Bismillâhirrahmânirrahîm
21/ENBİYÂ-1: Ikterebe lin nâsi hisâbuhum ve hum fî gafletin mu’ridûn(mu’ridûne).
İnsanlar için hesap vakti yaklaştı. Ve onlar, gaflet içinde (İslam’a) yüz çevirenlerdir.
21/ENBİYÂ-2: Mâ ye’tîhim min zikrin min rabbihim muhdesin illestemeûhu ve hum yel’abûn(yel’abûne).
Rabbinden, yeni bir * zikir gelmeye görsün. Onu, ancak oyunmuş gibi dinlerler.(önemsemezler)
Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için; Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla sınanma hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {bkz Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen tüm kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikir tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in {bkz;Rad suresi 38} dönemsel adlarıdır. Geçmişte gönderilen kitaplar müşrik muktesimler tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “İslam hükümlerini içinde eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır. Zikri Tilavet etmek; Geçmişte müşriklerin tali olarak bozup tahrif etmiş oldukları Zikr hükümlerini hem yaptıkları tahrifatı göstererek hem de hükmün aslını işaret ederek tali düzeltmeler yapmakla layıkı hakikat içinde kitabı okumak demektir. Kuran’da Zikr farklı konular içeriğinde Tilavet edilir. Örneğin saffat suresinde ahirete iman hususunda kitap tilavet edilirken. Nisa suresinde ise Kadınlar yetimler engelliler köleler cariyeler vb ve sosyal yaşantı üzerine tilavet edilir. Örneğin;/ Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kadınların haklarını daha önceki indirdiği kitaplarda farz kılmış olduğu halde, onlara vermediğiniz hakları ve zulüm ile zorla nikâhlamak istediğiniz aciz yetim kız çocukları hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız hususunda şimdi size Kitab’ında tilavet edilmekte olan âyetleriyle fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir. Nisa suresi 127 Enbiya suresi 2. ayetinde zikr aslı hakikatına tilavet edilirken, müşriklerin alay ederek Allah’ın hükümlerini önemsizleştirmeye çalıştıkları aktarılıyor.
Enbiya suresi devam eden ayetlerinde de kitap/Zikr, Allah’ın indirdiği asıl orjinal haliyle geçmişte yaşanmış çeşitli olaylar üzerinden örnekler verilerek tilavet edilecek.
21/ENBİYÂ-3: Lâhiyeten kulûbuhum ve eserrûn necvellezîne zalemû hel hâzâ illâ beşerun mislukum, e fe te’tûnes sihre ve entum tubsırûn(tubsırûne).
Onların kalpleri, (Kuran hükümlerine) önem vermemekte. Ve o zulmedenler, gizlice (şöyle) fısıldaştılar: “Bu (Hz. Muhammed S.A.V), sizin gibi bir beşerden başka bir şey mi? Yoksa siz, göz göre göre sihre mi kapılıyorsunuz?”
21/ENBİYÂ-4: Kâle rabbî ya’lemul kavle fis semâi vel ardı ve huves semîul alîm(alîmu).
(O şöyle) dedi: “Benim Rabbim, semadaki sözü (semadan indirilen Allah’ın vahy-i hükmünü/Zikri) ve yerdeki sözü (yeryüzünde aracılar tarafından, Allah adına uydurulmuş olan) sözü bilir. Ve ( müşriklerin iftiralarının aksine) O, işiten, bilendir.” (Onun yeryüzünde olanları işitip bilmesi için müşriklerin iftira ettikleri gibi ne beşerden bir aracıya ne bir aracılık kurumuna ne de o aracıların uydurduğu düzmece ilahlarına ihtiyacı yoktur.)
21/ENBİYÂ-5: Bel kâlû adgâsu ahlâmin belifterâhu bel huve şâır(şâırun), fel ye’tinâ bi âyetin kemâ ursilel evvelûn(evvelûne).
“Hayır, (Muhammed’e vahiy gelmiyor) bu sözler onun karmakarışık rüyalardır. Hayır, belki onu uydurdu. Hayır, belki de o bir şairdir. Öyleyse evvelkilere gönderildiği gibi bize (de) âyet getirsin.” dediler.
21/ENBİYÂ-6: Mâ âmenet kablehum min karyetin ehleknâhâ, e fe hum yu’minûn(yu’minûne).
Onlardan önce helâk ettiğimiz ülkelere (kavimlere) çeşitli mucizeler göstermemize rağmen onların (hiç)biri îmân etmediler. Öyleyse şimdi onlar mı îmân edecekler?
21/ENBİYÂ-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve senden önce, vahyettiğimiz ricalden (ölümlü Resul’lerden) başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun (geçmişte gönderilmiş mürselinlerin/nebilerin ölümlü olduklarını onlar da doğrulayacaktır)
21/ENBİYÂ-8: Ve mâ cealnâhum ceseden lâ ye’kulûnet taâme ve mâ kânû hâlidîn(hâlidîne).
Ve Biz, onları (yetkili kıldığımız Resulleri/Nebileri) asla yemek yemeyen ölümsüz bir beden içinde kılmadık. Ve onlar, (gönderdiğimiz tüm mürselinler) halidin (ölümsüzlerden) değillerdi.
21/ENBİYÂ-9: Summe sadaknâhumul va’de fe enceynâhum ve men neşâu ve ehleknel musrifîn(musrifîne).
ihtarlarımızdan sonra, onlara belirtmiş olduğumuz vaade sadık kalarak dilediklerimizi (ihtarlarımıza icabet edenleri ve amenü olanları) kurtardık. Ve (küfür İmanını tercih ederek sınanmak için onlara bahşedilmiş gelip geçici ömürlerini boşu boşuna israf eden) müsrifleri helâk ettik.
21/ENBİYÂ-10: Lekad enzelnâ ileykum kitâben fîhi zikrukum, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Andolsun ki; içinde, sizi zikreden (Yahudi ve Hristiyan müşriklerden de haberler veren) bir kitap (Zikr/Kur’an’ı Kerim) indirdik. Hâlâ akıl etmez misiniz?
21/ENBİYÂ-11: Ve kem kasamnâ min karyetin kânet zâlimeten ve enşe’nâ ba’dehâ kavmen âharîn(âharîne).
Ve Biz, (geçmişte sizin gibi) zalim olan nice ülkeleri/kavimleri kırdık (yok ettik). Ve onların ardından (sınamak gayesinde) yerlerine başka kavimler inşa ettik.
21/ENBİYÂ-12: Fe lemmâ ehassû be’senâ izâ hum minhâ yerkudûn(yerkudûne).
Böylece (şiddetli) azabımızı hissettikleri zaman onlar da, ancak o zaman pişmanlıkla azabımızdan kaçarlardı.
21/ENBİYÂ-13: Lâ terkudû verciû ilâ mâ utriftum fîhi ve mesâkinikum leallekum tus’elûn(tus’elûne).
Kaçmayın ve oraya (geçmişte/ahirette Tevbe üzerine af fırsatı verilmekle) şımartıldığınız o yere (ahiret yurduna) tekrar o asıl meskenlerinize şimdi geri dönün ki orada sorgulanacaksınız. (dendi)
Bkz: Hicr suresi 26~50 ve Bakara suresi 30~40 Hz Adem, kovulduğu cennete tekrar kabul edilmesi için, bir daha asla Allah’a sadakatsızlık yapmayacağına dair Allah’a yemin ederek bir fırsat ister ve bu tevbeli yemin üzerine; “Allah’a aracısız sadakat dairesinde sınanmak koşuluyla ve Allah’ın belirlediği bir ömür süresince” bu isteği Allah tarafından kabul görür. İşte bu yeryüzü sınav fırsat yaşantısında Allah’a aracısız sadakat gösterip önceden ahirette verdiği yemine sadık kalan Adem’in neslinden olan itaatkar kullara “yemin sahipleri” denir. Ve bu af fırsatını şımarıkça israf edenler ayetinde eleştirilmektedir.
21/ENBİYÂ-14: Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
(Ahirette sorgulandıkları zaman pişmanlıkla ) “Yazıklar olsun bize! Muhakkak ki biz, (Allah’a aracısız sadakat kuralını çiğneyip O’na şirk koşmakla) yeryüzünde zalimler olmuştuk.” dediler.
21/ENBİYÂ-15: Fe mâ zâlet tilke da’vâhum hattâ cealnâhum hasîden hâmidîn(hâmidîne).
Böylece onların (tarih boyu müşriklerin) bu davaları (hakkı terkedip bâtıl ile oyalanmaları ve bâtılda/küfür imanında direnmeleri bkz:Enbiya 18); Biz onları, biçilmiş ekin (gibi) sönmüş hale getirinceye (helak edip yok edinceye kadar) kadar bitmedi.
21/ENBİYÂ-16: Ve mâ halaknes semâe vel arda ve mâ beynehumâ lâıbîn(lâıbîne).
Biz; yeri, göğü ve ikisinin arasındaki şeyleri, oyun olsun diye yaratmadık. (İnsanları sınamak gayesinde geçici yarattık)
21/ENBİYÂ-17: Lev erednâ en nettehıze lehven lettehaznâhu min ledunnâ in kunnâ fâ’ılîn(fâ’ılîne).
Eğer Biz, eğlence edinmek isteseydik, (bunu) yapacak olsaydık mutlaka onu, Kendi katımızdan edinirdik. (Bunu dünyada değil ahirette yapardık)
21/ENBİYÂ-18: Bel nakzifu bil hakkı alel bâtıli fe yedmeguhu fe izâ huve zâhik(zâhikun), ve lekumul veylu mimmâ tasıfûn(tasıfûne).
Hayır, Biz, hakkı (Zikr’i/Kur’an’ı) bâtılın üzerine her dönem (Resul’lerimiz ile) atarız ve atarken direnenler de böylece zail olur. (ortadan kalkıp yok olur) O’na Vasfettiğiniz şeylerden (Aziz Allah’ı İnsana benzeterek eksik sıfatlar yüklemekle ve onun kudretini önemsememiş olmanızdan ve Resul’leri ve ayetleriyle alay etmeye kalkışmanızdan) dolayı size yazıklar olsun.
21/ENBİYÂ-19: Ve lehu men fîs semâvâti vel ard(ardı), ve men indehu lâ yestekbirûne an ıbâdetihî ve lâ yestahsirûn(yestahsirûne).
Semalardaki (göklerdeki) ve arzdaki (yerdeki) bütün varlıklar, (Aziz Allah’ın af tevbe şefaat ve hidayet gibi uluhiyet sıfatlarını gaspedip sizi Allah’ın vekiliyiz diyerek aldatıp sömüren aracıların değil asıl) O’nun emrindedir. Ve O’nun katında olan kişiler/melekler, O’na ibadet etmekten asla kibirlenmezler ve onlar (görevlerinde) kulluktan bıkmaz ve yorulmazlar.
21/ENBİYÂ-20: Yusebbihûnel leyle ven nehâre lâ yefturûn(yefturûne).
Onlar, gece ve gündüz ara vermeden (aracısız sadece Allah’ı) tesbih ederler. (Sadece O’na hizmet ederler)
21/ENBİYÂ-21: Emittehazu âliheten minel ardı hum yunşirûn(yunşirûne).
Yoksa onlar, arzdan (yeryüzünden/dünyadan) ilâhlar mı edindiler? Onları (o sahte ilâhlar mı) diriltecek?
21/ENBİYÂ-22: Lev kâne fîhimâ âlihetun illâllâhu le fesedetâ, fe subhânallâhi rabbil arşi ammâ yasıfûn(yasıfûne).
Eğer ikisinde de (semada ve arzda), Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de (yer de, gök de) mutlaka fesada uğrardı.(Herşey birbirine girer kaos olurdu) Arşın Rabbi Allah, onların vasıflandırdığı (eksik ve aciz olan) şeylerden münezzehtir.
21/ENBİYÂ-23: Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn(yus’elûne).
O (Allah), kendi yaptığı şeylerden mesul değildir. (Allah hüküm koyucu ve yargı makamıdır yargılanmaz ve yargılanamaz) Ve ancak onun yarattığı Kullar, (yaptıklarından Allaha karşı) mesuldür (ve sorgulanırlar).
21/ENBİYÂ-24: Emittehazû min dûnihî âliheh(âliheten), kul hâtû burhânekum, hâzâ zikru men maiye ve zikru men kablî, bel ekseruhum lâ ya’lemûnel hakka fehum mu’ridûn(mu’ridûne).
Yoksa (o müşrik kafirler) O’ndan başka (tek sorgu makamı olan Allah’tan başka) ilâhlar mı edindiler? “Haydi o halde burhanınızı (delilinizi) getirin. (İşte) bu, (Kuran) benimle beraber olan (Müminlerin) ve benden öncekilerin (önce yaşamış ve kendilerine kitap gönderilmiş Müminlerin) zikridir.” de. Fakat onların çoğu, hakkı (Zikr’i/Kur’an’ın Allah tarafından indirdirildiğini) bilmiyorlar. Bu sebeple onlar, (Kuran’dan) yüz çeviriyorlar.
21/ENBİYÂ-25: Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin illâ nûhî ileyhi ennehu lâ ilâhe illâ ene fa’budûn(fa’budûni).
Ve senden önce: “Allah’tan başka ilâh yoktur.” diye (kendisine) vahyetmediğimiz hiç bir resûl göndermedik. Öyleyse (Allah’ın otoritesi üzerinden sizi sömüren aracıları ve onların sahte düzmece ilahlarını terkedin ve) sadece Allaha kul olun!
21/ENBİYÂ-26: Ve kâlûttehazer rahmânu veleden subhâneh(subhânehu), bel ıbâdun mukremûn(mukremûne).
Ve: “Rahmân evlât edindi.” dediler. O, Allah ki; Sübhan’dır. Hayır, Mürselinler sadece kendilerine Allah’tan nebilik ikram edilmiş O’nun kullarıdır.
Hristiyanlar, Hz İsa için Allah’ın oğludur ve yeryüzü yönetimindeki vekilidir diyerek Hz İsa üzerinden: Yahudiler kırallarımız Allah’ın oğludur ve yeryüzü yönetimindeki vekilidir diyerek kralları üzerinden: Arap müşrikler Lat Uzza ve Menat Allah’ın kızlarıdır ve yeryüzü yönetiminde vekilidir diyerek; Lat Uzza ve Menat üzerinden vergi hükümleri çıkararak halkı sömürüyorlardı. Ve her müşrik gurup, kendi toplumlarındaki zengin varlıklı elit hakim zümre demek olan “mutrafiler” tarafından, onların çıkarına hizmet eden din adamları vasıtasıyla sömürülüyordu. Enbiya suresi 26. ayetinde; İnsana benzemeyen ve doğmak doğurmak gibi insana benzer eksik sıfatlardan münezzeh olan ve bir ol emriyle istediği her varlığı yaratmaya muktedir olan Sübhan Allah’ın, müşriklerin iddia ettiği gibi, bir kimseyi yaratmak için beşerden bir eş edinip onlardan oğullar ya da kızlar edinecek zillette ve acziyette olmayacağı ve bu yüzden gönderilmiş tüm mürselinlerin (Resuller’in) Allah’tan nebilik ikram edilmiş beşer kulları oldukları vurgulanmaktadır.
Mutrafiler; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ederlerdi/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda varlık sahibi mutrafilerolarak anılan zengin kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır. Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmıştır.. Ve {bkz Kasas suresi 78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak verildiğini iddia ediyordu. Ve Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un akibetinden müminlerin bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleriyle buyurmaktadır. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Hz Nuh (as) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Kasas suresi 38.. ayetinde de vurgulandığı üzere Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini güneş Tanrı’sının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Yunus suresi 88} ülkenin” ileri gelenleri/elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne ile halkı kullanıp sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78 ayetinde vurgulandığı üzere Malı ve mülkü tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; Zuhruf suresi 53,54 ayetlerinde de aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz : Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan, “ülkenin/şehrin mutrafileri” yani o ülkeyi Allah’ın otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin “öncelikli” uyarıldığı {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmaktadır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır
21/ENBİYÂ-27: Lâ yesbikûnehu bil kavli ve hum bi emrihî ya’melûn(ya’melûne).
Onlar, (Resul’ler) kendi uydurdukları söz ile Allah’ın gerçek vahyini/Zikr’i çiğnemezler. Ve onlar, daima O’nun (Allah’ın) emriyle amel ederler.
21/ENBİYÂ-28: Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yeşfeûne illâ li menirtedâ ve hum min haşyetihî muşfikûn(muşfikûne).
(Allah) Onların önünde ve arkasında olan şeyleri bilir. (Resullerinin yaptıklarını ve ne yapacaklarını daima bilir) Ve onlar, Allah’ın razı olduğu kimselerden (Bkz ; Araf suresi 46 suçluları simalarından tanıyan görevli Araf meleklerinden) başkasının şefaatına talepkar olmazlar. Ve çünkü onlar, O’nun (Allah’ın) haşyetinden korkanlardır.
21/ENBİYÂ-29: Ve men yekul minhum innî ilâhun min dûnihî fe zâlike neczîhi cehennem(cehenneme), kezâlike neczîz zâlimîn(zâlimîne).
Ve onlardan (*O Resul’lerden) her kim: “Muhakkak ki ben, O’ndan başka bir ilâhım.” derse, işte o zaman onu cehennem ile cezalandırırız. Zalimleri işte böyle cezalandırırız.
Tüm çok tanrılı inançlarda olduğu gibi; Yahudi ve Hristiyan müşrikler Allah’ın oğlu olarak niteledikleri Resuller üzerinden halkı sömürüyorlardı. Böylece her müşrik gurup “sözde tanrının” evlatları arasında abartılı bir güç yarışına girip bu mucizevi güçler üzerinden insanları kendi etraflarında topluyorlardı. Mucizeleri veren Allah olduğu halde müşrikler tahrif kitaplarında bunları daima tanrının evlatlarına maledip insanları evlatlar üzerinden korkutup sömürmüşlerdir. Çünkü; {bkz;Enam suresi91} Sonradan uydurdukları batıl haram ve helalleri, Allah’ın oğlu olarak niteledikleri Resul’lerin ağzından söylenmişçesine hüküm haline getiriyorlardı. Böylece her gönderilen Resûl’ün ardından {Bkz:Bakara 100,101} İslam’ın/Allah’ın ayetleri muktesimler tarafından yok edilip şirk sömürü hükümlerine dönüştürülmüştür. Aşağıda devam eden ayetlerinde {bkz;Enbiya suresi 48. ayetinden itibaren} geçmişte gönderilen Resul’lerin kimlikleri, görevleri, yaptıkları ve yaşadıkları üzerinden örnekler verilerek, müşriklerin tahrifatlarda değiştirdikleri hükümler aslına tilavet edilecek. Not; Günümüzde mevcut olan İncil ve Tevrat, geçmişte muktesimler tarafından tahrifatlarla değiştirilmiş aynı fitne hükümlerini barındırmaktadır.
21/ENBİYÂ-30: E ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
İnkâr edenler (kâfirler), semaların ve arzın (direksiz) bitişik olduğunu (Bkz; Rad suresi 2, Lokman suresi 10 direkler üzerine inşa edilmediğini) görmediler mi? Biz, o ikisini (yeryüzünü ve gökyüzünü yeryüzündeki herhangi bir direk üzerine konuşlandırarak inşa etmedik) ayrık yarattık. Ve biz (yeryüzündeki) her canlı şeyi sudan yarattık. O halde (Yeryüzünü yoktan varettğimiz gibi ahiret alemini de yoktan var edebileceğimize) Hâlâ inanmıyorlar mı?
Hem Arap müşriklerde hem Ehli kitap anılan Yahudi ve Hristiyan müşrik inaçlarında (Tevrat ve İncilde) ahiret inancı ve dolayısıyla cennet ve cehennem inancı yoktur. Müşrik inançlarda insanların ve tanrıların içinde birlikte yaşadıkları düz bir dünya modeli mevcuttur. Müşrik inançlarına göre; Tanrılar, yeryüzündeki direkler üzerine bina ettikleri “gök kubbe” bölümünde oturur, dünyayı ve insanları oradan yönetirdi. {bkz;Maide suresi 18 Necm süresi 23 Nahl süresi 55-60 Muminun 91}.
Bu önemle; Enbiya suresi 30. ayetinde müşrik inançlarının iddialarının aksine, arzın ve gökyüzünün “direksiz ve ayrık” yaratılmış olduğu vurgulanarak müşrik gök tanrı inançlarına bir reddiye yapılmaktadır.
Ve; Kur’an’ın birçok sure ve ayetinde, yeryüzü yaratılışından örnekler verilerek; “Yeryüzünü ve yeryüzündeki her tür yaşam ortamını ve canlılığı zaten yoktan yaratmış olan Allah, o halde ahiret hayatını ve oradaki canlılığı da yaratmaya muktedir değil mi ? Yasin suresi 81” sorusundaki mantık ve tefekküre davetle, ahirete iman için mutlaka yeryüzü yaratılışından ibret alınmasını öğütler.
21/ENBİYÂ-31: Ve cealnâ fîl ardı revâsiye en temîde bihim ve cealnâ fîhâ ficâcen subulen leallehum yehtedûn(yehtedûne).
Ve arzda (yeryüzünde), (Bkz; Neml suresi 88: kayarak kıtaların yer değiştirmesi ile yertabakasının üstüste binmesi/jeosenkinaller esnasında) onları sarsan dağlar kıldık. Ve orada geniş yollar oluşturduk. Umulur ki (böylece bu ibretlerle) tefekkür ederek onlar da, hidayete ererler.
Dünyanın en üst katmanı olan yer kabuğu kendisinden daha yoğun ve sıcak olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. Dünyanın ilk oluşum döneminde yeryüzündeki kıtaların bir arada bulundukları, daha sonraki dönemlerde ise yavaş yavaş farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıkları 20. yüzyılın başlarında keşfedilmiştir. Yaklaşık 500 milyon yıl önce yeryüzündeki kara parçaları bir bütün olarak birbirlerine bağlıydı. Pangaea olarak adlandırılan büyük yekpare ana kara parçası dünyanın Güney Kutbu’nda bulunuyordu. Ve yaklaşık 180 milyon yil önce Pangaea koparak iki parçaya ayrıldı. Birinci parçadan Afrika, Avustralya, Antarktika ve Hindistan; ikinci parçadan ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’nın Hindistan dışındaki kısımları oluştu. Günümüzde hala devam etmekte olan bu kıtasal hareketlerin yilda 1 ile 5 cm civarında sürüklendiği hesaplanmıştır. bkz;Neml suresi 88 Dağları görürsün de, onları donmuş gibi durur sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler… zikredilmektedir.
Dünyanın soğumasıyla yerkabuğunda hasıl olan büyük çaptaki kırışmalara jeosenkinal denir. Nehirler; nehir yollarıyla ve rüzgarlar yardımıyla aşındırıp, taşıdıkları maddeleri, deniz ve okyanus tabanlarında biriktirirler. Tortullanmanın yığıldığı bu geniş alanlara da jeosenklinal denir. jeosenkinallerde biriken tortul tabakaların etkileşimiyle yerkabuğundaki kıvrılma ve kırılma hareketlerinden hasıl olan yerkabuğu yükseltilerine dağ ismi verilir. Bilimsel tanımla orojenez denir. Orojenez yani dağ oluşumu esnasında yerkabuğu sarsılarak depremleri meydana getirir. İnsanoğlunun henüz 20. yüzyılın başlarında keşfettiği dünyanın böylesi bir jeolojik yaratısına; “sizi sarsan dağlar ve tortulları taşıyan nehirler ve nehir yolları vurgusuyla, dikkat çekilerek, henüz yazının bile kağıtlar üzerine yeni yeni yazılmaya başlandığı ve yaygın olarak kullanılmadığı M.S 6. yüzyılda {Nahl suresi 15 Lokman suresi 10 Enbiya suresi 31 Neml suresi 61} ayetleriyle sabitlenmesi üzerine Aziz Allah’ın bu olağanüstü yaratısından tefekkür ile ibret alınması öğütlenmektedir.
21/ENBİYÂ-32: Ve cealnes semâe sakfen mahfûzâ(mahfûzen), ve hum an âyâtihâ mu’ridûn(mu’ridûne).
Ve semayı, (yeryüzündeki yaşamı) muhafaza edip koruyan {bkz:,Fussilet Suresi, 11-12 Bakara suresi 29} 7 katmanlı bir tavan olarak yarattık. Ve onlar hala , O’nun âyetlerinden (yaratılış alametlerinden) dikkatsizce yüz çevirenlerdir.
21/ENBİYÂ-33: Ve huvellezî halakal leyle ven nehâre veş şemse vel kamer(kamere), kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne).
Geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur. Hepsi feleklerinde (yörüngelerinde) adeta yüzerler.
21/ENBİYÂ-34: Ve mâ cealnâ li beşerin min kablikel huld(hulde), e fe in mitte fe humul hâlidûn(hâlidûne).
Ve senden önce hiçbir beşeri, ebedî kılmadık. (Hepsi ölümlüydü) Öyleyse sen öldüğünde, o zaman onlar, yeryüzünde ebedî yaşayacaklarını mı sanıyorlar ? (ölmeyecekler mi?)
21/ENBİYÂ-35: Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve neblûkum biş şerri vel hayri fitneh(fitneten), ve ileynâ turceûn(turceûne).
Bütün nefsler, ölümü tadıcıdır. Biz Sizi, hayır ve şerr fitneleri ile (yeryüzünde) sadece imtihan ederiz. Ve sonunda (Amelleriniz üzerinden sorgulanmak üzere) Bize döndürüleceksiniz.
21/ENBİYÂ-36: Ve izâ reâkellezîne keferû in yettehızûneke illâ huzuvâ(huzuven), e hâzellezî yezkuru âlihetekum, ve hum bi zikrir rahmâni hum kâfirûn(kâfirûne).
Ve inkâr edenler (kâfirler), seni gördükleri zaman: “Sizin ilâhlarınızı zikreden (İlahlarımız üzerine kurulu tüm düzeni değiştirecekmiş gibi konuşan) bu mu?” diye küçümseyerek seni alay konusu edinirler. Ve onlar, Rahmân’ın Zikri’ni (Kuran’ı) inkâr edenlerdir.
21/ENBİYÂ-37: Hulikal insânu min acel(acelin), seurîkum âyâtî fe lâ testa’cilûn(testa’cilûni).
İnsan aceleci olarak yaratıldı ya! Size âyetlerimi (Allah’ın Resûl’ü olduğuma dair delillerimi) göstereceğim. Artık Benden acele istemeyin. Dediğinde.
21/ENBİYÂ-38: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
“Eğer sen doğru söyleyenlerden isen, bu vaad ne zaman ?” (onu hemen getir) diyerek alay ederler.
21/ENBİYÂ-39: Lev ya’lemullezîne keferû hîne lâ yekuffûne an vucûhihimun nâre ve lâ an zuhûrihim ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
İnkâr edenler, (cehennem) ateşini yüzlerinden ve sırtlarından gideremeyecekleri ve yardım olunmayacakları o zamanı keşke şimdiden hemen bilselerdi.
21/ENBİYÂ-40: Bel te’tîhim bagteten fe tebhetuhum fe lâ yestetî’ûne reddehâ ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
Hayır, onlara (azap) ansızın gelecek. Böylece onları dehşette bırakacak. Artık onu reddetmeye (geri çevirmeye) güçleri yetmeyecek. Ve de onların yardım çağrılarına bakılmayacak.
21/ENBİYÂ-41: Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe hâka billezîne sehırû minhum mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Andolsun ki senden önce (de) resûllerle (böyle) alay edildi. Sonra alay etmiş oldukları şey, (İslam) alay edenleri daima kuşattı.
21/ENBİYÂ-42: Kul men yekleukum bil leyli ven nehâri miner rahmân(rahmâni), bel hum an zikri rabbihim mu’ridûn(mu’ridûne).
“Sizi, gündüz ve gece Rahmân’dan (Allah’ın azabından) kim korur?” de. Hayır, onlar Rab’lerinin zikrinden/Kuran’dan yüz çevirenlerdir.
21/ENBİYÂ-43: Em lehum âlihetun temneuhum min dûninâ, lâ yestetîûne nasre enfusihim ve lâ hum minnâ yushabûn(yushabûne).
Yoksa onların, Bizden men eden (azabımızdan onları koruyan) ilâhları mı var? Onların, kendilerine dahi yardım etmeye güçleri yetmez. Ve onlara, Bizim tarafımızdan sahip çıkılmaz.
21/ENBİYÂ-44: Bel metta’nâ hâulâi ve âbâehum hattâ tâle aleyhimul umur(umuru), e fe lâ yerevne ennâ ne’til arda nenkusuhâ min etrâfihâ, e fehumul gâlibûn(gâlibûne).
Hayır, Ömürlerinin hiç bitmeyeceğini sanan atalarını bir müddet yeryüzünde metalandırdığımız gibi onları da (sınanmak için bir ömür süresi) metalandırıyoruz. Sonra (sınanma süreleri dolunca) Arza gelip onları, (birilerini hergün öldürerek) nüfuslarını nasıl eksilttiğimizi hâlâ görmüyorlar mı? O halde (İslam’a karşı) gâlip gelenler onlar mı?
21/ENBİYÂ-45: Kul innemâ unzirukum bil vahyi ve lâ yesmeus summud duâe izâ mâ yunzerûn(yunzerûne).
De ki: “Ben, sizi sadece vahiy ile uyarıyorum.” Ve sağırlar, uyarıldıkları zaman uyarıldıkları şeylere daveti mutlaka işitmezler.
21/ENBİYÂ-46: Ve le in messethum nefhatun min azâbi rabbike le yekûlunne yâ veylenâ innâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
Ve eğer, onlara Rabbinin azabından bir esinti dokunduğunda, mutlaka İşte ancak o zaman: “Bize yazıklar olsun, gerçekten biz, zalimler olduk.” derler.
21/ENBİYÂ-47: Ve nedaul mevâzînel kısta li yevmil kıyâmeti fe lâ tuzlemu nefsun şey’â(şey’en) ve in kâne miskâle habbetin min hardelin eteynâ bihâ, ve kefâ binâ hâsibîn(hâsibîne).
Ve Biz, kıyâmet günü adalet mizanlarını onların önlerine eksiksiz koyarız. O zaman, kimseye hiçbir şeyle haksızca zulmedilmez. Ve hardal tanesi kadar bir ağırlık olsa, onu (amel defterlerini) herkesin önüne getiririz. Ve Bize, hesap görücüler (Hakim Allah’ın hesap melekleri) kâfidir.
Af ve şefaat vaad ederek, yeryüzünde insanları kendi etrafında toplayıp sömüren o emani müşrik kafirler yerine, kulların hesaplarını görmeye; “Allah’ın hesap melekleri yetkilidir” Buyurulmaktadır.
21/ENBİYÂ-48: Ve lekad âteynâ mûsâ ve hârûnel furkâne ve dıyâen ve zikren lil muttekîn(muttekîne).
Ve andolsun ki Biz, Musa (A.S)’a ve Harun (A.S)’a, Hakk (Allah’ın indirdiği) ile bâtılı ayırıp aydınlatan, Furkan’ı (bkz:Araf suresi 142~145 Enam suresi 91 iki levha halindeki tahrif edilmemiş Tevrat’ı), takva sahiplerine Zikir olsun diye verdik.
21/ENBİYÂ-49: Ellezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve hum mines sâati muşfikûn(muşfikûne).
Onlar ki, (Hz Musa Ve Hz Harun) Rab’lerine huşû duyan Ve ( müşriklerin aksine) o saatten (kıyâmet saatinden) korkanlardan idiler.
21/ENBİYÂ-50: Ve hâzâ zikrun mubârekun enzelnâh(enzelnâhu), e fe entum lehu munkirûn(munkirûne).
Ve bu, indirdiğimiz Mübarek Bir Zikir’dir. O halde; Siz, hâlâ O’nu inkâr edenler misiniz?
21/ENBİYÂ-51: Ve lekad âteynâ ibrâhîme ruşdehu min kablu ve kunnâ bihî âlimîn(âlimîne).
Ve andolsun ki daha önce İbrâhîm (A.S)’a rüşdünü (Nebi olarak irşad yetkisini) Biz verdik. Ve kim olduğunu bilenleriz.
21/ENBİYÂ-52: İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ hâzihit temâsîlulletî entum lehâ âkifûn(âkifûne).
(İbrâhîm A.S), babasına ve kavmine şöyle demişti: “Sizin ibadet ettiğiniz bu heykeller nedir?”
21/ENBİYÂ-53: Kâlû vecednâ âbâenâ lehâ âbidîn(âbidîne).
“Babalarımızı ona (onlara) ibadet ediyor bulduk.” dediler.
21/ENBİYÂ-54: Kâle lekad kuntum entum ve âbâukum fî dalâlin mubîn(mubînin).
(İbrâhîm A.S): “Andolsun ki siz ve babalarınız, apaçık dalâlettesiniz.” dedi.
21/ENBİYÂ-55: Kâlû e ci’tenâ bil hakkı em ente minel lâıbîn(lâıbîne).
“Sen, bize hakkı mı (Allah’ın gerçek vahiy hükümlerini mi/Zikr’i mi) getirdin yoksa sen (bizimle) oyun mu oynuyorsun?” dediler.
21/ENBİYÂ-56: Kâle bel rabbukum rabbus semâvâti vel ardıllezî fatarahunne ve ene alâ zâlikum mineş şâhidîn(şâhidîne).
“Hayır sizin Rabbiniz, semaların ve arzın Rabbidir ve onları yaratandır. Ve ben, buna şahit olanlardanım.” dedi.
21/ENBİYÂ-57: Ve tallâhi le ekîdenne asnâmekum ba’de en tuvellû mudbirîn(mudbirîne).
Allah’a yemin olsun, siz arkanızı döndükten (gittikten) sonra ben mutlaka sizin putlarınıza hile yapacağım.
21/ENBİYÂ-58: Fe cealehum cuzâzen illâ kebîren lehum leallehum ileyhi yerciûn(yerciûne).
Sonra büyük olan put hariç hepsini cüz cüz (bütün putları parça parça) yaptı. Böylece umdu ki kavmi anlayıp ona rücu ederler. diye (böylece idrak edip Hakk yoluna dönerler diye).
21/ENBİYÂ-59: Kâlû men feale hâzâ bi âlihetinâ innehu le minez zâlimîn(zâlimîne).
“Bizim ilâhlarımıza bunu kim yaptı? Muhakkak ki bunu yapan o, kişi gerçekten zalimlerdendir.” dediler.
21/ENBİYÂ-60: Kâlû semi’nâ feten yezkuruhum yukâlu lehû ibrâhîm(ibrâhîmu).
Bir gurup “ İbrâhîm adlı bir gencin, putlardan bahsettiğini işittik.” dedi.
21/ENBİYÂ-61: Kâlû fe’tû bihî alâ a’yunin nâsi leallehum yeşhedûn(yeşhedûne).
“Öyleyse onu, (Hz İbrahim’i) insanların gözü önüne getirin! Böylece onlar da (halk da) olaya şahit olsun” dediler.
21/ENBİYÂ-62: Kâlû e ente fealte hâzâ bi âlihetinâ yâ ibrahîm(ibrahîmu).
“Ey İbrâhîm! Bizim ilâhlarımıza bunu sen mi yaptın?” diye sordular.
21/ENBİYÂ-63: Kâle bel fealehu kebîruhum hâzâ fes’elûhum in kânû yentıkûn(yentıkûne).
(İbrâhîm A.S) şöyle dedi: “Hayır, bunu O putların en büyüğü yaptı. Haydi eğer onlar (diğer parçalanmış putlar) konuşabiliyorlarsa onlara sorun!” Dedi.
21/ENBİYÂ-64: Fe receû ilâ enfusihim fe kâlû innekum entumuz zâlimûn(zâlimûne).
Bunun üzerine oradakiler kendilerine gelip, sonra da (birbirlerini suçlayarak); “Muhakkak ki siz; zalimlersiniz.” dediler.
21/ENBİYÂ-65: Summe nukisû alâ ruûsihim, lekad alimte mâ hâulâi yentıkûn(yentıkûne).
Sonra hepsinin başları öne eğildi. (Hz. İbrâhîm’e): “Andolsun ki sen, bunların konuşamadığını biliyordun.” (bizimle alay ediyorsun dediler).
21/ENBİYÂ-66: Kâle e fe ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yenfeukum şey’en ve lâ yadurrukum.
(İbrâhîm A.S): “Hâlâ size bir fayda ve zararı olmayan, Allah’tan başka şeylere mi tapıyorsunuz?” dedi.
21/ENBİYÂ-67: Uffin lekum ve li mâ ta’budûne min dûnillâh(dûnillâhi), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Size ve Allah’tan başka taptığınız şeylere yazıklar olsun. Hâlâ akıl etmiyor musunuz? Dedi.
21/ENBİYÂ-68: Kâlû harrikûhu vansurû âlihetekum in kuntum fâılîn(fâılîne).
Kavmin ileri gelenlerinin/mutrafilerin başı; “Eğer yapabilirseniz, onu (İbrâhîm A.S’ı) yakın! Ve böylece ilâhlarınıza yardım edin.” dediler.
21/ENBİYÂ-69: Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ ibrahîm(ibrahîme).
“Ey ateş! İbrâhîm (A.S)’a (karşı) soğuk ve selâmet (zararsız) ol.” dedik. (Ve ateş İbrahim’i yakmadı)
21/ENBİYÂ-70: Ve erâdû bihî keyden fe cealnâ humul ahserîn(ahserîne).
Ve ona tuzak kurmak istediler. Fakat onların tuzaklarına karşılık Biz, onları daha çok hüsrana düşürdük.
21/ENBİYÂ-71: Ve necceynâhu ve lûtan ilel ardılletî bâraknâ fîhâ lil âlemîn(âlemîne).
Âlemler içinde bereketli kıldığımız arz’a, onu ve Hz. Lut’u (Resul olarak ulaştırıp) sonra da ardından sadece (İslam’a) tabi olanları kurtardık. (Küfürde direnenler ise her dönem ve her daim helak edildiler)
21/ENBİYÂ-72: Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileh(nâfileten), ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona, İshak (A.S)’ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (A.S)’ı vehbî (Allah’ın verdiği özel yeteneklerle donatarak) armağan olarak verdik. Ve hepsini salihler kıldık.
21/ENBİYÂ-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve onları, emrimizden doğru yolu gösteren imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, islami ibadetleri ve yardımlaşarak İslam’ı ihya etmeyi ve zekâtı vermeyi vahyettik. Ve onlar da, sadece Bize aracısız halde kul oldular.
21/ENBİYÂ-74: Ve lûtan âteynâhu hukmen ve ılmen ve necceynâhu minel karyetilletî kânet ta’melul habâis(habâise), innehum kânû kavme sev’in fâsikîn(fâsikîne).
Ve Lut (A.S)’a hikmet ve ilim verdik. Ve habaîs (kötülükler, ahlâksızlıklar) işleyen ülkeden onu kurtardık. Muhakkak ki onlar, fasık olan kötü bir kavimdi.
21/ENBİYÂ-75: Ve edhalnâhu fî rahmetinâ, innehu mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve onu rahmetimizin içine dahil ettik. Muhakkak ki o, salihlerdendir.
21/ENBİYÂ-76: Ve nûhan iz nâdâ min kablu festecebnâ lehu fe necceynâhu ve ehlehu minel kerbil azîm(azîmi).
Ve Nuh (A.S), daha önce nida etmişti (seslenmiş, dua etmişti). Bunun üzerine ona icabet ettik (duasını kabul ettik). Böylece onu ve ehlini (ailesini) büyük bir üzüntüden kurtardık.
21/ENBİYÂ-77: Ve nasarnâhu minel kavmillezîne kezzebû bi âyâtinâ, innehum kânû kavme sev’in fe agraknâhum ecmaîn(ecmaîne).
Ve âyetlerimizi yalanlayan bir kavme karşı ona yardım ettik. Muhakkak ki onlar, kötü bir kavim oldu. Böylece onların hepsini boğduk.
21/ENBİYÂ-78: Ve dâvude ve suleymâne iz yahkumâni fîl harsi iz nefeşet fîhi ganemul kavm(kavmi), ve kunnâ li hukmihim şâhidîn(şâhidîne).
Dâvud (a.s) ve Süleyman (a.s), bir kavmin koyunlarının gece (çobansız olarak) içinde yayılıp otladığı ekinler hakkında hüküm veriyorlardı. Ve Biz, onların her hükmüne şahittik.
21/ENBİYÂ-79: Fe fehhemnâhâ suleymân(suleymâne), ve kullen âteynâ hukmen ve ılmen ve sehharnâ mea dâvudel cibâle yusebbihne vet tayr(tayre), ve kunnâ fâılîn(fâılîne).
Biz İslam’ı/Zikri Süleyman (a.s)’a vahiy ile anlattık. Ve hepsine hikmet ve ilim verdik. Dâvud (a.s)’la beraber Allah’ı tesbih eden dağları ve kuşları musahhar (emrine amade) kıldık. Ve (bunları) yapan, (aracılar ve sahte ilahları değil) elbette Bizdik.
Çok tanrılı müşrikler tarafından İslam’a yapılan sürekli saldırılarda müminleri korunması için, Hz Davud’a dağlardan demir madenlerinin çıkarılması ve işlenmesi öğretilmişti. Yahudi Müşrikler; Hz Davud ve Hz Süleyman Allah’ın oğlu nitelemesiyle onların üzerinden yalanlar uydurup cinler vasıtasıyla Allah ile irtibatlandıklarını ve böylece hidayet af şefaat gibi gaybi bilgileri aldıklarını söylüyorlardı. Arap müşrikler ise Allah’ın kullardan isteklerini ve insanların geleceğini Allah ile akraba olan cinlerden öğreniyoruz diyerek halkı sömürüyorlardı. {bkz;saffat 158} {bkz:Sebe 41} kıssa edilen ayetlerinde cinlerin gaybı bilmedikleri ve ancak Allah’ın emrinde birer hizmetkar oldukları vurgulanmakta ve cinlerin Hz Süleyman’ın hizmetine “Allah tarafından verildiğinin” tekrar altı çizilmektedir.. Detaylı bkz; Sebe suresi 9~14
21/ENBİYÂ-80: Ve allemnâhu san’ate lebûsin lekum li tuhsınekum min be’sikum, fe hel entum şâkirûn(şâkirûne).
Sizin için ona, şiddetli çarpışmalarınızda sizi korusun diye elbise (zırh) yapmayı öğrettik. Öyleyse siz şükredenler(den) misiniz?
21/ENBİYÂ-81: Ve li suleymâner rîha âsıfeten tecrî bi emrihî ilel ardılletî bâreknâ fîhâ ve kunnâ bi kulli şey’in âlimîn(âlimîne).
Ve fırtınalı rüzgâr, Hz. Süleyman içindi. (Rüzgâr), bereketli kıldığımız oradaki yerlere onun emriyle giderdi. Ve Biz, herşeyi bileniz (biliriz).
21/ENBİYÂ-82: Ve mineş şeyâtîni men yegûsûne lehu ve ya’melûne amelen dûne zâlik(zâlike), ve kunnâ lehum hâfızîn(hâfızîne).
Ve şeytanlardan, onun için denize dalanlar ve bundan başka işler yapanlar (da) vardı. Ve onları (onun emrinde) muhafaza eden, (aracılar ruhbanlar ve sahte ilahlar değil) elbette Bizdik.
21/ENBİYÂ-83: Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamur râhimîn(râhimîne).
Ve Hz. Eyüp, Rabbine (şöyle) nida etmişti: “Muhakkak ki, bana bir zarar isabet etti (hastalık geldi). Ve Sen, rahmet edenlerin en çok rahmet edenisin.”
21/ENBİYÂ-84: Festecebnâ lehu fe keşefnâ mâ bihî min durrin ve âteynâhu ehlehu ve mislehum meahum rahmeten min ındinâ ve zikrâ lil âbidîn(âbidîne).
Bunun üzerine ona icabet ettik (duasını kabul ettik). Böylece zarar veren şeyi ondan giderdik (hastalığı iyileştirdik). Kullarımıza katımızdan bir rahmet olsun diye; Ona, ehline (ailesine) ve onlarla beraber olan bir misli insana Zikri (Kuran’ı) verdik.
21/ENBİYÂ-85: Ve ismâîle ve idrîse ve zelkifl(zelkifli), kullun mines sâbirîn(sâbirîne).
Ve Hz. İsmail ve Hz. İdris ve Hz. Zelkifli; hepsi (İslam için direnip) davada sabredenlerdendir.
21/ENBİYÂ-86: Ve edhalnâhum fî rahmetinâ, innehum mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve onları, rahmetimizin içine dahil ettik. Muhakkak ki onlar, salihlerdendir.
21/ENBİYÂ-87: Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn(zâlimîne).
Ve Zennûn da (Yunus A.S da), bizim (İslam’ın/Allah’ın çok tanrılı ilahlar karşısında) muktedir olamayacağı zannıyla gadaba gelerek (öfkelenerek) ( Bkz; Kalem suresi 48,49!sabırsızlık içinde Risalet görevine sırtını dönerek) gitmişti. Sonra {bkz; Saffat suresi 139~148 gemide ve atıldığı denizde} karanlıklar içinde çaresiz kalınca İşte o zaman şöyle nida etti: “Senden başka İlâh yoktur. Sen Sübhan’sın (herşeyi yapmaya muktedir olan tek Allah’sın). Muhakkak ki ben, (sahte ilahlar karşısında muktedir olamayacağın zannıyla aldanıp risalet görevimi terk ettim ve böylece) zalimlerden oldum.” Demişti.
21/ENBİYÂ-88: Festecebnâ lehu ve necceynâhu minel gamm(gammi), ve kezâlike nuncil mu’minîn(mu’minîne).
Bunun üzerine (pişman olup tevbe ettiği için) ona icabet ettik (duasını kabul ettik). Ve onu, gamdan (üzüntüden, kederden) kurtardık. Ve Biz, mü’minleri işte böyle kurtarırız.
21/ENBİYÂ-89: Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrul vârisîn(vârisîne).
Ve Hz. Zekeriya, Rabbine (şöyle) nida etmişti: “Rabbim, beni tek başıma bırakma ve Sen, varislerin en hayırlısısın.”
21/ENBİYÂ-90: Festecebnâ leh(lehu), ve vehebnâ lehu yahyâ ve aslahnâ lehu zevceh(zevcehu), innehum kânû yusâriûne fil hayrâti ve yed’ûnenâ regaben ve rehebâ(reheben), ve kânû lenâ hâşiîn(hâşiîne).
Bunun üzerine ona da icabet ettik (duasını kabul ettik). Ve ona, Yahya (A.S)’ı hibe (armağan) ettik. Ve onun için, zevcesini de ıslâh ettik (yaşlı eşini çocuğu olabilecek duruma getirdik). Muhakkak ki onlar, hayırlarda yarışırlardı. Ve (aracılara ve sahte ilahlarına değil) Bize, rağbet ederek ve korkarak dua ederlerdi. Ve işte onlar ancak, Bize huşû duyanlardı.
21/ENBİYÂ-91: Velletî ahsanet fercehâ fe nefahnâ fîhâ min rûhinâ ve cealnâhâ vebnehâ âyeten lil âlemîn(âlemîne).
Ve Irzını iffetini korumuş Hz Meryem’i de an. Biz, onun içine katımızdan bir ruh üfledik. Ve onun oğlunu böylece, âlemlere âyet (doğumunu ibret-i Alem bir mucize ) kıldık.
21/ENBİYÂ-92: İnne hâzihî ummetukum ummeten vâhıdeten ve ene rabbukum fa’budûn(fa’budûni).
(Allah Teala) Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz (Hz Adem (A.S) soyundan gelme), tek bir ümmettir. Ve Ben, sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana kul olun! (Benim dinime tabi olun) Demişti.
21/ENBİYÂ-93: Ve tekattaû emrehum beynehum, kullun ileynâ râciûn(râciûne).
Ve oysa onlar; Allah’ın emirlerini, değiştirmekle kendi aralarında ittilafa düşmüşlerdi ve böylece (Bkz; Zuhruf suresi 23~32 halkı sömürmek adına şehrin ileri gelenlerinin uydurduğu düzmece sahte göktanrı ilahları üzerinden şirk sömürü hükümleri çıkararak her bölgede/şehirde farklı inançlarla) bölündüler. Ve Hepsi (ceza ve ödül ile mukabele görmek üzere) nihayetinde Bize dönecek olanlardır.
21/ENBİYÂ-94: Fe men ya’mel mines sâlihâti ve huve mu’minun fe lâ kufrâne li sa’yih(sa’yihî), ve innâ lehu kâtibûn(kâtibûne).
O halde kim mü’min olur ve salihat (Allah’ı razı etmek için salih ameller) yaparsa, bundan sonra onun gayretleri (kazandığı dereceler) asla örtülmez (eksilmez, yok olmaz). Ve muhakkak ki Biz, onu (amelleri) eksiksiz yazanlarız.
21/ENBİYÂ-95: Ve harâmun alâ karyetin ehleknâhâ ennehum lâ yerciûn(yerciûne).
Ve öyle ki, (İslam’a/Zikr’e itibar etmeyip küfür imanında ısrarla direndikleri için) helâk ettiğimiz bir belde halkının, (ceza almak üzere) bize (ahirete) dönmemesi imkansızdır.
21/ENBİYÂ-96: Hattâ izâ futihat ye’cûcu ve me’cûcu ve hum min kulli hadebin yensilûn(yensilûne).
Nihayet o beas günü Allah’ın emriyle, (bkz;Kehf suresi 97,98) mühür açıldığı zaman yecüc ve mecüc tepelerin ardından ancak o zaman tekrar hışımla saldırırlar.
Yecüc mecüc; Kehf suresi 83~102 ayetlerinde tilavet edilmiş olan ve Kuran’a göre; Aziz Allah’ın müminlere yardım için Zülkarneyn eliyle toprağın altına özel bir mühürle hapsettiği iki yaratıktır. Yecüc ve mecüc Aziz Allah’ın yerin altına hapsettiği yaratıklar olmasına rağmen Kıyamet/Beas günü İnsanların helak edilmesi gibi bir rolü olan helak melekleri değildir. Ancak Aziz Allah Kehf suresi 97,98 de vurguladığı üzere beas gününe kadar yecüc ve mecücü yerin altında hapis tutma sözü verdiği için o gün mührün açılıp onların da dışarıya çıkmaları kıyametin yani beas gününün bir alametidir. Diğer anlamıyla yecüc ve mecücü kendi yetkilerinde gösterip insanları helak etmekle korkutarak toplumları/kavimleri sömüren müşriklerin eli kolu bu ayeti hakikat ile bağlanmış olur. Ayetinde vurgulandığı üzere; Beas günü yecüc ve mecüc de cinler ve şeytanlar da insanlar da bölük bölük ahirete sevk edilecektir. Ancak yecüc ve mecüc beas gününe kadar toprağın altında mühürlü kalıp hiçbir şeyin farkında olmadıkları için dışarıya çıkınca hışımla saldırırlar. (Ama kıyamet koptuğu için artık iş işten geçmiştir). Bkz Kıyamet için Nebe suresi 18~21. Ve Vakıa suresi 1~7 Kuran’da kıyamet ve beas günü ses ve sayha ile olacak ve herşey dağılıp un ufak parçalanacak ve herşey yoktan var edildiği gibi sınanmak üzere içinde bulunduğumuz madde alemi var iken serap misali yok olacaktır. Bkz: Enbiya 104
21/ENBİYÂ-97: Vakterabel va’dul hakku fe izâ hiye şahısatun ebsârullezîne keferû, yâ veylenâ kad kunnâ fî gafletin min hâzâ bel kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
Ve hak vaad yaklaştığında. İşte o zaman kâfir olanların gözleri (korku ile) büyür. (Derler ki): “Bize yazıklar olsun. Biz bundan (yeryüzündeyken ahiret hakikatından) gaflet içindeydik. Meğer biz İslam’ı reddetmekle zalimler olmuşuz (kendimize zulmetmişiz).”
21/ENBİYÂ-98: İnnekum ve mâ ta’budûne min dûnillâhi hasabu cehennem(cehenneme), entum lehâ vâridûn(vâridûne).
Ve onlara; Muhakkak ki siz ve sizin Allah’tan başka taptıklarınız, cehennem yakıtısınız (odunusunuz). Siz, şimdi ona (cehenneme) girecek olanlarsınız. denir.
21/ENBİYÂ-99: Lev kâne hâulâi âliheten mâ veradûhâ, ve kullun fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Eğer onlar (aracıların sahte ilahları) gerçekten ilâhlar olsaydılar, oraya (cehenneme) girmenizi mutlaka engelleyebilirlerdi. Ve oysa şimdi (müşrik kafirlerin) hepsi orada (cehennemde) ebediyyen kalıcı olanlardır.
21/ENBİYÂ-100: Lehum fîhâ zefîrun ve hum fîhâ lâ yesmeûn(yesmeûne).
Onlar, orada (ızdırap ile) inlerler. Ve onlar, orada işitilmezler.
21/ENBİYÂ-101: İnnellezîne sebekat lehum minnel husnâ ulâike anhâ mub’adûn(mub’adûne).
Muhakkak ki Bizden kendilerine hüsna (Zikr/Kuran) ulaşanlar, işte onlar, cehennemden uzaklaştırılanlardır.
21/ENBİYÂ-102: Lâ yesme’ûne hasîsehâ, ve hum fî meştehet enfusuhum hâlidûn(hâlidûne).
Onlar, Onun (cehennemin) uğultusunu işitmezler. Ve onlar, istedikleri şeyler içinde (cennette) ebedî kalacak olanlardır.
21/ENBİYÂ-103: Lâ yahzunuhumul fezeul ekberu ve tetelakkâhumul melâikeh(melâiketu), hâzâ yevmukumullezî kuntum tûadûn(tûadûne).
O en büyük dehşet (korku), onları mahzun etmez. Ve melekler, onları karşılar (ve derler ki): “Bu, sizin yeryüzünde vaadolunduğunuz (selamet) gününüzdür.”
21/ENBİYÂ-104: Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub(kutubi), kemâ bede’nâ evvele halkın nuîduh(nuîduhu), va’den aleynâ, innâ kunnâ fâılîn(fâılîne).
O son gün, kitapların yazılı sayfalarını dürer gibi semayı düreceğiz. Onu ilk defa halketmeye başladığımız gibi (tekrar eski durumuna) iade edeceğiz. (Bkz:Nebe suresi 19,20 Herşey yoktan varedildiği gibi var iken tamamen yok olacak) Bu Bizim üzerimizde bir vaaddir. Muhakkak ki (bunu) yapacak olan, Biziz.
21/ENBİYÂ-105: Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne).
Andolsun ki; (ortak hüküm kitabınız) zikirde yazılı olduğu üzere; (Hz Davud’a indirilen) Zebur’da, da arza (yeryüzüne) ancak salih kullarımızın (müminlerin) varis olacağını, yazmıştık..
21/ENBİYÂ-106: İnne fî hâzâ le belâgan li kavmin âbidîn(âbidîne).
Muhakkak ki abidler kavmi (şirk aracılık kurumunu terkedip sadece Allah’a kulluk edenler için) için bunda, elbette tebliğ vardır.
21/ENBİYÂ-107: Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn(âlemîne).
Seni Biz, sadece âlemlere bir rahmet olarak gönderdik.
21/ENBİYÂ-108: Kul innemâ yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fe hel entum muslimûn(muslimûne).
De ki: “Bana, sizin ilâhınızın sadece tek bir ilâh olduğu vahyedildi.” Öyleyse siz müslümanlar mısınız (Allah’a aracısız teslim olanlar) mısınız?
21/ENBİYÂ-109: Fe in tevellev fe kul âzentukum alâ sevâ’(sevâin), ve in edrî e karîbun em baîdun mâ tûadûn(tûadûne).
Bundan sonra dönerlerse, o zaman de ki: “Size müsavi olarak (herkese eşit şekilde), (Allah’ın emirlerini) bildirdim (ilân ettim). Vaadolunduğunuz şey (kıyamet ve azabı) uzak mı yoksa yakın mı ben bilmiyorum.
21/ENBİYÂ-110: İnnehu ya’lemul cehre minel kavli ve ya’lemu mâ tektumûn(tektumûne).
Muhakkak ki O, Allah ; sözün cehrî olanını (açıkça söylenenini) ve ketmettiklerinizi (gizleyip içinizden/kalbinizden geçirdiğinizi de) bilir.
21/ENBİYÂ-111: Ve in edrî leallehu fitnetun lekum ve metâun ilâ hîn(hînin).
Ben Bilmiyorum, muhakkak ki acele ile istediğiniz azabın ertelenmesi belki de; Allah’ın, sizi denemesi ve deneyene kadar sizi (imkânlarından) faydalandırması içindir
21/ENBİYÂ-112: Kâle rabbıhkum bil hakk(hakkı), ve rabbuner rahmânul musteânu alâ mâ tasıfûn(tasıfûne).
De ki: Rabbim Sen bizlere hakk ile (ZikrKur’an ile) hükümler ver. Bizim Rabbimiz, sizin (aciz eksik ve yanlış) vasıflandırmalarınıza rağmen, tek ve yegane yardım istenilen “Rahmân (Allah)’dır”.