Bismillâhirrahmânirrahîm
44/DUHÂN-1: Hâ mîm.
Ha, mim.
44/DUHÂN-2: Vel kitâbil mubîn(mubîni).
Kitab-ı Mübîn’e (Apaçık Kitab’a) andolsun.
44/DUHÂN-3: İnnâ enzelnâhu fî leyletin mubâreketin innâ kunnâ munzirîn(munzirîne).
Muhakkak ki Biz onu, (Kur’an’ı) mübarek bir gecede (Bkz;Kadir suresi 1~5 Kadir gecesinde) indirmeye başladık. Şüphesiz ki Biz, kulları onunla uyaranlarız.
44/DUHÂN-4: Fihâ yufreku kullu emrin hakîm(hakîmin).
Kuran’da, (Hakim Allah’ın) hükm-ü emirlerinin hepsi ayrıntılanmıştır.
44/DUHÂN-5: Emren min indinâ innâ kunnâ mursilîn(mursilîne).
Muhakkak ki Biz, (Kur’ân’ı ve resûlleri) katımızdan bir emir ile gönderenleriz.
44/DUHÂN-6: Rahmeten min rabbik(rabbike), innehu huves semîul alîm(alîmu).
Muhakkak ki O en iyi işiten ve en iyi bilen Rabbinizden, kullarına “bir rahmet” olarak.
44/DUHÂN-7: Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkinîn(mûkinîne).
O ki; Göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Eğer siz yakîn sahibi iseniz. (Ona yakınen inanan bir kimse iseniz)
44/DUHÂN-8: Lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu), rabbukumve rabbu âbâikumul evvelîn(evvelîne).
O’ndan başka İlâh yoktur. O Diriltir ve O öldürür. O, Sizin ve evvelki (sizden önceki) atalarınızın da Rabbidir.
44/DUHÂN-9: Bel hum fî şekkin yel’abûn(yel’abûne).
Hayır, onlar (müşrikler ahiret hayatından) şüphe içinde (yeryüzünde) oyalanıyorlar.
44/DUHÂN-10: Fertekib yevme te’tîs semâu bi duhânin mubîn(mubînin).
Artık gökte apaçık bir duman ile birlikte gelecek olan o azap gününü gözle.
44/DUHÂN-11: Yagşân nâs(nâse), hâzâ azâbun elîm(elîmun).
(O azap ki) o gün insanları artık sarmıştır. İşte o, çok elîm bir azaptır.
44/DUHÂN-12: Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
(O gün) Rabbimiz, azabı şimdi bizden kaldır. Muhakkak ki artık şimdi biz de, mü’min olduk. diye yakarırlar.
44/DUHÂN-13: Ennâ lehumuz zikrâ ve kad câehum resûlun mubîn(mubînun).
(Oysa yeryüzündeyken) Onlara (herşeyi) açıklayan bir Resûl gelmişti. (Buna rağmen resûlün uyarılarından) ibret almadılar.
44/DUHÂN-14: Summe tevellev anhu ve kâlû muallemun mecnûn(mecnûnun).
Ve bu ayetler ona (Hz Muhammed S.A.V Nebi’ye) “öğretilmiş” ve o bir “delidir” dediler,sonra ondan yüz çevirdiler.
44/DUHÂN-15: İnnâ kâşifûl azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne).
Muhakkak ki Biz, azabı onlardan bir müddet kaldırsak (bile), Şüphesiz ki siz (yine şirke) dönecek olanlarsınız. De.
44/DUHÂN-16: Yevme nebtışul batşetel kubrâ innâ muntekimûn(muntekimûne).
Büyük bir şiddetle (onları) yakalayacağımız o azap günü, Biz mutlaka intikam alacak olanlarız.
44/DUHÂN-17: Ve lekad fetennâ kablehum kavme fir’avne ve câehum resûlun kerîm(kerîmun).
Ve andolsun ki Biz, onlardan önce firavun ve kavmini de imtihan ettik. Ve onlara da kerim bir resûl olan (Hz. Musa A.S ) gelmişti.
44/DUHÂN-18: En eddû ileyye ibâdallâh(ibâdallâhi), innî lekum resûlun emîn(emînun).
(Hz. Musa A.S Firavun’a): (Bkz;Şuara suresi 22 köle olarak zaptedip zulüm ettiğin) “Allah’ın kullarını (İsrailoğullarını) bana verin. Muhakkak ki ben, sizin için emin bir resûlüm.” (demişti).
44/DUHÂN-19: Ve en lâ ta’lû alâllâh(alâllâhi), innîâtîkum bi sultânin mubîn(mubînin).
Allah’a karşı ululuk taslamayın! Çünkü ben, size apaçık bir sultan ile (Allah’ın bana verdiği bir yetkiyle ) geliyorum. Demişti.
44/DUHÂN-20: Ve innî uztu bi rabbî ve rabbikumen tercumûni.
Ve muhakkak ki ben, (Bkz; Hud suresi 91 tarih boyu tüm müşrik kavimlerin ceza usüllerinde olduğu üzere) beni taşlayarak (recm ederek) zulüm etmenize karşı, sizin de Rabbiniz olan yüce Rabbime sığındım. Demişti.
44/DUHÂN-21: Ve in lem tû’minû lî fa’tezilûni.
Ve nihayetinde (Bütün mucizelere rağmen) Artık bana inanmıyorsanız benden uzaklaşın. demişti.
44/DUHÂN-22: Fe deâ rabbehû enne hâulâi kavmun mucrimûn(mucrimûne).
Bunun üzerine (onca mucizeye rağmen Hz Musaya inanmadıkları için): “Bunlar artık günahkâr bir kavimdir.” diye, Rabbine dua etti.
44/DUHÂN-23: Fe esri bi ibâdî leylen innekum muttebeûn(muttebeûne).
Hemen gece yürüyüşü yapmak üzere kullarımla (İsrailoğullarıyla beraber) yola çık! dedik. Muhakkak ki siz (Firavun ve ordusu tarafından) takip edileceksiniz.
44/DUHÂN-24: Vetrukil bahre rehvâ(rehven), innehum cundun mugrekûn(mugrekûne).
Ve denizi ardında açık olarak bırakacağız! Muhakkak ki onlar, (seni ve müminleri öldürmek için arkandan takip eden Firavun ve ordusu) orada boğulacak olan bir ordudur.
44/DUHÂN-25: Kem terekû min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Böylece; (denizde helak edilen o mutrafiler o çok sevdikleri) Bahçeleri ve pınarları böylelikle arkalarında bıraktılar.
Mutrafiler ve mutrafi’lerin inançları/tarikatı; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ederlerdi/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır. Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmıştır.. Ve {bkz Kasas suresi 78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak verildiğini iddia ediyordu. Ve Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un akibetinden müminlerin bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleriyle buyurmaktadır. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Nuh suresi 21. ve Hûd suresi 27. ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Hz Nuh (A.S)’a ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Kasas suresi 38. ayetinde vurgulandığı gibi; Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini güneş Tanrı’sının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Yunus suresi 88} ülkenin” ileri gelenleri/elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları “tanrının evladı” fitnesi üzerinden halkı kullanıp sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78 ayetinde vurgulandığı üzereMalı ve mülkünü tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; Zuhruf suresi 53,54 ayetlerinde de aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. Her dönemde olduğu gibi Hz Musa döneminde de; fitne edilen “malı ve evladı çok olan mutrafi kimselerin üstün insan kabul edildiği, “fitne sömürü düzeni’ Hz Musa’nın İslam’ı tebliği ardınca, bu fitneden nemalanan ve ihya olan mutrafilerin {bkz; Taha suresi 63} korkularına sebep olmuştur. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz : Zuhruf suresi 23} Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde üstünlük ve sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58 } ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet etmişlerdir. Bu önemle, müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan, “ülkenin/şehrin mutrafileri” yani malını ve mülkünü tanrı sevgisine nisbet ederek kendilerini diğer İnsanların üzerinde hak sahibi ve hüküm koyucu gören ve böylece insanları, Allah’ın otoritesi üzerinden keyfi vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin, “öncelikli” uyarıldığı {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmaktadır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Ve Aziz Allah; Kasas suresi 5~6 ayetlerinde kimseye mülkiyet hakkı tanımayan ve insanları kendi kölesi görüp kendisi için çalıştırarak sömüren Firavun ve ( Bkz;Yunus suresi 88 Vezir komutan din adamları mülk ve devlet yöneticileri vb gibi aristokrat sınıfından) olan, mutrafi yandaşlarının kurdukları fitne sömürü düzenini, nihayetinde uyarılarının ardından onları helak ederek yok etmiş ve böylece mutrafiler de, o çok sevdikleri mallarını ve mülklerini mecburen/ölimle terk etmek zorunda kalmışlardır.
Duhan suresi 25~27 ayetleri arasında, mallarını ve mülklerini ölesiye seven ve bu yüzden, Hz Muhammed (S.A.V) nebiye/İslam’a ölümüne direnen dönem mutrafilerine; (Hz Musa A.S) dönemi mutrafilerinin ve o çok sevdikleri mallarının akibeti ibret edilmektedir.
44/DUHÂN-26: Ve zurûin ve makâmin kerîm(kerîmin).
(Ve sevdikleri) ekinleri ve kerim mekânlarını (güzel köşklerini).
44/DUHÂN-27: Ve na’metin kânû fîhâ fâkihîn(fâkihîne).
Ve orada zevk içinde yaşadıkları ni’metlerin hepsini (mecburen/helak edilmekle arkalarında bırakmış oldular).
44/DUHÂN-28: Kezâlik(kezâlike), ve evresnâhâ kavmen âharîn(âharîne).
İşte, böyle. Ve ardından sonraki kavmi (sınanacak yeni nesli) de onlara varis kıldık.
44/DUHÂN-29: Fe mâ beket aleyhimus semâu vel ardu ve mâ kânû munzarîn(munzarîne).
Onlara yer ve gök ağlamadı. (Ne yerdeki insanlar ne de gökteki melekler helak edilen mutrafilerin durumuna üzülmedi) Ve (uyarılarımızdan sonra) onlara ek mühlet de verilmedi.
44/DUHÂN-30: Ve lekad necceynâ benî isrâîle minel azâbil muhîn(muhîni).
Ve andolsun ki Biz, İsrailoğullarını (firavunun) zelil azab(ın)dan kurtardık.
44/DUHÂN-31: Min fir’avn(fir’avne), innehu kâne âliyen minel musrifîn(musrifîne).
O firavun ki, şüphesiz o, haddi (Allah’ın çizdiği sınırları) aşanlardan ve büyüklük taslayanlardandı.
44/DUHÂN-32: Ve lekadihternâhum alâ ilmin alel âlemîn(âlemîne).
Ve andolsun ki Biz, ilim (Zikr) üzerinde (İslam dinini yeryüzünde yaşatmaları için, (İslam dininin Kitab’ı Zikr’i lutfederek) onları (İsrailoğullarını) âlemlerin üzerine (örnek) seçtik.
Geçmişte Zikre tabi olan tüm müminler Allah tarafından “İslam ile şereflendirilmekle” Alemlere ( çok tanrılı ilahlara yönelmekte olan diğer uluslara karşı) üstün kılınmıştır. Zikre tabi olmayıp batıla sapanlar ise kafir olarak damgalanıp aşağılık kişiler olarak nitelenmiştir. Zikrin bir topluma ulaşması O toplumun Allah tarafından şereflendirilmesi ve kafir toplumlara karşı üstün kılınması demektir. Ve zikre tabi olup Allah’a takva ile yönelenler, Kuran’da insanların en üstünü ve şereflisi olarak nitelenmiştir. {bkz;Hucurat suresi 13} Geçmişte İsrailoğulları, Firavun’un elinde aşağılıp horlanan köle bir toplum iken; Aziz Allah’ın Hz Musa (A.S)’a verdiği mucizeler ve yardımları sayesinde aşağılanıp horlanmaktan kurtarılmış ve akabinde onları aşağılayanlara karşı üstün olan taraf olmuşlardır. İsrailoğullarının anılan üstünlüğü soy üzerinde verilmiş bir üstünlük değil, bilakis Allaha aracısız yönelip, Resul’leri Musa (A.S)’a ve İslama tabi oldukları için onları ezmeye yeltenen kafirlere karşı verilmiş bir üstünlüktür.
44/DUHÂN-33: Ve âteynâhum minel âyâti mâ fîhi belâun mubîn(mubînun).
Ve onlara da, (Zikr) içinden *imtihan edildikleri âyetlerimizden verdik.
44/DUHÂN-34: İnne hâulâi le yekûlûn(yekûlûne).
Gerçekten onlar,(geçmişte Zikr verdiğimiz Ehli kitap müşrikler) şimdi mutlaka diyecekler ki.
Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, Hüküm ve Hikmet sahibi Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla {bkz duhan suresi 33} sınanma/ imtihan hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {Bkz Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi Zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Peygamberlere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikir tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in {bkz;Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Geçmişte indirilmiş tüm diğer kitaplar aracılar tarafından tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani “içeriğinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır.
Tezekkür; Allah’ın eksiksiz kitabı olan Zikr/Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgiler ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakaların “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla ; Aziz Allah’ın kullarından isteklerini, menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54} parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi.
Ulul’elbab; Zikr ile tezekkür etmekle, aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir. Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için {bkz; Rad suresi 19~30}
44/DUHÂN-35: İn hiye illâ mevtetunel ûlâve mâ nahnu bi munşerîn(munşerîne).
(Bizim ölümümüz) sadece tek bir ölümdür. Ve biz, asla (ahiret alemine) neşrolunacak değiliz.
44/DUHÂN-36: Fe’tû bi âbâinâ in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
Siz doğru söyleyenlerseniz, o halde ölmüş atalarımızı da (ahiretten geri) getirin. (diye direnecekler.)
Tarih boyu çok tanrılı inançları benimsemiş olan {bkz; Sâd süresi 5,6,7 Duhan suresi 37} tüm kavimlerde, güneş tanrısı baş/ana tanrı olarak kabul görmüştür. {Bkz; Enam süresi 75~79}
Ve yıldızlar ise, Ana tanrı olan güneş tanrısının, yeryüzü yönetimine vekili olarak atadığı oğulları ya da kızları olarak lanse edilip, onların otoritesi üzerinden hükümler uydurulmakla halk mutrafiler tarafından sömürülmüştür . {bkz: İsra suresi 16 Zuhruf suresi 31,32} Şehrin mutrafileri/ileri gelenleri olarak zikredilen elit müşrikler ve ruhbanlar, her dönem ve daima, “Sözde Tanrı’nın sözde evlatları” üzerinden koydukları hükümlerle halkı sömürüp servetlerine servet katmışlardır.
Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini güneş Tanrı’sının oğulları olarak tanıtıp böylelikle halkı kullanıp sömürmüşlerdir. Tarih boyunca, tüm çok tanrılı inançlara göre (Eski ahitte ve Tevratta ve İncilde de) Tanrı insana benzer ve tepsi gibi düz tahayyül ettikleri bir dünyanın üzerinde bulunan gök katında, hemen bulutların üzerindeki konutunda ikamet ederdi. Hz Musa döneminde Mısır’da; Güneş tanrısı Ra’nın oğlu olarak ilah kabul edilen firavunlar, yaşarken tanrının tek yetkilisi yani oğlu ve vekili olarak ülkeyi yönetir ve yüksek piramitler inşaa edip öldükten sonra da baba Tanrı’yla oradan irtibatlandıklarını iddia ederek halkı aldatırlardı. Nitekim Hz Musa, Firavunu ve halkını, işinde ve hükmünde ve yönetiminde asla aracı ve vekil kabul etmeyen Alemlerin Rabbi olan Allah’a iman etmeye çağırınca, Firavun Aziz Allah’ın {bkz;mearic 4 / 50 bin yılda ancak ulaşılabilen ) ahiret aleminde olduğunu henüz idrak edemediğinden ve kendi inançlarında olduğu gibi Aziz Allah’ın da dünyada bulutların hemen üzerindeki konutunda ikamet ettiği zannıyla, yardımcısı Haman’a Tanrı’yı görmek için yüksek bir kule inşaa etmesini istemiştir.{bkz; Kasas suresi 38 Mumin süresi 36} Tüm çok tanrılı aracılı şirk inançlarında olduğu gibi; Ehli kitap inancına göre (Musa’nın 5 kitabı anılan eski ahit ve Tevrat ve İncilde de) “İslamda gayb alemi olarak da zikredilen” ahiret hayatı yoktur Tüm çok tanrılı inançlarda ve tüm aracılı şirk inançlarında müşrik kafirler, tepsi gibi olduğunu düşündükleri bir dünyada yaşadıklarını düşünür ve ahirete iman etmezler. Onların inancına göre yaratılış sadece dünyadadır. İslam dininde ise yeryüzü ve ahiret olmak üzere iki ayrı Alem vardır. Bu nedenle Kuran’da ahiret alemine iman etmeyen müşriklere; iki aleme kasıtla “Alemlerin Rabbi olan Allah” sıklıkla vurgulanmaktadır. Tahrif edilmiş Tevratta da Tanrı, insan suretindedir ve adı “yahve” olarak isimlendirilmiştir. Yahve mana olarak “Ben Benim” demektir. Bu yüzden yahudiler ahiret alemi olmayan ve siyonda bir dağda oturan tanrılarını “yahve” olarak adlandırırlar. Hristiyanlar ise; Eski ahit olarak anılan Tevrat’ın ilk beş kitabını imanlarının temeli kabul edip incil içine kattıkları için; Onlar da kendi tanrılarını aynı manadaki ismiyle “yehova” olarak anarlar. Hz İsa ise tahrif İncilde, Tüm çok tanrılı inançlarda olduğu gibi sözde Baş Tanrı’nın oğlu ve yeryüzü yönetimindeki vekilidir.
Duhan suresi Ayetlerinde de; Tevratta bahsi edilen {Bkz: Mısırdan Çıkış bölüm 3/14} BenBen/yehova/yahve Tanrı’sınına iman eden ve ahiret hayatını reddeden ve Deli mecnun iftiralarıyla alay ederek Hz Muhammed (S.A.V)’in risaletini reddeden ve geçmişte gönderilen Resuller’e de vahiy edilmiş olan Zikr’i {bkz; Bakara suresi 101~106} her dönem her gönderilen Resûl’ün ardınca halkı sömürmek adına defaatla çok tanrılı şirk sömürü hükümlerine tevil ederek bozmuş olan ve aslında; Allah’ın orjinal “Zikr” kitabın ehili olmadıkları halde, sömürü düzenlerini Kuran indiği dönemde de devam ettirebilmek adına, önceden kendi topluluklarına kitap gönderildiği için bu durumu sinsice bir kelime fırsatçılığına çevirerek, halka kendilerini “kitap ehli” veya “Ehli kitap” olarak tanımlayan, yahudi ve Hristiyan müşrikler kastedilmekte ve Aziz Allah’ın azabıyla uyarılmaktadır.
44/DUHÂN-37: E hum hayrun em kavmu tubbein vellezîne min kablihim, ehleknâhum innehum kânû mucrimîn(mucrimîne).
Geçmişte Hz Musa’ya/İslam’a tabi olduktan sonra (Allah’ın lütfuyla Firavun’un azabından) kurtarılmış olan ataları mı, yoksa geçmişte kendileri gibi (şimdiki müşrikler gibi göktanrı inançlarına tabi olduktan sonra) müşrik olarak Allah’a sırtını dönmüş Tubba’nın kavmi ve onlardan önce yaşayıp da helak ettiğimiz nice müşrik kavimler mi daha hayırlı? Biz onların hepsini helâk ettik. Çünkü onlar da (ahiret hayatına ve ahirette Allah tarafından sorgulanacaklarına inanmayan İslam’a sırtını dönmüş) mücrimlerdi.(suçlulardı)
44/DUHÂN-38: Ve mâ halaknes semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ lâibîn(lâibîne).
Ve Biz gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri, oyun olsun diye yaratmadık.
44/DUHÂN-39: Mâ halaknâhumâ illâ bil hakkı ve lâkinne ekserehum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
İkisini de haktan başka bir şey ile yaratmadık (ikisini de yeryüzünde sınanmanız gayesinde yarattık). Ve lâkin onların çoğu bunu bilmek dahi istemezler.
44/DUHÂN-40: İnne yevmel faslı mîkâtuhum ecmaîn(ecmaîne).
Muhakkak ki fasıl günü, (cehennem ve cennetliklerin ayrıştırıldığı o hesap/din günü) onların hepsinin belirlenmiş yargılanma vaktidir.
44/DUHÂN-41: Yevme lâ yugnî mevlen an mevlen şey’en ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).
O gün, dosttan dosta (hiç)bir şey fayda vermez. (Şefaat ediyoruz diyen müşrik emani aracıların dostluğu kimseye hiçbir fayda vermez) Ve onlara orada (aracılar ve düzmece ilahları tarafından) asla yardım olunmaz.
44/DUHÂN-42: İllâ men rahimallâh(rahimallâhu), innehu huvel azîzur rahîm(rahîmu).
Yardımlar Ancak Allah’ın rahmet ettiği kimseler içindir. Muhakkak ki; Allah yegane rahmet eden Azîz’dir, Rahîm’dir.
44/DUHÂN-43: İnne şeceretez zakkûm(zakkûmi).
Muhakkak ki zakkum ağacı.
44/DUHÂN-44: Taâmul esîm(esîmi).
Günahkârların oradaki yemeğidir.
44/DUHÂN-45: Kel muhl(muhli), yaglî fîl butûn(butûni).
Erimiş maden gibi karınlarında kaynar.
44/DUHÂN-46: Ke galyil hamîm(hamîmi).
Kaynar suyun kaynaması gibi.
44/DUHÂN-47: Huzûhu fa’tilûhu ilâ sevâil cahîm(cahîmi).
Onu tutun (yakalayın)! Hemen cehennemin ortasına sürükleyin. denir.
44/DUHÂN-48: Summe subbû fevka re’sihî min azâbil hamîm(hamîmi).
Sonra başının üstüne azap olarak kaynar su dökün.
44/DUHÂN-49: Zuk, inneke entel azîzul kerîm(kerîmu).
(Azabı) şimdi tat! (Hani) sen, gerçekten azîzdin ve kerimdin (hani yeryüzünde insanlara şefaat ve hidayet edeceğini söylüyordun).
Azizler ; Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde aracılar, Allah’ın Aziz ve Rahim uluhiyet vasıflarını gaspetmekle kulları aldatıp sömürmüşlerdir. Fitne döneminde ruhbanlar insanları sömürmek için; Allah’ın Aziz uluhiyet vasfını gaspetmekle kendilerini Aziz ilan etmişlerdi. Örneğin; Kilise inancına göre bir insanın aziz olması için en az iki mucize göstermesi gerekiyordu. Günümüzde de kiliselerde hala devam eden Aziz seçim ritüeli bu şekildedir. Hastaları iyileştirip şifa vermek, ölüleri diriltmek veya savaşta bir orduya ya da işlerinde bir kişiye mistik güçleri ile yardım etmek, insanların rızkını açmak vb. gibi mucize gösteren kişilere Aziz denir. “Saint” Aziz demektir. Kısaltılmış haliyle “St” olarak yazılır. “St Joseph” gibi önünde “St” kısaltma eki bulunan ve mantar gibi dünyanın her yerinde açılmış “st” ön eki taşıyan kiliseler, okullar manastırlar vb tüm bu yapılar, tarihte yaşamış fitne sahtekarlarının isimlerini taşır. Ve tabii ki; Allah’ın Aziz ulûhiyet vasfı üzerinden insanların ne denli yaygın sömürüldüğünün kanıtıdır. Kuran ayetlerinin indiği fitne döneminde bir çok rahip, papaz, kabalistik şekil ve sayılarla sihir büyü yapan hahamlar, sanki hastaları iyileştiriyor gibi görünerek, veya insanların sözde rızıklarını veya kısmetlerini açmak vaadi, ve buna benzer sahtekarlıklar ile, halkı gerek kilise gerek sinagog veya mabedlerinde , rekabetle kendi çevrelerinde adeta pervane ediyorlardı. ülkemizdeki uçuşan şeyhler, evreni yöneten hocalar, okuyup üfleyerek iş bulanlar, rızık açanlar, sözde gaybı bilenler, hamile bırakarak mucizeler yaratan “Sözde Aziz” hacı hoca tarikat şeyhleri gibi. Aziz Allah, rızıkları veren kullarının hastalıkta ve sağlıkta tüm ihtiyaçlarını karşılamaya muktedir olan, çare ve devada tek ve yegane varlık demektir. Bu kavram, hem İbrahim hem de Şuara suresi 78~82 ayetlerinde açıkça tarif edilmiştir. Allah’ın Rahim esması, Kuran’da mutlaka Tevvab Allah ve Aziz Allah esması ile “Tevvabur Rahim” ve “Azizur Rahim” olarak birlikte zikredilir. Bunun hikmeti; tevbeleri kabul edip kulları af etme yetkisinin; bu ulûhiyeti gasp edip sahiplenmiş müşrik ruhbanların elinde olmadığını, bilakis kullarını rızıklandıran esirgeyen koruyan, yardım ve himaye eden, af ve mağfiret eden ve sınav yaşantısında kullarını müşahade etme yetkisini sadece kendi yetkisinde barındıran, yegane kudret olduğunu vurgulamak içindir. Bu hakikatla, kullarının amellerini en ince ayrıntısına kadar müşahade eden manasıyla “Şehid esması” da Rahim esması ile birlikte vurgulanır. Rahmân ve Rahim ile başlayan açılış ayetleri haricinde, onca esma içinden Rahim esmasının Kuran’da; “sadece Tevvab, Aziz ve Şehid esmaları ile birlikte” zikredilmesi, müşriklerin bu üç uluhiyeti sahiplenmiş olmasının öneminden kaynaklanır.
44/DUHÂN-50: İnne hâzâ mâ kuntum bihî temterûn(temterûne).
Muhakkak ki bu azap, yeryüzünde iken sizin şüphe ettiğiniz şeydir. Denir.
44/DUHÂN-51: İnnel muttekîne fî makâmin emîn(emînin).
Muhakkak ki takva sahipleri, mutlaka orada (ahiret hayatında) emin makamlardadır.
44/DUHÂN-52: Fî cennâtin ve uyûn(uyûnin).
Cennetlerde ve pınarlarda.
44/DUHÂN-53: Yelbesûne min sundusin ve istebrakın mutekâbilîn(mutekâbilîne).
Karşılıklı ipekten ve atlastan giysiler giyerler.
44/DUHÂN-54: Kezâlik(kezâlike), ve zevvecnâhum bi hûrin în(înin).
İşte, böyle. Ve onları, orada iri gözlü huriler ile eşlendiririz.
44/DUHÂN-55: Yed’ûne fîhâ bi kulli fâkihetin âminîn(âminîne).
Orada emniyet içinde ve arzu ettikleri her çeşit meyveden isterler.
44/DUHÂN-56: Lâ yezûkûne fîhel mevte illel mevtetel ûlâ, ve vekâhum azâbel cahîm(cahîmi).
Orada (şimdi yaşayacakları) ilk ölümden başka bir daha ölüm tatmazlar. Ve (yeryüzünde, takva sahibi muhsin muttakilerden oldukları için) Allah onları orada cehennem azabından korumuştur.
44/DUHÂN-57: Fadlen min rabbik(rabbike), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Senin Rabbinden bir fazl (lütuf ve ihsan) olarak işte bu, fevz-ül azîmdir. (En büyük kurtuluştur)
44/DUHÂN-58: Fe innemâ yessernâhu bi lisânike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
İşte böylece O’nu (Zikr’i/Kur’ân-ı Kerim’i), senin lisanın ile kolaylaştırdık. Umulur ki böylece onlar da (Zikr’i) tezekkür ederler.Diye.
44/DUHÂN-59: Fertekib innehum murtekıbûn(murtekibûne).
Artık gözle ! Muhakkak ki onlar da gözleyenlerdir