları şeyler sebebiyle hemen muaheze etseydi (hemen sorgulayıp cezalandırsaydı/sınanma mühleti vermeseydi), yeryüzü üzerinde dabbe (yürüyen tek bir canlı) bırakmazdı. Ve lâkin Allah belirlenmiş bir zamana kadar onları tehir eder (kendilerini düzeltmeleri için imkan ve süre verir, erteler). Fakat onların ecelleri geldiği zaman (ahirette) onları mutlaka O hesaba çeker. Muhakkak Allah, kullarını en iyi görendir.