ANKEBÛT SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

29/ANKEBÛT-1: Elif lâm mîm.
Elif, Lâm, Mîm.

29/ANKEBÛT-2: E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).
İnsanlar, “amenna (îmân ettik)” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?

29/ANKEBÛT-3: Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn(kâzibîne).
Ve andolsun ki onlardan öncekileri de ( Hz Adem as dan itibaren önceki nesilleri de) imtihan ettik. (Aşağıda devam eden ayetlerinde imtihan edilen kavimlerden örnekler verilecek) Allah sadıkları da (İslam’a bağlı kalanları da İslam’ı) tekzip edenleri de mutlaka bilir.

29/ANKEBÛT-4: Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
Yoksa seyyiat işleyenler (Allah’ın hükümlerinin tersi olan günah sayılan amellerde bulunanlar ), Bizim imtihanımızı geçeceklerini mi sandılar? Hüküm verdikleri şey ne kötü!

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ve ahir hidayetine kavuşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği o zaman mutlaka gelecektir. Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

29/ANKEBÛT-6: Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih(nefsihî), innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Ve (yeryüzünde) kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerde (hen dünyada hem ahirette) ganidir. (hiçbir şeye hiçkimseye ihtiyacı yoktur).

29/ANKEBÛT-7: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nukeffiranne anhum seyyiâtihim ve le necziyennehum ahsenellezî kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ve âmenû olanlar (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar) ve (Allah’ı razı etmek için) salih amel yapanlar, (ahirette) onların seyyiatlerini (günahlarını) mutlaka örteceğiz ve onları yaptıklarına karşılık mutlaka ahirette daha ahseni ile mükâfatlandıracağız. (Yeryüzüne nisbetle daha ahsen/güzel olan cennet ile mükafatlandıracağız)

29/ANKEBÛT-8: Ve vassaynel insâne bi vâlideyhi husnâ(husnen), ve in câhedâke li tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ, ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve Allah; “Biz insana, anne ve babasına güzel davranmasını vasiyet ettik. Ve eğer onlar, hakkında bilgin olmayan bir şey ile (Toplumun tabi olduğu İslam dışı hükümlerle veya Allah’ın buyruklarına rağmen Anne Baba kendi buyruklarını önceleyerek sana dayatırlarsa/Anne baba böylece kendi nefsiyle Allah’a ortak koşmuş olur böyle durumlarda) Bana şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse o taktirde, o ikisine itaat etme. Dönüşünüz, Banadır. O zaman yapmış olduklarınızı size haber vereceğim”. Demişti.

29/ANKEBÛT-9: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nudhılennehum fîs sâlihîn(sâlihîne).
Ve âmenû olanları (Allah’a aracısız iman ve teslim olanları) ve salih amel yapanları, mutlaka salihlerin arasına dahil edeceğiz.

29/ANKEBÛT-10: Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi fe izâ ûziye fîllâhi ceale fitneten nâsi ke azâbillâh(azâbillâhî), ve le in câe nasrun min rabbike le yekûlunne innâ kunnâ meakum, e ve leysallâhu bi a’leme bi mâ fî sudûril âlemîn(âlemîne).
Ve insanlardan, “biz Allah’a îmân ettik” diyenlere Allah yolunda (müşrik kafirler tarafından) eziyet edildiği zaman, (bkz;Ankebut 11; münafık olanlar; bu eziyetler sanki) Allah’ın azabıymış gibi insanlara fitne çıkardılar. Eğer Rabbinden bir yardım gelirse, (duruma göre pozisyon almış olan münafıklar) muhakkak: “Biz sizinle gerçekten beraberdik.” derler. Allah, âlemlerin sinesinde olanları en iyi bilen değil mi?

29/ANKEBÛT-11: Ve le ya’lemennallâhullezîne âmenû ve le ya’lemennel munâfikîn(munâfikîne).
Ve muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah’a aracısız iman ve teslim olanları) ve münafıkları mutlaka bilir.

29/ANKEBÛT-12: Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûttebiû sebîlenâ velnahmil hatâyâkum, ve mâ hum bi hâmilîne min hatâyâhum min şey’(şey’in), innehum le kâzibûn(kâzibûne).
Ve inkâr edenler, âmenû olanlara: “Bizim yolumuza tâbî olun. (Aracılık kurumunu yaşatan aracılar, bize iman edin ki sizin afedilmenizi sağlayalım dediler) Ve Sizin hatalarınızı (günahlarınızı) biz yüklenelim.” dediler. Onlar, diğerlerinin hatalarından ve günahlarından bir şey yüklenecek değiller. Muhakkak ki onlar, yalancılardır.

Gerek Yahudi Gerek Arap gerek Hristiyan ruhbanlar kendilerine iman etmekle kendi aracılarının insanların bütün günahlarını üstlenip onları yeryüzündeki tüm bela ve musibetlerden kurtaracağını söyleyerek insanları emaniye fitnesiyle kandırıyorlardı/ve günümüzde hala kandırıyorlar, oysa ki İslam’da beşer “Peygamber dahi olsa” bir başkasının günahını yüklenemez ve şefaat edemez ve İslamda her insan kendi yaptıklarıyla Allah’a karşı sorumlu tutulmaktadır. Detaylı Bkz: Necm suresi 38 Nahl suresi 25 Fatır suresi 18 Bakara suresi 81,181, Nisa suresi 111,112 Enam suresi 120, İsra suresi 15,17 Taha suresi 100

29/ANKEBÛT-13: Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne yevmel kıyâmeti ammâ kânû yefterûn(yefterûne).
Ve (o yalancılar) kendi (günah) yükleri  ile beraber, mutlaka onların yüklerini de yüklenecekler. Kıyâmet günü onlar, (dünyada) uydurdukları şeylerden (emaniyeden) mutlaka sorgulanacaklar.

29/ANKEBÛT-14: Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî, fe lebise fîhim elfe senetin illâ hamsîne âmâ(âmen), fe ehazehumut tûfânu ve hum zâlimûn(zâlimûne).
Ve andolsun ki Biz, Nuh (A.S)’ı kavmine (Resûl olarak) gönderdik. Böylece onların arasında 1000 sene değil, aksine 50 yıl kaldı. Sonra onları (Nuh (A.S)’ın kavmini) tufan ile helak ettik.Ve çünkü onlar zalimlerdi. (*Nefil oldukları için helak edilmedi)

Bkz; Bakara suresi 100,101; Her dönem her gönderilen Resul’e muhalefetle İslam dinini reddetmekle, atalarından kalma çok tanrılı inanç efsanelerini Tevrat ve İncile yerleştirmiş olan Yahudi ve Hristiyan müşrikler halktan istedikleri vergileri toplayabilmek adına kurguladıkları efsanelerden çıkarımlarla; Allah’ın otoritesi üzerinden halkı korkutarak şirk sömürü hükümlerini Tevrat’a ve İncile yerleştirmişlerdir. Tevrat’ı tarih boyunca tahrif etmiş olan yahudi müşrikler ve eski ahit ismiyle Tevrat’ın ilk beş kitabını kendi imanlarının temeli kabul eden Hristiyan müşrikler, Tevratta ve İncilde {bkz; Tekvin/Yaratılış Bölüm 5~6} Hz Adem (A.S)’dan Nuh (A.S) a kadar olan süreçte insanların {bkz;Tekvin 6/4} “nefiller” olarak anılan devlerle çiftleştiklerini ve bu yüzden Adem (A.S) dahil İnsanların ortalama yaşının o dönemler 1000 yıl olduğunu belirtilmişlerdir. Ve Nuh AS döneminde ise; Tanrı’nın, buyruklarını çiğneyen devlerle/insan melezi soyuna yani nefillere çok kızdığını ve bu yüzden tufan ile bu nesli tamamen yeryüzünden yok ettiğini uydurarak bu fitneyi, Tevrat ve İncilin sayfalarına yerleştirmişlerdir. Ve bu sözde inanca göre “Nefil İnsan” soyunun ortalama yaşı Hz Nuh (A.S) dönemine kadar 1000 yıl iken Tanrı’nın öfkesiyle Nuh tufanından sonra {bkz:Tekvin 6/3} 120 yıla indirilmiştir.
Ankebut suresi 14. Ayetinde Hz (Nuh A.S)’ın Nuh kavmine Allah’ın Resul’ü olarak gönderilmiş olduğu belirtilmiştir ve ancak cümlenin akabinde, müşrik inançlarına bir reddiye olarak 1000 yıl değil aksine Hz Nuh (A.S)’ın kavminin arasında sadece 50 yıl ömür sürdüğü ve kavmin Nefil oldukları için değil aksine çok tanrılı şirk inançlarına tabi olup küfürde direnen zalim bir kavim oldukları için helak edildikleri “Tevrat bilgisine bir reddiye” olarak vurgulanmaktadır.  Diğer anlamıyla kitabın aslı tilavet edilmektedir. Peygamber efendimiz Hz Muhammed (S.A.V) döneminde; Tevrat ve İncil kitaplarını ölesiye savunan müşriklere karşı ezalarla çilelerle ve ağır bedeller ödenerek hükümleştirilmiş olan Kur’an; Maalesef ki günümüzde,çoğu müfessirler tarafından Tevrat’ın tahrif edilmiş ayetlerine bakılarak açıklanmaktadır. Böylece {bkz; Tevrat/Tekvin 9/29 Nuh 950 yıl yaşadı} cümlesindeki bilgiyi temel alarak, Ankebut suresi 14. ayetindeki; Arapça in إن “ilgi edatı, ki” ve Arapça lā لا “değil” sözcüklerinin bileşiği olan. [illâ] kelimesinin türkçe karşılığı olan “değil” ifadesi yerine “hariç” kelimesinin bazı müfessirler tarafından kullanılıyor olması; İslam’da olmayan nefil/insan melez soyu inancının ve bu efsanenin ardınca Tanrı’nın müşriklerle yaptığı o özel fitne anlaşmasının {Yar.9: 9-10 ~ 17} ve bu müşrik sömürü inançlarını barındıran kitapların (İncil ve Tevrat’ın) da doğrulanıyor olması anlamına gelir. Ki bu en hafif tabiriyle, o dönem Tevrat ve İncildeki şirk imanına karşı mallarıyla canlarıyla cihad etmiş müminlere ağır bir hakaret ve Allah’a karşı alaycı bir küfürdür. Oysa {Bkz: Ankebut suresi 43,45,46,47,48,49 Ali İmran suresi 7 } ayetlerinde de buyurulduğu üzere eksiksiz hakk bilgi daima, İslam dininin temel hüküm kitabı olan Kuran’dan öğrenilmelidir.

29/ANKEBÛT-15: Fe enceynâhu ve ashâbes sefîneti ve cealnâ hââyeten lil âlemîn(âlemîne).
Böylece onu ve gemi halkını kurtardık. Ve bunu, âlemlere âyet ( ibret) kıldık.

29/ANKEBÛT-16: Ve ibrâhîme iz kâle li kavmihî’budûllâhe vettekûh(vettekûhu), zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ve İbrâhîm (A.S), kavmine: “Allah’a kul olun ve O’na karşı takva sahibi olun. Eğer siz biliyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır.” demişti.

29/ANKEBÛT-17: İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifkâ(ifken), innellezîne ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rızkân, febtegû indallâhir rızka va’budûhu veşkurû leh(lehu), ileyhi turceûn(turceûne).
Fakat siz, Allah’tan başka putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Muhakkak ki sizin, Allah’tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye malik değillerdir. Öyleyse (aracılığı bırakın)  rızkı, Allah’ın katından isteyin ve sadece O’na kul olun ve O’na şükredin. Çünkü nihayetinde O’na döndürüleceksiniz. dedi.

29/ANKEBÛT-18: Ve in tukezzibû fe kad kezzebe umemun min kablikum, ve mâ aler resûli illel belâgul mubîn(mubînu).
Ve eğer tekzip ederseniz (ahirete ve Allah’ın yargı makamına dönüşü yalanlarsanız akibetlerine) bakın, sizden önceki ümmetler de tekzip etmiştiler. Resûllerin üzerine apaçık tebliğden başka bir (sorumluluk) yoktur.

29/ANKEBÛT-19: E ve lem yerev keyfe yubdiullâhul halka, summe yuîduh (yuîduhu), inne zâlike alallâhi yesîr(yesîrun).
Allah’ın yeryüzü yaratılışını görmüyorlar mı? Sonra onları (ahirete) geri iade edecek.  Muhakkak ki bu Allah için kolaydır.

Müşrikler ahirete iman etmezler. Müşrikler için ilk ve tek yaratılış dünya yaratılışıdır. Oysa Kuran’da {bkz; Hicr suresi 28 Rahman suresi 14 Hacc suresi 5-6-7 Zümer suresi 6} ayetlerinde zikredildiği üzere; İslamda üç karanlık içinde üç yaratılış vardır. İlk yaradılış, Adem (A.S)’ın yaratılışıyla başlayan “hamein mesnun salsalin” zikredilen özel bir tinden/topraktan muhteva eskimeyen yıpranmayan yaşlanmayan ahiret bedenimizdeki ilk yaratılıştır. İkinci yaratılış ise sınanmak üzere gönderildiğimiz dünyada anne karnındadır ve üçüncü yaratılış ise öldükten sonra tekrar, yaşlanmayan/yıpranmayan “hamein mesnun salsalin” muhtevası ahiret bedenimize tahric edilmekle üç yaradılış gerçekleşir ve Kuran dışında  hiçbir inancın kitabında ahiret cennet ve cehennem inancı yoktur. Hem Arap müşrikler hem Ehli kitap anılan Hristiyan ve yahudi müşrikler ahiret alemine inanmadıkları için, devam eden Ankebût suresi ayetlerinde de olduğu gibi; Kuran’ın birçok sure ve ayetinde; Yeryüzü yaratılışından örnekler verilerek “Tüm yeryüzünü yoktan yaratmaya muktedir olan Allah, O halde ahireti de yoktan yaratmaya muktedir değil mi ? Yasin 81” sorusundaki mantık ile kullar tefekküre davet edilerek, ahirete iman için, mutlaka yaratılışa bakıp ibret alınması öğütlemektedir.

29/ANKEBÛT-20: Kul sîrû fîl ardı fânzurû keyfe bedeel halka, summallâhu yunşîun neş’etel âhıreh(âhırete), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
“Yeryüzünde dolaşın ve böylece yeryüzünde yaratılışın nasıl olduğuna bir bakın. Sonra Allah, (yeryüzünü nasıl yoktan var etti ise) ilk ahiret yaratılışını da işte böyle (yoktan) inşa etti. Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir.” de.

29/ANKEBÛT-21: Yuazzibu men yeşâu ve yerhamu men yeşâ’(yeşâu), ve ileyhi tuklebûn(tuklebûne).
(Allah), dilediği kişiye azap eder ve dilediği kişiye de ancak O rahmet eder. (Şefaat ve hidayet edeceğini vaad eden aracılar bunları yapmaya yetkili ve muktedir değildir) Ve muhakkak ahirde hesap sorulmak üzere O’na, (Allah’ın yargı makamına) döndürüleceksiniz.

29/ANKEBÛT-22: Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ardı ve lâ fîs semâi ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve siz, (Tevbe af mağfiret ve hidayet gibi Aziz Allah’ın uluhiyet yetkilerini gasp edip insanları aldatmakla ) yerde ve gökte nasılsa Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Sizi Allah’ın gazabından koruyacak Allah’tan başka velîniz (dostunuz) ve yardımcınız yoktur.

29/ANKEBÛT-23: Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike lehum azâbun elîm(elîmun).
Allah’ın âyetlerini ve O’na (aracısız halde Allah’a) mülâki olmayı inkâr edenler; (Müşrik inançlarda sözde tanrılar dünya yönetimini,Oğlu kızları ya da put sahipleri veya kiliselerin aziz ilan ettiği ruhbanlar gibi aracılara bırakarak insanları yönetmektedir. Bkz:Enam suresi 100 Yunus 68 Nahl 57,62 İsra 40 Meryem 88 ) işte onlar, (müşrikler, aracılık kurumunu inşaa edip emani aracılara sığınmakla) Allah’ın aracısız rahmet etmesinden ümitlerini kestiler. Ve işte onlar (aracılara rağbet edenler) ki; onlar için elîm azap vardır.

29/ANKEBÛT-24: Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlûktulûhu ev harrıkûhu fe encâhullâhu minen nâr(nâri), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Aracılarla putlara yönelen İbrâhîm (A.S)’ın kavminin, İslama davet ettiği için  İbrahim’e verdikleri cevap: “Onu Hz (İbrahim’i) öldürün veya yakın!” demekten başka bir şey olmadı. Bunun üzerine Allah, Hz İbrahim’i ateşten kurtardı. (Aracılar/putlar bunu engelleyemedi) Bunda muhakkak ki mü’min kavim için elbette âyetler (ibretler) vardır.

29/ANKEBÛT-25: Ve kâle innemettehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fîl hayâtid dunyâ, summe yevmel kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).
Ve (İbrâhîm A.S): “Muhakkak ki siz, dünya hayatında aranızda sevgi oluşan Allah’tan başka putlar edindiniz. (Halkı putlarla kandırdınız/putlarla kandırıldınız) Sonra kıyâmet günü, azabı gördüğünüzde bir kısmınız bir kısmınızı inkâr edecek ve bir kısmınız da bir kısmınızı lânetleyecek. Sizin dönüş yeriniz ateştir. Ve sizin için orada bir yardımcı yoktur.” dedi.

29/ANKEBÛT-26: Fe âmene lehu lût (lûtun) ve kâle innî muhâcirun ilâ rabbî, innehu huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Bundan sonra Lut (A.S), O’na (İbrâhîm (A.S)’a) îmân etti (tâbî oldu) ve dedi ki: “Muhakkak ki ben, ancak (şirk inançlarını ve sahte ilahlarını terkederek) Rabbime hicret edecek olanım. Muhakkak ki O; Azîz’dir (her şeyi yapıp yaratacak yüceliktedir), Hakîm’dir ( hikmeti ile hükmü yaratandır.)

29/ANKEBÛT-27: Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel kitâbe, ve âteynâhu ecrehu fîd dunyâ, ve innehu fîl âhıreti le mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve Biz O’na İshak’ı, Yâkub’u vehbî (Allah tarafından verilmiş yeteneklerle) onlara gönderdik. Ve O’nun zürriyetine peygamberlik ve kitap verdik. Allah’a Sadakat üzerinde olduğu için O’nun ahir ücretini de verdik. O, (Müşriklerin uydurarak Tevrat’ta yerleştirdikleri çok tanrılı batıl şirk hükümlerine sapmadığı için) ahirette şüphesiz salihlerden olacaktır.

29/ANKEBÛT-28: Ve lûtan iz kâle li kavmihî innekum le te’tûnel fâhışete mâ sebekakum bihâ min ehadin minel âlemîn(âlemîne).
Ve Lut (A.S), kavmine şöyle demişti: “Muhakkak ki siz, mutlaka sizden önce geçmiş olan âlemlerden hiçbirinin yapmadığı kötülüğe geliyorsunuz.”

29/ANKEBÛT-29: E innekum le te’tûner ricâle ve taktaûnes sebîle ve te’tûne fî nâdîkumulmunker(munkere), fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû’tinâ bi azâbillâhi in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
Gerçekten siz erkeklere gelecek, yol kesecek ve toplantılarınızda hayasızlık mı yapacaksınız? Bunun üzerine onun kavminin cevabı: “Eğer sadıklardansan, bize Allah’ın azabını getir.” demekten başka bir şey olmadı.

29/ANKEBÛT-30: Kâle rabbinsurnî alel kavmil mufsidîn(mufsidîne).
(İbrâhîm A.S): “Rabbim, müfsidler (fesat çıkaranlar) kavmine karşı bana yardım et.” dedi.

29/ANKEBÛT-31: Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ, kâlû innâ muhlikû ehli hâzihil karyeh(karyeti), inne ehlehâ kânû zâlimîn(zâlimîne).
Ve Bizim resûllerimiz (helak melekleri) İbrâhîm’e müjde ile geldikleri zaman, dediler ki: “Muhakkak ki biz, bu ülkenin halkını helâk edeceğiz. Çünkü bu belde halkı zalim oldular.”

29/ANKEBÛT-32: Kâle inne fîhâ lûtâ(lûten), kâlû nahnu a’lemu bi men fîhâ le nunecciyennehu ve ehlehû illemreetehu kânet minel gâbirîn(gâbirîne).
(İbrâhîm A.S): “Orada Lut (A.S) var.” dedi. (Resûller): “Orada kim var, biz daha iyi biliriz. O’nu ve O’nun hanımı hariç, ailesini mutlaka kurtaracağız. (O’nun hanımı) geride kalanlardan olacak.” dediler.

29/ANKEBÛT-33: Ve lemmâ en câet rusulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’ân, ve kâlû lâ tehaf ve lâ tahzen, innâ muneccûke ve ehleke illemreeteke kânet minel gâbirîn(gâbirîne).
Ve resûllerimiz Lut (A.S)’a geldiği zaman (Lut as) üzüldü, telâşlandı ve onları karşısında görünce içi daraldı. (Resûller): “Korkma ve mahzun olma (üzülme). Muhakkak ki biz, seni ve hanımın hariç, aileni mutlaka kurtaracağız. ( bkz; Tahrim suresi 10 Senin hanımın kafir kalmayı tercih ettiği için ) geride kalıp helak olanlardan olacak.” dediler.

29/ANKEBÛT-34: İnnâ munzilûne alâ ehli hâzihil karyeti riczen mines semâi bimâ kânû yefsukûn(yefsukûne).
Muhakkak ki biz, fısk yapmış oldukları şey (dinden çıkarak yaptıkları ahlaksızlık) sebebiyle bu beldenin halkı üzerine semadan ricz (azap) indirecek olanlarız.

29/ANKEBÛT-35: Ve lekad tereknâ minhâ âyeten beyyineten li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve andolsun ki Biz, akıl edecek kavim için, onlara da Allah’ın beyyinelerini (kullarına beyanlarını) açıkça anlatan âyetler bıraktık.

Beyyine; Allah’ın kullarına hüküm ettiği beyanları demektir. Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına hükümler koyan Alim ve Hakim Allah, her dönem Resul’leri vasıtasıyla, sınav hükümlerini ihtiva eden beyyinelerini/ yani hesaba çekilecekleri sınav hükümlerini beyan etmiştir. Her dönem {Bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği beyyineleri/hükümleri aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen tüm kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in { bkz: Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Diğer kitaplar aracılar tarafından {bkz; Bakara suresi 100,101} tarih boyu tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah  SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani  “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran tek ve yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır.

29/ANKEBÛT-36: Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe vercûl yevmel âhıre ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
Ve Medyen (halkına), onların kardeşi Şuayb’ı (gönderdik). O zaman onlara: “Ey kavmim! Allah’a kul olun ve ahiret gününü dileyin. (Ahireti iman edin ve Aracıları bırakıp orada Allah’ın önünde Allah’ın yargısıyla af ve mağfiret edileceğinize itibar edin ) Yeryüzünde fesat çıkaranlar olarak azgınlık etmeyin (Allah’a aracısız iman edip O’nun hükümlerine ve hidayetine teslim ve tabi olun).” dedi.

29/ANKEBÛT-37: Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).
Fakat onu yalanladılar. Bu sebeple onları şiddetli bir sarsıntı yakaladı. Böylece kendi diyarlarında diz üstü (mecburi secdeye çökmüş) olarak sabaha ulaştılar. (Sabaha kadar hepsi helâk oldular).

29/ANKEBÛT-38: Ve âden ve semûde ve kad “ tebeyyene“ lekum min mesâkinihim, ve zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli ve kânû mustebsırîn(mustebsırîne).
Ve Ad ve Semud kavmi, onların meskenlerinden de bahsedilerek size *”önceden beyan edildi” ve şeytan onlara da amellerini süslemişti. Böylece onları Allah’ın yolundan göre bile alıkoydu. (Tüm uyarılarımızı açıkça duyurmamıza ve azap ikazımıza rağmen şeytan Allah’a ve buyruklarına aracısız yönelmekten Zikr’den/Kur’an’dan insanları men etti)

Ankebut suresi iniş sırasına göre 85. sıradadır. Bu ayetinde; Önceden indirilmiş olan surelerde Ad ve Semud kavimleri, onların meskenlerinden de bahsedilerek sizlere daha detaylı olarak “önceden beyan edildi” buyurulmaktadır. Bu nedenle Kur’an’ı  iniş Sırasına göre okumak Kuran okurken ayetleri daha iyi anlayıp idrak etmemize vesile olacaktır. Kuran bu yüzdendir ki insanların idrak edebilmesi için 23 yılda sırasıyla indirilmiş ve sırasıyla okunan yöntemle kullar herşeyi layıkı hakikat içinde idrak ettikleri için ve böylelikle anlayamadıkları hiçbir şey olmadığı için tekrar tekrar sorular sormadıkları {Bkz;Furkan suresi 32,33} ayetleriyle vurgulanmıştır.  Allah’a takva ile yönelip her söz ve fiilde nasıl ki Allah’a itaat etmek gerekiyorsa Kuran okurken de Tevhid içinde kalıp onun bildirdiği öğütler ile Kuran’ı okumamız farzdır. Zira kalp gönül ve idrak onun elindedir ve idrak sadece takvada kalanlara verilen bir ganimettir. Aşağıda ilginize sunduğumuz Ad kavmi ile ilgili Te-zikr/tezekkür  ayetleri  10. sırada inmiş olan Fecr suresi 6 ve  39. Sırada olan Araf suresi 65~71 ve 52. sırada Hud suresi 51~89 ve 47. sırada Şuara 123~140 ve 61. sırada Fussilet suresi 13~25 ve 66. sırada Ahkaf suresi 21~26 ve 67. sırada Zariyat suresi 41~42 ve 37. Sırada Kamer suresi 18~20 ve 78 sırada Hakka suresi 4~7  ilgili surelerin ilgili ayetlerinde önceden aktarıldı buyurulmaktadır.
Aynı şekilde semud kavmi ile ilgili ayetler Araf suresi 73~79 Hud suresi 61~95 İbrahim suresi 9. İsra suresi 59 Hacc suresi 42 Furkan suresi 38 Şuara suresi 141~159 Neml suresi 45~53 Sad suresi 13~14 Mümin 31 Fussilet 14~18 Kaf 12 Zariyat 43~45 Necm suresi 51  Kamer suresi 23~31 Hakka suresi 4~5  Buruc suresi 17~18  Şems suresi 11~15  surelerinde açıklanmış ve sadece Tevbe suresinde birçok kavim sayılırken Semud ve Ad kavmi hakkında bilgi ve detay verilmeden ismen örnek verilmiştir. Böylece idrak etmeliyiz ki Tevbe suresinden başlayarak okuyan bir kimse bu kavimler hakkında ya aracılara sorup yalan yanlış bilgi alacak ya da Hakikata yönelip Kuran ayetlerine iniş sırasından başlayarak hakk gerçeği öğrenecektir. Bkz; Hakka 1,2,3~ 48,49,50 51

29/ANKEBÛT-39: Ve kârûne ve fir’avne ve hâmâne ve lekad câehum mûsâ bil beyyinâti festekberû fîl ardı ve mâ kânû sâbikîn(sâbikîne).
Ve andolsun ki Karun, firavun ve Haman’a, Musa (A.S) beyyinelerle (Allah’ın kullarına gönderdiği beyanlarıyla/Zikr ile) geldi. Fakat onlar, yeryüzünde kibirlendiler. Ve onlar, (azabımızdan) kurtulanlar olmadılar.

29/ANKEBÛT-40: Fe kullen ehaznâ bi zenbih(zenbihi), fe minhum men erselnâ aleyhi hâsıbâ(hâsıben), ve minhum men ehazethussayhah(sayhatu), ve minhum men hasefnâbihil ard(arda), ve minhum men agraknâ, ve mâ kânâllâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).
Bunun üzerine hepsini günahlarıyla yakaladık. Böylece onların bir kısmının üzerine kasırga gönderdik. Ve bir kısmını sayha (şiddetli ses dalgası) yakaladı, bir kısmını yerin dibine geçirdik ve bir kısmını da (suda) boğduk. Allah, onlara zulmedici olmadı. Ve lâkin onlar, (Küfür imanında ısrar etmekle) nefslerine zulmediyorlardı.

29/ANKEBÛT-41: Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût(ankebûti), ittehazet beytâ(beyten) ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût(ankebûti), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, (kendisine) ev edinen örümceğin hali gibidir. Ve muhakkak ki evlerin en dayanıksızı örümceğin yuvasıdır. Keşke onlar da bunu idrak edebilseydi.

29/ANKEBÛT-42: İnnallâhe ya’lemu mâ yed’ûne min dûnihî min şey’(şey’in), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Muhakkak ki Allah, onların, O’ndan (Kendisinden) başka taptıkları şeyleri bilir. Ve O; Azîz’dir. Hakîm’dir.

29/ANKEBÛT-43: Ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâs(nâsi) ve mâ ya’kıluhâ illel âlimûn(âlimûne).
Ve işte bu örnekleri insanlar için veriyoruz. Ve onu, âlimlerden başkası ( Alimler/İlimde rüsuh sahipleri için Bkz:Ali İmran suresi 7 Allah’ın hükümlerini, Zikr’inden/Kuran’dan öğrenenlerden başkası) akıl edemez.

29/ANKEBÛT-44: Halakallâhus semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), inne fî zâlike le âyeten lil mu’minîn(mu’minîne).
Allah, semaları ve arzı hak ile (İnsanların sınanması gayesinde) halketti. (Ardından kıyamet kopacak ve dünya tamamen yok olacak)!Muhakkak ki bunda, (müşriklerin iman etmediği ahiret hayatının başlayacağına dair) mü’minler için mutlaka deliller vardır.

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
“Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku” ve (İslami yaşantının ihyasında) salâtı (yardımlaşmayı) ikâme et. Muhakkak ki salât, (İslam’a sonradan hicret edenler ile müminler arasındaki maddi/manevi yardımlaşma) insanları fuhuştan ve münkerden (insanları çaresizlikle tekrar küfür imanına tabi olmaktan) nehyeder (men eder). Ve Allah’ı (salât ederek takva içinde amellerde) zikretmek ise mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız tüm şeyleri muhakkak bilir.

Salât’ın önemi: Aziz Allah’ın İslama ve kardeşlik aktiyle müminlere ayetleriyle yakın kıldığı kişiler Kuran’da “yakınlar” ya da “yakın kılınanlar” olarak ifade edilir. Yakın kılınanlar; Gerek savaş esnasında, gerek savaş harici İslam dinini tercih etmekle müşrikler tarafından herşeyine el konularak dışlanan aileler veya İslam’a hicret ederek efendilerini terk eden köleler veya cariyelerdir. Ankebut suresi iniş sırasına göre Kuran’da 85. sıradadır. Daha önce 70 sırada indirilen Nahl suresi 41. ve 90. ayetleriyle İslam’a hicret etmek isteyen kimselerin rahat ve güvenli bir yurda yerleştirilecekleri Allah’ın çağrı hükmüyle müjdelenmiştir. Ve daha sonra 84. sırada nüzul edilen Rum suresi 34. ayetinde ve ardından 88. sırada Hacc suresi 58,59 ayetlerinde şehit ailelerinin de hakları gözetilerek İslam’a ve müminlere kardeşlik aktiyle “yakın kılınan” bu kişilerin haklarının mutlaka verilmesi muhkem ayetiyle  hüküm edilmiştir. Rum suresinde yakın kılınanların bakımı ve rehabilitasyonu için gerekli zekatın toplanıp kimseyi mağdur etmeden zor durumda bırakmadan verilmesi buyurulmaktadır. 70. sırada indirilmiş olan Nahl suresi ve 84. sırada indirilen Rum suresinde ve 88. Sırada Hacc suresinde, ihtiyaç sahiplerinin sahiplenilmesi hakkındaki zekat çağrıları o kadar etkili olmuştur ki {bkz Tevbe Suresi 79} bu yardımlaşma sayesinde hür ya da köle bir çok kişinin İslam’a geçişi sağlanmıştır. İslama hicret edenleri köleleri cariyeleri yetimleri muhtaçları vb, himaye yardım barındırma gibi hususlarda Kur’an hükümlerinde belirtildiği gibi layıkıyla gözeten mallarıyla cihad eden “takva sahibi” kişilere “Rahim sahipleri” denir ”
Kuran’da Rahim sahipleri önderliğiyle yapılan rehabilitasyon çalışmaları için “ıslah etmek” deyimi kullanılmıştır. {Bkz; Enfal 74 -Beled 13~18 Mücadele 3 Maide 89}  İslam’a hicret edenlerin “miskinlerine” (mallarına müşrikler tarafından el konulduğu için hicret edenlerin “işsizlerine”) ve İslam’a hicret eden kimselerin yaşamlarının ıslahı ve rehabilitasyon çalışmaları hususiyetinde âyetleriyle ödenek ayrılmıştır. Ayrıca; İslam’da; Köle ve cariye kullanmak ve faydalanmak yasaktır. Savaşta efendilerinden kaçıp İslam’a hicret etmek isteyen veya müşrik efendilerinin kaçmasıyla ortada kalan fakat İslam’a hicret etmek isteyen köleler veya cariyeler; Rahim sahipleri tarafından {Nisa36} ayetinde belirttiği üzere güzel muamele edilerek himaye edilir ve Rahim sahipleri tarafından mehirleri verilerek evlendirilirdi. {Bkz: Nisa 25} Kölelik yasak olduğu için Ayetinde belirtildiği üzere Rahim sahiplerinin koruma ve gözetiminde evde tutulan cariyelerden asla faydalanılmazdı. Ancak kendi evlenme arzuları ile mehirlerinin mutlaka kendilerine ödenmesi kaydı şartıyla {bkz: Nur suresi 32,33 Nisa suresi 25} şartlarıyla evlendirilen cariyeler ancak evlendikten sonra diğer hür kadınlar gibi aile hayatına katılıp ev işlerine katkı ve fayda sağlarlardı. İslam’a yakın kılınanlar ve onların borçları hususiyetinde {bkz: tevbe suresi 60} gelişen detaylı hükümleri için {bkz; Bakara 177  Bakara suresi 215 ve 261~274 Ankebut suresi 45 ayetinde İslam’a sonradan hicret edenlere müminlerin salât etmesi, yani onların yiyecek içecek barınma gibi temel ihtiyaçlarının giderilerek topluma rehabilite edilmesi gerektiği bildirilmekte, aksi halde İslama hicret ettikleri için her şeylerine müşrikler tarafından el koyulmuş bu kimselerin ya fuhuşa ya da tekrar müşriklerin arasına münkere yani küfür imanına mecburen dönebilecekleri hatırlatmakta ve salât etmenin önemi vurgulanmaktadır.

29/ANKEBÛT-46: Ve lâ tucâdilû ehlel kitâbi illâ billetî hiye ahsenu illellezîne zalemû minhum ve kûlû âmennâ billezî unzile ileynâ ve unzile ileykum ve ilâhunâ ve ilâhukum vâhıdun ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).
Ve zulmedenleri hariç, Kitap ehli ile en güzel olandan (Kuran’dan/Allah’ın indirdiği hükümlerinden) başka bir şekilde mücâdele etmeyin. Ve “Biz, bize indirilene ve size indirilenin (tahrif edilmemiş aslına) îmân ettik. Bizim İlâhımız ve sizin İlâhınız birdir. Ve biz, artık O’na ve hükümlerine teslim olanlarız.” deyin.

29/ANKEBÛT-47: Ve kezâlike enzelnâ ileykel kitâb(kitâbe), fellezîne âteynâ humul kitâbe yu’minûne bih(bihî), ve min hâulâi men yu’minu bih(bihî), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illel kâfirûn(kâfirûne).
Ve işte bu yüzden sana Kitab’ı indirdik. Kendilerine önceden (Orjinali tahrif edilmemiş) kitap verdiklerimiz O’na (Kuran’ı Kerim’e) inanırlar. Ve bunlardan (Ehli Kitaptan) kafirler hariç artık Kur’ân-ı Kerim’i ve âyetlerimizi (Allah’ın hükümlerini) bile bile inkâr etmezler.

29/ANKEBÛT-48: Ve mâ kunte tetlû min kablihî min kitâbin ve lâ tehuttuhu bi yemînike izen lertâbel mubtılûn(mubtılûne).
Ve sen, bundan önce kitap okumadın. Ve sen, O’nu şimdi elinle de yazmıyorsun. (Bu kitap Allah’tan vahiydir. Sen onu kafandan uydurmuyorsun) Öyle olsaydı, batılda olanlar (kafandan uydursaydın birçok çelişki olacağı için o zaman) elbette şüphe ederlerdi.

29/ANKEBÛT-49: Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illez zâlimûn(zâlimûne).
Hayır O (Kur’ân-ı Kerim), ilim verilenlerin (Nebilerin) sinelerinden (kullara) beyan olunan âyetleridir. Ve zalimler hariç, onlar âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler.

29/ANKEBÛT-50: Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi âyâtun min rabbih(rabbihî), kul innemel âyâtu indallâh(indallâhi), ve innemâ ene nezîrun mubîn(mubînun).
Ve: “Ona Rabbinden âyetler (mucizeler) indirilseydi olmaz mıydı?” dediler. De ki: “Muhakkak ki âyetler (mucizeler), ancak Allah’ın katındadır. Ve ben, sadece apaçık bir nezirim (uyarıcıyım).”

29/ANKEBÛT-51: E ve lem yekfihim ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, inne fî zâlike le rahmeten ve zikrâ li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Onlara okunmakta olan Kitab’ı, sana nasıl indirdiğimiz (bir mucize olarak) kendilerine kâfi gelmedi mi? Muhakkak ki mü’min olan bir kavim için bunda elbette rahmet ve zikir vardır.

29/ANKEBÛT-52: Kul kefâ billâhi beynî ve beynekum şehîdâ(şehîden), ya’lemu mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), vellezîne âmenû bil bâtılı ve keferû billâhi ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).
De ki: “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah, kâfidir. Göklerde ve yerde ne varsa bilir.” Batıla inananlar ve Allah’ı inkâr edenler, işte onlar hüsranda olanlardır.

29/ANKEBÛT-53: Ve yesta’cilûneke bil azâb(azâbi), ve lev lâ ecelun musemmen le câehumul azâb(azâbu), ve le ye’tiyennehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
Ve azabı (alay ederek) senden acele istiyorlar. Eğer azap zamanı (önceden) belirlenmiş olmasaydı, azap onlara mutlaka (hemen şimdi) gelirdi. Ve (azap), onlara mutlaka ansızın ve onlar farkında değilken gelecek.

Bkz: Hicr suresi 26~50 ve Bakara suresi 30~40 Hz Adem, kovulduğu cennete tekrar kabul edilmesi için, bir daha asla Allah’a sadakatsızlık yapmayacağına dair Allah’a yemin ederek bir fırsat ister ve bu tevbeli yemin üzerine; “Allah’a aracısız sadakat” dairesinde sınanmak koşuluyla ve Allah’ın belirlediği bir ömür süresince bu isteği Allah tarafından kabul görür. Ve Aziz Allah Adem’in nesline dünya fırsat yaşantısında bir ömür süresi vereceğini önceden ahirette “söz verdiği için” {bkz; Yunus suresi 11} dünya yaşantısında Allah’a ahirette vermiş olduğu sözü unutup, sadakat yerine isyanı seçen kafirlerin canlarını acele edip hemen almaz. Bilakis, Rağmen, insana vermiş olduğu söze sadık kalmak adına ömür süre içinde azabı ancak tehir eder, erteler. Eğer toplumun tüm fertleri çeşitli uyarılara rağmen Küfür imanında ısrar ediyorlarsa o hallerde ise o toplumu tümden helak eder. Ancak helak öncesi tüm kavimler/toplumlar Resul’ler vasıtasıyla mutlaka ısrarlı bir şekilde {bkz;Kasas suresi 59 Hicr suresi 4 İsra suresi 16 Şuara suresi 208 } uyarılmışlardır. Yeryüzü sınav fırsat yaşantısında isyan etmek yerine; Allah’a aracısız sadakat gösterip önceden ahirette verdiği yemine sadık kalan Adem’in neslinden olan itaatkar kullara “yemin sahipleri” veya “Âshab-ı yemin” denir ve onlar cennet ile müjdelenmişlerdir. {bkz: Vakıa suresi 27 Müdessir suresi 39} Bir kez daha sadakatsizlik yapmamak akdi ile önceden tevbe verip fırsat istendiği için, yeryüzü yaşantısı Rahman Allah tarafından insana ön verilmiş bir borçtur ve borç üzerinde sürdürülen, ahiret hayatındaki itaatsizlikle işlediği ilk günah yükünün dahi mağfiret edilmesine muhtaç bir rahmet yaşantısıdır. Ankebut suresi 53,54 ayetlerinde Aziz Allah, İnsana verdiği söze sadık olduğu için cehennem azabını hemen akibet etmediği vurgulanıyor. Ayrıca konuyu detaylı açıklayıp ayrıntılayan tezekkür ayetlerine Bkz; Enam suresi 21~45 Yunus suresi 48~52

29/ANKEBÛT-54: Yesta’cilûneke bil azâb(azâbi), ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfirîn(kâfirîne).
Azabı senden acele istiyorlar. Muhakkak ki cehennem, kâfirleri mutlaka ihata edicidir (kuşatıcıdır).

29/ANKEBÛT-55: Yevme yagşâhumul azâbu min fevkıhim ve min tahti erculihim ve yekûlu zûkû mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
O gün azap, üstlerinden ve ayaklarının altından onları kaplayacak. Ve (Allah), “Yapmış olduğunuz şeylerin (cezasını) şimdi tadın!” diyecek.

29/ANKEBÛT-56: Yâ ıbâdıyellezîne âmenû inne ardî vâsiatun fe iyyâye fa’budûn(a’budûni).
(Allah Teala) Ey âmenû olan (Allaha aracısız iman ve teslim olmuş) kullarım, muhakkak ki Benim arzım geniştir. Öyleyse yalnız Bana kul olun! Buyurdu.

29/ANKEBÛT-57: Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn(turceûne).
Bütün nefsler ölümü tadıcıdır. Sonra muhakkak Bize döndürüleceksiniz.

29/ANKEBÛT-58: Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nubevviennehum minel cenneti gurafan tecrîmin tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Ve onlar ki kimler âmenû oldular (Allah’a aracısız iman ve teslim oldular) ve (Allah’ı razı etmek için) salih amel işlediler. Onları mutlaka, altından nehirler akan cennette köşklere yerleştireceğiz. Orada ebediyyen kalıcıdırlar. Salih amel işleyenlerin ecri (mükâfatı) ne güzel!

29/ANKEBÛT-59: Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn(yetevekkelûne).
Onlar, sabrın sahipleri ve Rab’lerine tevekkül edenlerdir.

29/ANKEBÛT-60: Ve keeyyin min dâbbetin lâ tahmilu rızkahâ allâhu yerzukuhâ ve iyyâkum ve huves semîul alîm(alîmu).
Ve hayvanlardan niceleri vardır ki kendi rızkını taşımaz. (Hayvanların bile yiyecek içeceklerini Allah yaratmıştır) Allah, onları rızıklandırır ve sizi de. Ve O; en iyi işitendir, en iyi bilendir.

29/ANKEBÛT-61: Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda ve sehhareş şemse vel kamere le yekûlunnallâh(yekûlunnallâhu), fe ennâ yu’fekûn(yu’fekûne).
Ve muhakkak ki eğer sen onlara, yeryüzünde “Gökleri ve yerleri kim yarattı, Güneş ve Ay’ı kim (size) musahhar (emre amade) kıldı?” diye sorarsan mutlaka, “Allah” derler. O halde (yeryüzündeki her şeyi yoktan yaratmış olan Allah’ı bırakıp da Allah’ın ahiret alemini yaratamayacağını iddia eden müşrik aracılara yönelmekle haktan batıla) nasıl döndürülüyorlar?

29/ANKEBÛT-62: Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu min ibâdihî ve yakdiru leh(lehu), innallâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).
Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletir. Ve dilediğine onun için ancak O taktir eder. Muhakkak ki Allah, herşeyi en iyi bilendir.

29/ANKEBÛT-63: Ve le in seeltehum men nezzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda min ba’di mevtihâ le yekûlunnallâh(yekûlunnallâhu), kulil hamdu lillâh(lillâhi), bel ekseruhum lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Ve eğer onlara: “Semadan suyu indiren ve böylece onunla arza ölümünden sonra hayat veren kimdir?” diye sorarsan mutlaka, “Allah” derler. De ki: o halde “Hamd, Allah’a aittir.” Hayır, onların çoğu bunları düşünüp (yeryüzünü yoktan var edip de orada su ile bir yaşam yarattığı gibi Allah’ın ahiret alemini de yaratmış olabileceğini) akıl etmezler.

29/ANKEBÛT-64: Ve mâ hâzihil hayâtud dunyâ illâ lehvun ve laib(laibun), ve inned dârel âhırete le hiyel hayevân(hayevânu), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve bu dünya hayatı, (kurgulanmış) bir oyun ve (bir ömür müddeti) oyalanmaktan başka bir şey değildir. Muhakkak ki ahiret yurdu, elbette “o gerçek hayattır”. Keşke bilselerdi.

29/ANKEBÛT-65: Fe izâ rakibû fîl fulki deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), fe lemmâ neccâhum ilel berri izâ hum yuşrikûn(yuşrikûne).
Bir gemiye bindikleri zaman (dalgaların üzerinde ölüm korkusuyla), dîni O’na (Allah’a) halis kılarak Allah’a dua ederler. Fakat, onları karaya çıkarıp kurtardığımız zaman, onlar ( bunu aracıların ilahlarına mal ederek nankörlükle) tekrar şirk koşarlar.

29/ANKEBÛT-66: Li yekfurû bimâ âteynâhum ve li yetemettaû, fe sevfe ya’lemûn(ya’lemûne).
Onlara verdiğimiz şeyleri ( yardımlarımızı) şimdilik inkâr etsinler (şimdilik nankörlük etsinler) ve metalansınlar (sınanma süresi bitene kadar yeryüzü mülkümüzde yarattığımız nimetler ile sınav süresince metalansınlar) Ama yakında bilecekler.

29/ANKEBÛT-67: E ve lem yerev ennâ cealnâ haramen âminen ve yutehattafun nâsu min havlihim, e fe bil bâtılı yu’minûne ve bi ni’metillâhi yekfurûn(yekfurûne).
Görmediler mi, çevrelerindeki (Mekke’nin çevre beldelerinde batıl hükümlerle yönetilen) insanlar evlerinden kapılıp, öldürülüp, malları yağma edilirken, biz yaşadıkları Mekke’yi, emniyet içinde yüzdürüyoruz? Tüm bunları göre bile; Hâlâ batıl şeylere inanmaya devam edip, Allah’ın nimetini inkâr mı edecekler?

29/ANKEBÛT-68: Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe bil hakkı lemmâ câeh(câehu), e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn(kâfirîne).
Ve Allah’a yalanla iftira edenden veya kendisine hak (Kuran/zikr) geldiği zaman onu tekzip edenden (yalanlayandan) daha zalim kim vardır? Kâfirler için barınacak yer cehennemde değil mi?

29/ANKEBÛT-69: Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal muhsinîn(muhsinîne).
Ve Bizim uğrumuzda (Allah’ın hak dininin ihyası için) cihad edenleri, mutlaka Bizim yollarımıza (Sıratı Mustakîme) hidayet ederiz. Ve muhakkak ki Allah, mutlaka ve daima o muhsinlerle beraberdir.