Bismillâhirrahmânirrahîm
6/EN’ÂM-1: Elhamdu lillâhillezî halakas semâvâti vel arda ve cealez zulumâti ven nûr(nûra), summellezîne keferû bi rabbihim ya’dilûn(ya’dilûne).
Hamd (tüm övgü ve takdirler) semaları ve arzı yaratan, zulmeti ve nuru var eden Allah’a mahsustur. Sonra da (çok tanrılı şirk inançlarına tabi olan müşrik) kâfirler, Rab’lerine (aracıların uydurma ilahlarını) eş tutuyorlar. (onları hüküm koyucu ve otoriteleri olarak görüyorlar)
6/EN’ÂM-2: Huvellezî halakakum min tînin summe kadâ ecelâ(ecelen), ve ecelun musemmen ındehu summe entum temterûn(temterûne).
Sizi (Bkz; Hicr suresi 28 Rahman suresi 14 Hacc suresi 5-6-7ahirette yıpranmayan yaşlanmayan hamein mesnun salsalin muhtevası sert bir materyal olan özel bir) topraktan yaratan, sonra (sınanmanız için yeryüzüne gönderip orada) bir ecel tayin eden O’dur. Ve ecel-i müsemma (mekânı ve zamanı belirlenmiş ecelin bilgisi yalnızca) Allah’ın katındadır. Sonra siz, (tüm bu hakikattan) şüphe ediyorsunuz.
6/EN’ÂM-3: Ve huvellâhu fîs semâvâti ve fîl ard(ardı), ya’lemu sirrakum ve cehrekum ve ya’lemu mâ teksibûn(teksibûne).
Göklerde ve arzda yegane otorite olan Allah O’dur ki; Sizin sırrınızı (gizlediğinizi) ve açıkladığınızı ve tüm kazanacağınız şeyleri sadece O bilir.
6/EN’ÂM-4: Ve mâ te’tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ mu’rıdîn(mu’rıdîne).
Ve (aracılara ve sahte ilahlarına tabi olan tüm müşrik kafirlere) Rabbinin âyetlerinden bir âyet gelmemiştir ki; ondan yüz çevirmiş olmasınlar.
6/EN’ÂM-5: Fe kad kezzebû bil hakkı lemmâ câehum, fe sevfe ye’tîhim enbâû mâ kânûbihî yestehziûn(yestehziûne).
Böylece onlara hakk (Zikr/Kuran) geldiği zaman, onlar da yalanlamışlardı. Fakat şimdi alay etmiş oldukları şeyin haberleri yakında mutlaka onlara da gelecek.
6/EN’ÂM-6: E lem yerev kem ehleknâ min kablihim min karnin mekkennâhum fîl ardı mâ lem numekkin lekum ve erselnes semâe aleyhim midrâren ve cealnâl enhâre tecrî min tahtihim fe ehleknâhum bi zunûbihim ve enşe’nâ min ba’dihim karnen âharîn(âharîne).
Sizi yerleştirmediğimiz bir imkan ve bollukta yeryüzüne yerleştirdiğimiz nice kavimleri, kendilerinden önce nasıl helâk ettiğimizi görmüyorlar mı? Onlara da rahmetimizle bereket olarak semadan bol bol yağmurlar gönderdik. Altlarından nehirler akıttık. Fakat günahları sebebiyle sonunda onları da helâk ettik. Ve Onlardan sonra da onların yerine (sınanma gayesinde) yeni nesiller yarattık.
6/EN’ÂM-7: Ve lev nezzelnâ aleyke kitâben fî kırtâsin fe le mesûhu bi eydîhim le kâlelezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
Ve eğer (bu Kuran’ı) sana kâğıtlarda yazılı kitap şeklinde indirseydik, (kırtasiye şeklinde bütün bir kitap olarak indirseydik) böylece ona elleri ile dokunsalar bile kâfir olan kimseler, mutlaka: “Bu ancak apaçık bir sihirdir.” derlerdi.
6/EN’ÂM-8: Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi melek(melekun), ve lev enzelnâ meleken, le kudıyel emru summe lâ yunzarûn(yunzarûne).
Ve: “Onun yerine bir melek indirilseydi, olmaz mıydı?” dediler. Şâyet bir melek indirseydik, (ki bu ölüm meleği olurdu) onlara ecel-i müsemma vermeden onlara hiç bir mühlet tanımadan işleri hemen orada bitirilirdi.
6/EN’ÂM-9: Ve lev cealnâhu meleken le cealnâhu raculen ve le lebesnâ aleyhim mâ yelbisûn(yelbisûne).
Ve şâyet onu (Resul’ü) melek olarak indirseydik bile, onu mutlaka erkek olarak indirirdik. Şimdi şüphe ettikleri şeyi (İslam’ıKuran’ı) böylece onlara mutlaka yine şüphe ettirirdik. (Bkz; Enam suresi 97 Zuhruf suresi 15~20 Arap müşrikler Lat Uzza Menat ve Şira olarak isim verdikleri ve Allah’ın kızları olarak kabul ettikleri dişi meleklere insanları aldatıp sömürüyorlardı.)
6/EN’ÂM-10: Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe hâka billezîne sehırû minhum mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Çünkü andolsun ki; senden önceki resûllerle de (çeşitli mucizeler göndermemize rağmen) aynı böyle alay edilmişti. Böylece alay etmiş oldukları şey, (İslam dini) alay edenleri sonunda mutlaka azapla kuşattı.
6/EN’ÂM-11: Kul sîrû fîl ardı summenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
De ki: “Yeryüzünde dolaşın da sonra bir bakın, geçmişte İslam’ı sizin gibi yalanlayanların akıbeti nasıl oldu.”
6/EN’ÂM-12: Kul li men mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), kul lillâh(lillâhi), ketebe alâ nefsihir rahmeh(rahmete), le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ reybe fîh(fîhi), ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).
De ki : “Semalarda ve yeryüzünde olan şeyler kimin?” “Hepsi Allah’ındır!” de. Allahû Tealâ, kendi üzerine rahmeti yazdı. (Adem’in nesline tevbe üzerine Rahmet etti de böylelikle Allah insanı rahmetiyle sınanmak için yeryüzüne gönderdi) Ve (gerçekliği ve varlığı) hakkında hiçbir şüphe olmayan kıyâmet gününde, sizleri mutlaka O toplayacak ve yargılayacak. Kim ki; nefsini (şirke/aracılara/aracılık kurumuna yönelmekle) hüsrana düşürdüyse, ( yeryüzü sınav yaşantısında Rahman Allah’a itaat gözetmediyse) işte onlar mü’min değildirler. (Ceza mümin olmayan o kimselerin üzerinedir)
6/EN’ÂM-13: Ve lehu mâ sekene fîl leyli ven nehâr(nehâri), ve huves semîul alîm(alîmu).
Gecede ve gündüzde bulunan herşey O’nundur. (Onun mülkü Ve tasarrufundadır) O, herşeyi en iyi işitendir, en iyi bilendir.
6/EN’ÂM-14: Kul e gayrallâhi ettehızu veliyyen fâtırıs semâvâti vel ardı ve huve yut’ımu ve lâ yut’am(yut’amu), kul innî umirtu en ekûne evvele men esleme ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Ben semaları ve arzı yaratan Allah’tan başka bir velî (dost) edinir miyim? Ve beni doyuran ve Kendisi doyurulmayan (yegane ve tek varlık) O’dur.” “Muhakkak ki ben, (Vahid ve Samed olan hükmünde ortakçı kabul etmeyen yegane tek otorite olan Allah’a) teslim olanların ilki olmakla ve böylece müşriklerden olmamakla emrolundum.” de.
6/EN’ÂM-15: Kul innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).
De ki: “Muhakkak ki ben, (aksine davranarak) eğer Rabbime isyan edersem, büyük günün ( hesap yargı gününün) azabından korkarım.”
6/EN’ÂM-16: Men yusraf anhu yevme izin fe kad rahımeh(rahımehu), ve zâlikel fevzul mubîn(mubînu).
O gün (izin günü/hesap günü), kim ondan (azaptan) uzaklaştırılırsa, bilinmelidir ki o taktirde o kişiye (müşriklerin hidayet ve şefaatimi umdukları aracılar ve sahte ilahları değil ancak) Allah rahmet etmiştir. Ve işte bu, apaçık bir fevzdir (kurtuluştur).
6/EN’ÂM-17: Ve in yemseskellâhu bi durrin fe lâ kâşife lehu illâ huve, ve in yemseske bi hayrın fe huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, o taktirde onu, O’ndan (Allah’tan) başka giderecek yoktur. (Aracılar ve sahte ilahları gideremez) Sana bir hayır dokundurursa, artık bil ki O, herşeye kaadirdir.
6/EN’ÂM-18: Ve huvel kâhiru fevka ıbâdih(ıbâdihî), ve huvel hakîmul habîr(habîru).
O, kullarının üstünde yegane kahhardır (yegâne gâliptir), ve O, hakîmdir (hikmetiyle kullarının yararına hükümler koyan, hükmünün tek sahibidir.), herşeyden haberdardır (habîrdir).
6/EN’ÂM-19: Kul eyyu şey’in ekberu şehâdeh(şehâdeten), kulillâhu şehîdun, beynî ve beynekum ve ûhiye ileyye hâzâl kur’ânu li unzirekum bihî ve men belag(belaga), e innekum le teşhedûne enne meallâhi âliheten uhrâ, kul lâ eşhed(eşhedu), kul innemâ huve ilâhun vâhidun ve innenî berîun mimmâ tuşrikûn(tuşrikûne).
“Hangi şey şahit olarak en büyüktür?” de. “Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur’ân bana, O’nunla, sizi ve kime ulaşırsa onu, uyarmam için vahyolundu. Siz, muhakkak Allah ile beraber başka ilâhların olduğuna gerçekten şahitlik ediyor musunuz? Ben şahitlik yapmam.”de.“ Ki, O, sadece tek bir ilâhtır. Muhakkak ki ben, sizin şirk koştuklarınızdan uzağım.” de.
6/EN’ÂM-20: Ellezîne âteynâhumul kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum ellezîne hasirû enfusehum fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).
Geçmişte kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, (Bkz; Enam suresi 28 Resullerimiz ile onlara da açıkladığımız için) onu (Zikr/Kuran ayetlerini ) kendi oğullarını tanır gibi tüm açıklığıyla biliyorlardı. Artık (o dönem Zikr/Kuran ayetlerini inkar edip) mü’min olmayanlar da, nefslerini hüsrana düşürdüler.
6/EN’ÂM-21: Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyatihî), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
(Allah’ın hükmünde ortakçı olduğu yalanını uydurup) Allah’a karşı yalanla iftira eden veya onun âyetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki O, zalimleri felâha ulaştırmaz.
6/EN’ÂM-22: Ve yevme nahşuruhum cemîan summe nekûlu lillezîne eşrakû eyne şurekâukumullezîne kuntum tez’umûn(tez’umûne).
Ve o gün (hesap günü) geçmişte yaşamış olanlarla birlikte hepsini haşredeceğiz sonra ortak koşanların hepsine: “Zanda bulunmuş olduğunuz ortaklarınız şimdi nerede?” diyeceğiz.
6/EN’ÂM-23: Summe lem tekun fitnetuhum illâ en kâlû vallâhi rabbinâ mâ kunnâ muşrikîn(muşrikîne).
Sonra onların: “Vallahi Rabbimiz, biz yeryüzünde müşrikler olmadık.” demekten başka bir fitnesi (yalanı) olmayacak.
6/EN’ÂM-24: Unzur keyfe kezebû alâ enfusihim ve dalle anhum, mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Bak! (Ahirette müşrikler) Kendileri hakkında nasıl yalan söylüyorlar. Çünkü şimdi İftira etmiş oldukları şey, (İslam hakikatı) onlardan (ahirette bir azap korkusu üzerinde) sapıp gitti.
6/EN’ÂM-25: Ve minhum men yestemiu ileyk(ileyke), ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minû bihâ, hattâ izâ câuke yucâdilûneke yekûlullezîne keferû in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn(evvelîne).
Ve onlardan (Allah’ın otoritesine başka ilahları eş tutarak küfür İmanını tercih etmiş o müşrik kafirlerden) kim seni dinlerse, seni anlamamaları için onların kalplerinin üzerine ekinnet (kalp mühürü) koyduk ve bu yüzden onların kulaklarında bir vakra (ağırlık) vardır. Ve onlar bütün âyetleri (mucizeleri) görseler, bile ona inanmazlar. Hatta sana geldikleri zaman, seninle bu yüzden tartışırlar. Kâfir olanlar bu yüzden: “Bu ancak evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.” derler.
6/EN’ÂM-26: Ve hum yenhevne anhu ve yen’evne anh(anhu), ve in yuhlikûne illâ enfusehumve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve onlar, insanları (Allah’a aracısız iman ve teslim olmaktan /Kuran’dan ) nehyederler (men ederler) ve kendileri de bu yüzden ondan (aracısız iman ve teslim olmaktan/Kuran’dan) uzak dururlar. Oysa onlar; (bunu yaparak) Kendilerinden başkasını helâk etmezler ve (ekkinet mühürleri yüzünden) yaptıklarının farkında olmazlar (şuurunda değillerdir).
Aziz Allah’ı tek ve yegane otoriteleri olarak kabul etmedikleri gibi; Hakim Allah’ın hükmüne farklı ilahlarla ortak koşan müşriklerin kalplerine; “şirk küfür imanını seçmeleri yüzünden”; Aziz Allah tarafından Kuran’ı anlamalarını ve idrak etmelerini engelleyen, hicab-ı mesture/ algı idrak perdesi/örtüsü zikredilen; “ekkinet mührü” vurulduğunun 41. Sırada indirilen Yasin suresi 9,10. ayetleriyle açıklanması üzerine ve daha sonra 50. sırada indirilen İsra suresi 45,46 ayetlerinde ve 55. sırada indirilen Enam suresinde 25,26. Ayetlerinde ekkinet mührü konusunun detaylandırılarak açıklanmasından sonra, 61. Sırada indirilmiş olan Fussilet suresi 5. ayetinde müşriklerin hicab-ı mesture ekkinet mührü hususuna cevaben dile getirmiş oldukları bahaneler aktarılıyor. Ayrıca hicab-ı mesture vakra perdesi için {bkz;Fussilet suresi 44} Ve 92. sırada indirilmiş olan Bakara suresi 88. ayetinde de müşriklerin aynı bahaneleri Fussilet suresinde olduğu gibi devam ettirdikleri vurgulanıyor.
“36/YÂSÎN-9: Ve (Allah’a aracısız yönelip amenü olmadıkları için/küfür İmanında direndikleri için) onların önlerine ve arkalarına set kılarak böylece onları hakk-i’kat’tan (Allah katından bildirilen/indirilen mutlak gerçekten/Kuran’dan) perdeledik. Artık onlar görmezler.”
“36/YÂSÎN-10: Ve onları artık uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir. (Bkz ; İsra suresi 56 Enam suresi 25,26 Küfür İmanını tercih ettikleri için müşriklerin kalplerine vurulmuşekkinet mühürleri yüzünden artık onlar (Zikr’i/Kuran’ı idraka) perdelidirler) Artık Onlar âmenû olamazlar.”
“17/İSRÂ-45: Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete inanmayanlar arasına hicab-ı mesture (algı/idrak örtüsü/perdesi) koyduk.
“17/İSRÂ-46: O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine koyduğumuz ekinnet mührü ile onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini (işinde ve hükmünde ortağı yardımcısı aracısı vekili olmadığını) zikrettiğin zaman onlar bu yüzden sana nefretle arkalarını döndüler./dönüyorlar.
6/EN’ÂM-27: Ve lev terâ iz vukıfû alen nâri fe kâlû yâ leytenâ nureddu ve lâ nukezzibe bi âyâti rabbinâ ve nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
Onları, Ateşin üzerinde durduruldukları zaman görsen. O zaman pişmanlıkla: “Keşke biz tekrar (yeryüzüne) geri döndürülseydik, O zaman Rabbimizin âyetlerini yalanlamazdık ve muhakkak mü’minlerden olurduk.” derler.
6/EN’ÂM-28: Bel bedâ lehum mâ kânû yuhfûne min kabl(kablu),ve lev ruddû le âdû li mâ nuhû anhuve innehum le kâzibûn(kâzibûne).
Hayır, daha önce gizlemiş oldukları şeyler (Zikr/Kuran/İslam ve hükümleri) şimdi olduğu gibi geçmişte onlara da (geçmişte yaşamış dönem müşriklerine de) açıklandı. Ve şayet (yeryüzüne) tekrar geri döndürülselerdi, yine de men edildikleri şeylere (aracılık müessesesine/şirke) geri dönerlerdi. Ve muhakkak ki; onlar gerçekten yalancıdırlar.
6/EN’ÂM-29: Ve kâlû in hiye illâ hayatuned dunyâ ve mâ nahnu bi meb’ûsîn(meb’ûsîne).
Ve (ahiret hayatını reddedip inkar eden müşrikler) bizim hayatımız, dünya (hayatından) başka bir şey değildir. Ve: “Biz beas edilecek (yeniden, tekrar diriltilecek) değiliz.” dediler.
6/EN’ÂM-30: Ve lev terâ iz vukıfû alâ rabbihim, kâle e leyse hâzâ bil hakk(hakkı), kâlû belâ ve rabbinâ, kâle fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûn(tekfurûne).
Ve Onları (inanmadıkları ahirette) Allah’ın huzurunda sorguda durduruldukları zaman görsen.(Allahû Tealâ) “Bu hak değil mi?” dediğinde. (Ahiret hayatı hakikat değilmiymiş diye sorduğunda Onlar da) “Evet, Rabbimize andolsun ki hakikatmış.” derler. Allahû Tealâ: “O halde inkâr ettiğinizden dolayı şimdi azabı tadın.” der.
6/EN’ÂM-31: Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâh(likâillâhi) hattâ izâ câethumus sâatu bagteten kâlû yâ hasretenâ alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum alâ zuhûrihim, e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
Allah’a mülâki olmayı (ahiret hayatında Allah’ın huzurunda yargılanmayı) yalanlayan o kimseler ki işte onlar (her devirde) hüsrana düştüler. O saat (ölüm) aniden onlara gelince, sırtlarında (şirk) günah yükü taşıyarak ahirete gelenler: “dünyada işlemiş olduğumuz günahlar sebebiyle bize yazıklar olsun.” derler. (Aracıların yalanlarıyla/Şirk ile) yüklendikleri günah yükünün (akibeti) ne kötü, (öyle) değil mi?
6/EN’ÂM-32: Ve mâl hayâtud dunyâ illâ leibun ve lehv(lehvun), ve led dârul âhiretu hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
(Geçici) Dünya hayatı (çeşitli fitneler ve belalar üzerinde sınandığınız) kurgulanmış bir oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu, takva sahipleri için elbette daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?
6/EN’ÂM-33: Kad na’lemu, innehu le yahzunukellezî yekûlûne fe innehum lâ yukezzibûneke ve lâkinnez zâlimînebi âyâtillâhi yechadûn(yechadûne).
Onların (müşriklerin) söylediklerinin mutlaka seni mahzun ettiğini biliyorduk. Fakat muhakkak ki; aslında onlar seni yalanlamıyorlar. Bilakis o zalimler, Allah’ın âyetleri ile cihad ediyorlar.
6/EN’ÂM-34: Ve lekad kuzzibet rusulun min kablike fe saberû alâ mâ kuzzibû ve ûzû hattâ etâhum nasrunâ, ve lâ mubeddile li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), ve lekad câeke min nebeil murselîn(murselîne).
Ve andolsun ki; senden önceki resûller de böyle (senin gibi) yalanlandı. Fakat onlara yardımımız gelinceye kadar onlar yalanlandıkları şeylere ve uğradıkları eziyetlere sabrettiler. Ve Allah’ın kelimelerini değiştirecek yoktur. Ve andolsun, gönderilmiş resûllerin haberlerinden (bir kısmı) sana da geldi.
Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına hükümler koyan Alim ve Hakim Allah, her dönem içinde, Resul’leri vasıtasıyla sınav hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikir tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in { bkz: Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Diğer kitaplar aracılar tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran tek ve yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır.
Ve {Bkz;Hicr 6 Kalem 51 ve Duhan 14} Deli mecnun iftiralarıyla alay ederek Hz Muhammed (S.A.V)’in Allah’ın Resul’ü olduğunu reddeden ve geçmişte gönderilen Zikri tahrif ederek bozmuş oldukları halde fitne için kendilerini Ehli kitap olarak tanımlayan müşrik kafirler kastedilerek, geçmişte onların fitne tuzak ve ezalarına karşı Resul’lerin kararlı ve sabırlı oldukları vurgulanmaktadır. Muktesim; bölen parçalayan demektir. Muktesimler; Allah’ın indirdiği hak kitabı kısımlara ayırıp, İslam dininin temel direği zikredilen yoksunların gözetilmesi gibi temel tevhid hükümlerinin yazılı olduğu kısımları yok etmekle, yerine sadakaların ruhbanlığa krallığa veya karyenin mutrafilerine (şehrin ileri gelenlerine) aktarılması gibi şirk sömürü kaideleri ekleyerek kitabı değiştiren ve böyle bir fitne ile halkı İslam adı altında Allah’ın otoritesi üzerinden sömüren müşrik ruhbanlardır. {Bkz;Ali İmran 73~77 Hicr suresi 90 Ve Enam suresi 34. ayetinde “Allah’ın kelimelerini değiştirecek yoktur” vurgusuyla geçmişte kitabı değiştirmiş olan muktesim müşrikler kastedilerek şimdi kitabın tekrar tilavet edildiği açıklanmaktadır. Zikri Tilavet etmek; Geçmişte muktesim müşriklerin tali olarak bozup tahrif etmiş oldukları Zikr hükümlerini hem yaptıkları tahrifatı göstererek hem de hükmün aslını işaret ederek layıkı hakikat içinde okumak demektir. Kuran’da Zikr farklı konular içeriğinde Tilavet edilir. Örneğin saffat suresinde ahirete iman hususunda kitap tilavet edilirken. Nisa suresinde ise Kadınlar yetimler engelliler köleler cariyeler vb ve sosyal yaşantı üzerine tilavet edilir. Örneğin;/ Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kadınların haklarını daha önceki indirdiği kitaplarda farz kılmış olduğu halde, onlara vermediğiniz hakları ve zulüm ile zorla nikâhlamak istediğiniz aciz yetim kız çocukları hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız hususunda şimdi size Kitab’ında tilavet edilmekte olan âyetleriyle fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir. Nisa suresi 127) Ve Enam suresinde müşriklerin kitapta değiştirdikleri bazı hususlar işaret edilerek Zikr tilavet edilecek ve böylece Zikr/Kuran tilavet ile korunmuş bir halde kulların dikkatine ilka edilecek.
Enam suresi iniş sırasına göre Kuran’ın 55. sırasındadır. Geçmişte yaşamış olan Resul’lerin başına gelenlerin bir kısmı Enam suresine kadar nüzul olan surelerde ayetleriyle açıklandı buyurulmaktadır. Ve bir kısmı ise, inecek olan diğer surelerde açıklanacak veya detaylandırılacaktır.
6/EN’ÂM-35: Ve in kâne kebure aleyke i’râduhum fe inisteta’te en tebtegıye nefekan fîl ardı ev sullemen fîs semâi fe te’tiyehum bi âyeh(âyetin), ve lev şâallâhu le cemeahum alel hudâ fe lâ tekûnenne minel câhilîn(câhilîne).
Onların yüz çevirmeleri, sana zor gelirse; Gücün yetiyorsa yerin dibine bir tünel açarak veya semaya bir merdiven kurup göğe çıkarak onlar için bir mucize getirmeye çalış. Şayet Allah dileseydi, elbette onların hepsini hidayet üzerinde toplardı. Artık sakın sen cahillerden olma!
Bu dünyanın “Allah’a aracısız sadakat ve itaat” üzerinde bir sınanma meydanı/hayatı olduğu gerçeğini gözardı ederek ahiret hayatına ve Ahirette Allah tarafından yargılanacaklarına inanmayan ve dolayısıyla Allah’a yönelmek yerine ısrarla çok tanrılı ilahlara yönelen ve {bkz Enam suresi 25,26} bu küfür İmanını seçtikleri için, bu yüzden kalplerine ekinnet mührü vurulmuş o kafirler için, “onlar inanıp yönelmedikleri halde; Rabbin’den onlar için hidayet umud ederek cahillik yapma vurgusuyla, müşrik bir kişinin hidayete nail olabilmesi için öncelikli olarak “ekkinet mührünü ilmiyle kişinin kalbine kazımış olan Aziz Allah’a yönelmesi” gerekliliği, olmazsa olmaz bir koşul olarak, Hz Muhammed (S.A.V) üzerinden tekrarlanmaktadır.
6/EN’ÂM-36: İnnemâ yestecîbullezîne yesmeûn(yesmeûne), vel mevtâ yeb’asuhumullâhu summe ileyhi yurceûn(yurceûne).
(Davete) ancak (Zikr./Kuranı) işitebilen (kalbinde ekkinet mühürü olmayanlar) icabet eder. Ve muhakkak ki Allah, ölüleri diriltir. Ve Sonra muhakkak bütün nefsler ona döndürülürler.
6/EN’ÂM-37: Ve kâlû lev lâ nuzzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), kul innallâhe kâdirun alâ en yunezzile âyeten ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve “Ona (Hz Muhammed’e) Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse, olmaz mı?” dediler. “Muhakkak ki; Allah, bir mucize indirmeye kaadirdir.” de. Ve lâkin onların çoğu bunu bile idrak etmezler.
Aziz Allah geçmişte dönemlerde olduğu gibi Kuran indirilirken de müminlere “mucizeleri ile” yardım etmiştir. Ancak verilen mucizeler müşriklerin İslam’a “lütfen çağrısıyla” tabi olmaları için değil bilakis savaş üzerinde yardımlarla ve böylece müminlerin kalplerinin mutmain olması içindir. Hz Muhammed (S.A.V) dönemi uygulanmış yardım mucizelerinin Detayları için Bkz; Ali İmran suresi 122~127 Enfal suresi 9~14
6/EN’ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hiçbir canlı yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra (kıyamet koptuğunda) hepsi Rab’lerine haşrolunacaklar.
6/EN’ÂM-39: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ summun ve bukmun fîz zulumât(zulumâti), men yeşâillâhu yudlilhu, ve men yeşe’ yec’alhu alâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Âyetlerimizi yalanlayanlar, (ahirete inanmayan müşrik kafirler) karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. (Aracıların düzmece ilahları yerine sadece) Allah kimi dilerse (ekkinet mührü ile) onu dalâlette bırakır. Ve O kimi dilerse onu, Sıratı Mustakîm (Allah’a ulaştıran yol) üzerinde kılar.
6/EN’ÂM-40: Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi ev etetkumus sâatu e gayrallâhi ted’ûn(ted’ûne), in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
(Müşriklere) de ki: “Siz kendinizi gördünüz mü? Eğer Allah’ın azabı size şimdi hemen gelse veya o saat (kıyâmet vakti) size hemen gelse, eğer siz sözlerinize sadıksanız , söyleyin (böyle bir durumda) Allah’tan başkasına mı dua edersiniz?”
6/EN’ÂM-41: Bel iyyâhu ted’ûne fe yekşifu mâ ted’ûne ileyhi in şâe ve tensevne mâ tuşrikûn(tuşrikûne).
Hayır (bilakis), sadece O’na dua edersiniz. Artık O dilerse, ona dua ettiğiniz şeyi (aracıları öldürerek sizden) giderir ve o halde şirk koştuğunuz şeyleri (zaten) unutursunuz.
6/EN’ÂM-42: Ve lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe ehaznâhum bil be’sâi ved darrâi leallehum yetedarraûn(yetedarraûne).
Andolsun ki; Biz senden önce ümmetlere de (senin gibi Resûller) gönderdik.O zaman onları da sıkıntıya ve darlığa uğrattık, belki böylece (aracıları ve sahte ilahlarını terkedip) sadece Allah’a yalvarırlar diye.
6/EN’ÂM-43: Fe lev lâ iz câehum be’sunâ tedarraû ve lâkin kaset kulûbuhum ve zeyyene lehumuş şeytânu mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Böylece onlara darlığımız geldiği zaman sadece Allah’a yalvarmaları doğru olmaz mıydı? Fakat (aracılara yönelmekle) onların kalpleri kasiyet bağladı.. Şeytan, onlara yapmış oldukları şeyleri işte böyle süsledi.
6/EN’ÂM-44: Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî fetahnâ aleyhim ebvâbe kulli şey’(şey’in), hattâ izâ ferihû bimâ ûtû ehaznâhum bagteten fe izâhum mublisûn(mublisûne).
Hatırlatıldıkları şeyleri (Zikri/Kuran’ı/Allah’ın buyruklarını ) unuttukları zamanlarda, (özellikle) onlara verdiğimiz şeylerle ferahlayıncaya kadar (mal mülk evlat vb şeylerle sevindirip sonrada iyice şımarıncaya) kadar onlara herşeyin kapısını onlara açtık. Ansızın onları (Helak ve ölüm ile) yakaladığımız zaman, onlar artık ancak o zaman (idrak edip aracılardan) ümitlerini kestiler.
6/EN’ÂM-45: Fe kutia dâbirul kavmillezîne zalemû, vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Böylece kendilerine (aracılıkla) zulmeden kavmin arkası kesildi. (O halde) Hamd, yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah’a değil midir?
Ahiret alemine iman etmeyip sadece tek aleme iman etmiş müşriklerin aksine iki aleme kasıtla Alemlerin Rabbi olan Allah zikredilmektedir. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun!
6/EN’ÂM-46: Kul e reeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârekum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bih(bihî), unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn (yasdifûne).
(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Gördünüz mü? ( geçmişte yaşamış kavimler üzerinden size verilen örnekle aczinizi şimdi daha iyi anladınız mı?) Şâyet Allah sizin işitme hassanızı ve görme özelliğinizi alsa ve sizin kalplerinizi mühürlese, Allah’tan başka hangi ilâh onları size (geri) getirir?” Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz! Sonra onlar bile göre hala yüz çeviriyorlar.
6/EN’ÂM-47: Kul e reeytekum in etâkum azâbullâhi bagteten ev cehreten hel yuhleku illel kavmuz zâlimûn(zâlimûne).
(Ya Muhammed müşriklere) de ki: “Siz (herbiriniz) kendinizi gördünüz mü? (halinizi, acizliğinizi anladınız mı?) Eğer Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelse, zalimler kavminden başkası mı helâk edilir?” ( ve bu durumda sizler ancak zalimler olarak cehenneme haşredilirdiniz)
6/EN’ÂM-48: Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), fe men âmene ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Biz resûlleri “uyarıcılar ve müjdeleyiciler” olmaktan başka (bir şey için) göndermeyiz. (Resul’ler aracılar ve aracıların uydurma sahte ilahları gibi yeryüzünde Allah’ın hükmünde ortakçı ve vekili olarak yetkilendirdiği kimseler değillerdir) Artık kim âmenû olur (Allah’a aracısız iman ve teslim olursa) ve (İslam/Zikr/Kuran ile) ıslâh olursa artık onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.
6/EN’ÂM-49: Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ yemessuhumul azâbu bimâ kânû yefsukûn(yefsukûne).
Ve âyetlerimizi yalanlayan kimselere, fasık olmalarından dolayı mutlaka azap dokunacaktır.
6/EN’ÂM-50: Kul lâ ekûlu lekum indî hazâinullâhi ve lâ a’lemul gaybe ve lâ ekûlu lekum innî melek(melekun), in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), kul hel yestevîl a’mâ vel basîr(basîru),e fe lâ tetefekkerûn(tetefekkerûne).
De ki: “Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ve (Bkz; Enam 100 Şuara suresi 223 Saffat suresi 6~11 Hicr suresi 18 gaybı cinlerden öğrenip biliyoruz diyen aracıların aksine ben) gaybı bilmiyorum. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ancak Ben sadece bana vahyedilene tâbî olurum.” “Basiretle gören bir kişi ile görmeyen kişi aynı olur mu, hâlâ tefekkür etmiyor musunuz?” de.
6/EN’ÂM-51: Ve enzir bihillezîne yehâfûne en yuhşerû ilâ rabbihimleyse lehum min dûnihî veliyyun ve lâ şefîun leallehum yettekûn(yettekûne).
Ve Rab’lerine haşrolunmaktan korkan kimseleri, (aracıların şefaatine sığınan müşrikleri) onunla (Allah’ın korunmuş kitabı Zikr/Kuran ile) uyar. Onların, Allah’tan başka bir dostu ve şefaat edeni yoktur. (Aracılar ve onların sahte ilahları şefaat edemez) Böylece onlar düşünür ve umulur ki (Kuran’a iman etmekle) takva sahibi olurlar.
6/EN’ÂM-52: Ve lâ tatrudillezîne yed’ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vecheh(vechehu), mâ aleyke min hısâbihim min şey’in ve mâ min hısâbike aleyhim min şey’in fe tatrudehum fe tekûne minez zâlimîn(zâlimîne).
Ve sabah akşam, Rab’lerinin Zat’ını dileyerek dua edenleri (geçmişte müşrik oldukları için) yanından kovma. Onların hesabından senin üzerine, senin hesabından onların üzerine bir şey yoktur. Artık onları kovarsan, o zaman sen zalimlerden olursun. (Sen ve yanındaki. müminlerden feyz alıp öğrenmeleri ve belki İslam’a tekrardan sırt dönüp terketmeleri için bu karar mühletinde/yanında oldukları süre içinde bir müddet kalsınlar kovma. bkz53,54,55)
6/EN’ÂM-53: Ve kezâlike fetennâ ba’dahum bi ba’din li yekûlû e hâulâi mennallâhu aleyhim min beyninâ, e leysallâhu bi a’leme biş şâkirîn(şâkirîne).
Ve “Aramızdan, Allah’ın ni’metlendirdikleri bunlar mı?” derler (örnek alırlar) diye, onları birbirleriyle işte böyle imtihan ediyoruz. Allah, şakirleri (şükredenleri) en iyi bilir, öyle değil mi?
6/EN’ÂM-54: Ve izâ câekellezîne yu’minûne bi âyâtinâ fe kul selâmun aleykum ketebe rabbukum alâ nefsihir rahmete ennehu men amile minkum sûen bi cehâletin summe tâbe min ba’dihî ve asleha fe ennehu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve sonra Âyetlerimize inanan kimseler sana geldiği zaman, onlara şöyle de: “Selâm üzerinize olsun. Rabbiniz, “rahmeti” kendi üzerine yazdı. (Kuran hükümlerine ulaştırmakla size O rahmet etti/ve tüm İnsanlara dünya sınav hayatını bir fırsat olarak da önceden ahirette O rahmet etti) Öyle ki;sizden, kim cahillikle bir kötülük yapar, sonra onu yaptıktan sonra tövbe eder ve ıslâh olursa (Kur’an ile iman edip salih amel ile nefsini ıslah ederse) , o taktirde muhakkak ki O Allah Gafur’dur (Allah mağfiret edendir/Tevbe edenlerin günahlarını örtüp sevaba çevirendir ), Rahîm’dir. (sadece mümin olanlara yardım edip himaye ve hidayet edendir)
6/EN’ÂM-55: Ve kezâlike nufassılul âyâti ve li testebîne sebîlul mucrimîn(mucrimîne).
Ve işte böylece âyetleri ayrı ayrı açıklıyoruz ki, mücrimlerin (suçluların) yolu belli olsun diye.
6/EN’ÂM-56: Kul innî nuhîtu en a’budellezîne ted’ûne min dûnillâh(dûnillâhi), kul lâ ettebiu ehvâekum kad dalaltu izen ve mâ ene minel muhtedîn(muhtedîne).
De ki: “Muhakkak ki ben, dua ettiğiniz Allah’tan başka şeylere kul olmaktan men edildim.” (Müşriklere) De ki: “Sizin heveslerinize uymam, eğer uyarsam (öyle olursa), dalâlette olmuş olurum ve hidayete erenlerden olmam.”
6/EN’ÂM-57: Kul innî alâ beyyinetin min rabbî, ve kezzebtum bih(bihî), mâ indî mâ testa’cilûne bih(bihî), inil hukmu illâ lillâh(lillâhi), yakussul hakka ve huve hayrul fâsılîn(fâsılîne).
De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimin size beyyinesi üzerindeyim. (Allah’ın kullarına “beyanı” olan Kuran’ın size “beyan edilmesi” üzerindeyim), ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey (kıyametin ve din gününün bilgisi) benim yanımda değil. O Hüküm ancak Allah’ındır. O, daima hakkı anlatır. Ve O (hakkı bâtıldan âyetleriyle), fasıl fasıl ayıranların en hayırlısıdır.”
6/EN’ÂM-58: Kul lev enne indî mâ testa’cilûne bihî le kudıyel emru beynî ve beynekum, vallâhu a’lemu biz zâlimîn(zâlimîne).
De ki: “Eğer acele ettiğiniz o şey (gayb/kesinleşmiş hüküm bkz: Enam suresi 59~67) gerçekten, benim yanımda olsaydı, benimle sizin aranızda iş elbette hemen yerine getirilmiş olurdu. Ve Allah, muhakkak ki zalimleri en iyi bilir.”
6/EN’ÂM-59: Ve indehu mefâtihul gaybi lâ ya’lemuhâ illâ huve, ve ya’lemu mâ fîl berri vel bahr(bahri), ve mâ teskutu min varakatin illâ ya’lemuhâ ve lâ habbetin fî zulumâtil ardı ve lâ ratbin ve lâ yâbisin illâ fî kitâbin mubîn(mubînin).
Ve gaybın anahtarları, (gaybın bilgisi aracılarda ve sahte ilahlarında değil) yalnızca onun yanındadır. Onu O’ndan başkası bilmez. Ve O denizde ve karada ne varsa bilir. O bilmeksizin, bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içinde hiçbir yaş ve kuru bir dane yoktur ki, “Kitab-ı Mübîn”de (mutlak gerçeklerin yazılı olduğu kitap’ta) bulunmasın.
6/EN’ÂM-60: Ve huvellezî yeteveffâkum bil leyli ve ya’lemu mâ cerahtum bin nehâri summe yeb’asukum fîhi li yukdâ ecelun musemmâ(musemmen), summe ileyhi merci’ukum summe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve geceleyin sizi vefat ettiren (iradeyi uykuya sokan), gündüzleri ne kazandığınızı bilen, sonra “ecel-i müsemmanın” (belirlenmiş sınav zamanının, ömrün) tamamlanması için gündüzün içinde sizi tekrar dirilten O’dur. Sizin dönüşünüz sonra O’nadır. Sonra, yapmış olduklarınızı (günah ya da sevaplarınızı) size O haber verecek.
6/EN’ÂM-61: Ve huvel kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah(hafazaten), hattâ izâ câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn(yuferritûne).
Ve O, kullarının üstünde kahhardır (kuvvet ve güç sahibidir).Ve üzerinize muhafaza edici (koruyucu) gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu resûllerimiz (Allah’ın emrine bağlı görevli ölüm melekleri ) vefat ettirir. Onlar (bunu yaparken) kusur etmezler.
6/EN’ÂM-62: Summe ruddû ilâllâhi mevlâhumul hakk(hakkı), e lâ lehul hukmu ve huve esraul hâsibîn(hâsibîne).
Sonra (canları alınanlar) Allah’a döndürülürler. Onların mevlâsı Hakk’tır. Hüküm onun değil mi? Ve O, hesap görenlerin en hızlısıdır.
6/EN’ÂM-63: Kul men yuneccîkum min zulumâtil berri vel bahri ted’ûnehu tedarruan ve hufyeh(hufyeten), le in encânâ min hâzihî le nekûnenne mineş şâkirîn(şâkirîne).
“Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarır?” de. Gizlice ona yalvararak: “Eğer bizi bundan kurtarırsan biz mutlaka şükredenlerden oluruz.” diye dua edersiniz.
6/EN’ÂM-64: Kulillâhu yuneccîkum minhâ ve min kulli kerbin summe entum tuşrikûn(tuşrikûne).
De ki: “Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz (buna rağmen) nankörlükle (aracılara ve sahte düzmece ilahlarına yönelip) (O’na) ortak koşuyorsunuz.”
6/EN’ÂM-65: Kul huvel kâdiru alâ en yeb’ase aleykum azâben min fevkıkum ev min tahti erculikum ev yelbisekum şiyean ve yuzîka ba’dakum be’se ba’d(ba’dın), unzur keyfe nusarrıful âyâti leallehum yefkahûn(yefkahûne).
De ki: “O, sizin üstünüzden veya ayaklarınızın altından üzerinize bir azap göndermeye veya sizi bölük bölük birbirinize katıp (düşman edip), sizin bir kısmınızın şiddetini, bir kısmınıza yaşatmaya kaadirdir.” Böylece onlar da fıkıh ederler diye. Bak, âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz.
6/EN’ÂM-66: Ve kezzebe bihî kavmuke ve huvel hakk(hakku),kul lestu aleykum bi vekîl(vekîlin).
Ve o (Kuran) hak olduğu halde, senin kavmin (müşrikler) onu yalanladı. “Ben sizin üzerinize ( bkz; Enam suresi 136~141“ Allah’ın vekiiyiz” diyerek Allah adına ürünlerinizden ve hayvanlarınızdan pey isteyerek sizi aldatıp sömüren aracıların aksine Ben Allah’ın hükmüne ortak ettiği bir) vekil değilim.” de.
6/EN’ÂM-67: Likulli nebein mustekar(mustekarrun), ve sevfe ta’lemûn(ta’lemûne).
Her haber için kararlaştırılmış bir zaman vardır. Ve yakında muhakkak siz de bileceksiniz.
6/EN’ÂM-68: Ve izâ reeytellezîne yahûdûne fî âyâtinâ fe a’rıd anhum hattâ yahûdû fî hadîsin gayrih(gayrihî), ve immâ yunsiyennekeş şeytânu fe lâ tak’ud ba’dez zikrâ meal kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Âyetlerimiz hakkında (alaylı) konuşmaya dalanları gördüğün zaman, ondan başka bir söze geçinceye kadar artık onlardan yüz çevir. Ama şeytan sana (gafletle bu kuralı/hükmü) unutturursa, hatırladıktan sonra artık o (alay eden) zalimler topluluğuyla beraber oturma. (yanlarından uzaklaş)
6/EN’ÂM-69: Ve mâ alellezîne yettekûne min hısâbihim min şey’in ve lâkin zikrâ leallehum yettekûn(yettekûne).
Ve takva sahibi olan kimselere, onların hesabından (alay etmelerinden dolayı müminlere) bir şey (ceza) yoktur. Lâkin hatırlatmalıdır ( Allah’ı ve hükümlerini hikmetiyle öğüt vererek hatırlat ve böylece tebliğ görevini ifa et! fussilet 34 Nahl 125). Umulur ki; Böylece onlar, takva sahibi olurlar. Diye.
6/EN’ÂM-70: Ve zerillezînettehazû dînehum leiben ve lehven ve garrethumul hayâtud dunyâ ve zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun ve lâ şefî’(şefîun), ve in ta’dil kulle adlin lâ yu’haz minhâ, ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).
(Ahiret hayatına iman etmedikleri için) Dini dünya hayatının (atalarından beri süregelen) bir düzeni olarak görüp önemsizleştiren, dünya hayatının aldattığı o kişilere, dünya kazançlarına koşuşturmaları yüzünden helak olacaklarını Kuran ile hatırlat. Kullar için Allah’tan başka bir dost ve bir şefaatçi yoktur. O (sözde şefaat ve hidayet dağıtan aracılar) bütün fidyeleri verse de (ahirette) onlardan alınmaz. İşte onlar (Bkz;Enam suresi 136 Allah’ın buyruğu imiş gibi gösterip koydukları vergi sömürü hükümleriyle ) kazandıklarından dolayı zaten helâk olmuş kimselerdir. İnkâr etmiş oldukları şeylerden dolayı, ahirette onlar için kaynar sudan bir içecek ve elîm bir azap vardır.
6/EN’ÂM-71: Kul e ned’û min dûnillâhi mâ lâ yenfeunâ ve lâ yadurrunâ ve nureddu alâ a’kâbinâ ba’de iz hedânâllâhu kellezîstehvethuş şeyâtînu fîl ardı hayrâne lehû ashâbun yed’ûnehû ilel hude’tinâ, kul inne hudallâhi huvel hudâ, ve umirnâ li nuslime li rabbil âlemîn(âlemîne).
De ki: Bize fayda ve zarar vermeye gücü yetmeyecek olan Allah’tan başka şeylere mi dua edelim? Bizi Allah’ın hidayete erdirmesinden sonra, yeryüzünde şeytanların kandırıp şaşkın bıraktığı, “bize hidayete gel” diye çağıran şeytanın arkadaşı olmuş o şaşkın kimseler gibi biz de topuklarımızın üzerinde hidayetten geriye mi döndürülelim? De ki: Muhakkak ki, Allah’a aracısız ulaşmak, işte o hidayettir! ve biz ancak âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk!
6/EN’ÂM-72: Ve en ekîmûs salâte vettekûh(vettekûhu), ve huvellezî ileyhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ve salâtı ikame edin (Allah’ın Hakk dininin mecburiyeti olan ıslah ve yardımlaşmayı ikame edin.) Ve yalnızca ona (Allah’a) karşı takva sahibi olun. Ve çünkü Zat’ına (yargı makamına) haşrolunacağınız, O’dur.
6/EN’ÂM-73: Ve huvellezî halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), ve yevme yekûlu kun fe yekûn(yekûnu), kavluhul hakk(hakku), ve lehul mulku yevme yunfehu fîs sûr(sûri), âlimul gaybi veş şehâdeh(şehâdeti), ve huvel hakîmul habîr(habîru).
Ve semaları ve arzı (yeryüzünü) hak ile yaratan O’dur. Ve “Ol!” dediği gün (herşey) olur. O’nun sözü haktır, mülk (dünya/yeryüzü/ahiret) O’nundur. O gün sur’a üfürülür (sur’a üfürüldüğü gün hüküm günüdür ve yegane hükümranlık O’nundur). Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O’dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdar olandır.
6/EN’ÂM-74: Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi âzere, e tettehizu esnâmen âliheh(âliheten), innî erâke ve kavmeke fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve İbrâhîm, babası Azer’e şöyle demişti: “Sen putları ilâhlar mı ediniyorsun? Muhakkak ki ben, seni ve kavmini apaçık dalâlette görüyorum.”
6/EN’ÂM-75: Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel mûkınîn(mûkınîne).
Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).
O güne kadar Hz İbrahim ve toplumu Güneş tanrısını baş Tanrı kabul ediyor ve gökteki ayı ve yıldızları, tüm gök Tanrı inançlarında olduğu gibi, güneş Tanrı’sının eşi kızı oğlu vb gibi ailesinin bir ferdi olarak kabul ediyorlar ve onları temsil eden putlara tapıyorlardı.
6/EN’ÂM-76: Fe lemmâ cenne aleyhil leylu reâ kevkebâ(kevkeben), kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle lâ uhıbbul âfilîn(âfilîne).
Gece onun üzerini örtünce, (gece olunca) bir yıldız gördü. “Bu benim Rabbim” dedi. Fakat kaybolunca, “Kaybolup gidenleri sevmem.” dedi.
6/EN’ÂM-77: Fe lemmâ reel kamere bâzigan kâle hâzâ rabbî, fe lemmâ efele kâle le in lem yehdinî rabbî le ekûnenne minel kavmid dâllîn(dâllîne).
Ay’ı doğarken görünce: “Benim Rabbim bu.” dedi. Fakat kaybolunca: “Eğer Rabbim beni hidayete erdirmezse, mutlaka dalâletteki kavimden olurum.” dedi.
6/EN’ÂM-78: Fe lemmâ reeş şemse bâzigaten kâle hâzâ rabbî,hâzâ ekber(ekberu), fe lemmâ efelet kâle yâ kavmî innî berîun mimmâ tuşrikûn(tuşrikûne).
Güneşi doğarken görünce: “Bu benim Rabbim, bu daha büyük.” dedi. Fakat kaybolup gidince: “Ey kavmim ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” dedi.
6/EN’ÂM-79: İnnî veccehtu vechiye lillezî fatares semâvâti vel arda hanîfen ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
Muhakkak ki ben, hanif olarak yüzümü, yeri ve semaları yaratan Allah’ın Zat’ına döndürdüm.Ve ben, müşriklerden değilim.
6/EN’ÂM-80: Ve hâccehu kavmuh(kavmuhu), kâle e tuhâccûnnî fîllâhi ve kad hedân(hedâni), ve lâ ehâfu mâ tuşrıkûne bihî illâ en yeşâe rabbî şey’â(şeyen), vesia rabbî kulle şey’in ilmâ(ilmen), e fe lâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).
Ve kavmi onunla tartıştı. “(Rabbim) beni hidayete erdirmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ona ortak koştuklarınızdan, Rabbimin bir şeyi dilemesi hariç ben korkmam. Rabbim ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Hâlâ tezekkür etmez misiniz?” dedi.
6/EN’ÂM-81: Ve keyfe ehâfu mâ eşrektum ve lâ tehâfûne ennekum eşrektum billâhi mâ lem yunezzıl bihî aleykum sultânâ(sultânen), fe eyyul ferîkayni ehakku bil emn(emni), in kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve size hakkında bir delil indirilmeyen şeylerle ona şirk koşmaktan, siz korkmadığınız halde, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden (putlardan) nasıl korkarım. Şâyet biliyorsanız, artık iki gruptan hangisi emniyette olmayı daha çok hakediyor?
6/EN’ÂM-82: Ellezîne âmenû ve lem yelbisû îmanehumbi zulmin ulâike lehumul emnu ve hum muhtedûn(muhtedûne).
Âmenû olan (Allah’a aracısız iman ve teslim olan ) kimseler ve îmânlarını zulümle karıştırmayanlar, işte onlar (korkudan) emindirler. Ve onlar hidayete erenlerdir.
6/EN’ÂM-83: Ve tilke huccetunâ âteynâhâ ibrâhîme alâ kavmih(kavmihî), nerfeu derecâtin men neşâ’(neşâu), inne rabbeke hakîmun alîm(alîmun).
Ve işte bunlar, İbrâhîm’e, kavmine karşı verdiğimiz delillerimizdir. Dilediğimiz kimselerin derecelerini artırırız. Muhakkak ki; senin Rabbin hakîm (hükmün ve hikmetin sahibi)dir, alîmdir (en iyi bilendir).
6/EN’ÂM-84: Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûb(ya’kûbe), kullen hedeynâ ve nûhâ(nûhan) hedeynâ min kablu ve min zurriyyetihî dâvude ve suleymâne ve eyyûbe ve yûsufe ve mûsâ ve hârûn(hârûne) ve kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Ve ona İshak (A.S) ve Yâkub (A.S)’ı bağışladık. Hepsini hidayete erdirdik. Ve daha önce Nuh (A.S)’ı hidayete erdirdik ve onun zürriyetinden Davud (A.S), Süleyman (A.S) , Eyyub (A.S), Yusuf (A.S), Musa(A.S) ve Harun (A.S)’ı da hidayete erdirdik. Ve işte böylece, muhsinleri mükâfatlandırırız.
6/EN’ÂM-85: Ve zekeriyyâ ve yahyâ ve îsâ ve ilyâs(ilyâse), kullun mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve Zekeriya (A.S), Yahya (A.S), İsa (A.S) ve İlyas (A.S); hepsi salihlerdendir.
6/EN’ÂM-86: Ve ismâîle velyesea ve yûnuse ve lûtâ(lûtan), ve kullen faddalnâ alel âlemîn(âlemîne).
Ve İsmail (A.S) ve İlyesea (A.S) ve Yunus (A.S) ve Lut (A.S), hepsini âlemlere üstün kıldık.
6/EN’ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm’e hidayet ettik.
6/EN’ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ıbâdih(ıbâdihî), ve lev eşrekû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla (bildirdiği/indirdiği hükümleriyle) hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).
6/EN’ÂM-89: Ulâikellezîne âteynâhumul kitâbe vel hukme ven nubuvveh(nubuvvete), fe in yekfur bihâ hâulâi fe kad vekkelnâ bihâ kavmen leysû bihâ bi kâfirîn(kâfirîne).
İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve Nebilik/Peygamberlik verdiğimiz kimselerdi ki; Eğer bir toplum gönderdiğimiz kitabı ve peygamberini inkâr ettiğinde, andolsun ki biz buna karşılık, Allah’tan gelen gerçekleri (Zikri) asla örtbas etmeyen bir topluluğu/ve ardınca gelen bir Resul’ü (Kitaba/Zikr’e) daima vekil kılmışızdır.
6/EN’ÂM-90: Ulâikellezîne hedallâhu, fe bi hudâyuhumuktedih, kul lâ es’elukum aleyhi ecrâ(ecren), in huve illâ zikrâ lil âlemîn(âlemîne).
İşte onlar ki; (Allah’ın indirdiği kitaba ve Resul’e tabi olanlar) Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. Öyleyse onların hidayetine tâbî ol! “Ben, ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O ancak âlemler için bir zikirdir.” de.
6/EN’ÂM-91: Ve mâ kaderûllâhe hakka kadrihî iz kâlû mâ enzelallâhualâ beşerin min şey(şey’in), kul men enzelel kitâbellezî câe bihî mûsâ nûren ve huden lin nâsi tec’alûnehu karâtîse tubdûnehâ ve tuhfûne kesîrâ(kesîran), ve ullimtum mâ lem ta’lemû entum ve lâ âbâukum, kulillâhu summe zerhum fî havdıhim yel’abûn(yel’abûne).
“Ve Allah, beşere bir şey indirmedi.” dedikleri zaman O’nun kadrini hakkıyla takdir edemediler. “İnsanlar için hidayet edici ve bir nur olan Hz. Musa’nın getirdiği kitabı kim indirdi?” de. Onu iki taş levhaya indirdiği halde {bkz:Araf suresi 142~145} onu gizleyip, kâğıt bir kitaba yazdığınız batıl hükümlerinizi açıklıyorsunuz. Onlara ; Babalarınızın ve sizin bilmediğiniz şeyleri şimdi size öğreten. “Allah” de, sonra onları daldıkları şeylerde bırak oynasınlar.
6/EN’ÂM-92: Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubârekun musaddıkullezî beyne yedeyhi ve li tunzire ummel kurâ ve men havlehâ, vellezîne yu’minûne bil âhireti yu’minûne bihî ve hum alâ salâtihim yuhâfizûn(yuhâfizûne).
Sana, şehirlerin anası olan Mekke halkını ve çevresinden bütün insanlığı uyarman ve Allah’ın kafirlere hükmünde bildirdiği azâbını haber vermen için, onlara önceden verilmiş kitapları da (Değiştirilmemiş Tevrat’ı ve İncil’i bkz:91) gerçekleyen hak kitabı indirdik ve O iman edenler ki ahirete de iman edip hak dinin (Allah’ın indirdiği hükümleri) vecibelerini muhafaza edenlerdir.
6/EN’ÂM-93: Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kâle ûhıye ileyye ve lem yûha ileyhi şey’un ve men kâle seunzilu misle mâ enzelallâh(enzelallâhu), ve lev terâ iziz zâlimûne fî gamerâtil mevti vel melâiketu bâsitû eydîhim, ahricû enfusekum, el yevme tuczevne azâbel hûni bimâ kuntum tekûlûne alâllâhi gayrel hakkı ve kuntum an âyâtihi testekbirûn(testekbirûne).
Allah’a yalanla iftira eden veya (Nebi olmadığı halde) kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu.” diyenden ve “Ben de Allah’ın indirdiği şeylerin benzerini indireceğim.”diyenden daha zalim kim vardır? Zalimleri, ölümün şiddet halinde iken ve ölüm melekleri ellerini uzatıp: “Nefslerinizi çıkarın. Bugün, Allah’a karşı hak olmayan şeyler söylediğiniz ve O’nun âyetlerine karşı kibirlendiğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” dedikleri zaman onları bir görsen.
6/EN’ÂM-94: Ve lekad ci’timûnâ furâdâ kemâ halaknâkum evvele merretin ve terektum mâ havvelnâkum verâe zuhûrikum, ve mâ nerâ meakum şufeâekumullezîne zeamtum ennehum fîkum şurekâ’(şurekâû), lekad tekattaa beynekum ve dalle ankum mâ kuntum tez’umûn(tez’umûne).
Ve andolsun ki; sizi ilk defa yarattığımız gibi (bkz: Hicr suresi 28 Rahman suresi 14 Hacc suresi 5-6-7 İlk ahiret yaratılışındaki hamein mesnun salsalinden muhteva yıpranmayan bedeninize tahric edilerek) Bize tekrar gelecek ve dünyada size ne verdiysek (neyin sahibi yaptıysak, ne lütfettiysek ölümle mecburen herşeyi) arkanızda bırakacaksınız. Andolsun ki, Allah’ın hükmüne ortak olduğunu zannettiğiniz şefaatçileriniz (sizi aldatan aracılar) orada (ahirette) sizinle bağları koparılmış halde olacaklar ve, haklarında (hidayet ve şefaat) zanında bulunmuş olduğunuz o kimseler, (Bkz; Meryem suresi 68~71 dizlerinizin üzerinde mecburi secdeye çökertildiğiniz o cehennem hakikatı üzerinde) sizden uzaklaşıp gitmiş olacaktır.
6/EN’ÂM-95: İnnallâhe fâlikul habbi ven nevâ, yuhrıcul hayye minel meyyiti ve muhricul meyyiti minel hayy(hayyi), zâlikumullâhu fe ennâ tu’fekun(tu’fekune).
Muhakkak ki Allah, (yeryüzünde) tohumu ve çekirdeği yarıp çıkarandır. O Ölüden canlıyı çıkarır ve canlıdan da ölüyü çıkarandır. İşte O (herşeyi yoktan yaratmaya muktedir olan) Allah’tır. Öyleyse (ahirete imandan) nasıl döndürülüyorsunuz?
Hem Arap müşrikler hem Ehli kitap anılan Hristiyan ve yahudi müşrikler ahiret alemine inanmazlar bu nedenle Kuran’ın birçok sure ve ayetinde; Yeryüzü yaratılışından örnekler verilerek “Tüm yeryüzünü yoktan yaratmaya muktedir olan Allah, O halde ahireti de yoktan yaratmaya muktedir değil mi ? Yasin 81” sorusundaki mantık ile kullarını tefekküre davet ederek, ahirete iman için mutlaka yaratılışa bakıp ibret alınmasını öğütlemiştir.
6/EN’ÂM-96: Fâlikul ısbâh(ısbâhı), ve cealel leyle sekenen veş şemse vel kamere husbânâ(husbânen), zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi).
Sabahı (fecr vaktini) yarıp çıkarandır. Ve geceyi dinlenme (sukûn) vakti ve güneşi ve ayı (hareketlerini çok ince hesaplarla dizayn ederek) zamanı hesaplama ünitesi (hesap vasıtası) kıldı. İşte bu, azîz ve alîm olanın (Allah’ın) takdiridir. (Aracıların sahte ilahları buna muktedir değildir)
6/EN’ÂM-97: Ve huvellezî ceale lekumun nucûme li tehtedû bihâ fî zulumâtil berri vel bahr(bahri), kad fassalnal âyâti li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve yıldızları kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulmanız için size musahhar (faydanız için yıldız olarak yaratan) kılan O’dur. Bilen bir kavim için, âyetleri detayları ile açıkladık.
Tarih boyunca, İslam’ın Resul’lerinin büyük mücadeleler verdiği tüm çok tanrılı inançlarda, Güneş tanrısı baş tanrı olarak kabul edilmiştir. Ve yıldızlar Tanrının dünyayı yönetmek adına kendisine vekili olarak atadığı kızları veya oğulları varsayılmıştır. Bu hakikat Kuran’da Enam suresi 75~78 ve Saffat suresi 88~98 ayetleriyle Hz İbrahim üzerinden örneklenerek açıklanır. Ve İslam haricinde geçmişte yaşamış ulusların tümü yıldızların isimlerine totemleştirdikleri putlar üzerinden “gök tanrılara” tapınırlardı. Ve tanrıların isteklerini “put hizmetkarı” anılan put sahibi kahinlerden öğrenirlerdi. Yahudi ve hristiyan müşrikler ise kendi krallarını Tanrının oğlu ve vekili kabul edip bu vasıtasıyla tanrının yeryüzünü idare ettiğine inanıyorlardı. Ve {Bkz; Zuhruf suresi 23~31} tüm göktanrı şirk inançları, Elit hakim zümrenin halkı sömürmesi hedefinde elit hakim zümrenin çıkarları doğrultusunda sömürü hükümleri uyduran ruhbanların kurguladığı ve yönettiği bir fitne düzeni ve aldatmacasıdır. Bu aldatmacada Güneş tanrısının ailesinden olduğu varsayılan Şira ve Tarık gibi yıldızlar; Güneş Tanrı’sının insanları gözlemlemekle görevlendirdiği ve durumlarına göre (yeterli vergiyi ödemeleri veya ödememeleri halinde) kimi zaman insanları koruduğu ya da onlara musibetler isabet ettirdiği birer gök tanrısı kabul edilmiştir. Kuran indiği dönemde de Tanrıça Şira ; Ana Güneş tanrısının ailesinin bir ferdi olarak itibar görürdü ancak, güneş tanrısının (yani aracıların uydurma tanrısının) ana konularda vekili kıldığı (Yahudilerde kıralları/Hristiyanlarda Hz İsa/Araplarda Lat Menat ve Uzza) Tanrı’nın evlatları olarak ülke yönetiminde genel yetkilere haiz iken, Tanrıça/ilahe; şira ve tarık gibi yıldızlar Arap müşriklerde bazı özel konular çerçevesinde vekaleti olan tanrıçalar olarak kabul ediliyordu. Tanrıça Şira; farklı dillerde farklı isimlerle anılmıştır. Dogonlar’da Sigi, Bambara’larda Sigo, Araplar’da Şira, Yunanlılar’da Serius, Romalılar’da Sirus, Asur-Babil dinlerinde Kak-si-si, Hititler’de Kaksidi , Zerdüşt inancını benimsemiş olan tüm kavimlerde Tiştria, Bozolar’da Sima Galyalılar’da Sirona olarak adlandırılmış ve her ulusta üzerine farklı fitne hikayeleri anlatıp methiyeler düzülmüş, sözde hidayete ulaştıran kısmetleri açan kabir azabını önleyen vb yetkileri olan bir vekil tanrı olarak gösterilmiştir. Ve asırlar boyu tüm müşrik kavimler , aracıların farklı şekilde tasvir edip yonttukları güneş ay yıldızlar gibi göktanrı putları üzerinden hükümler koyarak halkı kandırıp sömürmüşlerdir. Kuran’da bu önemli husus muhtelif ayetleriyle defaatla zikredilirken {bkz; Yunus suresi 5} tapındıkları Güneşin insanlar için bir Ziya (ışık ve aydınlık) ve Allah’a evlat nisbet ederek dolaylı yöneldikleri ay ve yıldızların sadece ışık veren cisimler olduğu defaatla vurgulanmıştır. Örneğin bir diğer ayetinde bu husus şöyle vurgulanmaktadır; “Gece ve gündüz, güneş ve ay O´nun yaratılış âyetlerindendir. Eğer Allah´a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin. Onları (size ışık ve ısı olması için emrinize muhassar kılan) yaratan Allah´a secde edin!” Fussilet suresi 37
Müşriklerin, vekil kıldıkları putlar muhtelif toplumlarda isim olarak değişse de daima değişik konular üzerinde vekil gördükleri “yıldız tanrılara” ibadet etmişlerdir. (Aşk tanrısı Bereket tanrısı vb gibi) Kuran’da zikredilen “Şira yıldızı” da bu aldatmaca yıldız tanrılardan sadece birisidir. Hicr 16 ve Saffat 6 ayetlerinde, “semayı yıldızlarla bir ziynet olarak süsledik” vurgusu yıldızların kutsal değil ancak ve sadece birer yıldız/gök cisimleri olduğunu vurgulamak içindir. Ve Necm suresi 1. açılış ayetinde ufukta kaybolan yıldızların kutsal değil ışık saçan yıldızlar/gökcisimleri olduğu yeminle vurgulanmaktadır. Ayrıca Kuran’da {bkz:Necm suresi 49} ayetinde zikredildiği üzere; “İnsanların bazı konularda medet umduğu Şira yıldızı” gibi, Tarık yıldızı’nın da kutsal değil ancak ve sadece bir yıldız olduğu vurgulanmaktadır ve Aziz Allah, müşriklerin iddialarının aksine, kullarının korunması ve denetlenmesi görevini {bkz:Hakka suresi 17 Melei A’la arşında} Allah’a bağlı görev yapan 8 sorumlu melek komutasında idare ve tedbir edildiğini bildirmiş ve “Sad 8, Secde suresi 5 ve Saffat 8 de” zikredilen ara kat anılan “Melei A’la arşında görev alan tüm meleklerin “kulların korunması vazifesini”, sadece Allah’ın emrine bağlı olarak yürüttükleri Tarık suresi 4. ayetiyle açıklamıştır.
6/EN’ÂM-98: Ve huvellezî enşeekum min nefsin vâhıdetin fe mustekarrun ve mustevda’(mustevdaun), kad fassalnal âyâti li kavmin yefkahûn(yefkahûne).
Sizi (ahirette) bir tek nefsten yaratan ve sonra sizi sınamak için yeryüzünü (geçici) kalma yeri olarak karar kılan ve bir de (yeryüzünde) “*emanet bırakılma yerinizi” hüküm kılan O’dur. Fıkıh eden bir toplum için, âyetleri ayrı ayrı detayları ile açıkladık.
Aziz Allah’ın, ayetleriyle bir kul yükümlülüğü olarak yeryüzünde emanet bıraktığı kişi ya da kişilerin sorumluluğunu, {eş çocuk, ana baba kardeş akraba,yetimler,sefihler rehineler köleler cariyeler savaşta veya sonrasında islam’a geçiş yapanlar vb} bakım ve sorumluluklarını ayeti hükmü gereği takva ile üzerine alan kişilere Kuran’da “Rahim sahipleri” denir. Rahim sahipleri; himaye yardım barındırma gibi hususlarda ayet-i hükümlerine riayet eden takva sahibi kişilerdir. Ve bu kimseler: Enfal suresi 75. ayetinde “gerçek müminler” olarak şereflendirilmektedir. Bu ayetinde; “Emanetlerin bırakılma yeri” olarak zikredilen Rahim sahipleri hakkında detaylı bilgi ve “Allah’ın emanet ettikleri kimseler için” ilgili tezekkür ayetlerine bkz; Nisa suresi 1 , Enfal suresi,72,73,74,75 75 Ahzâb suresi 6
6/EN’ÂM-99: Ve huvellezî enzele mines semâi mâ’(mâen), fe ahrecnâ bihî nebate kulli şey’in fe ahrecnâ minhu hadıran nuhricu minhu habben muterâkibâ(muterâkiben), ve minen nahli min tal’ıhâ kınvânun dâniyetun ve cennâtin min a’nâbin vez zeytûne ver rummâne muştebihen ve gayre muteşâbih(muteşâbihin), unzurû ilâ semerihî izâ esmere ve yen’ıh(yen’ıhî), inne fî zâlikum le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Ve semadan suyu indiren O’dur. Böylece herşeyin nebatını (bitkisini) onunla (o su ile) çıkarttık. Ve de ondan yeşillikler çıkarttık. Ondan da üst üste taneler (başaklar) ve hurma ağacının tomurcuklarından, sarkan hurma salkımları ve birbirine benzeyen ve benzemeyen üzüm bağları, zeytin ve nardan oluşan bahçeler çıkarttık. Onun meyvesine (ürününe), meyve verdiği zaman ve olgunlaştığı zaman bak. Mü’min olan kavim için, bunda (yeryüzü yaratılışının misali olan ahiret yaratılışı için bu yoktan yaratılışta) elbette âyetler (deliller) vardır.
6/EN’ÂM-100: Ve cealû lillâhi şurekâel cinne ve halakahum ve harakû lehu benîne ve benâtin bi gayri ilm(ilmin), subhânehu ve teâlâ ammâ yasifûn(yasifûne).
Cinleri Allah’a (hükmünde) ortak kıldılar. Onları da O (Allah) yarattı. Sonra İlimleri olmaksızın, “O’nun , (Allah’ın) oğulları ve kızları var” yalanını uydurdular. O Sübhan’dır (herşeyden münezzehtir), vasıflandırdıkları şeylerden yücedir.
6/EN’ÂM-101: Bedîus semâvâti vel ard(ardı), ennâ yekûnu lehu veledun ve lem tekun lehu sâhıbeh(sâhıbetun), ve halaka kulle şey’(şeyin), ve huve bikulli şey’in alîm(alîmun).
O (Allah) Gökleri ve yeryüzünü örneksiz olarak yaratandır. O’nun nasıl oğlu olur ki, eşi olmamıştır. Ve herşeyi, O yarattı. Ve O, herşeyi bilendir.
6/EN’ÂM-102: Zâlikumullâhu rabbukum, lâ ilâhe illâ huve, hâliku kulli şey’in fa’budûh(fa’budûhu),ve huve alâ kulli şey’in vekîl(vekîlun).
Rabbiniz, işte O Allah’tır ki; O’ndan başka (onun vekili olan) ilâh yoktur. O Herşeyi yaratan Allah’tır.. Artık (vekil aracıları ve sözde uydurma vekil ilahlarını bırakıp) O’na kul olun! Ve O, herşeye tek vekildir.
6/EN’ÂM-103: Lâ tudrikuhul ebsâru ve huve yudrikul ebsâr(ebsâru) ve huvel lâtîful habîr(habîru).
Görme hassaları onu idrak edemez. Ve fakat O, tüm görme hassalarını idrak eder. (hizmetindeki melekler dahil tüm varlıkların görme hassaları ona tabidir/ onun adına görür onun hizmetindedir. Allah görme hassalarının tümünü yaratıcı ilmi ve sıfatıyla kuşatır)’Ve O, lâtiftir, (lütufkardır) ve herşeyden haberdardır.
6/EN’ÂM-104: Kad câekum basâiru min rabbikum fe men ebsara fe li nefsih(nefsihi) ve men amiye fe aleyhâ, ve mâ ene aleykum bi hafîz(hafîzin).
Rabbinizden size basiretler verilmişti. (İlk yaratılışta fıtratınıza tüm madde ve isimleri kavrayacak öğretilmiş beyin hücreleri ile idrak kabiliyeti verilmişti/bkz:allame-i Cihan Bakara 31,) Artık kim bu basiretle (hak delilleri,Kuran ayetlerini) görürse onun lehinedir. Kim *hakikata (Kuran’a) kör kalırsa, o taktirde onun aleyhinedir. Ve ben, sizin üzerinize muhafız değilim. de.
Kuran’ın bir diğer ismi hakk-i’kat’tır. Bkz: Hakka süresi 1,2,3 ve 51 Hak -i’kat= Kelime anlamı olarak “hakk katından bildirilen doğruluğu tartışılmaz mutlak gerçek” demektir. Gerçek ,her insanın bilgileri oranında duyuları yoluyla zihninde şekillendirebildiği nesne veya olgulardır. Mutlak gerçek ise insanın bilgisi haricindeki olguları da kapsayan, bir şeyin değişemez bilgi ile mutlak halidir. Örneğin; İçinde yaşadığımız evrenin dışını henüz keşfedememiş ve bilmiyor oluşumuz evrenin dışında bir şey olmadığı anlamına gelmez. Evrene nazaran bakteri boyutunda bile olmayan bir cüsse ve kısıtlı bir algı kapasitesiyle, sınanmak için geçici gönderilmiş olduğumuz yeryüzünde “sadece görüp algılayabildiğimiz bir kısma” ise “gerçeklik” kavramını yükleyemeyiz. İnsanoğlunun, içinde yaşamış olduğu evrende, yetersiz , bilgisiz ve aciz olduğu mutlak gerçektir. Allah’ın ayetlerini anlatmak, Hakk-katından açıklanmış olan “doğruluğu tartışılmaz mutlak gerçekleri” bir kimseye anlatmak/açıklamak demektir. Ancak; Hakk-i‘kat kavramı , “günümüzde yaygın bir yanlış olarak” insanın kendi beyanının doğruluğunun ifade edilmesi” üzerinde de kullanılmaktadır. Ne kadar doğru olursa olsun insan beyanı ancak ve sadece bir “gerçektir” Bu önemle; Kuran’da hakikat kavramı insanların beyanları için kullanılmaz.
6/EN’ÂM-105: Ve kezâlike nusarriful âyâti ve li yekûlû dereste ve li nubeyyinehu li kavmin ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve Sana döne döne tekrarla açıklıyoruz ki: Senin ders almış olduğunu.” bilen bir kavme Allah’ın ayetlerini açıkça beyan etmemiz için.
6/EN’ÂM-106: İttebi’ mâ uhıye ileyke min rabbik(rabbike), lâ ilâhe illâ huve, ve a’rıd anil muşrikîn(muşrikîne).
Rabbinden sana vahyolunana tâbî ol. O’ndan başka (müşriklerin iddia ettiği gibi hükmüne ortak ettiği oğlu veya kızı olan başka) bir ilâh yoktur. Ve Sen hemen o müşriklerden yüz çevir.
6/EN’ÂM-107: Ve lev şâallâhu mâ eşrekû, ve mâ cealnâke aleyhim hafîzâ(hafîzan), ve mâ ente aleyhim bi vekîl(vekîlin).
Şâyet Allah dileseydi, ( kalplerindeki mühürü kaldırır onlar da) şirk koşmazlardı. Biz, (dünya sınav yaşantısında) Seni onların üzerine muhafız yapmadık. Sen, onlara vekil de değilsin.
6/EN’ÂM-108: Ve lâ tesubbûllezîne yed’ûne min dûnillâhi fe yesubbûllâhe adven bi gayri ilm(ilmin), kezâlike zeyyennâ li kulli ummetin amelehum summe ilâ rabbihim merciuhum fe yunebbiuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Allah’tan başkasına dua edenlere sövmeyin, aksi halde ilimleri olmadan, haddi aşarak Allah’a söverler. İşte böyle bütün ümmetlere amellerini süsledik. Sonra dönüşleri Rab’lerinedir. O zaman, yapmış oldukları şeyleri, (küfürlerini günah ve cezalarını) onlara (Allah) haber verecek.
6/EN’ÂM-109: Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câethum âyetun le yu’minunne bih(bihâ), kul innemel ayâtu indallâhi ve mâ yuş’irukum ennehâ izâ câet lâ yu’minûn(yu’minûne).
Ve eğer onlara bir âyet (mucize) gelirse, ona mutlaka inanacaklarına dair, Allah’a en kuvvetli yeminleri ile yemin ettiler. “Muhakkak ki; âyetler (mucizeler) ancak “Allah’ın katındadır” de. Ve (mucize) geldiği zaman aslında onların ( Bkz; Hûd suresi 59 Enam 111 geçmişte olduğu gibi gönderilmiş olan apaçık mucizelere bile) inanmayacaklarının siz hala farkında değilsiniz.
6/EN’ÂM-110: Ve nukallibu ef’idetehum ve ebsârehum kemâ lem yu’minû bihî evvele merretin ve nezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Ve ( ekkinet mühürü ile) Biz onların fuad hassalarını (muhakeme hassalarını) ve basiretlerini (idrak kabiliyetlerini) evvelce O’na inanmadıkları ilk zamanki hallerine çevirili tutar ve Onları, azgınlıkları içinde öylece şaşkın halde bırakırız.
6/EN’ÂM-111: Ve lev ennenâ nezzelnâ ileyhimul melâikete ve kellemehumulmevtâ ve haşernâ aleyhim kulle şey’in kubulen mâ kânû li yu’minû illâ en yeşâallâhu ve lâkinne ekserehum yechelûn(yechelûne).
Ve eğer Biz, gerçekten onlara melekler indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı, herşeyi onların karşısında toplasaydık, Allah’ın dilemesi hariç inanacak değillerdi. Ve lâkin onların çoğu cahillik ediyorlar.
6/EN’ÂM-112: Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven şeyâtînel insi vel cinni, yûhî ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufel kavli gurûrâ(gurûran), ve lev şâe rabbuke mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn(yefterûne).
Ve böylece Resullerin hepsine, insanlardan ve cinlerden olan o şeytanları (müşrikleri) düşmanlar kıldık. Onlar, birbirlerini aldatarak güzel (süslü) sözler vahyederler (fısıldarşırlar). Ve eğer Rabbin dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları ve iftira ettikleri şeyleri terket.
Şeytan kelime anlamı olarak; hayırsız olan, zarara uğrayan, kibre kapılarak şaşkınlığa düşüp hak gerçekliğe ve Allah’a sırtını dönen anlamına gelir. İblisin cennete Adem’i aldattığı gibi, insanları kandırmak için hile ve tuzaklara başvuran “insanlar da” Kuran’da şeytan olarak veya, şeytanın dostları, veya kardeşleri veya işbirlikçileri olarak anılır. Şeytan bir isim değil sıfattır. {Bkz;Hicr 27} İblis ise semum ateşinden yaratılmıştır. Şeytanlığın piri ve atası olan İblisin soyundan gelmese de,tabiat olarak iblis gibi şeytanlık yaparak insanları hakk yoldan çeviren/şeytani hareket eden insanlar da Kuran’da şeytanlardan olarak anılır.
6/EN’ÂM-113: Ve li tesgâ ileyhi ef’idetullezîne lâ yu’minûne bil âhıreti ve li yerdavhu ve li yakterifû mâ hum mukterifûn(mukterifûne).
Ve ahirete inanmayanların gönülleri şimdilik ona (kendi zan ve kuruntularına, emaniyyeye) meyletsin ve ondan razı olsunlar. Ve onlar, böylece yeryüzünde kazandıkları şeyleri (günahları) yığıp biriktirerek kazanmaya devam etsinler.
6/EN’ÂM-114: E fe gayrallâhi ebtegî hakemen ve huvellezî enzele ileykumul kitâbe mufassala(mufassalan), vellezîne âteynâhumul kitâbe ya’lemûne ennehu munezzelun min rabbike bil hakkı fe lâ tekûnenne minel mumterîn(mumterîne).
Artık Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Size Kitab’ı açıklanmış(tafsilatlı) olarak indiren O’dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O’nun, senin Rabbinden hak ile (mutlak gerçek olarak) indirildiğini biliyorlar. O halde sakın sen, şüphe edenlerden olma!
6/EN’ÂM-115: Ve temmet kelimetu rabbike sıdkan ve adla(adlen), lâ mubeddile li kelimâtih(kelimâtihî), ve huves semîul alîm(alîmu).
Ve Rabbinin sözü (geçmişte de indirmiş olduğu İslam’ın ortak kitabı Zikr’e) sadakatla ve adaletle tamamlandı. O’nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir.
6/EN’ÂM-116: Ve in tutı’ eksere men fîl ardı yudıllûke an sebîlillâh(sebîlillâhi), in yettebiûne illez zanne ve in hum illâ yahrusûn(yahrusûne).
Ve yeryüzünde bulunanların çoğuna itaat edersen, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar, ancak zanna tâbî olurlar. Ve onlar, ancak yalanlar uydururlar.
6/EN’ÂM-117: İnne rabbeke huve a’lemu men yadıllu an sebîlih(sebîlihi), ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Muhakkak ki senin Rabbin, Kendi yolundan sapanları da hidayete erenleri de en iyi bilendir.
6/EN’ÂM-118: Fe kulû mimmâ zukiresmullâhi aleyhi in kuntum bi âyâtihî mu’minîn(mu’minîne).
Eğer siz, O’nun (Allah’ın) âyetlerine inananlarsanız; o zaman üzerine Allah’ın ismi anılan şeylerden (açıklanmış helal olan şeylerden {bkz:Enam suresi 119)} yeyiniz.
96/EN’ÂM-119: Ve mâ lekum ellâ te’kulû mimmâ zukiresmullâhi aleyhi ve kad fassale lekum mâ harreme aleykum illâ madturirtum ileyh(ileyhi), ve inne kesîren le yudıllûne bi ehvâihim bi gayri ilm(ilmin), inne rabbeke huve a’lemu bil mu’tedîn(mu’tedîne).
Size ne oluyor ki; üzerine Allah’ın ismi anılan şeylerden yemiyorsunuz? Darda kalıp, ona mecbur olduğunuz yiyecekler hariç; size haram kıldığı şeyleri size (önceki indirmiş olduğu ayetlerinde) ayrı ayrı açıklamıştı. (Allah’ın haram kıldığı yiyecekler haricindekiler helaldir. Müşrikler Enam 91 ayetinde zikredilen sonradan kendi yazdıkları kitaplarında eklediklerii helal/haram fitnesiyle “halk ruhban din adamlarına mecbur kalsın diye” kimsenin asla aklında tutamayacağı binlerce detay içeren haramlar getirmişlerdir.) Muhakkak ki; onların çoğu, bir ilimleri olmaksızın, kendi hevesleri ile (başkalarını) dalâlette bırakıyorlar. Muhakkak ki; senin Rabbin, o haddi aşanları en iyi bilendir.
Batıl Tevrat 40 kitaptır ve içeriğine kasıtla, insanın asla ezberinde tutamayacağı onbinlerce haram ve helal yerleştirilmekle halk din adamlarının bilgi ve danışmanlığına neredeyse her konuda mecbur bırakılmıştır. Âl-i İmran suresi 93. ayetinde “Allah’ın haram kılmadığı halde”, aracılık müessesesiyle batıla tabi olmuş Müşrik İsrailoğullarının, yiyecekler üzerinde kendi hevalarına göre çeşitli haramlar koydukları açıklanırken Araf suresi 32. ayetinde bu husus, ziynet eşyaları üzerinden de tilavet edilmektedir. Yunus suresi 59. ayetinde ise halkı sömürmek gayesinde tarih boyunca her dönemde tatbik edilmiş olan “helal ve haram uydurma” yöntemi ve böylece halkın her konuda müşrik aracıların danışmanlığına mecbur bırakılmış olması önemle vurgulanmıştır. Enam suresi 119. ayetinde; Geçmişten beri müşrik inançlarına göre yaşamış oldukları için, eski alışkanlıklarını hala devam ettiren müminler bu hususta uyarılmaktadır.
6/EN’ÂM-120: Ve zerû zâhirel ismi ve bâtıneh(bâtınehu), innellezîne yeksibûnel isme seyuczevne bimâ kânû yakterifûn(yakterifûne).
Ve günahın açıkta olanını da, gizli olanını da terkedin. Muhakkak ki; günah işleyenler (günahı), kazandıklarından dolayı yakında cezalandırılacaklar.
6/EN’ÂM-121: Ve lâ te’kulû mimmâ lem yuzkerismullâhî aleyhi ve innehu le fısk(fıskun), ve inneş şeyâtîne le yûhûne ilâ evliyâihim li yucâdilûkum ve in eta’tumûhum innekum le muşrikûn(muşrikûne).
Ve üzerine Allah’ın ismi anılmayan şeylerden yemeyin. Ve muhakkak ki; o fısktır. Ve şeytanlar, mutlaka sizinle mücâdele etmeleri için (müşrik) dostlarına vahyederler. Ve şâyet onlara itaat ederseniz (uyarsanız), mutlaka siz de müşrikler olursunuz.
Allah’ın ismini anmak” deyimi;Hayvanları ve bitkileri insanların faydalanması adına yaratan Malik-el Mülk Allah, yaratıcı payı olarak nimetlerden bir pay ayrılmasını ve o payı Allah hakkı olarak fakirlere ve yoksullara dağıtılmasını ayetiyle şart koşar. Kuran’da, mahsüller veya kesimlik hayvanlar gibi nimetlerin üzerinde Allah’ın isminin anılması veya Allah’ın isminin zikredilmesi deyimleri, yaratıcının bu nimetleri bahşettiği için şükürle anılmasını ve kenz etmeden Allah payının/hakkının yoksunlara dağıtılması hususunu ifade eder. Bkz: Enam 136~141
6/EN’ÂM-122: E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûren yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ölü iken dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürümesi için nur verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde ışıksız kalıp oradan çıkamayacak kimse gibi olur mu ? İşte o kafirlere yapmış oldukları şeyleri böyle süslü gösterdik.
6/EN’ÂM-123: Ve kezâlike cealnâ fî kulli karyetin ekâbire mucrimîhâ li yemkurû fîhâ, ve mâ yemkurûne illâ bi enfusihim ve mâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve işte böylece, her kasabada (şehirde) o kasabanın mücrimlerini (Allah’a karşı suç işleyenlerini), orada sahtekârlık yapmaları için liderler yaptık. (Ama o aldatanlar) Kendilerinden başkasını aldatmazlar ve fakat bunun farkında değiller.
6/EN’ÂM-124: Ve izâ câethum âyetun kâlû len nu’mine hattâ nu’tâ misle mâ ûtiye rusulullâh(rusulullâhi), allâhu a’lemu haysu yec’alu risâleteh(risâletehu), seyusîbullezîne ecremû sagârun indallâhi ve azâbun şedîdun bimâ kânû yemkurûn(yemkurûne).
Onlara bir âyet geldiği zaman: “Allah’ın resûllerine verilen şeyin aynısı bize de verilmedikçe (yahudiler sadece kendi ırklarından birisini Resul olarak kabul ederiz yoksa) asla inanmayız.” dediler. Risaletini kime vereceğini Allah, en iyi bilendir. Cürüm işleyen (Allah’a karşı suç işleyen) kimselere, yapmış oldukları hile(ler) sebebiyle yakında Allah’ın huzurunda bir zillet (küçük düşürücü) ve şiddetli bir azap isabet edecektir.
Yahudi müşrikler sonradan binlerce helaller ve haramlar uydurarak yazdıkları kitaplarında ırkçılığı olmazsa olmaz bir inanç temeli yapmışlardır. Ve Tevrat Yasanın tekrarı 17: bölüm 14-15 yazılı olduğu üzere yahudiler İnsana benzer bir tanrı olan yahve’ye danışarak bir kişiyi kıral seçip ancak içlerinden birisinin hükümleri altında olmayı kabul etmek zorundadırlar. Ve Tahrif edilmiş Tevrat’a göre bütün yahudi krallar İnsansı Tanrı yahve’nin oğlu ve Resul’ü olarak hüküm koyucu kabul edilmiştir. Bu yüzden Enam suresi 124, ayetinde yahudiler hem sömürü mekanizmasını ortadan kaldıran İslam’ı hem de Allah’ın Resul’ü olan Hz Muhammed (S.A.V)’in risaletini reddediyorlardı.
6/EN’ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi fazlına ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.
6/EN’ÂM-126: Ve hâzâ sırâtu rabbike mustekîm(mustekîmen), kad fassalnâl âyâti li kavmin yezzekkerûn(yezzekkerûne).
Ve bu ( kulları aracılardan koparıp) senin Rabbine istikametlendiren yoldur. (Aracısız yönelme Allah’ın fazlına yardım ve himayesine ulaştıran yegane yoldur). Tezekkür eden bir kavim için âyetleri (işte böyle) ayrı ayrı açıkladık.
6/EN’ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katında yeryüzünde yapmış olduklarından dolayı onlar için selâm yurdu (selamet yurdu nimet-i cenneti) vardır. Allah onların dostudur.
6/EN’ÂM-128: Ve yevme yahşuruhum cemîa(cemîan), yâ ma’şerel cinni kadisteksertum minel ins(insi) ve kâle evliyauhum minel insi rabbenestemtea ba’dunâ biba’dın ve belagnâ ecelenellezî eccelte lenâ, kâlen nâru mesvâkum hâlidîne fîhâ illâ mâ şâallâhu, inne rabbeke hakîmun alîm(alîmun).
Ve onların hepsini biraraya topladığı gün (Allahû Tealâ şöyle buyuracaktır): “Ey cin topluluğu! İnsanlarla sayınızı artırdınız (tagutların arasına insanları da kattınız).” Onlara dost olan insanlardan bir kısmı şöyle der: “Rabbimiz, biz (yeryüzündeyken) birbirimizden faydalandık ve şimdi Senin bize takdir ettiğin zamanın bitiş noktasına (ömrün sonuna) eriştik.” (Allahû Tealâ): “Allah’ın dilediği şey hariç; sizin barınacağınız yer ateştir, orada ebedî kalacak olanlarsınız.” buyurur. Muhakkak ki senin Rabbin, yegane hüküm sahibi ve herşeyi en iyi bilendir.
6/EN’ÂM-129: Ve kezâlike nuvellî ba’daz zâlimîne ba’dan bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
Ve işte böylece kazanmış oldukları günahlarından dolayı zalimlerin bir kısmını, bir kısmına orada düşman olarak çeviririz.
6/EN’ÂM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller gelmedi mi? diye sorduğumuzda “Kendi nefslerimizle şahit olduk.” derler. Lakin Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduklarına, orada ( inanmadıkları ahirette ) kendileri şahit oldular.
6/EN’ÂM-131: Zâlike en lem yekun rabbuke muhlikel kurâ bi zulmin ve ehluhâ gâfilûn(gâfilûne).
İşte bu, (Resul/nezir uyarıları) senin Rabbinin, ülke halkı gaflet içindeyken (daha önce uyarılmadan), ülkeleri zulümle helâk edici olmamasındandır.
6/EN’ÂM-132: Ve li kullin derecâtun mimmâ amilû, ve mâ rabbukebi gâfilin ammâ ya’melûn(ya’melûne).
Ve herkes için yaptıklarından dolayı dereceler vardır. Ve senin Rabbin, onların yaptıkları şeylerden gâfil değildir.
6/EN’ÂM-133: Ve rabbukel ganiyyu zur rahmeh(rahmeti), in yeşe’ yuzhibkum ve yestahlif min ba’dikum mâ yeşâu kemâ enşeekum min zurriyyeti kavmin âharîn(âharîne).
Ve senin Rabbin ganidir (zengindir, mülkün asıl sahibidir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur) rahmet sahibidir. Dilerse sizi giderir (yok eder), sizi başka bir kavmin zürriyetinden (neslinden) yarattığı gibi, sizden sonra da yerinize dilediğini getirir.
6/EN’ÂM-134: İnne mâ tûadûne le âtin ve mâ entum bi mu’cizîn(mu’cizîne).
Muhakkak ki; size vaadedilen şey (kıyamet ve ahiret yaşantısı) mutlaka gelecektir. Ve siz, ahirete inanmayarak bunları yapmaktan bizi aciz bırakacak değilsiniz.
6/EN’ÂM-135: Kul yâ kavmi’melû alâ mâ kânetikum innî âmil(âmilun), fe sevfe ta’lemûne men tekûnu lehu âkıbetud dâr(dâri), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
De ki: “Ey kavmim, şimdilik yapacağınız şeyi yapın! Muhakkak ki; ben de yapıyorum. Artık bu yurdun (dünya yurdunun) sonunun kimin olacağını yakında bileceksiniz. Çünkü zalimler felâha eremezler.”
6/EN’ÂM-136: Ve cealû lillâhi mimmâ zeree minel harsi vel en’âmi nasîbenfe kâlû hâzâ lillâhi bi za’mihim ve hâzâ li şurekâinâ, fe mâ kâne li şurekâihim fe lâ yasılu ilâllahi ve mâ kâne lillâhi fe huve yasilu ilâ şurekâihim, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
O’nun (Allah’ın) yaratıp, çoğalttığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah için pay ayırdılar. Ve böylece kendi zanlarınca: “Bu Allah için ve bu da ortaklarımız için.” dediler. Fakat ortakları için olan; Allah’a ulaşmaz ama Allah için olan; o, onların ortaklarına ulaşır. Hükmettikleri şey ne kötü.
Yahudi din adamları bugünkü Tevratta mevcuttur Ondalık tabir edilen ve Halktan; Allah payı ve Aracı payı diyerek Hayvan cinsinden “Tanrıya kurban sunusu” ismiyle vergiler alıyorlardı. Aksi halde Tanrının salgın hastalık,tarlalarına felaket hastalıklar ve çeşitli afetler gerireceği telkin edilerek halk kandırılıyordu. Oysa iki pay da bu düzeni kuran aracılara gidiyordu. {bkz:Enam 137: Hak dine tabi olup kendi düzenlerine karşı çıkanlara kendi ırkından olan evlatları dahi olsalar katli vaciptir diye ölüm fetvası verdiler .
6/EN’ÂM-137: Ve kezâlike zeyyene li kesîrin minel muşrikîne katle evlâdihim şurekâuhum li yurdûhum ve li yelbisû aleyhim dînehum, ve lev şâellâhu mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn(yefterûne).
Ve böylece onların ortakları, müşriklerin çoğuna, onları helâk etmek için ve onlara kendilerinin dînini karıştırmaları için, evlâtlarını öldürmeyi güzel gösterdiler (süslediler). Allah dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları ve uydurdukları şeyleri terket.
6/EN’ÂM-138: Ve kâlû hâzihi en’âmun ve harsun hicrun lâ yat’amuhâ illâ men neşâu bi za’mihim ve en’âmun hurrimet zuhûruhâ ve en’âmun lâ yezkurûnesmallâhi aleyhaftirâen aleyh(aleyhi) se yeczîhim bimâ kânû yefterûn(yefterûne).
Onlar, kendi zanları ile: “Bizim dilediğimiz kimseler hariç bu hayvanlar ve ekinler haramdır, onları yemeyin!” dediler. (Bir kısım) hayvanların sırtı haram kılındı. Ve bir kısım hayvanların da üzerlerine Allah’ın ismini anmıyorlar. (Yoksullara dağıtılması gereken Allah hakkını ayırmıyorlar) (Allah) iftira etmiş olduklarından dolayı onları (hesap günü yakındır) cezalandıracak.
6/EN’ÂM-139: Ve kâlû mâ fî butûni hazihil en’âmi hâlisatun li zukûrinâ ve muharremun alâ ezvâcinâ, ve in yekun meyteten fe hum fîhi şurekâu, se yeczîhim vasfehum, innehu hakîmun alîm(alîmun).
Ve şöyle de dediler: “Bu hayvanların karnında olanlar, yalnız erkeklerimize aittir. Eşlerimize (hanımlarımıza) haramdır. Şâyet ölü olursa, o taktirde (erkek ve kadınlar onu yemekte), onlar ortaktırlar.” (Allah bu) vasıflandırmalarından dolayı onları yakında cezalandıracak. Muhakkak ki O; hüküm sahibidir, en iyi bilendir.
6/EN’ÂM-140: Ve kad hasirellezîne katelû evlâdehum sefehan bi gayri ilmin ve harremû mâ rezekahumullâhuftirâen alâllâh(alâllâhi), kad dallû ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve bir ilmi olmaksızın ( Bkz:Enam 137 Allah’ın indirdiği kitapta olmadığı halde ve sırf kendi uydurdukları haram ve helallere uymuyor diye) akılsızca o evlâdlarını öldürenler hüsrana uğramışlardır. Ve Allah’a iftira ederek, Allah’ın onları rızıklandırdığı şey(ler)i haram kılan kimseler, dalâlette kalmışlardır ve hidayete ermiş değillerdir.
6/EN’ÂM-141: Ve huvellezî enşee cennâtin ma’rûşâtin ve gayre ma’rûşâtin ven nahle vez zer’a muhtelifen ukuluhu vez zeytûne ver rummâne muteşâbihen ve gayre muteşâbih(muteşâbihin), kulû min semerihî izâ esmere ve âtû hakkahu yevme hasâdihî ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhibbul musrifîn(musrifîne).
Ve asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, yenilen çeşitli ekinleri,birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytinleri ve narları yaratan O’dur.Ürün verdiği zaman, onun ürününden yeyin. Onun hasad edildiği gün, onun (İlk mahsülden bir kısmını Fakir ve yoksula Allah hakkı olarak ) hakkını verin. İsraf (ziyan) etmeyin. Muhakkak ki; O, müsrifleri (israf edenleri) sevmez.
Balıkçıların ilk av günlerinde yakaladıklarını dokunmadan fakirlere dağıtmaları ve çiftçilerin ürünlerinin ilk hasatından yoksunlara mutlaka pay vermesi Enam suresi 141 ayet-i hükmüyle yerleşmiş bir İslam geleneği olarak nadiren de olsa hala uygulanmaktadır.
6/EN’ÂM-142: Ve minel en’âmi hamûleten ve ferşâ(ferşan), kulû mimmâ rezekakumullâhu ve lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni),innehu lekum aduvvun mubîn(mubînun).
Hayvanlardan yük taşıyanlar ve kesim hayvanı olan iki gurup var. Siz Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden (kesim hayvanlarından) yeyin. Şeytanın adımlarına tâbî olmayın. Muhakkak ki; o, size apaçık düşmandır.
6/EN’ÂM-143: Semâniyete ezvâc(ezvâcin), minad da’nisneyni ve minel ma’zisneyn(ma’zisneyni), kul âz zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhâmul unseyeyn(unseyeyni), nebbiûnî bi ilmin in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Eşli (biri dişi, biri erkek) olarak sekiz adet (yük ve kesim hayvanı yarattı âyet-142); koyundan iki, keçiden iki. De ki: “İki erkek mi veya iki dişi mi? Ya da iki dişinin rahimlerinin ihata ettiğini mi haram kıldı? Eğer siz sadıklarsanız, bana bir ilimle haber veriniz.”
6/EN’ÂM-144: Ve minel ibilisneyni ve minel bakarisneyn(bakarisneyni), kul âz zekereyni harreme emil unseyeyni emmeştemelet aleyhi erhâmul unseyeyn(unseyeyni), em kuntum şuhedâe iz vassâkumullâhu bi hâzâ, fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben li yudillen nâse bi gayri ilm(ilmin), innallâhe lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkek mi veya iki dişi mi? (Ya da) iki dişinin rahimlerinin ihata ettiğini mi haram kıldı? Veya Allah’ın bununla size vasiyet ettiğine (farz kıldığına) şahit mi oldunuz?” Bir ilimleri olmaksızın insanları saptırmak için (Tevrat böyle uydurmalar ve nice detaylarla doludur) Allah’a karşı yalan söyleyen (iftira eden)den daha zalim kimdir? Muhakkak ki Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez.
6/EN’ÂM-145: Kul lâ ecidu fî mâ ûhiye ileyye muharremen alâ tâimin yat’amuhu illâ en yekûne meyteten ev demen mesfûhan ev lâhme hinzîrin fe innehu ricsun ev fıskan uhille li gayrillâhi bih(bihî), fe menidturra gayre bâgın ve lâ âdin fe inne rabbeke gafûrun rahîm(rahîmun).
De ki: “Bana vahyolunan şey(ler)de, yenilen yiyecek üzerinde, ölü olan veya akıtılmış kan veya domuz eti ki; o, muhakkak murdardır, veya fısk ile Allah’tan başkası için boğazlanandan başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum.” Artık kim darda kalırsa, haddi aşması (meyletmesi) ve hakka tecavüz etmesi hariç; o taktirde, senin Rabbin muhakkak ki; Gafur’dur (mağfiret edendir) ve Rahîm (rahmet nuru gönderen) dir.
6/EN’ÂM-146: Ve alellezîne hâdû harremnâ kulle zî zufur(zufurin), ve minel bakari vel ganemi harremnâ aleyhim şuhûmehumâ illâ mâ hamelet zuhûruhumâ evil havâyâ ev mahteleta bi azm(azmin), zâlike cezeynâhum bi bagyihim ve innâ le sâdikûn(sâdikûne).
Ve yahudi olanlara; tırnaklı hayvanların hepsi ve inekten ve koyundan ikisinin de sırtında taşıdığı veya bağırsaklarında olan veya kemiğe karışmış olanları hariç, iç yağını haram kıldık. (fitne hükümleriyle değiştirilerek tahrif edilerek yazılmış ve günümüze kadar gelmiş olan Tevratta ve İncilde de yazılı ve sabittir. {bkz:Levililer bölüm 1 yaknalık sunu} “Tanrı yanık iç yağı kokusunu çok sever” diyerek kurban yerlerinde halktan hayvanlarının iç yağlarını toplayarak tanrıya ‘yakmalık sunu” adı altında yağlarını da sunmaları istenirdi ve bu yağlar aslında kandil yakımında kullanıldığı için o dönemler çok kıymetliydi ve ticareti yapılırdı) İşte böyle biz onları bu azgınlıkları sebebiyle cezalandırdık. Muhakkak ki biz, gerçekten sadıklarız.
Hem yahudi hem Hristiyanların müşterek imanı olan Eski Ahit’in Levililer bölümünde; müşrik inançlarda kutsal ritüellerin nasıl gerçekleştirileceği uzun ve detaylı bir şekilde anlatır. Levililer, 12 İsrail oymağından birisidir ve görevleri rahipliktir. Levililer bölümünde sunuların nasıl yapılacağı ve tüm sunu ritüellerinin en ince teferruatına kadar nasıl gerçekleştirileceği detaylı tekrar edilir. Sunular, yakmalık sunu, tahıl sunusu, esenlik sunusu, günah sunusu, suç sunusu şeklinde birçok konu üzerinde sınıflandırılmıştır.
6/EN’ÂM-147: Fe in kezzebûke fe kul rabbukum zû rahmetin vâsi’ah(vâsi’atin), ve lâ yureddu be’suhu anil kavmil mucrimîn(mucrimîne).
Artık seni yalanlarlarsa, o zaman de ki: “Sizin Rabbiniz geniş bir rahmetin sahibidir ve O’nun azabı, mücrimler (suçlular) kavminden geri çevrilemez.”
6/EN’ÂM-148: Seyekûlullezîne eşrekû lev şâallâhu mâ eşreknâ ve lâ âbâunâ ve lâ harremnâ min şey’(şey’in), kezâlike kezzebellezîne min kablihim hattâ zâkû be’senâ, kul hel indekum min ilmin fe tuhricûhu lenâ, in tettebiûne illez zanne ve in entumillâ tahrusûn(tahrusûne).
Şirk koşanlar şöyle söyleyecekler: “Şâyet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbir şeyi haram etmezdik.” Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar işte böyle yalanladılar. De ki: “Sizin yanınızda ilimden (Allah’ın şirk koşun ve helaller haramlar uydurun diye size indirdiği kitapta yazılı verdiği) bir şey var mı? Öyleyse (varsa gerçek Tevratta bkz;Enam,91) onu bize çıkarın. Ama Siz ancak zanna tâbî oluyorsunuz. Ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
6/EN’ÂM-149: Kul fe lillâhil huccetul bâligah(bâligatu), fe lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
De ki: “Artık en kuvvetli delil, Allah’ındır. Öyleyse eğer O (Allah) dileseydi, elbette sizin hepinizi hidayete erdirirdi.”
6/EN’ÂM-150: Kul helumme şuhedâekumullezîne yeşhedûne ennallâhe harreme hâzâ, fe in şehidû fe lâ teşhed meahum, ve lâ tettebi’ ehvâellezîne kezzebû bi âyâtinâ vellezîne lâ yu’minûne bil âhireti ve hum bi rabbihim ya’dilûn(ya’dilûne).
“Allah’ın bunu haram kıldığına şahitlik eden şahitlerinizi getirin.” de. Artık şâyet onlar (yalan yere) şahitlik ederlerse, onlarla beraber sen şahitlik etme. Ahirete inanmayan ve âyetlerimizi yalanlayan kimselerin heveslerine tâbî olma. Ve onlar ki, Rab’lerine eş tutuyorlar.
6/EN’ÂM-151: Kul teâlev etlu mâ harreme rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl fevâhışe mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne).
De ki: “Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım; O’na bir şeyi ortak koşmayın. Anne, babaya ihsanla davranın. Yokluk (fakirlik) sebebiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de yalnız Biz rızıklandırırız. Kötülüğün açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haklı olmanız hariç kimseyi öldürmeyin ki; onu Allah haram kıldı. İşte (geçmişte) bunları size vasiyet etti. Böylece siz, akıl edersiniz.”
6/EN’ÂM-152: Ve lâ takrebû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddeh(eşuddehu), ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, adaleti gözetin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte size geçmişte, bunları vasiyet etti.
6/EN’ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun (Sırat-ı müstakim/doğru) yolundan ayırır. İşte size ( geçmişte) bunları vasiyet etti. Umulur ki böylece siz de takva sahibi olursunuz. (diye)
6/EN’ÂM-154: Summe âteynâ mûsel kitâbe tamâmen alellezî ahsene ve tafsîlen li kulli şey’in ve huden ve rahmeten leallehum bi likâi rabbihim yu’minûn(yu’minûne).
Ve Sonra Musa (A.S)’a, o ahsen olanlara (mümin/amenü olanlara) tamamlayıcı olarak, herşeyi açıklayan ve Allah’ın rahmeti olarak hidayete erdiren kitabı (Bkz; Enam 91 Tevrat’ı) verdik ki ; Böylece onlar, aracısız Rab’lerine mülâki olacaklarına inansınlar. diye.
6/EN’ÂM-155: Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubârekun fettebiûhu vettekû leallekum turhamûn(turhamûne).
Ve şimdi indirdiğimiz bu kitap (Kur’an’ı Kerim) mübarektir. Öyleyse O’na tâbî olun. Ve takva sahibi olun. Böylece siz de rahmet olunursunuz.
6/EN’ÂM-156: En tekûlû innemâ unzilel kitâbu alâ tâifeteyni min kablinâ ve in kunnâ an dirâsetihim le gâfilîn(gâfilîne).
“Kitap, yalnızca bizden önceki iki topluluğa indirildi. Ve biz onların okuduklarından gerçekten gâfildik.” dersiniz diye,
6/EN’ÂM-157: Ev tekûlû lev ennâ unzile aleynel kitâbu le kunnâ ehdâ minhum, fe kad câekum beyyinetun min rabbikum ve huden ve rahmeh(rahmetun), fe men azlemu mimmen kezzebe bi âyâtillâhi ve sadefe anhâ, se neczîllezîne yasdifûne an âyâtinâ sûel azâbi bimâ kânû yasdifûn(yasdifûne).
Veya “Eğer bize de bir kitap indirilseydi, elbette onlardan daha çok hidayete ererdik.” dersiniz diye; İşte size Rabbinizden şimdi hidayet beyanı ve rahmeti olan Kuran gelmiştir. O halde, Allah’ın âyetlerini yalanlayandan ve O’ndan yüz çeviren kimseden kim daha zalimdir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmiş olmalarından dolayı ağır (kötü) bir azapla mutlaka cezalandıracağız.
6/EN’ÂM-158: Hel yanzurûne illâ en te’tiyehumul melâiketu ev ye’tiye rabbuke ev ye’tiye ba’du âyâti rabbik(rabbike), yevme ye’tî ba’du âyâti rabbike lâ yenfeu nefsen îmânuhâ lem tekun âmenet min kablu ev kesebet fî îmânihâ hayrâ(hayran), kul intezırû innâ muntezırûn(muntezırûne).
Onlar illâ, onlara meleklerin gelmesini mi veya senin Rabbinin (ayaklarına) gelmesini mi veya senin Rabbinden bazı âyetlerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinden bazı âyetlerin (ölüm meleği) geldiği gün, daha önce îmân etmemişse veya îmânıyla bir hayır kazanmamışsa onun îmânı kendisine bir fayda vermez. De ki: “Bekleyin! Muhakkak ki; biz de bekleyenleriz.”
6/EN’ÂM-159: İnnellezîne ferrekû dînehum ve kânû şiyean leste minhum fî şey’(şey’in), innemâ emruhum ilâllâhi summe yunebbiuhum bimâ kânû yef’alûn(yef’alûne).
Muhakkak ki; onlar, geçmişte kendi dînlerini tefrik ettiler (kimisi Allah’ın indirdiğine uydu kimileri batıla uyup hak dinden ayrıldılar) ve grup grup oldular. Senin onlarla (geçmişte yaşamış olanlarla) bir ilgin olmasın. Onların (yargılanma) işi sadece Allah’a aittir. Sonra yapmış oldukları şeyleri, onlara mutlaka O haber verecektir.
6/EN’ÂM-160: Men câe bil haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe bis seyyieti fe lâ yuczâ illâ mislehâ ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Kim (Allah’ın huzuruna) bir hasene (Amillüs salihat/Allah’ı razı edecek salih amel) ile gelirse, artık onun on misli, onundur. Ve kim bir seyyie (küfür ve itaatsızlık) ile gelirse, o zaman onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz. Ve onlar zulmolunmazlar.
6/EN’ÂM-161: Kul innenî hedânî rabbî ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin) dînen kıyamen millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
“Muhakkak ki; Rabbim, beni hanif olarak (Dini yalnızca Allah’a özgüleyip Allah’a aracısız iman ve teslim olan kullarından biri kılarak ) Sıratı Mustakîm’e, ulaştıran ve kıyamete kadar sürecek olan Allah’a aracısız yönelmiş, Hz. İbrâhîm’in dînine hidayet etti.” de. Ve o, asla müşriklerden olmadı.
İslam dinini diğer inançlardan ayrıştıran en belirgin özelliklerden ilki yaratıcı tanımıdır. Parantez içindeki ilgili te-zikr/tezekkür ayetlerinde {Bkz; Yunus suresi 68, 105 Nisa suresi 125 Nahl suresi 123 Rum suresi 30 Bakara suresi 135 Ali İmran 67, 95 Enam suresi 161 Beyyine süresi 5 Hacc suresi 31 } açıklandığı üzere “hanif kavramı”; samimiyet demek olan İhlas suresinde tanımlanmış olan, Oğlu veya kızları olmayan eşi dengi ve benzeri olmayan ve insana benzer eksik sıfatlardan münezzeh olan, Ehad Samed ve Vahid Allah’a inanarak İslama tabi olanlara hanif denir. Kuran’da Hz İbrahim Hz Musa gibi mürselinlerin kıssalarında, fitne tanrılarının reddiyesi ardınca “Ben mü’minlerin ilkiyim” ifadesiyle İhlas suresinde zikredilen Allah’a kul olmanın İslama geçişin ilk şartı olduğu vurgulanmıştır. Oğlu veya kızlarını yeryüzü yönetimine vekili olarak atamış olduğuna inanılan aracıların hayal mahsulü insana benzer Fitne Tanrı’larını reddedip, Allah’a aracısız yönelmiş kişilere “hanif” tabi oldukları dine “hanif din” denir.
6/EN’ÂM-162: Kul inne salâtî ve nusukî ve mahyâye ve memâtî lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
“Muhakkak ki; benim namazım, kurbanım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm sadece âlemlerin Rabbi Allah içindir.” de.
6/EN’ÂM- 163: Lâ şerîke leh(lehu), ve bi zâlike umirtu ve ene evvelul muslimîn(muslimîne).
O’nun ortağı yoktur. Ve ben (hanif olarak) bununla emrolundum. Ve ben, bu yüzden müslümanların ilkiyim. (Böyle yapmakla Müslümanlığa ilk adımımı attım) De.
6/EN’ÂM-164: Kul e gayrallâhi ebgî rabben ve huve rabbu kulli şey’(şey’in), ve lâ teksibu kullu nefsin illâ aleyh(aleyhâ), ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
“O herşeyin Rabbi iken, Allah’tan başka Rab mı isteyeyim?” de. Bütün nefsler, kendisine ait olandan başkasını kazanmaz. Ve bir günahkâr, başkasının günahını taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. O zaman, hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size O haber verecek.
Hristiyan ruhbanlar İncile iman etmekle Tanrı’nın oğlu ve vekili saydıkları Hz İsa’nın insanların bütün günahlarını üstlenip onları yeryüzündeki tüm bela ve musibetlerden kurtaracağını söyleyerek insanları böyle bir fitne ile kandırdılar/Hz İsa vefat ettikten sonra Kilise ve ruhbanlık üzerinden hala kandırıyorlar. Gerek Arap gerek yahudi gerek hristiyan olsun; Şirk inançlarının hepsinde aracılar “bize tabi olanların günahları üstleniyoruz demekle daha geniş kitleleri kendi etraflarında toplayarak sömürmüşlerdir. oysa ki islamda beşer “Resul dahi olsa” bir başkasının günahını yüklenemez ve şefaat edemez ve İslamda her insan kendi amelleri üzerinde Allah’a karşı sorumlu tutulur. Bkz: Necm suresi 38 Nahl suresi 25 Fatır suresi 18 Bakara suresi 81,181, Nisa suresi 111,112 Enam suresi 120, İsra suresi 15,17 Taha suresi 100
6/EN’ÂM-165: Ve huvellezî cealekum halâifelardı ve refea ba’dakum fevka ba’dın derecâtin li yebluvekum fî mâ âtâkum, inne rabbeke serîul ikâbi ve innehu le gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve sizi yeryüzünde halifeler kılan,, size verdiği şeylerle (kuluna verdiği çeşitli sınav fitne belaları üzerinde) sizi imtihan etmek için, bir kısmınızın derecelerini diğer bir kısmınızın üstüne (Takva/sadakat üzerinde sınayarak) yükselten O’dur. Muhakkak ki; senin Rabbin, cezası çabuk olandır. Ve muhakkak ki; O, mutlaka Gafur’dur (mağfiret edendir), Rahîm’dir. (yalnızca müminleri yardım himaye ve hidayetine alıp onları ebedi selamet yurdu nimet-i cennetine gönderendir)
Halife = Kelime anlamı olarak, “ardıl” demektir. (Lisan’ul-Arab). İsm-i fâil olarak halife (الخالف), birinin yerine geçen veya arkadan gelen anlamlarına gelir. İsm-i mef’ûl (المخلوف) olarak da halife: yerine başkasını bırakan, arkasında birini bırakan kimse demektir. Kuran açıklamasına göre Halife; Bir nesil diğerinin halefi olacak şekilde, yani biri diğerinin yerine geçip, yeryüzünde birbiri ardınca, Allah’ın hükümleri üzerinde sınanıp, Allah’ın hükümlerini sürdüren “birbirlerinin halefleri kılınmış kullar” manasında kullanılmıştır.
Günümüzde kullanılan “Halife” kavramı; Bir ülkenin başındaki kralın soyundan gelen evlatlardan birisinin tahta geçmesi ve yönetimi ele alması anlamını taşır.
Bu önemle; günümüze kadar anlam değiştirerek gelmiş ve günümüz zihinlerinde karışıklık yaratan bu önemli kavram; Kuran’da ; “birbirinin ardınca gönderilen diğer nesil ya da ardınca İslam’a halef olmuş Resuller” manasında kullanılır. Sâd suresi 26. ayetinde Hz Davud (A.S) için; Hz Musa ve Hz Harun (A.S) ardınca (İslam dininin) halefi olarak; Yeryüzünde İslam dininin tebliği görevini sürdüren Allah’ın Resûlü kılındığı ilan ve ifade edilmektedir. Ayrıca Resuller tebliğ görevlerini sürdürürlerken, İslam’ı kabul etmiş olan kavimlerin başında, (helak edilen kavimlerin haricinde) dönemsel Ulü’l-emr yetkileriyle görevler de almışlardır. İslam devlet yönetiminin başındaki kişiler, Kuran’da, “yönetici/Ulü’l-emr” olarak zikredilir. Kuran’a göre her insan bir diğerinin halefi manasında halifedir. Ya da her Resul bir diğerinin halefi manasında halifedir. Resullerde halife tayini, Allah tarafından takdir görürken; Kullar arasında Allah’ın hükümleriyle hükmedecek olan, ulül-emr tayini, müminlerin seçimleriyle gerçekleşir. Her insan zaten halife olduğu için ; eğer aralarından bir kişi İslam devletini yönetmek için Ulü’l-emr olarak seçilirse, o kişi de yönetici sorumluluğunda Allah’ın hükümlerini sürdürüp, “Allah’ın hükümleriyle yönetme sorumluluğu” üzerinde Allah’a hesap verecek olan bir kuldur. Ve müminler İslam’i yaşantının en iyi şekilde ifa edilebilmesi için {Bkz: Nisa suresi 59} ulü’l-emr’e itaat etmek zorundadır. Ancak; Eğer Halifelerin arasından seçilmiş olan kişi, bir ulü’l-emr olsa dahi, o kişi, Allah’ın hükümlerin dışına çıktığı an fasık (dinden çıkmış kafir) damgası yer ve yöneticilik yetkileri düşer. İslam hayatında asıl olan; İster yöneten ister yönetilen olsun, her halife Allah’ın indirdiği ile hükmedip Allah’ın indirdiği ile amel etmek sorumluluğundadır. Allah’ın nezdinde hiçbir cinsiyetin, hiçbir kulun ve hiçbir makamın diğerine üstünlüğü yoktur. {bkz Nahl suresi 60} Âla olma (üstün olma) durumu yalnızca Allah’a ait bir haktır. Ve {Bkz: Hucurat suresi 13} halifeler arasında Üstünlük Allah’a ve hükümlerine karşı doruk itina etmek demek olan “takva” iledir. Ancak birbirlerinin halefi olarak {bkz; Cinn suresi 27,28} Allah’a “bihakkın takva” ile tebliğ görevlerini ifa etmiş olan Resullerin {Bkz Bakara suresi 136, 285} birbirlerine karşı üstünlükleri yoktur. {Halife tezekkürü için detaylı bkz; Fatr suresi 39 Neml suresi 62 Yunus suresi 14, 73 Enam suresi 165, Bakara suresi 30}