ÂLİ İMRÂN SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

3/ÂLİ İMRÂN-1: Elif lâm mîm.
Elif lâm mîm.

3/ÂLİ İMRÂN-2: Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu).
Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur, O, Hayy’dır (ezeli ve ebedi diri olan yegane ilahtır), ve yegane Kayyum’dur (günahını af/mağfiret ettirebilmesi için yeryüzü sınav hayatını bahşederek kullarını kendisine ahirette borçlandıran ve bu borç yaşantısı üzerinde tüm kullarını denetleyip tüm işleri yürütüp tedbir eden Allah’tır)

Kayyum; Belli bir malın belli bir süre içinde yapılması ve yönetilmesi için resmi yetkili olarak görevlendirilmiş kimse demektir. Aziz Allah’ın bir diğer ismi El kayyum Allah’tır. El Kayyum Allah; Gerek ahiret, gerekse yeryüzü mülkü üzerindeki tüm iş ve oluşları kendi otorite yetki ve idaresinde tutup, mülkünü ve üzerindeki işleri yönetip tedbir etmede “tek yetkili olan Allah” demektir. Kayyum din; İnsanın El Kayyum Allah tarafından hesaba çekileceği, kural ve kaideleri El Kayyum Allah tarafından açık hükümlerle belirlenmiş olan ve bu nedenle, “kullarının üzerinde tek yetkili ve yönetici olan” ve kullarını ancak ve sadece El Kayyum olan Allah’a aracısız borçlandıran dîn demektir. Diğer inançlarda af şefaat rızıkları açma kapama şifa verme hidayet etme vb gibi Allah’ın uluhiyet vasıfları aracıların ve ruhbanların tekelinde tutulduğu için, insanlar Allah yerine aracılara ve aracıların sahte ilahlarına ve kurumlarına karşı borçlu tutulur ve bu nedenle şirk inançlarında kulların üzerindeki yegane kayyum, aracılar ve aracılık kurumudur.

3/ÂLİ İMRÂN-3: Nezzele aleykel kitâbe bil hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzelet tevrâte vel incîl(incîle).
O sana, “hak kitab’ı” senden önceki resulleri ve (onların tebliğ ettiği tahrif edilmemiş) Tevrat ve İncil’i de doğrulayıcı olarak indirdi.

3/ÂLİ İMRÂN-4: Min kablu huden lin nâsi ve enzelel furkân(furkâne), innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd(şedîdun), vallâhu azîzun zuntikâm(zuntikâmin).
Daha önce insanlar için, hidayete erdirici olarak (Tevrat’ı ve İncil’i indirdi) ve (sonra da) Furkan’ı ( Bkz; Bakara suresi 100,101 Allah’ın indirdiği ayetleri inkar edip, Allah’ın kitabındaki içeriği atalarından kalma batıl hükümlerle değiştirdikleri için Hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’ı ) indirdi. Muhakkak ki onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azap vardır. Ve Allah Azîz’dir, intikam sahibidir (intikam alandır).

3/ÂLİ İMRÂN-5: İnnallâhe lâ yahfâ aleyhi şey’un fîl ardı ve lâ fîs semâ(semâi).
Muhakkak ki Allah’a yeryüzünde (hiç) bir şey gizli değildir ve gökte de…

3/ÂLİ İMRÂN-6: Huvellezî yusavvirukum fîl erhâmi keyfe yeşâ (yeşâu), lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm(hakîmu).
O (Allah) ki, rahimlerde sizi dilediği gibi tasvir eder (şekil verir). O’ndan başka ilâh yoktur. O Azîz’dir, Hakîm’dir.

3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
Kitab’ı sana indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem (kul sorumluluklarını ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab’ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir. (Tevrat’ta da olan Musaya verilen mucizeler gibi benzeş ayetlerdir) Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te’vilini (hakikatı ek ve yorumlarla şirk/sömürü hükümlerine tevil) yapmak isterler. Ve onun te’vilini (gerçek manasını sadece Allah Kuran ayetleri ile açıklar) Hak katından açıklanan hükmün hak-i-katını Allah’dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: “Biz O’na îmân ettik, (Allah’ın ayetleriyle açıkladığına iman ettik) çünkü hepsi Rabbimizin katındandır” derler, sadece Ulûl’elbab onu tezekkür edebilir. 

Hükümlerine sadakat dairesinde sınamak gayesiyle yeryüzüne gönderdiği insanoğlu için, İlahi ilmi ve hikmetiyle kulları yararına hükümler koyan Alim ve Hakim Allah, her dönem içinde, Resul’leri vasıtasıyla sınav hükümlerini ihtiva eden buyruklarını iletmiştir. Her dönem {bkz; Beyyine suresi 3} gönderdiği hükümler aynı olduğu için, “hükümlerin tekrarı” manasıyla Kuran’ın ana ismi zikr’dir. Kuran’ın ve Hz Musa’ya gönderilen Tevrat’ın ve Hz İsa’ya gönderilen İncil’in ve diğer Resul’lere gönderilen kitapların ortak ismi, aynı hükümleri barındırdığı için “hükümlerin tekrarı” manasıyla zikr’dir. Zikr tek tanrılı “İslam dininin hüküm kitabının ortak ismi” iken; Kuran Tevrat veya İncil gibi isimler Zikr’in { bkz: Rad suresi 38} dönemsel niteleyici adlarıdır. Diğer kitaplar aracılar tarafından tarihsel süreçlerde tahrif edildiği için bu nedenle Aziz Allah  SÂD suresi 1. ayetinde Kur’an’dan “Zikr kitabının sahibi” yani  “içinde İslam hükümlerini eksiksiz barındıran tek ve yegane kitap” olduğunu vurgulamıştır. Ve ayrıca Âl-i İmran suresi 58. ayetinde Kuran için “geçmişe de hakim olan Zikr kitabı” olduğu vurgulanmıştır.
Tezekkür; Allah’ın eksiksiz kitabı olan Zikr/Kuran ayetleri ile bildirdiği hususlara iman edip Zikr ayetlerindeki bilgiler ile bir konuyu zihninde muhakeme edip karar vermek demektir. Örneğin “sadaka verin” diyen bir ayetini okurken sadakaların “yoksunlara verilmesini açıklayan” bir diğer ayetiyle zihninde birleştirip her ayetini Allah’ın açıklama getirdiği bir diğer Kuran ayetiyle zihninde örtüştürerek kavramakla ; Aziz Allah’ın kullarından isteklerini, menfaat uğruna değiştiren aracılara ihtiyaç duymadan, Zikr hükümleriyle yani Te-Zikr/Tezekkür yöntemiyle Allah’a aracısız yönelmek demektir. {bkz;Sad 29,İbrahim 52, Zumer 18 Mümin 54}  parantez içinde verdiğimiz konumuzu açıklayan te-Zikr örnekleri gibi.
Zikr ile tezekkür etmekle aracıların yalan yanlış eksik bilgilerine ihtiyaç hissetmeden, Allah’a aracısız yönelen kullarına ise Ulul’elbab denir.
Ulul’elbab; “her dönem” {bkz; Zumer suresi 18 Rad suresi 10} tebliğ edileni saklamadan muktesim müşrikler gibi { bkz; hicr suresi 90} değiştirmeden dini açıklayıp yaşayıp yaşatanlar demektir. Ulul’elbab kişilerin detaylı özellikleri için bkz; Rad suresi 19~25
Muktesim;bölen, parçalayan, taksim eden demektir. Muktesimler, müşrik/batıl sömürü hükümlerini insanlara empoze etmek için; Hz Musa’ya verilmiş mucizeler gibi önceki Zikr kitaplarında da mevcut olan benzeş/müteşabih ayetlerin bir kısmını almakla hak dine benzer gösterip, akabinde İslamın muhkem hükmü sayılan “sadakaların yoksunlara verilmesi”  gibi olmazsa olmaz hükümleri, “sadakaların ruhbanlığa, aracılara ve kırallığa aktarılması” gibi batıl şirk/sömürü hükümlerine dönüştürerek insanları Allah’ın otoritesi üzerinden aldatan din adamlarıdır. Nitekim Ali İmran 50. ayetinde aynı senaryonun muktesim müşrikler tarafından Hz İsa döneminde de yapıldığı belirtilmekte ve Hz İsa’nın batıl ayetleri nesh etmek istediği halde büyük bir dirençle karşılaştığı açıklanmaktadır. Kuran’da muktesimler, Hicr suresinde detaylı açıklanmış ve 90. ayetinde çoğul haliyle muktesimler olarak kullanılmıştır. Bu nedenle Aziz Allah, tarih boyu {bkz;Bakara suresi 100,101} sürekli tahrif edip değiştirilmiş olan İslam Zikr  hükümlerinin aslının, değişmez korunmuş “ana kitap” olarak da anılan Levh-i Mahfuz’da {Büruc 21,21} saklı olduğunu ve geçmişte kitabı/Zikri Tahrif edip yerine Tevrat’a veya İncile kısım kısım yerleştirdikleri şirk ve sömürü ihtiva eden bölümleri/kısımları/ayetleri, Kuran ayetleriyle kaldırıp nesh ettiğini  {bkz; Bakara suresi 106} ayetiyle bildirmiştir.
Kuran’ın indirildiği dönemde Kitap ehlinden Ulul elbab kısmı vahiy ile gelen Kuran ayetlerine iman ederken, “Kitap ehli’nin şirk hükümleriyle halkı sömürmeye alışmış olan bir diğer kısmı”, {bkz; Râd Suresi 36} hükümlerin bazılarına itiraz edip kendilerine önceden verilmiş kitaplarında bazı bölümlerin (tabii ki tahrifatla yerleştirmiş oldukları sömürü ihtiva eden ayetlerin) Kuran’da olmadığından yakınıyordu. Sebebi  yahudilerin atalarından gelen çok tanrılı şirk sömürü hükümlerini Tevrat ve İncil’e yerleştirdikleri gibi aynı yöntemle bu kez Kuran’ın içine yerleştirip böylelikle çığ gibi büyümekte olan İslam dini üzerinde de aracılık sömürü düzenini devam ettirme arzularıydı. Nitekim aynı zihniyet geçmişte sırf okuma yazma bilmedikleri ve dolayısıyla Allah’ın “yoksunları gözetin” ayetine vakıf olamadıkları için, Allah adına topladıkları vergileri iç etmişler ve okuma yazma bilmeyen ümmilere de kitapta kendilerine böyle bir sorumluluğun verilmediğini açıklamışlardır. {Bkz Ali İmran 75}
Tarih boyunca insanları sömürmek adına; Allah’ın zikri üzerinde ayetleri eksiltip veya değiştirip eklemekle çıkarılmış olan bu büyük aracılık sömürü fitnesi Âl-i İmran suresinde çeşitli örnekler üzerinden açıklanırken ayrıca işaret ettiğimiz sure ve ilgili ayetlerinde konu detaylandırılmıştır. Bkz; Enam suresi 91 Araf 142~145 Bakara 38,100,101 Fussilet 40

3/ÂLİ İMRÂN-8: Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh(rahmeten), inneke entel vehhâb(vehhâbu).
Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra, kalplerimizi saptırma. Senin katından bize vehbi olarak rahmet bağışla. Muhakkak ki sen, Vehhab’sın,

El-Vehhâb; Bazı özellik ve yetenekleri İnsana bağışlayan Allah demektir. Ulul elbab için verilen tezekkür kabiliyeti gibi vehbi yetenekler Amenü olup tezekkür eden her mümine; Allah tarafından mutlaka bahşedilen bir özelliktir; bkzAli İmran 7 Ulul elbab olma şartı, yöntemleri.

3/ÂLİ İMRÂN-9: Rabbenâ inneke câmiun nâsi li yevmin lâ raybe fîh(fîhî), innallâhe lâ yuhliful mîâd(mîâde).
Rabbimiz muhakkak ki insanları, hakkında şüphe olmayan günde toplayacak olan Sen’sin. Muhakkak ki Allah vaadinden dönmez.

3/ÂLİ İMRÂN-10: İnnellezîne keferû len tuğniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’â(şey’en), ve ûlâike hum vekûdun nâr(nâri).
Muhakkak ki Allah’tan gelen bir şeye (azaba) karşı, (o mutrafi) kâfirlere, onların malları ve evlâtları asla bir fayda vermez. Ve işte onlar, onlar ateşin yakıtıdırlar. (Mutrafiler ve mutrafi fitne inançları için Bkz: Ali İmran suresi 77)

3/ÂLİ İMRÂN-11: Ke de’bi âli fir’avne, vellezîne min kablihim kezzebû bi âyâtinâ, fe ehazehumullâhu bi zunûbihim vallâhu şedîdul ıkâb(ıkâbi).
(Ayetlerimizi tahrifatlarla çarpıtıp değiştiren o müşrik Kafirlerin durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Âyetlerimizi yalanladılar, bunun üzerine Allah, onları günahları sebebiyle yakaladı. Ve Allah ikâbı (azabı) şiddetli olandır.

3/ÂLİ İMRÂN-12: Kul lillezîne keferû se tuglebûne ve tuhşerûne ilâ cehennem(cehenneme), ve bi’sel mihâd(mihâdu).
Kâfir olanlara de ki: “Yakında mağlup olacaksınız, cehennenemde toplanacaksınız. Ve (o) ne kötü bir döşektir.”

3/ÂLİ İMRÂN-13: Kad kâne lekum âyetun fî fieteynil tekatâ fietun tukâtilu fî sebîlillâhi ve uhrâ kâfiratun yeravnehum misleyhim ra’yel ayn(ayni), vallâhu yûeyyidu bi nasrihî men yeşâ (yeşâu) inne fî zâlike le ibreten li ulîl ebsâr(ebsâri).
(Bedir savaşında) çarpışan iki fırka, sizin için bir ibret olmuştur. Bir fırka Allah’ın yolunda savaşıyor ve diğeri kâfir olan (fırka), onları (bizzat) gözleri ile kendilerinin iki misli görüyorlardı. Ve Allah dilediğini, kendi yardımı ile destekler. Muhakkak ki bunda, ulûl ebsar (basîret sahipleri) için mutlaka ibret vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuş şehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).
İnsanlara, “kadınlara, oğullara, kantar kantar biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, hayvanlara ve ekinlere olan sevgiden oluşan” şehvetleri güzel (şeytan tarafından cazip) gösterildi. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Halbuki en büyük sığınak Allah’tır. Ve en güzel yer (cennet) O’nun katındadır.

3/ÂLİ İMRÂN-15: Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).
De ki: “Size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takva sahibi olanlar için, Rabb’lerinin katında, içinde devamlı kalacakları, altından nehirler akan cennetler, temiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.” Allah kullarını en iyi görendir.

3/ÂLİ İMRÂN-16: Ellezîne yekûlune rabbenâ innenâ âmennâ fagfir lenâ zunûbenâ ve kınâ azâben nâr(nâri).
Onlar (takva sahipleri): “Rabbimiz, biz hiç şüphesiz mü’min olduk (Allah’a ve hükümlerine îmân ve teslim olduk), artık bizim günahlarımızı (sevaba çevirerek) bize mağfiret et ve bizi ateş azabından koru.” derler.

3/ÂLİ İMRÂN-17: Es sâbirîne ves sâdıkîne vel kânitîne vel munfikîne vel mustagfirîne bil eshâr(eshâri).
(Onlar), sabredenler, sâdıklar (Allah’a verdikleri sözlerine/ahdlerine vefa edenler), kânitîn olanlar (ancak ve sadece Hadi Allah’ın kulları hidayete ulaştıracağına “kanaat edip” aracısız Allah’a dua, itaat ve ibadet edenler), infâk edenler (Allah’ı razı etmek için kazançlarından pay verenler) ve seherlerde mağfiret dileyenlerdir.

3/ÂLİ İMRÂN-18: Şehidallâhu ennehû lâ ilâhe illâ huve, vel melâiketu ve ulûl ilmi kâimen bil kıst(kıstı), lâ ilâhe illâ huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Allah, şehâdet (şahitlik) etti: Muhakkak ki O’ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de adaletle kâim oldular (şahit oldular) ki, O’ndan başka ilâh yoktur, (O) Azîz’dir, Hakîm’dir.

3/ÂLİ İMRÂN-19: İnned dîne indâllâhil islâm(islâmu), ve mahtelefellezîne ûtûl kitâbe illâ min ba’di mâ câehumulılmu bagyen beynehum, ve men yekfur bi âyâtillâhi fe innallâhe serîul hısâb(hısâbı).
Muhakkak ki Allah’ın indinde dîn, İslâm’dır. Kendilerine kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki hased sebebiyle ihtilâfa düştüler. Ve kim Allah’ın âyetlerini örterse (inkâr ederse/değiştirirse), o taktirde, muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (irademizi) Allah’a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (iradenizi) (Allah’a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, (Kuran’a iman ve teslim oldularsa) o taktirde, hidayete ererler. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

3/ÂLİ İMRÂN-21: İnnellezîne yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayri hakkın ve yaktulûnellezîne ye’murûne bil kıstı minen nâsi, fe beşşirhum bi azâbin elîm(elîmin).
Muhakkak ki, Allah’ın âyetlerini inkâr edenleri, (geçmişte) peygamberleri haksız yere öldürenleri, insanlardan adalet ile emredenleri öldürenleri artık “elîm azap” ile müjdele.

3/ÂLİ İMRÂN-22: Ulâikellezîne habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhirah(âhirati), ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).
İşte onların amelleri dünyada ve âhirette hebâ olmuştur. Ve onlar için bir yardımcı yoktur.

3/ÂLİ İMRÂN-23: E lem tera ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yud’avne ilâ kitâbillâhi li yahkume beynehum summe yetevellâ ferîkun minhum ve hum mu’ridûn(mu’ridûne).
Kendilerine Kitab’dan nasip verilenleri görmedin mi? (Nasip verildiği halde hükümleri değiştirdikleri için şimdi tekrar) Aralarında hüküm vermek için Allah’ın Kitab’ına davet olunuyorlar, sonra onlardan bir grub (bu davete rağmen İslam’dan) geri dönüp yüz çevirenlerdir.

3/ÂLİ İMRÂN-24: Zâlike bi ennehum kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), ve garrahum fî dînihim mâ kânû yefterûn(yefterûne).
Bu, onların (Emani müşriklerin kibirle/alay ederek/küstahça) “Nasıl olsa ateş bize, şu sayılı (dünya) günlerinden başka bir yerde dokunmayacak” demeleri sebebiyledir. (Bkz;Bakara suresi 80 müşrik emaniler sizi biz koruyup şefaat edeceğiz emaniyye vaadleri ile insanları aldatmaya devam ediyorlardı) Ve onların dinleri (İslam) hakkında iftira etmiş oldukları (bu boş asılsız uydurma iftiraları/emaniyyeleri) asıl kendilerini aldattı.

Ali İmran suresi iniş sirasına göre 94. sıradadır. Daha önce 92. sırada indirilmiş olan Bakara suresi 78~80 ayetlerinde kafalarına göre uydurdukları emaniyye hükümleriyle şefaat ediyoruz diyerek insanları aldatan aracıların emaniyye söylemlerinin/ boş ve asılsız olduğu Ali İmran suresi 24. ayetinde de tekrar konu edilmektedir. 79. Sırada indirilmiş olan Mearic suresi döneminde insanların akın akın İslam’a  {bkz; Meâric suresi 36} geçmesiyle müşrikler sömürdükleri kişileri kaybetmemek adına; Ahiret inancı taşımadıkları  halde ve kitaplarında yazılı olmadığı halde;  “İslam’ın ikinci alemde bulunan” cennetini sahiplenmeye başlamışlardır. Bu yüzden Yahudi ve hristiyan müşriklerden  bkz: Bakara 111 ayetiyle “kitaplarında cennet veya cehennem olduğuna dair kanıt göstermeleri” istenmiştir. Ayrıca ahirete inanmadıkları halde taraftar kaybetmemek adına Aziz Allah’ın ikinci alemde bulunan cennetini sahiplenen ancak batıl şirk sömürü hükümleriyle halkı aldatıp sömürmeye devam eden hem yahudi hem Hristiyan müşriklerin durumları ve akibetleri Meâric suresi 37~41 ayetleri arasında vurgulanmıştır. Günümüzde mevcut olan Tevrat ve İncilde de ahiret cennet ve cehennem hakkında tek bir kelime yoktur. O dönem ehli kitap müşrikler taraftar kaybetmemek için {bkz; İsra suresi 15, Fatır suresi 18} bize iman edenlerin günahlarını üstleniyoruz diyerek insanları böyle sinsi bir emaniye ile aldatıyorlardı. oysa ki islamda beşer “Resul dahi olsa” bir başkasının günahını yüklenemez ve şefaat edemez ve İslamda her insan kendi yaptıklarıyla Allah’a karşı sorumlu tutulur.Bkz: Nahl suresi 25 Necm suresi 38 Fatır suresi 18 Bakara suresi 81,181, Nisa suresi 111,112 Enam suresi 120, İsra suresi 15,17 Taha suresi 100 Ve Ayrıca “sizi ateşten Biz koruyacağız” “şefaat edeceğiz” diye insanları emaniyye ile aldatan aracıların ve onlara aldananların cehennemde karşılaştıkları akibet ve aldattıkları kişilerle aralarında kurdukları hazin diyalogları için {Bkz; Saffat suresi 19~34 Sebe suresi 29~43}

Emani ;Öğütlerine uyulması karşılığında hidayet vereceğine iman edilen aracı kimseler demektir.
Emaniyye kelimesi emani kelimesinden türemiş bir kavramdır ve manası; Yetkisi olmadığı halde Allah adına kendisi veya mensubu olduğu bir cemaat üzerinden “uydurma hükümlerle” insanlara hidayet açıklamaktır. İslam inancında aracılık kurumu şirk zikredilip müminlere yasaklandığı için; Allah’a ve hükümlerine aracısız iman ve teslim olmaya, “amenü olmak” denir. Müşrik inanç anlayışında emani, çoğul kullanılışı emaniler , af, tevbe, hidayet gibi Aziz Allah’ın uluhiyet yetkilerini ellerinde bulundurduklarını söyleyen, “Allah böyle şeylere karışmaz bu yetkiyi bize verdi” ya da “putlarımıza” ya da “meleklerimize verdi” veya “şiilerin iddia ettiği gibi şialara verdi” vb. lafzıyla iddialarda bulunup, insanları putlar melekler veya tarikatları veya cemaatları üzerlerinden çeşitli yalanlarla yazılı, sözlü aldatan, günümüzde ruhban tabir ettiğimiz aracılık kurumunu yaşatan kişilerdir.
Emaniyye tezekkür ayetleri için  Bkz: Bakara suresi 78, 79, 111 Nisa suresi 120, 123 Hadid suresi 14

3/ÂLİ İMRÂN-25: Fe keyfe izâ cema’nâhum li yevmin lâ raybe fîhi ve vuffiyet kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
O halde, onları topladığımız ve her nefse karşılığının mukabele edildiği hakkında şüphe olmayan o gün içinde ( Bkz; Meryem suresi 66-98 ahiret din/hesap günü içinde cehennemde ) onların halleri nasıl olacak? Ve ancak onlar (yeryüzünde işledikleri “şirk sömürü cürümlerine karşılık” “ebedi cehennem cezası ile” mukabele edilirken) asla zulüm olunmazlar. (haksız yere cehennem hayatına mahkum edilmezler/çünkü şirk affedilmeyen yegane günahtır)

3/ÂLİ İMRÂN-26: Kulillâhumme mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ(teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ (teşâu, bi yedikel hayr(hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
De ki: “Mülkün mâliki olan Allah’ım. Mülkü dilediğine Sen verirsin ve dilediğinden mülkü Sen alırsın. Ve dilediğini azîz kılarsın ve dilediğini zelil edersin. “Hayırlar ” sadece senin elindedir. Muhakkak ki sen herşeye kaadirsin.

3/ÂLİ İMRÂN-27: Tûlicul leyle fîn nehâri ve tûlicun nehâra fîl leyl(leyli), ve tuhricul hayya minel meyyiti ve tuhricul meyyite minel hayy(hayyi), ve terzuku men teşâu bi gayri hısâb(hısâbın).
Geceyi gündüzün içine sokarsın ve gündüzü gecenin içine sokarsın. Canlıyı ölüden çıkarırsın ve ölüyü canlıdan çıkarırsın. Ve dilediğin kimseyi hesapsız rızıklandırırsın.

3/ÂLİ İMRÂN-28: Lâ yettehizil mu’minûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne), ve men yef’al zâlike fe leyse minallâhi fî şey’in illâ en tettekû minhum tukâta(tukâten), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(nefsehu), ve ilallâhil masîr(masîru).
Mü’minler, mü’minlerden başkasını (yani) kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, o Allah’dan bir şeyin ( Allah’ın rahmet ve Hidayet fazlının) içinde değildir. Allah tarafından korunmanız için (Allah’ın koruması içine girmeniz için) onlardan (batıla ve batıla iman etmişlerden) sakınmanız haricinde Allah, sizden takva sahibi (hükümlerine riayet etmenizi) olmanızı ister. Ve dönüş Allah’adır. ( Dönüşünüz Yevmül ahirettir: Din ve hesap gününün sahibi olan Allaha’dır)

3/ÂLİ İMRÂN-29: Kul in tuhfû mâ fî sudûrikum ev tubdûhu ya’lemhullâh(ya’lemhullâhu), ve ya’lemu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
De ki: Sinelerinizde olanı, gizleseniz veya onu açıklasanız da, Allah onu bilir. Ve (Allah), göklerde ve yerde olanları bilir. Ve Allah herşeye kadîrdir.

3/ÂLİ İMRÂN-30: Yevme tecidu kullu nefsin mâ amilet min hayrin muhdâran, ve mâ amilet min sû (sûin), teveddu lev enne beynehâ ve beynehû emeden baîdâ(baîden), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(nefsehu), vallâhu raûfun bil ıbâd(ıbâdi).
O gün (din hesap günü) her nefs, dünyada yaşarken hayırdan ne yaptıysa onu ahirette hazır olarak bulur (dünyada yaptıklarının karşılığını görür). Ve kötülükten ne yaptı ise, onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını temenni eder. Ve Allah sizi, kendisinden sakındırır ( Pişman olmamak için Allah şimdiden kullarını, hesap gününde başına gelecek olanlardan Kuran ile sakındırır.) Ve Allah kullarına karşı Raûf’tur.

3/ÂLİ İMRÂN-31: Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâhu ve yagfir lekum zunûbekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, o taktirde Allah’a ve hükümlerine (Kuran hükümlerine) tâbi olunuz ki; Allah da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve Allah “Gafur”dur, “Rahîm”dir.”

3/ÂLİ İMRÂN-32: Kul etîûllâhe ver resûl(resûle), fe in tevellev fe innallâhe lâ yuhibbul kâfirîn(kâfirîne).
De ki: “Allah’a ve Resûl’e itaat ediniz.” Bundan sonra eğer dönerlerse, o taktirde muhakkak ki Allah, kâfirleri sevmez.

3/ÂLİ İMRÂN-33: İnnallâhestafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle imrâne alel âlemîn(âlemîne).
Muhakkak ki Allah, Hazreti Âdem’i, Hazreti Nuh’u, Hazreti İbrâhîm’in ailesini ve İmran ailesini, âlemlerin üstüne seçti.

3/ÂLİ İMRÂN-34: Zurriyyeten ba’duhâ min ba’d(ba’din), vallâhu semîun alîm(alîmun).
(Onlar) birbirinin zürriyetindendir (neslindendir). Ve Allah Semî ‘dir (en iyi işitendir), Alîm’dir (en iyi bilendir).

3/ÂLİ İMRÂN-35: İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(alîmu).
İmrân’ın eşi : “Rabbim ben, karnımda olanı (doğacak çocuğumu), hür olarak senin için (yalnız sana itaat ve hizmet edecek bir Peygamber olması için ) nezrettim (adadım). Artık (onu) benden kabul buyur. Muhakkak ki Sen Semi’sin (en iyi işitensin), Alîm’sin (en iyi bilensin).” demişti.

3/ÂLİ İMRÂN-36: Fe lemmâ vadaathâ kâlet rabbi innî vada tuhâ unsâ vallâhu a’lemu bi mâ vadaat ve leysez zekeru kel unsâ, ve innî semmeytuhâ meryeme ve innî uîzuhâ bike ve zurriyyetehâ mineş şeytânir racîm(racîmi).
Fakat onu doğurunca: “Rabbim, gerçekten ben onu kız olarak doğurdum” dedi. Ve (oysa) Allah, onun ne doğurduğunu çok iyi biliyordu. “Kız çocuğu (Peygamberlik hizmetinde) erkek gibi değildir. Ben yine de onu, “Meryem” diye (Allah’ın hizmetlisi demektir) isimlendirdim ve muhakkak ki ben, onu ve onun zurriyetini, (ondan doğacak nesli) taşlanmış şeytandan Sana sığındıranlardanım” dedi.

3/ÂLİ İMRÂN-37: Fe tekabbelehâ rabbuhâ bi kabûlin hasenin ve enbetehâ nebâten hasenen, ve keffelehâ zekeriyyâ kullemâ dehale aleyhâ zekeriyyal mihrâbe, vecede indehâ rızkâ(rızkan), kâle yâ meryemu ennâ leki hâzâ kâlet huve min indillâh(indillâhi), innallâhe yerzuku men yeşâu bi gayri hısâb(hısâbın).
Böylece Rabbi onu (Onun bu dileğini) güzel bir kabulle kabul buyurdu ve Allah (Meryem’i)  güzel bir şekilde “yetiştirdi”! Ve ancak Zekeriyya (A.S)’ı, ona bakmakla mükellef kıldı. (Vekil tayin etti) Zekeriyya (A.S), onun yanına mihraba her girişinde, onun yanında bir rızık bulurdu, “Yâ Meryem, bu sana nasıl, nereden (geldi)” deyince, o da: “O, Allah’ın katından” diyordu. Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi böyle hesapsız rızıklandırır.

3/ÂLİ İMRÂN-38: Hunâlike deâ zekeriyyâ rabbeh(rabbehu), kâle rabbi heblî min ledunke zurriyyeten tayyibeh(tayyibeten), inneke semîud duâ’(duâi).
Zekeriyya (A.S), işte orada/o esnada Rabbine dua etti: “Rabbim, bana da Senin katından temiz bir nesil bağışla, muhakkak ki sen duayı en iyi işitensin” dedi.

3/ÂLİ İMRÂN-39: Fe nâdethul melâiketu ve huve kâimun yusallî fîl mihrâbi, ennallâhe yubeşşiruke bi yahyâ musaddikan bi kelimetin minallâhi ve seyyiden ve hasûran ve nebiyyen mines sâlihîn(sâlihîne).
Bunun üzerine, o (Zekeriyya A.S) mihrabda kaim olarak namaz kılarken, melekler, “Allah’tan bir kelimeyi/Hz İsa’yı (Bkz; Ali İmran suresi 45 Hazreti İsa’yı) tasdik edici ve nefsine hakim, seyyid ve salih bir Nebi olan “Yahya” ile Allah’ın müjdelediğini” nidâ ettiler (bildirdiler).

3/ÂLİ İMRÂN-40: Kâle rabbi ennâ yekûnu lî gulâmun ve kad beleganiyel kiberu vemraetî âkir(âkirun), kâle kezâlikellâhu yef”alu mâ yeşâ(yeşâu).
(Zekeriyâ A.S) : “Rabbim benim oğlum nasıl olur, bana ihtiyarlık erişmişken. Ve benim kadınım da kısırdır. dedi. (Allah da ): “İşte böyle, Allah dilediğini yapar.” buyurdu.

3/ÂLİ İMRÂN-41: Kâle rabbic’al lî âyeh(âyeten), kâle âyetuke ellâ tukellimen nâse selâsete eyyâmin illâ remzâ(remzan), vezkur rabbeke kesîran ve sebbih bil aşiyyi vel ibkâr(ibkâri).
(Zekeriyâ A.S): “Rabbim bana bir alâmet (işâret) kıl” dedi. (Allah): “Senin alâmetin üç gün insanlarla rumuzdan (işaretten) başka bir şekilde konuşmamandır. Ve Rabbini çok zikret ve O’nu, akşam ve sabah tesbih et.” buyurdu.

3/ÂLİ İMRÂN-42: Ve iz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhastafâki ve tahhareki vestafâki alâ nisâil âlemîn(âlemîne).
Ve melekler şöyle demişlerdi: “Ey Meryem muhakkak ki Allah, seni seçti ve tertemiz (iffetli) yarattı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı.”

3/ÂLİ İMRÂN-43: Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiîn(râkiîne).
Ey Meryem! Rabbin için kânitîn ol (yalnızca Allah’a kanaat edenlerden ol) ve (Allah’a) rukû edenlerle birlikte sende O’na rukû ve secde et.

3/ÂLİ İMRÂN-44: Zâlike min enbâil gaybi nûhîhi ileyk(ileyke), ve mâ kunte ledeyhim iz yulkûne eklâmehum eyyuhum yekfulu meryeme, ve mâ kunte ledeyhim iz yahtesımûn(yahtesımûne).
İşte bu, gayb haberlerindendir, onu sana (*tahrifatlarla uydurulmamış şekliyle/hakk gerçek olarak) vahyediyoruz. Ve “Meryem’e, onlardan hangisi vekil olacak? diye, onlar (uydurma hikayeler için) kalemlerini oynattıkları zaman, sen onların yanlarında değildin. Ve onlar kura için tartışırken de, sen onların yanlarında değildin.

Tahrifatlarla değiştirilmiş ve insanlar tarafından kaleme alınmış tüm batıl kitaplarda (tüm inciller aracılık müessesesinin Hz İsa’dan sonra uydurup yazdığı kitaplardır) tüm “İncillerde” Zekeriya ve Meryem kıssası hemen hemen hepsinde birbirinden farklı aktarılmıştır. Ayetinde vurgulandığı üzere “kalemlerini çok tanrılı şirk inanç hükümlerine uyarlamak için oynatan dönem muktesimleri, kendi inançlarına uyarlayarak yazdıkları kitapta Hz Meryem’i Tanrı ile çiftleştirmek suretiyle Hz İsa’yı Tanrı’nın oğlu ve vekili olarak doğurmuşlardır. Böylece Allah’ın oğlunun (haşa!) yani Hz İsa’nın vekaleti üzerinden hükümler koyarak hem İslam’ın kitabı Zikr’i ortadan kaldırmışlar hem de halktan topladıkları vergileri elit hakim zümreye aktarmışlardır. İnsansı bir Tanrı’nın egemenliğinin övüldüğü ve övdükleri hayali tanrı üzerinden sömürdükleri insanları böylece çeşitli aracılık hikayeleri ile kandırmışlardır. Her İncilde hikaye farklıdır çoğunda Meryem tanrı ile ikişki yaşarken bazı versiyonlarda Yusuf ile de ilişki kurulmuştur.
Ali İmran suresi 44. ayetine konu edilen müşrik hikayesinde; Aşağıda İncilin bir versiyonundan da örneklediğimiz tahrif hikayede, her şirk kitabında olduğu gibi anahtar rol kahindir. Bu hikayede “kahin” Tanrı ile insanlar arasında iletişim kurmakta ve kahinin bir söylemi üzerine İnsanların  itiraz etmelerine bile fırsat tanınmadan kahinin her buyruğu gerçekleştirmektedir. (Kıssadan hisse kahinlerinizi dinleyin! Yoksa.. diyerek halk ruhbanlar tarafından tehdit edilmektedir.)
Yakup incilinde olay tahrifatla şöyle nakledilmektedir;
Yakup İncili VIII..3 “Rabbin meleği şöyle dedi: “Zekeriya, zekeriya, tapınaktan çık ve halkın dul erkeklerini bir araya topla. Her erkek bir dal parçası getirsin. Rab kime işaret verirse, Meryem o kişinin eşi olacak”. Bu çağrı tüm Yahudiye bölgesine ilan edildi; Rabbin borusu çalındı ve tüm erkekler tapınağa koştular. Son dal parçasını Yusuf aldı ve işte bu dal parçasından bir güvercin çıkıp Yusuf’un başının üzerinde uçtu. / Kahin Yusuf’a: “Bakireyi tapınaktan alıp himaye etmek görevi sana verilmiştir” dedi. Yusuf ise buna karşı çıkıp şöyle dedi: “Benim çocuklarım var ve yaşlı bir adamım, o ise bir bakire! Onu alıp kendimi İsrail halkına güldüremem”. Kahin şöyle yanıt verdi:”Yusuf, Rabbin olan Tanrı’dan kork ve O’nun Dathan, Abiram ve Korah’a ne yaptığını hatırla, yer yarılıp itaatsiz bu kişileri yutuvermişti. Aynı şey senin başına da gelmesin”. O zaman Yusuf korktu ve Meryem’i himayesine almayı kabul etti(Yakup İncili IX.1).
Luka inciline göre ise Yusuf Yakup incilinde aktarıldığı gibi Hz Meryem’in vekili değil Hz Meryem’in marangozluk yapan nişanlı eşidir;
Luka;27~32 Cebrail Melek Yusuf adındaki adamla nişanlı olan bir kıza gönderildi; kızın adı Meryem’di. Melek onun yanına gidip, “Selam sana büyük lütuf gören kız, “Tanrı Yehova” seninledir” dedi. Bu sözler üzerine büyük bir endişeye kapılan Meryem, bu selamın ne anlama gelebileceğini düşünmeye başladı. Bu nedenle melek, “Korkma Meryem” dedi, “Çünkü artık sen Tanrı’nın gözünde lütuf buldun. Gebe kalacak ve ona bir oğul doğuracaksın; onun adını İsa koyacaksın. O büyük olacak, ona Yüceler Yücesinin Oğlu denecek ve Yehova Tanrı, ona babası Davut’un tahtını verecek Luka: 27~32
Ve başka bir İncilde aynı kıssa başka bir şekilde, bir diğerinde ise diğerlerinden de farklı olarak aktarılmaktadır.
Âl-i İmran suresi 44. ayetinde müşrik uydurması kitaplar üzerinde aktarılan tahrif edilmiş kıssaların gerçek halini sana aktarıyoruz buyurularak Hz Muhammed (S.A.V) üzerinden müşriklere: Anlattığınız hikayede hangisi Meryem’e vekil olacak diye kura çekerlerken siz onların yanında değildiniz. Kahinle tartışırlarken de yanında değildiniz. O halde; Şu anda Allah size hakikatı beyan ediyor boş asılsız şeylere inanmayın! Zikredilerek; Hz Meryem üzerinde sadece Hz Zekeriya’nın vekil kılındığı ve Hz Meryem’in İslam’a hizmet şekli ve Hz İsa’nın Allah’ın oğlu olmadığı hakikatı kıssa edilerek; Yukarıda sadece ikisini (!) örneklediğimiz, şirk sömürü hükümlerine göre uyarlanmış müşrik kitaplarındaki uydurma hikayelerin reddiyesi yapılmaktadır ve böylece İslam’ın “her dönem kitabı olarak anılan “Zikr” aslı hakikatına tilavet edilmektedir.

3/ÂLİ İMRÂN-45: İz kâletil melâiketu yâ meryemu innallâhe yubeşşiruki bi kelimetin minh(minhu), ismuhul mesîhu îsebnu meryeme vecîhan fîd dunyâ vel âhıreti ve minel mukarrebîn(mukarrebîne).
Melekler şöyle demişlerdir: “Ey Meryem,! Muhakkak ki Allah, Kendinden bir kelime ile seni müjdeliyor. Onun ismi (o kelime) “Mesih, Meryem oğlu Îsâ’dır. Dünyada ve ahirette şereflidir ve mukarrebinlerdendir.” (Allah’a takva ile yönelip hükümlerine itaat eden muttakilerdendir)

3/ÂLİ İMRÂN-46: Ve yukellimun nâse fîl mehdi ve kehlen ve mines sâlihîn(sâlihîne).
Ve beşikteyken ve yetişkin olunca da insanlarla konuşacak. Ve o sâlihlerdendir.

3/ÂLİ İMRÂN-47: Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).
(Hz Meryem): Rabbim, benim çoçuğum nasıl olur? Bana bir beşer dokunmadı dedi. (Allah şöyle buyurdu): İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir emrin (işin) olmasını takdir ettiği zaman, sadece ona “ol!” der, o hemen olur. (İnsana benzemez o yaratıcıdır ol der olur İnsan gibi aciz bir varlığa Ne ihtiyaç duyar Ne de İnsanla cinsel ilişkiye girmez.)

3/ÂLİ İMRÂN-48: Ve yuallimuhul kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîl(incîle).
Ve (Allah) ona Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.

3/ÂLİ İMRÂN-49: Ve resûlen ilâ benî isrâîle ennî kad ci’tukum bi âyetin min rabbikum, ennî ehluku lekum minet tîni ke heyetit tayri fe enfuhu fîhi fe yekûnu tayran bi iznillâh(iznillâhi), ve ubriul ekmehe vel ebrasa ve uhyîl mevtâ bi iznillâh(iznillâhi), ve unebbiukum bi mâ te’kulûne ve mâ teddehırûne, fî buyûtikum inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve onu (Meryem oğlu Îsâ Mesih’i ), “Benî İsrâîl’e (İsrailoğulları’na)” resûl olarak gönderecek. (Onlara şöyle diyecek): “Muhakkak ki ben size Rabbiniz’den âyet (Allah’ın elçisi olduğumu kanıtlayacak mucizeler deliller) getirdim. Ben gerçekten size nemli topraktan kuş heykeli yaparım, sonra onun içine üflerim. O zaman o, “Allah’ın lütfu/izniyle” kuş olur. Doğuştan kör olanı ve abraş hastalığını iyileştiririm. Ve Allah’ın izniyle ölüyü diriltirim. Yediğiniz şeyleri ve evlerinizde biriktirdiğiniz şeyleri size haber veririm. Eğer siz mü’minler iseniz muhakkak ki bunlarda sizin için elbette âyetler (Allah’ın Resulü olduğumu ispatlayan mucizeler) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-50: Ve musaddikan limâ beyne yedeyye minet tevrâti ve li uhılle lekum ba’dallezî hurrime aleykum ve ci’tukum bi âyetin min rabbikum fettekûllâhe ve etîûn(etîûni).
Ve önümde bulunan Tevrat’tan (Aslı olanı /Allah’ın indirdiğini) tasdik edici olarak, ve de size (tahrifatlarla) haram  kılınmış olan bazı şeyleri tekrar helâl kılmak için, Rabbiniz’den size âyet getirdim. Allah’a karşı takva sahibi olunuz. Ve bana itaat ediniz. {bkz; Ali İmran suresi 93}

3/ÂLİ İMRÂN-51: İnnallâhe rabbî ve rabbikum fa’budûh(fa’budûhu), hâzâ sırâtun mustakîm(mustakîmun).
Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim ve sizin de Rabbiniz’dir. O halde O’na kul olun. (İşte) bu Sırâtı Mustakîm’dir.

3/ÂLİ İMRÂN-52: Fe lemmâ ehassa îsâ min humul kufre kâle men ensârî ilâllâh(ilâllâhi), kâlel havâriyyûne nahnu ensârullâh(ensârullâhi), âmennâ billâh(billâhi), veşhed bi ennâ muslimûn(muslimûne).
Fakat İsa, onlardan inkâr hissedince Allah’a (tebliğde) benim yardımcılarım kimlerdir? dedi. Havariler: Biz Allah’ın yardımcılarıyız, Allah’a îman ettik ve bizim (Allah’a) teslim olduğumuza şahit ol. dediler.

3/ÂLİ İMRÂN-53: Rabbenâ âmennâ bi mâ enzelte vetteba’nâr resûle fektubnâ meaş şâhidîn(şâhidîne).
Rabbimiz, Senin indirdiğin şeye inandık ve Resûl’e tâbî olduk, artık bizi şahitlerle beraber yaz.dediler

3/ÂLİ İMRÂN-54: Ve mekerû ve mekarallâh(mekarallâhu), vallâhu hayrul mâkirîn(mâkirîne).
Ve ancak onlar hile yaptılar, Allah da (onlara) hile yaptı. Ve Allah, (hileye karşı) hile yapanların en hayırlısıdır.

3/ÂLİ İMRÂN-55: İz kâlellâhu yâ îsâ innî muteveffîke ve râfiuke ileyye ve mutahhiruke minellezîne keferû ve câilullezînettebeûke fevkallezîne keferû ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti), summe ileyye merciukum fe ahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
Allah, şöyle buyurmuştu: Ey Îsâ! Muhakkak ki seni vefat ettirecek olan ve seni Kendime (katıma) yükseltecek olan ve kâfirlerden temizleyecek olan Benim. Sana tâbî olanları kıyâmet gününe kadar, kâfirlerden üstün kılacak olan Benim. Sonra sizin merciiniz Benim (dönüşünüz Bana’dır). O zaman sizin ihtilâf etmiş olduğunuz şeyler hakkında (tahrifatla sokulan emir ve yasaklarda direten müşriklerle) aranızda hüküm vereceğim. (Onları yargılayıp hüküm ve cezalarını Ben bkz:56 vereceğim) demişti.

3/ÂLİ İMRÂN-56: Fe emmellezîne keferû fe uazzibuhum azâben şedîden fîd dunyâ vel âhıreti, ve mâ lehum min nâsirîn(nâsirîne).
Fakat (Zikr’i) inkâr edenlere ise, o taktirde dünyada ve ahirette şiddetli azapla azap edeceğim. Ve onlara yardım edecek bir yardımcıları da asla yoktur.

3/ÂLİ İMRÂN-57: Ve emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrehum vallâhu lâ yuhibbuz zâlimîn(zâlimîne).
Lakin, âmenû olan (Allah’a aracısız iman ve teslim olan) ve amilus sâlihat ( Allah’ı razı etmek için salih ameller) yapanlara ise ecirleri (mükafaatları) ödenir. Ve Allah, zâlimleri sevmez.

3/ÂLİ İMRÂN-58: Zâlike netlûhu aleyke minel âyâti vez zikril hakîm hakîmi).
Bu sana * tilavet ettiklerimiz; geçmişe de Hakîm olan Zikir’in ayetlerindendir!

*Zikri Tilavet etmek; Geçmişte müşriklerin tali olarak bozup tahrif etmiş oldukları Zikr hükümlerini hem yaptıkları tahrifatı göstererek hem de hükmün aslını işaret ederek tali düzeltmeler yapmakla layıkı hakikat içinde kitabı okumak demektir. Kuran’da Zikr farklı konular içeriğinde Tilavet edilir. Örneğin saffat suresinde ahirete iman hususunda kitap tilavet edilirken. Ali İmran suresinde Hz Meryem ve Hz İsa üzerinden çıkarılan fitneler ve müşriklerin tarih boyu aracılık  üzerinden çıkardıkları fitne ve fesat üzerinde tilavet edilir; Nisa suresinde ise Kadınlar yetimler engelliler köleler cariyeler vb ve sosyal yaşantı üzerine tilavet edilir. Örneğin;
Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, kadınların haklarını daha önceki indirdiği kitaplarda farz kılmış olduğu halde, onlara vermediğiniz hakları ve zulüm ile zorla nikâhlamak istediğiniz aciz yetim kız çocukları hakkında ve yetimlere adaletle davranmanız hususunda şimdi size Kitab’ında tilavet edilmekte olan âyetleriyle fetva veriyor. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o taktirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir. Nisa suresi 127 ,ayrıca bkz; Ali İmran suresi 108 )

3/ÂLİ İMRÂN-59: İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Muhakkak ki Allah’ın indinde Hz. Îsâ’nın durumu, Hz. Âdem’in durumu (yaratılışı) gibidir. Onu (önce ahirette) topraktan yarattı. Sonra ona yeryüzünde “ol” dedi. (ve o da oldu).

Hz İsa Allah’ın oğludur isnatlarına karşın; o Adem neslinden bir beşerdi denilmekte ve İslam’ın iki ayrı alemdeki iki ayrı yaratılışı vurgulanmaktadır. Bkz:İslamda üç karanlık içinde yaratılış : Zumer suresi 4,56 ve hacc suresi 5,67 ve Hicr suresi,23

3/ÂLİ İMRÂN-60: El hakku min rabbike fe lâ tekun minel mumterîn(mumterîne).
Hak,(mutlak gerçek) senin Rabbin’dendir. Öyleyse şüphe edenlerden olma!

3/ÂLİ İMRÂN-61: Fe men hâcceke fîhi min ba’di mâ câeke minel ilmi fe kul teâlev ned’u ebnâenâ ve ebnâekum ve nisâenâ ve nisâekum ve enfusenâ ve enfusekum summe nebtehil fe nec’al la’netallâhi alel kâzibîn(kâzibîne).
Artık kim sana gelen ilimden sonra, (Kuran hükümlerinden sonra) onun hakkında seninle tartışırsa o zaman de ki: Gelin, sizler ve bizler de dahil olmak üzere oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım (bir araya toplanalım). Sonra dua edelim, böylece Allah’ın lânetini yalancıların üzerine kılalım.

3/ÂLİ İMRÂN-62: İnne hâzâ le huvel kasasul hakk(hakku), ve mâ min ilâhin illâllâh(illâllâhu), ve innellâhe le huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Muhakkak ki bu (Hz. Îsâ hakkında anlatılan), “gerçekten hak kısas”tır (çarpıtılmamış mutlak gerçektir). Ve Allah’tan başka bir (vekil) ilâh yoktur. Ve muhakkak ki Allah, gerçekten O Azîz’dir, Hakîm’dir (hüküm ve hikmet sahibidir).

3/ÂLİ İMRÂN-63: Fe in tevellev fe innallâhe alîmun bil mufsidîn(mufsidîne).
Buna rağmen dönerlerse, o zaman muhakkak ki Allah, fesat çıkaranları en iyi bilendir.

3/ÂLİ İMRÂN-64: Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize ba’dunâ ba’den erbâben min dûnillâh(dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn(muslimûne).
De ki: Ey Kitab Ehli! Sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye (Hak kelama, tek ilah olan Allah’ın hakikatına) geliniz. Allah’tan başkasına kul olmayalım ve O’na hiçbir şeyi şirk (vekillikler uydurup ona ortak) koşmayalım ve bir kısmımız, bazılarını, Allah’tan başka Rab’ler edinmesinler. Bundan sonra eğer dönerlerse, o zaman; “Bizim müslüman olduğumuza (Allah’a iman ve teslim olduğumuza) şahit olun” deyiniz.

3/ÂLİ İMRÂN-65: Yâ ehlel kitâbi lime tuhâccûne fî ibrâhîme ve mâ unziletit tevrâtu vel incîlu illâ min ba’dih(ba’dihî), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Ey Kitab ehli! Hz. İbrahim hakkında nasıl tartışıyorsunuz ki; Tevrat ve İncil ondan önce indirilmedi ki! Hala akıl etmiyor musunuz?

Tarihçilere göre Hz İbrahim yaklaşık MÖ 4500 ila 2500 yılları arasında yaşamıştır. Hz Musa’ya indirilen Tevrat ise Mö 1500 yıllarında iki taş levha halinde kendisine verilmiştir. İncil ise Mö 70 yıllarında indirilmiştir. Oysa Tevrat ve İncil tarih boyunca {bkz;Bakara suresi 100,101} her gönderilen Resul’ün ardınca muktesimler tarafından defaatla batıl ile değiştirildiği için; Kuran indiği dönemin Müşrikleri, kendi tahrifatlı kitaplarını kanıt olarak gösterip, Hz İbrahimin de kendi tanrıları “Yahve’ye” iman ettiğini, dolayısıyla aracılık müessesesinin yaşatıldığı şirk imanının; Hz İbrahim zamanından beri yaşandığı ve yaşatıldığı belirtilmektedir. Tabii ki sömürü düzenlerini sürdürmek için {bkz;Ali İmran 69} böyle bir fitneyle halkı İslam’a tabi olmaktan vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Aşağıda devam eden ayetlerinde bu fitne hususu detaylandırılacak.

3/ÂLİ İMRÂN-66: Hâ entum hâulâi hâcectum fî mâ lekum bihî ilmun fe lime tuhâccûne fî mâ leyse lekum bihî ilm(ilmun), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
İşte siz busunuz. Kendisine dair ilminiz olmayan bir şey hakkında tartıştınız. Artık bilginiz olmayan bir şey hakkında siz niçin tartışıyorsunuz? Ve Allah bilir ve siz bilmezsiniz.

3/ÂLİ İMRÂN-67: Mâ kâne ibrâhîmu yahûdiyyen ve lâ nasrâniyyen ve lâkin kâne hanîfen muslimâ(muslimen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
Hz. İbrâhîm, asla yahudi veya nasrani olmadı. Fakat o, hanif bir Müslüman’dı. Ve o asla müşriklerden olmadı!

Yahudiler ve Hristiyanlar günümüzde de okunan tahrif edilmiş tevratta ve İncilde  “Yahve” isminde bir gök tanrıya iman ederler. Hristiyanların da müşterek imanı olan Eski ahit zikredilen Tevrat’a (genesis) göre bu Tanrı insana benzer ve siyon dağında bir sarayda Kral tanrı olarak yahudilerin arasında hüküm sürerdi. Tevratta ahiret inancı olmadığı için “Tanrı yahve” dünyaya hakim olmak için insanları kutsal dağından yönetir ve yeryüzü yönetimine vekil olarak atadığı oğulları olan yahudi krallar aracılığıyla İnsanlara buyruklar verirdi. (Yani halk böyle sömürülüyordu) Tüm yahudi kralları Tanrı yahvenin oğludur. Tevrat’a göre Yahudi Krallar ve ülkeyi yöneten seçilmiş liderler kutsaldır ve yarı insan yarı tanrıdır. Tevrat’a göre İlk yarı Tanrı ise Yakup’tur. { bkz: Tevrat Genesis; Yaratılış bölümü 32:28}
Tevrat’a göre Hz Yakup, büyük gök tanrısı yahve ile güreşip  onu mağlup edince İsmi “Tanrı’yla güreşen’ manasına gelen “İsrail” olarak değiştirilmiştir. Ve Tanrı yahve tarafından kutsanarak Tanrı ilan edilmiştir. İsrailoğulları kelime manası “Tanrı ile güreşen kişinin oğulları” (yani Yakub’un oğulları) demektir. İnsanlarla güreşen onlarla çiftleşen ve dünyayı yönetmek için insanların arasına yönetici olarak evlatlarını gönderen Tanrı modeli tüm çok tanrılı pagan inançlarında mevcuttur.  Bu şirk küfür imanı İncilde de aynı şekildedir. Güneşin baş Tanrı ve diğer yıldızların onun eşi veya çocukları olarak kabul edildiği devirler, Enam suresi 75~83 ve Saffat suresi 88~98 ayetlerinde kıssa edilerek; Hz İbrahim üzerinden örneklenir. Geçmişte Allah’a oğul evlat nisbet ederek aracılık kurumunun yaşatıldığı; İnsana benzeyen ve onlarla ilişkiler kurarak evlatlar edinen Tanrı ve yarı tanrı inançlarını ve bu inançların hükümlerini reddederek,  Tek bir Tanrı olduğuna iman etmekle islam’a geçen  kullara “hanif” denir.  İhlas Suresinde tarif edilen ve ayrıntılanan, doğmamış doğurulmamış, aracısı ve yetkilisi olarak evladını yeryüzüne göndermemiş ve asla insana benzemeyen, yaratılmışlar üzerinde yegane tek otorite ve hüküm koyucu olan Ehad, Samed ve Vahid Allah inancına Hanif  din denir. Ve bu inanca geçenler için Kuran’da, “müslümanların ilki”  vurgusu yapılmakla, Hanif olmanın İslam inancına geçişin ilk şartı olduğu açıklanmıştır.

3/ÂLİ İMRÂN-68: İnne evlen nâsi bi ibrâhîme lellezînettebeûhu ve hâzan nebiyyu vellezîne âmenû vallâhu veliyyul mu’minîn(mu’minîne).
Muhakkak ki Hz.İbrâhîm’e insanların en yakın olanı, elbette ona tâbî olanlar ve bu Nebi’ye (Hz. Muhammed S.A.V ) icabet etmekle âmenû (Allah’a aracısız iman ve teslim) olanlardır. Ve Allah ancak ve sadece mü’minlerin dostudur.

3/ÂLİ İMRÂN-69: Veddet tâifetun min ehlil kitâbi lev yudillûnekum ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn.
Ehli Kitap’tan bir grup işte böyle bir fitneyle sizi dalâlete düşürmeyi diledi. Fakat, Onlar, kendilerinden başkasını dalâlete düşüremezler. Ve ancak onlar bunun farkında değiller.

3/ÂLİ İMRÂN-70: Yâ ehlel kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi ve entum teşhedûn(teşhedûne).
Ey Ehli Kitap! Siz şahit olduğunuz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?

3/ÂLİ İMRÂN-71: Ya ehlel kitâbi lime telbisûnel hakka bil bâtılı ve tektumûnel hakka ve entum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ey Kitap Ehli! Niçin hakkı (Allah’ın dinini) bâtıl (şirk küfür imanı) ile karıştırıyorsunuz? Ve siz bildiğiniz halde hakkı (İslam dininin tevhid üzerine inşa edilmiş Zikr hükümlerini) niçin gizliyorsunuz?

3/ÂLİ İMRÂN-72: Ve kâlet tâifetun min ehlil kitâbi âminû billezî unzile alellezîne âmenû vechen nehâri vekfurû âhirahu leallehum yerciûn(yerciûne).
Kitap ehlinden bir grup (diğerlerine): Âmenû olanlara indirilmiş olana, (Kuran’a) gündüz îmân edin, ve (günün) sonunda (akşamleyin) inkâr edin. Umulur ki böylece onlar (en sonunda usanarak tebliğden) dönerler. dediler.

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ (yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın. (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah’a aracısız ulaşmaktır“. Bu Kitap; Geçmişte size verilenin şimdi bir başkasına verilmesidir. (Bkz; Ali İmran suresi 58 Allah’ın hükümlerini barındıran bozulmamış tahrif edilmemiş asıl Tevrat ve İncil’deki Zikr sınanma hükümlerinin şimdi  tekrardan asıl haliyle sizin toplumunuza tilavet edilmesidir)  Yoksa onlar, Rabbiniz’in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Öyleyse Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir”. Ve Allah, Vâsi’dir (Mülkünde yegane Vasiyet tayin edicidir) Alîm’dir (Her şeyi en iyi bilendir).

3/ÂLİ İMRÂN-74: Yahtassu bi rahmetihî men yeşâ (yeşâu), vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
O Rahmetini dilediğine tahsis eder. Ve Allah, “Büyük Fazl” sahibidir.

3/ÂLİ İMRÂN-75: Ve min ehlil kitâbi men in te”menhu bi kıntârin yueddihî ileyk(ileyke), ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(kâimen), zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fîl ummiyyîne sebîl(sebîlun), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
(Geçmişte) Kitap ehlinden öyle kimseler vardı ki; ona kantar kantar (altın) emanet etsen onu sana iade ederdi. Ve yine onlardan öyle kimseler vardı ki; eğer ona bir dinar emanet versen başında devamlı dikilmedikçe onu sana iade etmezdi. Bu onların: (okuma ve yazmaları olmayan ümmiler Allah’ın infak hükümlerini bilmedikleri için) Ümmiler hakkında; “yoksunların gözetilmesi hususunda Allah’ın bize yüklediği bir sorumluluğumuz yoktur.” demelerindendir. (böylece toplanan parayı ceplerine dolduruyorlardı) Allah’a karşı bilerek yalan söylüyorlar.

3/ÂLİ İMRÂN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim ahdini (Allah’a verdiği sadakat yemini gereği kim ayet-i hükmündeki tebliğ ve tatbik sorumluluğunu) yerine getirir ve takva sahibi olursa, o taktirde muhakkak ki Allah, takva sahiplerini sever.

3/ÂLİ İMRÂN-77: İnnellezîne yeşterûne bi ahdillâhi ve eymânihim semenen kalîlen ulâike lâ halaka lehum fîl âhırati ve lâ yukellimuhumullâhu ve lâ yenzuru ileyhim yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak onlar ki; Allah’a verdikleri ahitlerini ve yeminlerini az bir değere satarlar. İşte onlar için ahirette hiç bir nasip yoktur. Ve Kıyamet günü Allah, (müşriklerin iddia ettiği gibi af şefaat vb gibi hususlarda) onlarla konuşmayacak, yüzlerine bakmadığı gibi onları temize de çıkarmayacaktır. Onlar için orada sadece elem veren bir azap vardır.

Tevrat ve İncilde tanrılar mitolojik yunan öykülerinde olduğu gibi insan suretindedir ve tanrıların ikâmet ettiği bu dağlara, Yunancada uluların dağı,tanrıların dağı manasına gelen Olimpos denir. Ve Tüm batıl inanışlarda tanrılar, bulunduğu coğrafyaya göre yüksek bir tanrı dağının üzerinde ikamet ederler. Tevratta ise tanrı “tanrının kenti” manasına gelen Siyon kentinde yüksek bir dağın üzerinde ikamet etmektedir. Siyonizm tanımı da kaynağını bu dağdan alır.
Mez.9: 11 Siyon’da oturan RAB’bi ilahilerle övün! Yaptıklarını halklar arasında duyurun! Mez.3: 4 RAB’be seslenirim, Yanıtlar beni kutsal dağından. Tevrat ve İncilin sahte düzmece tanrısı Mısırdan çıkış kitabında insan suretindedir ve mutrafilerle ilişkisi şöyle tasvir edilir;
Çık.24: 10 (Mutrafiler/israilin soyluları) İsrail’in Tanrısı’nı gördüler. Tanrı’nın ayakları altında lacivert taşı andıran bir döşeme vardı. Gök gibi duruydu.
Çık.24: 11 Tanrı İsrail soylularına ( mutrafilere) zarar vermedi. Tanrı’yı gördüler,sonra beraber yiyip içtiler.
Oysa ki; Allah’ı aciz bir insana benzer kılmak veya tahayyül etmek ve yukarıda tahrif tevrat ayetinde ifade edildiği gibi , beraber yiyip içip ahbap çavuş ilişkisinde olmak; Kuran’da küfür olarak ifade bulur.
Kuran’a göre Allah insana benzemez ve Samed Allah doğmak, doğurmak, doğurulmak gibi insana ait olan eksik sıfatlardan münezzehtir. İnsanları sömürmek için İnsanlar tarafından Yaratılmış tanrılar, elit hakim zümre tarafından, elit zümrenin çıkarlarını korumak ya da sürdürmesi adına ve insanları kendi amaçlarında kullanmak gayesinde, bir ülkenin mutrafilerinin yani “ o ülkenin elit hakim zümresinin” çıkarlarını korumak için mutrafiler adına hükümler çıkaran din adamları ve veya ruhbanlık müessesesi eliyle zihinlerde yaratılmış sahte tanrılardır.
Amaç; Tanrı otoritesi üzerinden çıkardıkları düzmece hükümlerle; Halkı aynı eksende bir arada tutup, savaş zamanlarında kral ve elit zümrenin mülkü olan toprakları korumak, yeni savaşlarda elde edilecek toprak ve ganimetleri ele geçirmek hedefinde, tanrı adına can verecek asker temin etmek ve barışta ise; {örnek bkz: Ali İmran suresi 183} Elit hakim zümrenin konforunu sürdürmesi gayesinde, ürününden pay verecek bir kitleyi elde tutmaktır.
Bu amaçta elit hakim zümrenin başvurduğu en önemli fitne unsuru “ insanlar üzerinde af, şefaat, rızıkları açma kapama vb gibi ulûhiyet yetkilerini tamamen mutrafilere devretmiş olan ve insanlar hakkında böylesine önemli hususlarda ancak ve sadece ileri gelenler/Mutrafilerle konuşup muhabbet içinde olduğu iddia edilen “uydurma tanrı yahve” ile mutrafilerin sevgi dolu yakın ilişkileridir.
Ali İmran suresi 77 ayetinde de Mutrafilerin bu asılsız fitne ve iddialarının reddiyesi yapılmaktadır.

Müşrik mutrafiler ve mutrafilik inançları; Tüm çok tanrılı inançlarda ve çok tanrılı inançlardan devşirilmiş Arap veya Hristiyanlık veya Musevilik gibi aracı vekaleti ile Allah’tan başka hükümler koymaya, af ve mağfiret etmeye, kendilerini yetkilendiren şirk inançlarının tümünde, (günümüzde mevcut olan İncil ve Tevratta da) “ahiret hayatı inancı” yoktur. Dolayısıyla ahiret inancı taşımayan tüm inançlarda “bir insan dünyada ne kadar çok mal mülk evlat sahibi ise, Tanrı’nın da onları o nisbette sevdiğine ve mal mülk ile ödüllendirdiğine iman ediyorlardı/hala ediyorlar. Oysa İslamda dünya yaşantısı ve dünya nimetleri tanrı sevgisine mukayese edilecek bir yer değildir. Bilakis maddenin aldatıcı bir meta sayıldığı kısa süre kalınan sadece bir sınav süreci hayatıdır. Müşrikler arasında; Mal mülk ve evlat çokluğu ilahlarının bir mükafatı olarak kabul gördüğü için; Müşrik halk da malı ve evladı çok olan kişileri tanrının sevgili kulu olarak görüp o kişilere o ülkenin/şehrin mutrafileri olarak olağanüstü itibar ederlerdi. {Bkz; Sebe suresi 34~39} ayetlerinde açıklandığı üzere; Bu yüzden tüm Müşrik inançlarda zengin varlıklı kişiler daima sözü dinlenip itibar ve itaat edilmesi gereken {bkz; Sebe suresi 37,Kalem suresi 14} “tanrının sevgili kul saydığı” “üstün sınıf” olarak kabul görüyordu. Tekasür suresi 1~3 ayetlerinde de vurgulandığı gibi, müşrikler bu çarpık inançla mezarlardaki ölülerini bile sayıp tanrı sevgisine nisbet ederek halk arasında kibirleniyorlardı. Hadid suresi 20~24. Ayetlerinde çokluk yarışıyla kibirlenen müşriklerin bu kibirlenmeleri Allah’ın sevgisine nisbet edilecek bir şey değildir bilakis yeryüzü sınavında bir fitne metasıdır. Bu durum müminleri asla yanıltmasın buyurulmaktadır.  Kehf suresi 32~46 ayetleri arasında iki adam üzerinden örnekler verilerek, tanrı sevgisinin madde/meta ile asla mukayese edilmemesi gerektiği ve mal mülk evlat çokluğunu imtiyazlı bir üstünlük olarak görüp kibirlenen kişilerin akibeti, çarpıcı bir kıssa üzerinde açıklanmaktadır. Ve {bkz Kasas suresi  78~82} ayetleri arasında; Yeryüzünün gelmiş geçmiş en zengin insanlarından sayılan; Karun, kendisine verilen servetin, kendi tanrıları tarafından çok sevildiği için bir ödül olarak kendisine verildiğini iddia ediyordu. Aziz Allah Karun kıssasından ve Karun’un hazin akibetinden müminlerin mutlaka bir ders çıkarması gerektiğini Kasas suresi 78~82 âyetleri arasında öğütlemektedir. Karun gibi, kendi ilahlarının sevgisine nisbet ederek mallarının çokluğu ile övünüp Allah’ın İnfak emrine riayet etmeyen ve Kalem suresi 17~33. ayetleri arasında kıssa edilen iki müşrik adamın akibeti de, Karun’un acı ve hazin akibetinin bir benzeridir. Araf suresi 60 Nuh suresi 21. ve Hud suresi 27. Ve Şuara suresi 111. ayetlerinde de vurgulandığı gibi; Mal ve evlat çokluğunu ilahlarının kendilerine bir armağanı olarak görüp Allah’ın Resul’ü olarak Hz Nuh (A.S) ve İslam’a karşı kibirlenen ve halkı ruhbanlar yardımıyla düzmece ilahların/tanrıların otoritesi üzerinden sömüren “kavmin mutrafilerinin/elit müşriklerin” ve onlara tabi olanların akibetinin de, “helak edilen diğer müşrik kavimlerde olduğu gibi” hüsranla biteceğinin altı çizilmektedir. Nuh (A.S)’dan sonraki dönemde yaşamış olan {bkz; Araf suresi 66} “Ad” kavminin ileri gelenleri/kavmin mutrafileri de varlıklarını tanrı sevgisine nisbet ederek şirk hükümleriyle halkı Allah’ın otoritesi üzerinden sömürürlerken; onların ardından Semud kavmi için gönderilmiş olan Salih (A.S)’ın tüm ikazlarına rağmen, kavmi sömüren {bkz; Araf suresi 75} elit hakim müşrik mutrafilerin, İslam’a karşı ölesiye direnciyle karşılaşmıştır. Onların ardınca gönderilmiş olan {bkz; Araf suresi 88. 90.} Lut ve Medyen kavmi de, müşrik elit zümre/mutrafiler tarafından sömürülmüşler ve hak din İslam’a dönmeleri için, Allah’ın Resul’leri olarak kendilerine nezir/uyarıcı olarak gönderilmiş olan Hz Lut (A.S) Ve Şuayb (A.S)’ a karşı helak edilinceye kadar ölümüne direnmişlerdir. Erken Mısır döneminde Firavunlar kendilerini güneş tanrısının yeryüzündeki sureti olarak gösterirlerdi. Geç Mısır döneminde ise firavunlar kendilerini {bkz: Kasas suresi 38.} ayetinde de vurgulandığı üzere güneş tanrısının oğulları olarak niteleyip {bkz ; Araf suresi 103 ve 127 ve Yunus suresi 88 } ülkenin” ileri gelenleri/mutrafileri olan elit hakim zümre ile birlikte” nemalandıkları bir fitne üzerinden halkı sömürmüşlerdir. Yunus suresi 78. ayetinde vurgulandığı üzere; Malının ve mülkünün çokluğunu tanrı sevgisine nisbet eden Firavun; {bkz: Zuhruf suresi 53,54} Aynı mantıkla; Hz Musa Resul olsaydı onun da tanrısı ona, “benim ellerimdeki gibi bilezikler ve mülk olarak böyle geniş topraklar verirdi” diyerek sömürdüğü halkının önünde Hz Musa’yı küçük düşürmeye çalışmıştır. ve Kuran indiği dönemde; Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve: { Bkz; Zuhruf suresi 23 Sebe suresi 34,35 } Geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, “göktanrı inançlarının” “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanmayı sürdüren “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini devam ettirebilmek adına {bkz; Zuhruf suresi 57,58} ayetlerinde vurgulandığı üzere Hz Muhammed (S.A.V) nebiyi aynı Firavun’un yaptığı gibi “mal mülk” üzerinden küçümseyerek İslam’a muhalefet ediyorlardı. Bu nedenle müşrik inanç sömürü düzeninin tarih boyu her dönem elebaşılığını yapmış olan ve, ülkelerini/kavimlerini tanrı otoritesi üzerinden vergiler koyarak sömüren elit hakim zümrenin/ülkenin mutrafilerinin, “öncelikli uyarıldığı” {bkz: İsra suresi 16} ayetiyle vurgulanmıştır. Vakıa suresi 45. ayetinde ve Saffat suresi 27~38 ayetleri arasında, hem insanları aldatan mutrafilerin hem de mutrafilere aldanıp onlara tabi olanların sürekli cehennem azabında mahkum tutulacağı açıklanmaktadır. Atalarından devraldıkları göktanrı şirk sömürü düzenini sürdüren ve geçmişte yaşamış tüm müşrik kavimlerde olduğu gibi, göktanrı inançlarının “malı evladı çok olan zenginlere verdiği imtiyazı, halkın üzerinde bir sömürü fitnesi olarak kullanan “Mekkeli elit hakim zümre {Bkz; Zuhruf suresi 31) karyenin mutrafileri de” sömürü düzenlerini sürdürebilmek adına, ülkenin {bkz:Alak suresi 17} “yönetim meclisi” birlikteliğinde, çeşitli tuzak ve iftiralarla topyekün Hz Muhammed (S.A.V) nebiye muhalefet ediyorlardı.
Gerek Arap, gerekse Yahudi ve Hristiyan müşrikler olsun; İslam peygamberlerinin yüzyıllar boyu çetin mücadeleler verdiği “ülkenin mutrafilerinin” zihinlerde yaratmış oldukları düzmece tanrıların birincil hedefi, ancak ve sadece mutrafilere ait olan mal ve mülklerin çağaltılması veya onların korunması hedefinde koydukları hükümlerdir. Müşrik inançlarda; Ahiret’e iman olmadığı için bu nedenle halkın çıkarına olacak hiç bir hak yaratılmış tanrılar tarafından gözetilmez. Bu tanrıların hüküm sürdüğü topraklarda halk, “yaratılmış tanrı tarafından seçilmiş ve kutsanmış olan kralın ve elitlerin, yani Kuran’ın tabiriyle mutrafilerin mülküdür.

3/ÂLİ İMRÂN-78: Ve inne minhum le ferîkan yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâbi ve mâ huve minel kitâb(kitâbi), ve yekûlûne huve min indillâhi ve mâ huve min indillâh(indillâhi), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve muhakkak ki onlardan (Ehli Kitap’tan) bir grup mutlaka, onu (okuduklarını) kitaptan zannetmeniz için kitabı okurken dillerini eğip bükerler oysa o kitaptan değildir. O, Allah’ın katından olmadığı halde: “O, Allah’ın katındandır” derler. Ve onlar Allah’a karşı bilerek yalan söylüyorlar.

3/ÂLİ İMRÂN-79: Mâ kâne li beşerin en yu’tiyehullâhul kitâbe vel hukme ven nubuvvete summe yekûle lin nâsi kûnû ıbâden lî min dûnillâhi ve lâkin kûnû rabbâniyyîne bi mâ kuntum tuallimûnel kitâbe ve bimâ kuntum tedrusûn(tedrusûne).
Bir insan için, Allah’ın kendisine kitap, hikmet ve nübüvvet/Nebilik vermesinden sonra onun (O nebinin) insanlara; “Allah’tan başka bana kul olun” demesi (Allah’ın indirdiği Zikr kitabındaki hükümlerini bırakıp bana ve aracılığıma biat edin demesi) asla mümkün değildir. Fakat, sizin kitabı tedris etmiş (Nebiden Zikr’i okuyup öğrenmiş) olmanızdan ve diğerlerine de öğretiyor olmanızdan dolayı ancak size: “Rabbâni (Allah’ın indirdiği kitabından aldığınız tedrisatla Rabb’e adanmış kullar) olunuz” der.

3/ÂLİ İMRÂN-80: Ve lâ ye’murekum en tettehizûl melâikete ven nebiyyîne erbâbâ(erbâben), e ye’murukum bil kufri ba’de iz entum muslimûn(muslimûne).
Ve size: “Melekleri ve peygamberleri Rab’ler edinin!” diye emretmez. Siz, müslüman olduktan (Allah’a aracısız iman ve teslim olduktan) sonra Allah size küfrü emreder mi?

3/ÂLİ İMRÂN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).
Ve Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size, beraberinizde olanı (Geçmişte kitap verilenlere; Allah’ın sizin için indirdiği kitabı/Zikr’i) tasdik eden bir Resûl geldiği zaman, ona mutlaka îmân edeceksiniz ve ona mutlaka yardım edeceksiniz” diye sizlerden misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu. (Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ): “Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurmuştu.

3/ÂLİ İMRÂN-82: Fe men tevellâ ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn(fâsikûne).
(O halde şimdi sözünüze sadık kalın) Artık şimdi kim bundan sonra, (Allah’ın Resulü Hz Muhammed nebiye ve Allah’ın Zikr’ine/Kuran’a ) yüz çevirirse, işte onlar, onlar fâsıklardır.

3/ÂLİ İMRÂN-83: E fe gayre dînillâhi yebgûne ve lehû esleme men fîs semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve ileyhi yurceûn(yurceûne).
Onlar, hâlâ Allah’ın dîninden başkasını mı arıyorlar? (mutrafilerin haklarını gözeten sömürü inançlarını mi arıyorlar?) Halbuki göklerde ve yerde kim varsa, hepsi tav’an ve kerhen (ister istemez) sonunda O’na teslim olurlar ve onlar, (ahiret hayatını inkar eden o inatçı mutrafi müşrikler) mutlaka O’na (Allah’ın yargı makamına), geri döndürülecekler.

3/ÂLİ İMRÂN-84: Kul âmennâ billâhi ve mâ unzile aleynâ ve mâ unzile alâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ven nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum, ve nahnu lehu muslimûn(muslimûne).
Biz, “Allah’a ve Allah’tan bize indirilene (Zikr’e/Kurana) ve İbrâhîm (A.S)’a, İsmâil (A.S)’a, İshâk (A.S)’a, Yâkub (A.S)’a ve Yâkub oğulları’na indirilenlere, Hz. Mûsâ’ya ve Hz. Îsâ’ya ve nebilere Rab’leri tarafından verilen (Allah’ın hükümlerine/Zikr’e) îmân ettik. Onların (Allah’ın Resul’lerinin) arasından birini (diğerlerinden) ayırdetmeyiz. Ve biz O’na (Allah’a ve hükümlerine) teslim olanlarız.” de.

3/ÂLİ İMRÂN-85: Ve men yebtegi gayrel islâmi dînen fe len yukbele minh(minhu), ve huve fîl âhireti minel hâsirîn(hâsirîne).
Ve (o halde) kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa, o taktirde kendisinden asla özür/bahane kabul edilmez ve o, ahirette “hüsranda olanlar”dan olur.

3/ÂLİ İMRÂN-86: Keyfe yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim ve şehidû enner resûle hakkun ve câehumul beyyinât(beyyinâtu) vallâhu lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Îmânlarından sonra (İslam’ı) inkâr eden kavmi, Allah nasıl hidayete erdirir? Ve onlar, Resûl’ün Hak (mutlak gerçek bir Resûl) olduğuna şahit oldular ve Resul’leri onlara (Allah’ın) beyyineleri (beyanları/Zikr) ile geldi. Ve o halde Allah, (beyanlarına sırt çevirmiş) o zâlimler kavmini asla hidayete erdirmez.

3/ÂLİ İMRÂN-87: Ulâike cezâuhum enne aleyhim la’netallâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
İşte onların cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetinin onların üzerlerine olmasıdır.

3/ÂLİ İMRÂN-88: Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
Onlar, onun (lânetin) içinde ebedi kalacak olanlardır. Onlardan azab hafifletilmez ve onlara bakılmaz…

3/ÂLİ İMRÂN-89: İllellezîne tâbû min ba’di zâlike ve aslehû fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Bundan sonra tövbe edip, ıslâh olanlar (Bkz Tahrim suresi 8 Nasuh bir tevbe ettikten sonra Allah’a ve hükümlerine teslim olanlar) hariç. O taktirde muhakkak ki Allah, Gafur’dur,

Nasuh tevbesi; Allah’ın hükümlerini asla ihlal etmeyeceğine dair, kararlı, samimi ve pişmanlık dolu edilmiş olan tövbeye nasuh tövbesi denir. Bkz: Tahrim suresi 8

3/ÂLİ İMRÂN-90: İnnellezîne keferû ba’de îmânihim summezdâdû kufran len tukbele tevbetuhum, ve ulâike humud dâllûn(dâllûne).
Muhakkak ki, îmân ettikten sonra inkâr edenlerin ve sonra da küfürlerini artıranların, onların tövbeleri asla kabul edilmez. Ve işte onlar, dalâlette olanlardır.

3/ÂLİ İMRÂN-91: İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun fe len yukbele min ehadihim mil’ul ardı zeheben ve leviftedâ bih(bihî), ulâike lehum azâbun elîmun ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).
Muhakkak ki, inkâr edip, kâfîr olarak ölenlerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altını olsa ve onu fidye olarak verse artık asla kabul edilmez. İşte onlar, onlar için elim azap vardır. Ve onlar için bir yardımcı yoktur.

3/ÂLİ İMRÂN-92: Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn(tuhibbûne), ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm(alîmun).
Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe (Allah’ın rızası için vermedikçe), asla Birr’e (tevhide) nail olamazsınız. (Allah’ın size verdiklerinden, Allah için) bir şey infâk ettiğiniz zaman muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.

3/ÂLİ İMRÂN-93: Kullut taâmi kâne hillen li benî isrâile illâ mâ harrame isrâîlu alâ nefsihî min kabli en tunezzelet tevrât(tevrâtu), kul fe’tû bit tevrâti fetlûhâ in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Tevrat indirilmeden önce İsrailoğullarının “kendi kendilerine haram kıldığı” şeylerden başka bütün yiyecekler İsrailoğulları için helâldi. De ki: “Eğer siz, (yeminlerinizde ve sözlerinizde) sadık iseniz, öyleyse Tevrat’ı getirin de okuyun.”

Bkz; Enam suresi 91 Araf suresi 142~145 Gerçek Tevrat iki taş levhadan ibarettir. Batıl tahrif Tevrat ise 40 kitaptır ve içeriğine kasıtla, insanın asla ezberinde tutamayacağı onbinlerce haram ve helal yerleştirilmekle halk din adamlarının bilgi ve danışmanlığına neredeyse her konuda mecbur bırakılmıştır. Âl-i İmran suresi 93. ayetinde “Allah’ın haram kılmadığı halde”, aracılık müessesesiyle batıla tabi olmuş Müşrik İsrailoğullarının, yiyecekler üzerinde kendi hevalarına göre çeşitli haramlar koydukları açıklanırken Araf suresi 32. ayetinde bu husus, ziynet eşyaları üzerinden de tilavet edilmektedir. Yunus suresi 59. ayetinde ise halkı sömürmek gayesinde tarih boyunca her dönemde tatbik edilmiş olan “helal ve haram uydurma” yöntemi ve böylece halkın her konuda müşrik aracıların danışmanlığına mecbur bırakılmış olması önemle vurgulanmıştır.

3/ÂLİ İMRÂN-94: Fe menifterâ alâllâhil kezibe min ba’di zâlike fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
Artık bundan sonra kim, Allah’a yalanla iftira ederse, o takdirde işte onlar, onlar zalimlerdir.

3/ÂLİ İMRÂN-95: Kul sadakallâhu fettebiû millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim’in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı.”

3/ÂLİ İMRÂN-96: İnne evvele beytin vudia lin nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden lil âlemîn(âlemîne).
Muhakkak ki, mübarek ve âlemlere hidayet vesilesi olan (beyt), elbetteki insanlar için Bekke’de (Mekke’de) yapılmış olan ilk Beyt’tir.

3/ÂLİ İMRÂN-97: Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ(âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti menistetâa ileyhi sebîlâ(sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).
Orada, Allah’ın açık beyyinelerinde de olan (tüm dönemlerde Allah’ın kullarına beyanatlarını barındıran Zikr Kitab’ında da hüküm ettiği), Hz.İbrâhîm’in makamı vardır. Ve kim oraya girerse artık emin olur. (artık Müslümanlar tarafından korunduğu için kafirlerin saldırılarına karşı emniyette) olur. Ona yol bulmaya (Hacc’a gitmeye) gücü yetenlere, Allah için o Beyt’in hac edilmesi, insanların üzerine (farz)dır. Ve kim bunu inkâr ederse, artık muhakkak ki Allah, âlemlerden ganidir. (hiçbir ibadetimize muhtaç değildir).

3/ÂLİ İMRÂN-98: Kul yâ ehlel kitâbi lime tekfurûne bi âyâtillâhi, vallâhu şehîdun alâ mâ ta’melûn(ta’melûne).
De ki: “Ey Kitap ehli! Allah, yapmakta olduğunuz şeylere şahit iken”, Niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?

3/ÂLİ İMRÂN-99: Kul yâ ehlel kitâbi lime tesuddûne an sebîlillâhi men âmene tebgûnehâ ivecen ve entum şuhedâu ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn(ta’melûne).
De ki: “Ey Kitap ehli! (Gerçeklere) şahit olduğunuz halde, (Kuran ayetlerinin hak olduğunu bildiğiniz halde) niçin îmân eden kimseleri, onların eğriliğini isteyerek, Allah’ın yolundan men ediyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.”

3/ÂLİ İMRÂN-100: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tutîû ferîkan minellezîne ûtûl kitâbe yeruddûkum ba’de îmânikum kâfirîn(kâfirîne).
Ey âmenû olanlar! (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar) Eğer o kitap verilenlerden herhangi bir gruba itaat ederseniz, sizi îmânınızdan sonra mutlaka  kâfîrliğe döndürürler.

3/ÂLİ İMRÂN-101: Ve keyfe tekfurûne ve entum tutlâ aleykum âyâtullâhi ve fîkum resûluh(resûluhu), ve men ya”tesim billâhi fe kad hudiye ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Ve size, Allah’ın âyetleri okunurken ve aranızda O’nun (Allah’ın) Resûl’ü varken, siz nasıl (Onu ve hükümlerini) inkâr edersiniz. Ve kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık o Sıratı Mustakim’e (Allah’ın hidayetine ulaştıran yola) hidayet olunmuştur.

3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, (Allah’a aracısız iman ve teslim olanlar) Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva/hükmüne doruk itina içinde) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a ve hükümlerine) teslim olmadan ölmeyin!

3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine (Zikr’e/Kuran’a) sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki ni’metini hatırlayın; siz (geçmişte Müminler ve Müşrikler olarak birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra Allah (Müşriklerin bazılarının kalplerine İslam’ı şerh ederek) sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O’nun (Allah’ın) bir nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir (cehennem) çukurun kenarında iken lütfuyla sizi (cehenneme atılmaktan) Allah kurtarmıştı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki (Allah’ın lütfuyla İslam’a hicret edenler gibi Siz de İslam’a hicret ederek) böylece siz de hidayete erersiniz.

3/ÂLİ İMRÂN-104: Veltekun minkum ummetun yed’ûne ilel hayri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munker(munkeri), ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Sizin içinizden (Müşrikleri) hayra (Allah’ın Sıratı müstakim cennet yolu Kuran’a/İslam’a) davet eden bir cemaat olsun ve mârufla (Zikr/Kuran hükümleriyle) emretsin, ve münkerden (batıldan/aracılı şirk inançlarından) nehyetsin (men etsin). İşte onlar ki, onlar felâha erenlerdir.

3/ÂLİ İMRÂN-105: Ve lâ tekûnû kellezîne teferrakû vahtelefû min ba’di mâ câehumul beyyinât(beyyinâtu), ve ulâike lehum azâbun azîm(azîmun).
Ve (Bkz ;Bakara suresi 100,101 geçmişte) kendilerine beyyineler (Allah’ın beyanları/Zikr hükümleri) geldikten sonra, fırkalara ayrılıp (Bkz; Ali İmran suresi 110 İslam ile defaatla) ihtilafa düşenler gibi olmayın! Ve işte onlar, onlar için “azîm azap” (cehennem azabı) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-106: Yevme tebyaddu vucûhun ve tesveddu vucûh(vucûhun), fe emmellezînesveddet vucûhuhum e kefertum ba’de îmânikum fe zûkûl azâbe bimâ kuntum tekfurûn(tekfurûne).
O gün (bazı) yüzler ağaracak ve (bazı) yüzler kararacak. O zaman yüzleri kararan kimselere: Îmânınızdan sonra siz inkâr mı ettiniz? Öyleyse inkâr etmiş olmanızdan dolayı azabı tadın (denecek).

3/ÂLİ İMRÂN-107: Ve emmellezînebyaddat vucûhuhum fe fî rahmetillâh(rahmetillâhi), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Amma, yüzleri ağarmış olanlar ise, artık (cennette) Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar, onun (o rahmetin) içinde ebedî kalacak olanlardır.

3/ÂLİ İMRÂN-108: Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk(hakkı), ve mâllâhu yurîdu zulmen lil âlemîn(âlemîne).
İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir, onları sana hak olarak tilavet ediyoruz (Allah’ın beyan ettiği gerçek sınanma hükümlerinizi size okuyup açıklıyoruz). Ve çünkü Allah, âlemlere zulüm olmasını istemez.

3/ÂLİ İMRÂN-109: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).
Göklerde ve yerlerde ne varsa Allah’ındır. Ve emirler sonunda Allah’a döndürülür. (Bütün işler aracıların sahte ilahlarının otoritesiyle değil bilakis Allah’ın otoritesiyle yürür)

3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile (Kuran ile) emredersiniz ve münkerden (batıldan) nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah’a îmân ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. (Geçmişte) Onlardan bir kısmı mü’mindi ve lakin (Bkz: Bakara 100,101 tarih boyunca) onların çoğu da fâsıklardır.

3/ÂLİ İMRÂN-111: Len yedurrûkum illâ ezâ(ezen), ve in yukâtilûkum yuvellûkumul edbâr(edbâre), summe lâ yunsarûn(yunsarûne).
Onlar size ezadan başka (gelip geçici sıkıntı vermek dışında) asla bir zarar veremezler. Ve eğer sizinle savaşırlarsa, size arkalarına dönüp kaçarlar. Sonra onlar, (uydurma düzmece ilahlarından) yardım da alamazlar..

3/ÂLİ İMRÂN-112: Duribet aleyhimuz zilletu eyne mâ sukıfû illâ bi hablin minallâhi ve hablin minen nâsi ve bâû bi gadabin minallâhi ve duribet aleyhimul meskeneh(meskenetu), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnel enbiyâe bi gayri hakk(hakkın), zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).
Onların üzerlerine, nerede olurlarsa olsunlar zillet (alçaklık) damgası vuruldu. Ancak Allah’ın ipine (Zikr’e/Kuran ‘a) ve salih insanlardan bir ipe ( Bkz; Âl-i İmran suresi 79 Allah’a takva ile bağlı Allah’ı aracısız iman ve teslim olmuş Kuran’ın hükümlerini yine Kuran’ın ölçüsü ve hikmetiyle açıklayan ve öğreten Rabbani kişilere) tutunanlar hariç. Ve onu inkar edenler ki, daima Allah’tan bir gazaba uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları ve peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları sebebiyledir. İşte bu, onların (Allah’a) isyan etmelerinden ve haddi (Şerri-i haddi/ Zikr/Kuran hükümlerini) aşmış olmalarındandır.

3/ÂLİ İMRÂN-113: Leysû sevâ (sevâen), min ehlil kitâbi ummetun kâimetun yetlûne âyâtillâhi ânâel leyli ve hum yescudûn(yescudûne).
Geçmişte onların (hepsi) bir değildi. Kitap ehlinden, (Kitabın aslı olan Zik’re Sadık kalanlardan) gece saatlerinde kıyamda durup, (batıla sapanlara rağmen) Allah’ın âyetlerini tilavet eden ve secde eden bir ümmet vardı.

3/ÂLİ İMRÂN-114: Yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri ve ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yusâriûne fîl hayrât(hayrâti), ve ulâike mines sâlihîn(sâlihîne).
Onlar, Allah’a ve yevmil âhire îmân ederlerdi, mâruf (Zikr hükümleri) ile emreder ve kötülükten (batıldan) nehyederler (men ederler) ve hayırlara koşarlardı ki, İşte onlar, sâlihlerdendi.

3/ÂLİ İMRÂN-115: Ve mâ yef’alû min hayrin fe len yukferûh(yukferûhu), vallâhu alîmun bil muttekîn(muttekîne).
Ve geçmişte olanlardan hayır olarak bir şey yaptılarsa, o taktirde o (hayır), asla örtülmez (mutlaka onlara mükâfâtı verilir). Ve Allah, takva sahiplerini en iyi bilendir.

3/ÂLİ İMRÂN-116: İnnellezîne keferû len tugniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum minallâhi şey’â(şey’en), ve ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Muhakkak ki inkâr edenlere, (o mutrafilere) malları ve evlatları, Allah’tan gelecek bir şeye (azaba) karşı kendilerine asla bir fayda vermez. Ve işte onlar ateş ehlidir, onlar, orada devamlı kalacak olanlardır.

3/ÂLİ İMRÂN-117: Meselu mâ yunfikûne fî hâzihil hayâtid dunyâ ke meseli rîhin fîhâ sırrun esâbet harse kavmin zalemû enfusehum fe ehlekethu ve mâ zalemehumullâhu ve lâkin enfusehum yazlımûn(yazlımûne).
Onların (kâfirlerin), bu dünya hayatında ( hesap gününe inanmayıp İnfak Allah’ın emri olduğu halde: Allah’ın rızasını gözetmeksizin, şirk aracılık müessesesini ihyası için veya insanlara gösteriş yapmak veya övünmek veya itibar kazanmak veya ben iyi bir insanım dedirtmek için iyilik yapanların/Allah’ı razı etmek dışında infak edenlerin) infâk ettikleri şeylerin durumu, kendilerine zulmeden bir kavmin, “kavurucu, dondurucu soğuk bir rüzgarına isabet ederek, böylece helâk ettiği” ekininin durumu gibidir. Allah, onlara zulmetmez, fakat onlar, (yeryüzüne sınanmak üzere gönderildiklerini bildikleri halde Allah’ın rızasını aramamakla ) kendi kendilerine zulmediyorlar.

3/ÂLİ İMRÂN-118: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû bitâneten min dûnikum lâ ye’lûnekum habâlâ(habâlen), veddû mâ anittum, kad bedetil bagdâu min efvâhihim, ve mâ tuhfî sudûruhum ekber(ekberu), kad beyyennâ lekumul âyâti in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).
Ey âmenû olanlar! Kendinizden (mü’minlerden) başkalarını sırdaş edinmeyin. Onlar sizi fesada düşürmekten geri kalmazlar ve size sıkıntı verecek şeyleri temenni ettiler. Kin ve öfkeleri ağızlarından (dökülen aleni sözlerinden) belli olmuştur. Göğüslerinde (içlerinde size karşı) gizledikleri şeyler (kinleri) daha da büyüktür. Akıl etmiş olsaydınız, size (önceki indirilmiş surelerde bu durumu) âyetleriyle açıklamıştık.

3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (mü’minler) böylesiniz, siz (Bkz ;Ali İmran suresi 104, 110 Siz Allah’ın hükmü ayeti gereği iyi niyetli olduğunuz için cehenneme atılmasınlar diye) onları seversiniz ve fakat onlar sizi sevmezler ve oysa siz (mutrafiler gibi müteşabih ve batıl olana değil) kitabın tamamına (yoksullara İnfak gibi muhkem olan ayetlerine de)  îmân edersiniz. Ve oysa onlar, (mutrafilerle işbirliği içindeki münafıklar) sizinle karşılaşınca “biz îmân ettik” dediler, ancak yalnız kaldıkları zaman ise, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: “Öfkenizden ölün.”Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

3/ÂLİ İMRÂN-120: İn temseskum hasenetun tesû’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’a(şey’en), innallâhe bi mâ ya’melûne muhît(muhîtun).
Şayet size bir hasenat (güzellik) dokunursa onları hüzünlendirir. Ve şayet size bir seyyiat (kötülük) isabet ederse, onunla ferahlanırlar (ona sevinirler). Ve eğer siz sabrederseniz ve takva sahibi olursanız, onların bu hileleri size hiçbir şeyle zarar veremez. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını (ilmi ile) kuşatandır (bilendir).

3/ÂLİ İMRÂN-121: Ve iz gadavte min ehlike tubevviul mu’minîne makâide lil kıtâl(kıtâli), vallâhu semîun alîm(alîmun).
Ve bir sabah erkenden ailenden ayrılmıştın, mü’minleri savaş için (uygun) mevzilere yerleştiriyordun. Ve Allah en iyi işiten, en iyi bilendir.

3/ÂLİ İMRÂN-122: İz hemmet tâifetâni minkum en tefşelâ vallâhu veliyyuhumâ ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
Sizden iki grup, (Allah’ın yardım etmeyeceğini düşünerek) korkaklık göstererek saflardan çözülmeye meyletmişti. Oysa Allah, o ikisinin de (iki grubun da) dostu ve yardımcısı idi.  Ve artık (hiçbir güce malik olmayan düzmece ilahları vekil edinmiş o müşriklerin aksine aktarılan kıssadan ibretle) mü’minler Allah’a tevekkül etsinler.

3/ÂLİ İMRÂN-123: Ve lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum ezilleh(ezilletun), fettekûllâhe leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve andolsun ki, Bedir (savaşında), siz (sayıca ve silahça) daha zayıf bir halde iken, Allah size yardım etti. Artık Allah’a karşı takva sahibi olun. Ve umulur ki böylece siz şükredersiniz!

3/ÂLİ İMRÂN-124: İz tekûlu lil mu’minîne e len yekfiyekum en yumiddekum rabbukum bi selâseti âlâfin minel melâiketi munzelîn(munzelîne).
O zaman mü’minlere (şöyle) diyordun: “Rabbinizin, indirilen meleklerden üç bini ile size yardım etmesi, size kâfi gelmiyor mu?”

3/ÂLİ İMRÂN-125: Belâ in tasbirû ve tettekû ve ye’tûkum min fevrihim hâzâ yumdidkum rabbukum bi hamseti âlâfin minel melâiketi musevvimîn(musevvimîne).
Bilâkis, eğer siz sabrederseniz ve takva sahibi olursanız ve onlar size aniden gelirlerse (saldırırlarsa), Rabbiniz bu nişaneli meleklerden beş bini ile size yardım eder.

3/ÂLİ İMRÂN-126: Ve mâ cealehullâhu illâ buşrâ lekum ve li tatmeinne kulûbukum bih(bihî), ve men nasru illâ min indillâhil azîzil hakîm(hakîmi).
Ve Allah, onu size müjde olması ve kalplerinizin onunla tatmin olmasından başka bir şey için yapmadı. Yardım ancak, Azîz ve Hakîm olan Allah’ın katındandır..

Ayetlerinde örneklendiği üzere; Aziz Allah geçmişte dönemlerde olduğu gibi Kuran indirilirken de müminlere “mucizeleri ile” yardım etmiştir. Ancak yaşanan mucizeler müşriklerin İslam’a lütfen tabi olması için değil bilakis; Kendi ilahlarının gücünü abartıp öven ve bir savaşta {Bkz Enfal suresi 49} “gerçek olan ilahın mutlaka galip ve muzaffer olacağını beyan eden” müşriklere karşı, savaş esnasında yaptığı mucizevi yardımlarla: Zaferlerin daima Hakk Allah’a ait olduğunu göstererek, böylece bu mucizelere şahit olan kimselerin de kalplerinin Allah’tan mutmain olması içindir. Bkz; Enfal suresi 9~13

3/ÂLİ İMRÂN-127: Li yaktaa tarafen minellezîne keferû ev yekbitehum fe yenkalibû hâibîn(hâibîne).
(Ve yapılan bu yardımlar İslama katılmaları için değil bilakis;), kâfirlerden bir kısmını size gelmelerinin önünü kesmek veya onları perişan etmek, böylece bozguna uğrayarak dönüp gitmeleri içindi.

3/ÂLİ İMRÂN-128: Leyse leke minel emri şey’un ev yetûbe aleyhim ev yuazzibehum fe innehum zâlimûn(zâlimûne).
Senin için (bu mucizelerden sonra İslama geçmek isteyen müşrikler hakkında sana verilmiş ayrı bir sorumluluk) ayrı bir emir yoktur. (Allah), ya onların tövbesini kabul eder veya onlara azap eder. Oysa onlar, gerçekten zalimlerdir.

Ali İmran suresi iniş sırasına göre 94. sıradadır. Savaş sonrası pişman olup İslam’a hicret etmek isteyen müşrik kimselerin af koşulları, 93. Sırada nüzul edilmiş olan Enfal suresi 68~75 ayetleri arasında teferruatlarıyla hüküm edilmiştir. İslam olacağına kanaat edilen samimi kişiler Ali İmran suresi 89,90 ayetlerinde vurgulandığı gibi samimi/nasuh tevbe etmeleri halinde ve {Bkz; Enfal suresi 68~75} “müminlerle birlikte ( İnfak sadaka zekat vb gibi) aynı kural ve koşullara tabi olup müşriklere karşı cihad etmeye katıldıkları takdirde, Allah tarafından affa tabi tutulacakları açıklanmıştır. Ve müminlere esir düşmüş ve malları ellerinden ganimet olarak alınmış olsa dahi; Şayet İslam’a hicret etmek isterlerse ve ettikten sonra mümin olduklarına kanaat getirildiği takdirde, geçmişte müşrik olan kimselerin mallarının tekrar iade edileceği açıklanmaktadır. Af koşulları Enfal suresinde detaylı hüküm edildiği için, Ali İmran suresi 128. ayetinde ayrıca/yeni/ilave bir emir hüküm edilmeyeceği açıklanmaktadır. Ve 113. sırada nüzul edilmiş olan Tevbe suresi 11~13. ayetleri arasında, İslam’a hicret etmek isteyen kimselerin af koşulları, “aynı sabit ana kurallar üzerinden” muhkem edilmiştir.

3/ÂLİ İMRÂN-129: Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), yagfiru li men yeşâu ve yuazzibu men yeşâ (yeşâu), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Dilediğini O mağfiret eder ve dilediğine de O azap eder. Ve Allah, Gafur’dur, Rahîm’dir.

3/ÂLİ İMRÂN-130: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulur ribâ ad’âfen mudâafeh (mudâafeten), vettekûllâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar! Faizi, kat kat artırarak yemeyin. Ve Allah’a karşı takva sahibi olun. Umulur ki böylece siz, felâha erersiniz.

3/ÂLİ İMRÂN-131: Vettekûn nârelletî uiddet lil kâfirîn(kâfirîne).
Ve kâfirler için hazırlanmış olan o ateşten sakının.

3/ÂLİ İMRÂN-132: Ve atîûllâhe ver resûle leallekum turhamûn(turhamûne).
Ve Allah’a ve Resûl’e itaat edin, umulur ki böylece siz rahmet olunursunuz.

3/ÂLİ İMRÂN-133: Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).
Ve Rabbiniz’den olan mağfirete ve genişliği yerler ve gökler kadar olan, muttekîler için hazırlanmış olan cennete koşun!

3/ÂLİ İMRÂN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
Onlar (muttekîler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler ve onlar öfkelerini yutanlardır (sabırla tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.

3/ÂLİ İMRÂN-135: Vellezîne izâ fealû fâhişeten ev zalemû enfusehum zekerûllâhe festagferû li zunûbihim, ve men yagfiruz zunûbe illâllâhu ve lem yusırrû alâ mâ fealû ve hum ya’lemûn (ya’lemûne).
Ve onlar (takva sahipleri), bir kötülük yaptıkları veya nefslerine zulmettikleri zaman Allah’ı zikrederler, hemen günahları için (aracılar Ve sahte ilahları yerine) yalnızca Allah’tan mağfiret dilerler. Ve Allah’tan başka kim günahları mağfiret eder. Ve o takva sahipleri ki yaptıkları şeylerde (hatalarda), bilerek ısrar etmezler.

3/ÂLİ İMRÂN-136: Ulâike cezâuhum magfiretun min rabbihim ve cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ve ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
İşte onların mükâfatları, Rab’lerinden mağfiret ve altlarından nehirler akan, içlerinde devamlı kalacakları cennetlerdir. (Böyle) amel edenlerin mükâfatları ne güzel!

3/ÂLİ İMRÂN-137: Kad halet min kablikum sunenun, fe sîrû fîl ardı fenzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Sizlerden önce (yaşamış bir çok kavimlerde) Allah’ın sünnetleri gelip geçti. (Bkz; Şuara 208 Kasas suresi 59; Allah’ın bir sünneti olarak iflah olmaz bir şirk toplumu olmuş o müşrik zalimler önce uyarıldı Ve ardından helak edildiler) Artık yeryüzünde gezin böylece (Allah’ın âyetlerini) yalanlayanların akıbeti nasıl olmuş bakın.

3/ÂLİ İMRÂN-138: Hâzâ beyânun lin nâsi ve huden ve mev’ızatun lil muttekîn(muttekîne).
Bu (âyetler), insanlar için bir açıklama ve bir hidayet ve takva sahipleri için bir öğüttür.

3/ÂLİ İMRÂN-139: Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Ve gevşemeyin ve mahzun olmayın! Eğer mü’min iseniz, üstün olan sizsiniz.

3/ÂLİ İMRÂN-140: İn yemseskum karhun fe kad messel kavme karhun misluh(misluhu), ve tilkel eyyâmu nudâviluhâ beynen nâs(nâsi), ve li ya’lemallâhullezîne âmenû ve yettehize minkum şuhedâe vallâhu lâ yuhibbuz zâlimîn(zâlimîne).
Eğer size bir yara dokunursa, o taktirde o kavme de, onun aynısı bir yara dokunmuştur. (O halde birlik olun) Allah’ın, âmenû olanları (cehd/cihad üzerinde sınayıp) belli etmesi ve sizden (içinizden mümin olanları) şahitler edinmesi için bu günleri, Biz, insanlar arasında döndürüp dolaştırırız. Ve Allah, zalimleri sevmez.

3/ÂLİ İMRÂN-141: Ve liyumahhisallâhullezîne âmenû ve yemhakal kâfirîn(kâfirîne).
Ve (bu cihad günleri), Allah’ın âmenû olanları temize çıkarması ve kâfirleri yavaş yavaş helâk etmesi içindir.

3/ÂLİ İMRÂN-142: Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ya’lemillâhullezîne câhedû minkum ve ya’lemes sâbirîn(sâbirîne).
Yoksa siz, Allah sizden cihad edenleri ve cihadda sabredenleri (amelleriniz üzerinde) belli etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

3/ÂLİ İMRÂN-143: Ve lekad kuntum temennevnel mevte min kabli en telkavhu, fe kad raeytumûhu ve entum tenzurûn(tenzurûne).
Ve andolsun ki siz, ölümü (şehit olmayı), onunla karşılaşmadan (yüzyüze gelmeden) önce, temenni ediyordunuz. İşte şimdi onu görmüş oldunuz. Ve (oysa) siz (şehit olarak ölmeyi) bekliyordunuz öyle değil mi?

3/ÂLİ İMRÂN-144: Ve mâ muhammedun illâ resûl(resûlun), kad halet min kablihir rusûl(rusûlu), e fein mâte ev kutilenkalebtum alâ a’kâbikum, ve men yenkalib alâ akıbeyhi fe len yadurrallâhe şey’â(şey’en), ve se yeczîllâhuş şâkirîn(şâkirîne).
Ve Muhammed sadece bir Resûl’dür. Ondan önce de resûller gelip geçmiştir. Şimdi O, ölür veya öldürülür ise, siz topuklarınız üzerinde (İslam’dan) geriye mi döneceksiniz? Kim topukları üzerinde geriye dönerse, bundan sonra Allah’a, asla hiçbir şeyle zarar veremez. Ve Allah, şâkirleri (aracısız yalnızca Allah’a/İslam’a şükredenleri) yakında mükâfatlandıracaktır.

3/ÂLİ İMRÂN-145: Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ(mueccelen), ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbel âhirati nu’tihî minhâ, ve se neczîş şâkirîn(şâkirîne).
Ve bir kimsenin, Allah’ın izni olmadan ölmesi olmamıştır (olamaz), o (ölüm), süresi tayin edilmiş bir yazıdır. Ve kim dünya sevabı isterse, kendisine ondan veririz, ve kim ahiret sevabı isterse, kendisine ondan veririz. Ve şâkirleri (İslam’a şükredenleri) yakında muhakkak mükâfatlandıracağız.

3/ÂLİ İMRÂN-146: Ve keeyyin min nebiyyin kâtele, meahu rıbbiyyûne kesîr(kesîrun), fe mâ vehenû li mâ asâbehum fî sebîlillâhi ve mâ daufû ve mestekânû vallâhu yuhibbus sâbirîn(sâbirîne).
Ve nebilerden niceleri var ki; onlarla birlikte birçok rıbbıyyun (ilim, irfan sahibi) de savaştı. Allah yolunda, kendilerine isabet eden şeyler (elem ve sıkıntılar) sebebiyle gevşemediler, zayıflık göstermediler ve boyun da eğmediler. Allah, (yolunda cihadda) sabredenleri sever.

3/ÂLİ İMRÂN-147: Ve mâ kâne kavlehum illâ en kâlû rabbenagfir lenâ zunûbenâ ve isrâfenâ fî emrinâ ve sebbit akdâmenâ vensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).
Ve onların sözleri: “Rabbimiz, bizim günahlarımızı mağfiret et ve işimizdeki israfımızı (rahmet ettiğin yeryüzü sınav fırsatındaki ömrümüzü gaflet ve azimsizlik ile israf ettiysek ) bağışla. Ve ayaklarımızı dinde sabit tut ve kâfirler kavmine karşı bize yardım et.” demekten başka birşey olmadı.

3/ÂLİ İMRÂN-148: Fe âtâhumullâhu sevâbed dunyâ ve husne sevâbil âhireh(âhireti), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
Böylece Allah, onlara dünya sevabını ve ahiret sevabınının en güzelini verdi. Ve Allah, muhsinleri sever.

3/ÂLİ İMRÂN-149: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tutîûllezîne keferû yeruddûkum alâ a’kâbikum fe tenkalibû hâsirîn(hâsirîne).
Ey âmenû olanlar! Eğer kâfirlere itaat ederseniz , sizi topuklarınız üzerinde geri çevirirler. O zaman “hüsrana uğramış olanların” haline dönersiniz.

3/ÂLİ İMRÂN-150: Belillâhu mevlâkum, ve huve hayrun nâsırîn(nâsırîne).
Hayır! (müşriklerin uydurma düzmece ilahlarının aksine) Sizin mevlânız (dostunuz) Allah’tır. Ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.

3/ÂLİ İMRÂN-151: Se nulkî fî kulûbillezîne keferûr ru’be bimâ eşrakû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânâ(sultânen), ve me’vâhumun nâr(nâru), ve bi’se mesvez zâlimîn(zâlimîne).
Allah’ın, hakkında bir sultan ( Sultan= yetkili demektir. Allah adına hüküm koyup değiştiren veya Allah’ın oğlu veya kızı olduğu iddiasında bulunup onların üzerinden hükümler uydurarak halkı kandıran veya yetki Vermediği halde af,mağfiret,hidayet rızıkları kısmetleri açma gaybı bildirme gibi Aziz Allah’ın ulûhiyet yetkilerinin kendi ellerinde olduğunu iddia eden böylece zikr yerine, uydurdukları emaniye hükümleriyle halkı kandıran günümüzde de hala yaşayan dini aracılar,ruhbanlar gibi sahte bir yetkiliyi ) delili olmadığı halde Allah’a ortak koşmaları sebebiyle, o kâfirlerin kalplerine korku vereceğiz. Ve onların sığınağı (gideceği yer), ateştir (cehennemdir). Ve zalimlerin kalacağı yer ne kötü.

3/ÂLİ İMRÂN-152: Ve lekad sadakakumullâhu va’dehû iz tehussûnehum bi iznih(iznihî), hattâ izâ feşiltum ve tenâza’tum fîl emri ve asaytum min ba’di mâ erâkum mâ tuhıbbûn(tuhıbbûne), minkum men yurîdud dunyâ ve minkum men yurîdul âhireh(âhirete), summe sarafekum anhum li yebteliyekum, ve lekad afâ ankum, vallâhu zû fadlin alel mu’minîn(mu’minîne).
Andolsun ki; Allah, size (müminlere) olan (yardım) vaadine sadık kaldı. Siz ancak O’nun (Allah’ın) izni ile onları perişan edip öldürüyordunuz. Fakat, Allah size sevdiğiniz şeyi (galibiyeti) gösterdikten sonra gevşeklik göstermiştiniz. Ve verilen emir hakkında nizaya (anlaşmazlığa) düştünüz ve isyan ettiniz. Sizden kiminiz (münafıklar) dünyayı istiyordu, kiminiz ahireti istiyordu (onlar şehit olana kadar yerlerinde kaldı/sabretti). Sonra sizi imtihan etiği o sırada (mağlubiyeti kabul edip) geri döndünüz ve andolsun ki, (buna rağmen Allah) sizi affetti. Ve Allah, mü’minlere karşı fazl sahibidir.

3/ÂLİ İMRÂN-153: İz tus’idûne ve lâ telvûne alâ ehadin ver resûlu yed’ûkum fî uhrâkum fe esâbekum gammen bi gammin li keylâ tahzenû alâ mâ fâtekum ve lâ mâ asâbekum, vallâhu habîrun bimâ ta’melûn(ta’melûne).
Siz (dağa çıkarak düşman birliklerinden) uzaklaşıyor ve dönüp ardınıza bile bakmıyordunuz, (Allah’ın) Resûl’ü ise sizi arkanızdan (savaş meydanına) çağırıyordu. İşte bu (kaçışınızdan) sonra Allah size gam üstüne gam (ağır belalar/sıkıntılar) isabet ettirdi ki, (Allah’ın vereceği bir belanın veya vereceği bir üzüntünün çok daha ağır olacağını düşünerek) bundan sonra elinizden çıkacak şeyler veya size isabet edecek şeyler için (geçmişte yaptığınız gibi artık) mahzun olmayın (endişelenmeyin) diye. Ve unutmayın ki; Allah tüm yaptıklarınızdan haberdardır.

3/ÂLİ İMRÂN-154: Summe enzele aleykum min ba’dil gammi emeneten nuâsen yagşâ tâifeten minkum, ve tâifetun kad ehemmethum enfusuhum yezunnûne billâhi gayrel hakkı zannel câhiliyyeh(câhiliyyeti), yekûlûne hel lenâ minel emri min şey’(şey’in), kul innel emre kullehu lillâh(lillâhi), yuhfûne fî enfusihim mâ lâ yubdûne lek(leke), yekûlûne lev kâne lenâ minel emri şey’un mâ kutilnâ hâhunâ, kul lev kuntum fî buyûtikum le berezellezîne kutibe aleyhimul katlu ilâ medâciihim, ve li yebteliyallâhu mâ fî sudûrikum ve li yumahhısa mâ fî kulûbikum, vallâhu alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Sonra (Allah), bu gamın arkasından sizin üzerinize sükûnet veren bir uyku indirdi ki bu içinizden (sadece) bir grubu sarıp kaplıyordu ve diğer (münafık) grup, (kaygıyla) canlarını önemsiyordu. Allah’a karşı cahiliyye zannı ile haksız zanda bulunuyorlardı: “Bu (savaş) emrinde bizim bir dahlimiz var mı?” (Bu savaş için bizimle müşavere edilip fikrimiz sorulmadığına göre bu savaştan bize ne) diyorlardı. Onlara; (İslam’da kişilerin fikri sorulmaz): “Muhakkak ki emirlerin hepsi Allah’ındır.” de. İçlerinde sana açıklamadıkları bir şey saklıyorlar. “Bu emirde bizden de bir şey (sorumluluk) olsaydı (bu savaş için önceden bizimle müşavere edilseydi, fikrimiz sorulsaydı karşı çıkardık ve şimdi pisipisine) burada öldürülmezdik.” diyorlar. Eğer siz, evlerinizde bile olsaydınız, üzerlerine katl (öldürülmeleri) yazılmış olanlar, yatacakları yere (sınanacakları ve ölüp düşecekleri o savaş meydanına) mutlaka çıkıp giderlerdi. (Bu) Allah’ın sizin sinelerinizde olanı (savaş meydanında/ameller üzerinde) sınamak ve kalplerinizde olanı ( amellerde) açığa çıkararak sizi temize çıkarması içindir. Ve Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.

3/ÂLİ İMRÂN-155: İnnellezîne tevellev minkum yevmel tekal cem’âni, inne mestezellehumuş şeytânu bi ba’di mâ kesebû, ve lekad afâllâhu anhum innallâhe gafûrun halîm(halîmun).
Muhakkak ki, iki topluluğun karşılaştığı o gün, (savaş meydanında) içinizden bir kısmı yüz çevirdi, oysa şeytan, ( geçmişte) kazandıkları bazı şeylerden ( sevaplarından) dolayı, onları zillete düşürmek istedi. Ve (sonra hatalarını anlayıp tevbe ettikleri için) and olsun ki, Allah onları affetti. Muhakkak ki Allah Gafûr’dur, Halîm’dir.

3/ÂLİ İMRÂN-156: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tekûnû kellezîne keferû ve kâlû li ıhvânihim izâ darabû fîl ardı ev kânû guzzen lev kânû indenâ mâ mâtû ve mâ kutilû, li yec’alallâhu zâlike hasreten fî kulûbihim vallâhu yuhyî ve yumît(yumîtu), vallâhu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
Ey âmenû olanlar! Siz, yeryüzünde sefere çıkmış veya gâzi olan kardeşleri için “Eğer bizim yanımızda olsaydılar ölmezler ve öldürülmezlerdi.” diyen ( Bkz Ali İmran 167,168 o münafık) kâfirler gibi olmayın! Allah, bunu onların kalplerinde bir hasret kılmak (yeryüzündeyken işledikleri cürümı için ahirette yaşayacakları büyük pişmanlığı yaşamaları) için yaptı. Ve Allah yaşatır ve öldürür. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.

3/ÂLİ İMRÂN-157: Ve lein kutiltum fî sebîlillâhi ev muttum le magfiretun minallâhi ve rahmetun hayrun mimmâ yecmeûn(yecmeûne).
Ve eğer siz, Allah’ın yolunda öldürülür veya ölürseniz, mutlaka Allah’tan mağfiret ve rahmet vardır, bu onların topladıklarından (dünya malından) daha hayırlıdır.

3/ÂLİ İMRÂN-158: Ve lein muttum ev kutiltum le ilâllâhi tuhşerûn(tuhşerûne).
Ve elbette, ölseniz de öldürülseniz de mutlaka Allah’a haşr olunacaksınız (Din gününde, izin günü Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. (Bkz: Meryem suresi 66-98).

3/ÂLİ İMRÂN-159: Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlik(havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr(emri), fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), innallâhe yuhibbul mutevekkilîn(mutevekkilîne).
O zaman, Allah’tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda (Bkz; Ali İmran suresi 154 geçmişte savaş meydanından sıvışmak için fikrimiz sorulmadı diyerek bahane bulmamaları ve böylece ameller üzerinde sınav/imtihan sorumluluğundan herhangi bir bahane ile kaçmamaları adına) artık onlarla muşavere et (onlara da danış). Ancak (Allah’ın emri ile/Allah’ın şeriatı ile) Bir işe Azmettiğin zaman, sen Muhakkak Allah’a tevekkül et. Muhakkak ki Vekil Allah, (emri üzerinde müşavere edenleri değil verdiği emir üzerinde tereddüt etmeden)kendisine tevekkül edenleri (güvenenleri) sever.

3/ÂLİ İMRÂN-160: İn yansurkumullâhu fe lâ gâlibe lekum, ve in yahzulkum fe menzellezî yansurukum min ba’dih(ba’dihi), ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).
Eğer Allah size yardım ederse, o zaman sizi yenecek yoktur. Ve eğer sizi yardımsız (yüz üstü) bırakırsa, ondan sonra (gece gündüz müşavere etseniz bile) size kim yardım eder. Öyleyse mü’minler, Allah’a tevekkül etsinler (Allah’a güvensinler).

3/ÂLİ İMRÂN-161: Ve mâ kâne li nebiyyin en yagull(yagulle), ve men yaglul ye’ti bimâ galle yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn(yuzlemûne).
Ve bir Nebi için “ganimet malından gizlice alması” mümkün olamaz. Ve kim ganimet malından gizlice alırsa (yetimlerin yoksunların haklarına hıyanet ederse), kıyâmet günü o, gizlice aldığı şey ile gelir. Sonra herkese kazandığı şey ödenir ve onlar zulmedilmezler.

Savaşta elde edilen ganimetlerin kimlere ve nasıl pay edileceği 8/Enfal suresi 41. ayetinde belirtilmiş ve bu husus ayrıca bkz: Enfal suresi âyetleriyle tafsilatlı ayrıntılanmıştır. Ayrıca fey için ( savaşılmadan elde edilen ganimet için) Bkz; Haşr suresi 7~10

3/ÂLİ İMRÂN-162: E femenittebea rıdvânallâhi ke men bâe bi sehatin minallâhi ve me’vâhu cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr(masîru).
Artık, Allah’ın rızasına tâbî olan kimse, Allah’dan gazaba uğramış ve barınacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? Ve (o) ne kötü varış yeri.

3/ÂLİ İMRÂN-163: Hum derecâtun indallâh(indallâhi), vallâhu basîrun bi mâ ya’melûn(ya’melûne).
Onların (Allah’ın rızasına tâbî olanların) kazandıkları dereceler, Allah’ın katındadır. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir.

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Andolsun ki Allah, mü’minlerin (başlarının) üzerine bir ni’met olmak üzere kendilerinden olan ( gönderdiği kavmin içinden bir kişiyi) resûl beas eder. O Resul onlara O’nun (Allah’ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (aracıların düzmece ilahlarını Allah’a eş koşanlar ) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.

3/ÂLİ İMRÂN-165: E ve lemmâ asâbetkum musîbetun kad asabtum misleyhâ, kultum ennâ hâzâ, kul huve min indi enfusikum innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ve (müşriklere) iki mislini isabet ettirdiğiniz bir musibet, size isabet ettiği zaman: (Aziz Allah’ı sorumlu kılarak) “Bu nasıl oldu?” dediniz. De ki:”O sizin kendi nefslerinizin kusurudur.” (Kendi hatanızın sonucudur) Muhakkak ki Allah, her şeye kaadirdir.

3/ÂLİ İMRÂN-166: Ve mâ asâbekum yevmel tekal cem’âni fe bi iznillâhi ve li ya’lemel mu’minîn(mu’minîne).
Ve fakat iki topluluğun karşılaştığı o gün, size isabet eden şey, (yine de) Allah’ın izniyleydi ve bu (diliyle söylediği halde Allah’a tevekkül etmemiş ve böylece kendi hatasından doğan bir musibette bile kalbindeki nifak yüzünden hemen Allah’ı sorumlu tutarak Allah’ı musibeti önlemede aciz addeden münafıkları açığa çıkarıp) o ahsen mü’minlerin belirlemesi içindi. {bkz; O ahsen müminler Ali İmran 172~174}

3/ÂLİ İMRÂN-167: Ve li ya’lemellezîne nâfekû, ve kîle lehum teâlev kâtilû fî sebîlillâhi evidfeû kâlû lev na’lemu kıtâlen letteba’nâkum, hum lil kufri yevmeizin akrabu minhum lil îmân(îmâni), yekûlûne bi efvâhihim mâ leyse fî kulûbihim, vallâhu a’lemu bi mâ yektumûn(yektumûne).
Ve nifak çıkaranları bilmesi (münafık olanların belirlenmesi) içindi. Ve onlara: “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunun.” denildiği zaman, “Biz harp (etmeyi) bilseydik, elbette size tâbî olurduk (sizinle gelirdik).” dediler. İzin günü onlar, {bkz:Meryem 66-98) îmândan çok küfre yakındırlar. Onlar, (münafıklar) kalplerinde olmayan şeyi ağızlarıyla söylüyorlar. Ve Allah, onların gizledikleri şeyi çok iyi bilir

3/ÂLİ İMRÂN-168: llezîne kâlû li ihvânihim ve kaadû lev atâûnâ mâ kutil(kutilû), kul fedreû an enfusikumul mevte in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Onlar (münafıklar), kendileri oturdukları (savaşa gitmedikleri) halde, savaşa katılan kardeşleri için: “Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi.” dediler. (Onlara) de ki: “Eğer (sözünüzde) sâdık kimselerseniz, haydi ölümü kendinizden savın.”

3/ÂLİ İMRÂN-169: Ve lâ tahsebennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâtâ(emvâten), bel ahyâun inde rabbihim yurzekûn(yurzekûne).
Ve Allah’ın yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanmayın. Hayır, (onlar) hayydırlar (canlıdırlar), Rab’lerinin katında rızıklandırılırlar.

3/ÂLİ İMRÂN-170: Ferihîne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî, ve yestebşirûne billezîne lem yelhakû bihim min halfihim, ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Onlar, ki; Allah’ın onlara kendi fazlından verdiği şeyle ferahlarlar. Ve arkalarından henüz kendilerine katılmayan (henüz şehit olmayan) kimselere de;, “onlara bir korku olmayacağını ve onların asla mahzun olmayacaklarını” müjdelemek isterler.

3/ÂLİ İMRÂN-171: Yestebşirûne bi ni’metin minallâhi ve fadlin, ve ennallâhe lâ yudîu ecrel mu’minîn(mu’minîne).
Onlar, Allah’tan olan ni’meti, (Kuran’ı) ve fazlı (müminlere yardım ve himayesini) ve “Allah’ın mü’minlerin mükâfatını zayi etmeyeceğini” müjdelemek isterler.

3/ÂLİ İMRÂN-172: Ellezinestecâbû lillâhi ver resûli min ba’di mâ asâbehumul karh(karhu), lillezîne ahsenû minhum vettekav ecrun azîm(azîmun).
Onlar (o mü’minler) ki, kendilerine yara isabet ettikten sonra bile Allah’ın ve Resûl’ün davetine icabet ettiler. Onlardan takvaya ulaşan o ahsen olanlar için “Azîm Ecir (sürekli cennet hayatı mükafatı)” vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-173: Ellezîne kâle lehumun nâsu innen nâse kad cemeû lekum fahşevhum fe zâdehum îmânâ(îmânen), ve kâlû hasbunâllâhu ve ni’mel vekîl(vekîlu).
O (ahsen) kimseler ki, insanlar onlara: “Muhakkak ki, insanlar, size saldırmak için toplandılar. Artık onlardan korkun.” dedikleri zaman bile, (bu söz), onların îmânını artırdı. Ve “Allah bize kâfîdir ve O, ne güzel vekildir.” dediler.

3/ÂLİ İMRÂN-174: Fenkalebû bi ni’metin minallâhi ve fadlin lem yemseshum sûun, vettebeû rıdvânallâh(rıdvânallâhi), vallâhu zû fadlin azîm(azîmin).
Böylece onlara bir kötülük dokunmadan, Allah’tan bir nimet ve fazl ile geri döndüler. Ve Allah’ın rızasına tâbî oldular. Ve Allah “Büyük Fazıl” sahibidir.

3/ÂLİ İMRÂN-175: İnnemâ zâlikumuş şeytânu yuhavvifu evliyâ’eh(evliyâ’ehu), fe lâ tehâfûhum ve hâfûni in kuntum mu’minîn(mu’minîne).
Fakat şeytan, ancak kendi (müşrik ve münafık) dostlarını korkutur. Artık onlardan korkmayın ve eğer sizler mü’min iseniz, (sadece) Allah’tan korkun.

3/ÂLİ İMRÂN-176: Ve lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufr(kufri), innehum len yadurrûllâhe şey’â(şey’an), yurîdullâhu ellâ yec’ale lehum hazzan fîl âhireh(âhireti), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Ve o küfre koşanlar seni mahzun etmesin. Muhakkak ki onlar, Allah’a hiçbir şey ile asla zarar veremezler. Çünkü Allah, onlara ahirette bir nasip vermemeyi diliyor. Ve onlar için “Büyük Azap” vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-177: İnnellezîneşteravul kufra bil îmâni len yedurrûllâhe şey’â(şey’en), ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Muhakkak ki îmân karşılığında o küfrü satın alanlar, Allah’a hiçbir şey ile asla zarar veremezler. Ve onlar için “Elîm Azap” vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-178: Ve lâ yahsebennellezîne keferû ennemâ numlî lehum hayrun li enfusihim, innemâ numlî lehum li yezdâdû ismâ(ismen), ve lehum azâbun muhîn(muhînun).
Ve sakın o kâfirler, onlara (yeryüzünde) mühlet vermemizi, kendileri için bir hayır sanmasınlar. Sadece günahlarını artırmaları ve yığıp biriktirmeleri için onlara mühlet veriyoruz. Ve çünkü onlar için akibet edilen ”Alçaltıcı büyük Azap “ vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-179: Mâ kânallâhu li yezerel mu’minîne alâ mâ entum aleyhi hattâ yemîzel habîse minet tayyib(tayyibi), ve mâ kânallâhu li yutliakum alel gaybi ve lâkinnallâhe yectebî min rusulihî men yeşâu fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve in tu’minû ve tettekû fe lekum ecrun azîm(azîmun).
Allah, habis olanı, temiz olandan (mü’min olanı, mü’min gözükenden) ayırıncaya kadar mü’minleri, sizin bulunduğunuz hâl üzere (mü’min olanla mü’min gözükenin bir arada olduğu bir durumda sınamadan öylece) terk edecek değildir. Ve Allah sizi gayba muttali edecek (kimin mümin kalacağını kimin münafık olacağını/gaybı bildirecek) değildir. Ve lâkin Allah, resûllerinden dilediği kimseyi seçer (gaybı o resûlüne bildirir). O halde, Allah’a ve O’nun resûllerine îmân edin. Ve eğer âmenû olur ve takva sahibi olursanız, o zaman sizin için “Büyük Ecir” vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-180: Ve lâ yahsebennellezîne yebhalûne bi mâ âtâhumullâhu min fadlıhî huve hayran lehum, bel huve şerrun lehum se yutavvekûne mâ bahilû bihî yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), ve lillâhi mîrâsus semâvâti vel ard(ardı), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Ve Allah’ın kendi fazlından onlara verdiği şeyleri, (mutrafiler gibi Allah rızası için Allah yolunda infak etmeyip) cimrilik edenler, sakın zannetmesinler ki o, kendileri için hayırdır. Bilâkis o, onlar için o bir şerrdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacak. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah, yaptığınız şeylerden haberdar olandır.

3/ÂLİ İMRÂN-181: Lekad semiallâhu kavlellezîne kâlû innallâhe fakîrun ve nahnu agniyâu se nektubu mâ kâlû ve katlehumul enbiyâe bi gayri hakkın, ve nekûlu zûkû azâbel harîk(harîki).
Andolsun ki: “Muhakkak ki Allah fakirdir, biz zenginiz” diyen o (kibirli mutrafi) kimselerin sözünü Allah işitti. Biz onların söylediklerini ve geçmişte de peygamberlerini haksız yere öldürmelerini (amel defterlerine) yazdık. Ve onlara: “yakıcı azabı tadın” diyeceğiz.

3/ÂLİ İMRÂN-182: Zâlike bimâ kaddemet eydîkum ve ennallâhe leyse bi zallâmin lil abîd(abîdi).
İşte bu (azap), Allah kullara zulmedici olduğundan değil, bilakis yeryüzünde ellerinizle takdim ettiğiniz şeyler sebebiyledir. Diyeceğiz.

3/ÂLİ İMRÂN-183: Ellezîne kâlû innallâhe ahide ileynâ ellâ nu’mine li resûlin hattâ ye’tiyenâ bi kurbânin te’kuluhun nâr(nâru), kul kad câekum rusulun min kablî bil beyyinâti ve billezî kultum fe lime kateltumûhum in kuntum sâdıkîn(sâdıkîne).
Onlar, “Muhakkak ki; “Ateşin yiyeceği bir kurbanı bize getirinceye kadar, hiçbir Resûl’e“ îmân etmememiz hususunda Allah bize ahdetti” dediler. (Allah’a sunulan kesimlik hayvanların sadece müşrik mutrafilere hibe verilmesi için Allah bizden söz aldı. Bu yüzden, Eğer Bir Resul bize bu hakkı tanıyorsa ona iman ederiz dediler.) Onlara de ki: “Benden önceki Resûller, beyyinelerle (Allah’ın beyanlarıyla) gelmişlerdi. Eğer siz sâdıklar iseniz; (Allah geçmişte tüm kesimlik hayvanların size hibe edilmesini Resul’leri ile size beyan ettiyse eğer doğru söyleyenler) iseniz, o halde geçmişte onları (sizin lehinize o beyanları getirmiş olan Resul’leri) niçin öldürdünüz.!?

Hayvanları ve bitkileri insanların faydalanması adına yaratan Malik-el Mülk Allah, yaratıcı payı olarak nimetlerden bir pay ayrılmasını ve o payı Allah hakkı olarak yoksunlara dağıtılmasını ayetiyle şart koşar. Kuran’da, mahsüller veya kesimlik hayvanlar gibi nimetlerin üzerinde Allah’ın isminin anılması veya Allah’ın isminin zikredilmesi deyimleri, yaratıcının bu nimetleri bahşettiği için şükürle anılmasını ve kenz etmeden Allah payının/hakkının yoksunlara dağıtılması hususunu ifade eder. Bkz: Enam 136~141 Örneğin, ayetinde şöyle ifade edilir;  Müşrikler O’nun (Allah’ın) yaratıp, çoğalttığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah için pay ayırdılar. Ve böylece kendi zanlarınca: “Bu Allah için ve bu da ortaklarımız için.” dediler. (Halkı böyle kandırdılar) Fakat (nedense) ortakları için (aracı ilahlar için) ayırdıkları pay Allah’a ulaşmaz ama Allah için olan; o, pay da onların ortakçı ilahlarına ulaşır. Hükmettikleri şey ne kötü. Enam suresi136 .. Yahudi ve Hristiyan din adamları bugünkü Tevrat ve İncilde de mevcuttur Ondalık tabir edilen ve Halktan; Allah payı ve aracı payı adı altında, Hayvan cinsinden “Tanrıya kurban sunusu” ismiyle vergiler alıyorlardı. (Aynı şekilde Arap mutrafiler de kendilerine tabi olanlardan pay alıyorlardı). Hayvanlarından pay vermedikleri takdirde; Tanrının üzerlerine salgın hastalıklar,tarlalarına afetler, hastalıklar ve çeşitli belalar göndereceğini korkuyla telkin ederek insanları aldatıyorlardı.. Oysa iki pay da, şirk sömürü düzenini kurgulamış olan {bkz: Zuhruf suresi 23,31} şehrin mutrafilerine/elit ileri gelenlerine ve onların suç ve çıkar payandası olan ruhban aracılara gidiyordu. {bkz:Enam 137}: O dönemin müşrikleri, kendi düzenlerine karşı çıkan kişilere “kendi ırkından öz evlatları dahi olsa” katli vaciptir diye ölüm fetvası verdiler . Hacc 28. Ayetinde Hacc’da kesilen hayvanların aracılara değil bilakis yoksullara dağıtılıyor olduğunu, kulların bizzat kendi gözleriyle görüp şahit olmaları gerekliliği, buyurulmaktadır. Ayetlerinden idrak etmek gerekir ki; Hz İbrahim (A.S)’dan beri varolan bir hüküm olarak, “kesimlik hayvanlar üzerinden alınan aracı payları” önemle reddedilmektedir. Ve kurbanlıkları iç etmek isteyen mutrafi müşriklerin yalanları da böylece Ali İmran suresi 183. ayetiyle ortaya dökülmektedir.

3/ÂLİ İMRÂN-184: Fe in kezzebûke fe kad kuzzibe rusulun min kablike câu bil beyyinâti vez zuburi vel kitâbil munîr(munîri).
Artık seni yalanlarlarsa (üzülme), halbuki, senden önceki, Allah’ın indirdiği açık belgeleri, yazılı sayfaları ve nurlu kitapları getiren tüm resûller de (senin gibi) yalanlanmıştı.

3/ÂLİ İMRÂN-185: Kullu nefsin zâikatul mevt(mevti), ve innemâ tuveffevne ucûrekum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), fe men zuhziha anin nâri ve udhılel cennete fe kad fâz(fâze), ve mâl hâyâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri).
Her nefs, ölümü tadıcıdır ve lâkin ecirleriniz (amellerinizin karşılığı) kıyamet günü ödenir. O vakit kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa o takdirde o kurtulmuştur. Ve dünya hayatı, aldatıcı (geçici bir sınav) metasından başka bir şey değildir.

3/ÂLİ İMRÂN-186: Le tublevunne fî emvâlikum ve enfusikum ve le tesmeunne minellezîne ûtûl kitâbe min kablikum ve minellezîne eşrakû ezen kesîrâ(kesîran), ve in tasbirû ve tettekû fe inne zâlike min azmil umûr(umûri).
Mallarınız ve canlarınız hususunda siz mutlaka imtihan olunacaksınız. Sizden önce kitap verilenlerden ve o şirk koşanlardan elbette birçok incitici sözler duyacaksınız. Eğer siz sabrederseniz ve takva sahibi olursanız, ki bu muhakkak, işlerin “âzim” olanlarındandır.

3/ÂLİ İMRÂN-187: Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûneh(tektumûnehu), fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe bi’se mâ yeşterûn(yeşterûne).
Ve Allah, kitap verilenlerden ( Kitabın indirildiği geçmiş dönemdeki, Yahudi ve hristiyan topluluklarından), “Onu (Allah’ın beyanlarını) mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz.” diye, misâk almıştı. Fakat onu (misâkı), arkalarına attılar ve (sözlerini tutmadıkları gibi kesimlik hayvanların mutrafilere verilmesi gibi hükümler ekleyerek ) onu az bir değere sattılar. Oysa yaptıkları alışveriş ne kötü.

3/ÂLİ İMRÂN-188: Lâ tahsebennellezîne yefrahûne bi mâ etev ve yuhıbbûne en yuhmedû bi mâ lem yef’alû fe lâ tahsebennehum bi mefâzetin minel azâb(azâbi), ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Getirdikleri şey ile ( Bu Kitap veya hüküm haktandır diyerek, doğrusunu gizleyip, gerçeği açıklamayarak uydurduklarıyla) ferahlayan ve yapmadıkları ile (şefaat ve hidayet ediyoruz diyerek) övünmeyi seven kimseler bundan sonra sakın zannetmesinler ki onların azaptan kurtulacak bir yerleri olacak. Ve onlar için “Elîm Azap” vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-189: Ve lillâhi mulkus semâvâti vel ard(ardı), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Ve göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Ve Allah her şeye kaadirdir.

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, (tüm bu mükemmel yaratıda) ulûl elbab için elbette âyetler (ahiretin de yaratılmış olabileceğine dair deliller) vardır.

Hem Arap, hem Ehli kitap anılan Hristiyan ve yahudi müşrikler ahiret alemine inanmadıkları için, Kuran’ın birçok sure ve ayetinde; Yeryüzü yaratılışından örnekler verilerek “Tüm yeryüzünü en ince ayrıntısına kadar mükemmel bir şekilde yoktan yaratmaya muktedir olan Allah, o halde ahireti de yaratmaya muktedir değil mi ? Yasin 81” sorusundaki mantık ile kulları tefekküre davet eder ve ahirete iman için mutlaka yaratılıştaki mükemmelliğe bakıp ibret alınmasını öğütler. Ve {Bkz;Vakıa suresi 62} ayetinde, “Allah’ın ahiret alemini yaratabilecek kudrette olmadığını düşünen müşriklere” buyurduğu gibi; yeryüzü Neşet’ini/dünya yaratılışını gördüğünüz halde, dünya neşetini  yoktan var etmiş olan Allah, o halde ahiret alemini/Neşetini de var edemez mı? O halde hala Niçin hala tezekkür etmiyorsunuz? sorularıyla kullarını hem tefekküre {Bkz Rad 3} hem de tezekküre davet etmektedir.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar, ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah’ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (müşriklerin iman ettiği gibi/ahiretsiz yaşam sürdürülen tek bir mekan olarak ) yaratmadın. Sen Subhan’sın, artık Sen bizi ahiret ateşinin azabından koru. Derler.

3/ÂLİ İMRÂN-192: Rabbenâ inneke men tudhılin nâre fe kad ahzeyteh(ahzeytehu), ve mâ liz zâlimîne min ensâr(ensârin).
Ey Rabbimiz! Muhakkak ki Sen, kimi ateşe sokarsan artık onu hakir ve rezil etmişsindir. Zalimler için bir yardımcı yoktur.

3/ÂLİ İMRÂN-193: Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).
Rabbimiz! Muhakkak ki biz, “Rabbiniz’e âmenû olun” diye îmâna davet eden davetçiyi işittik, böylece îmân ettik Rabbimiz artık bizim günahlarımızı mağfiret et, seyyiatlarımızı ört ve bizi ebrar olan (Allah’a aracısız teslim olmuş/ Allah’ı birleyen cennetlik) kullarınla beraber vefat ettir.

3/ÂLİ İMRÂN-194: Rabbenâ ve âtinâ mâ vaadtenâ alâ rusulike ve lâ tuhzinâ yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), inneke lâ tuhliful mîâd(mîâde).
Rabbimiz! Resûllerin vasıtasıyla bize vaad ettiğin şeyleri bize ver ve kıyamet günü bizi rezil ve perişan etme. Muhakkak ki sen vaadinden dönmezsin.

3/ÂLİ İMRÂN-195: Festecâbe lehum rabbuhum ennî lâ udîu amele âmilin minkum min zekerin ev unsâ, ba’dukum min ba’d(ba’dın), fellezîne hâcerû ve uhricû min diyârihim ve uzû fî sebîlî ve kâtelû ve kutilû le ukeffirenne anhum seyyiâtihim ve le udhılennehum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâr(enhâru), sevâben min indillâh(indillâhi) vallâhu indehû husnus sevâb(sevâbi).
O zaman Rab’leri, onların dualarına icabet etti. (Şöyle buyurdu): Sizden erkek veya kadın amel edenin amelini, Ben kesinlikle zayi etmem. Siz birbirinizdensiniz. (İslam’a) Hicret edenlerin, ve (İslam’a hicret ettiği için) yurtlarından çıkarılanların, Ben’im yolumda işkenceye uğrayanların, savaşanların ve öldürülenlerin seyyiatlarını mutlaka örteceğim. Ve onları mutlaka, altlarından nehirler akan cennetlere sokacağım, Allah’ın katından bir mükâfat olarak. Ve Allah, O’nun katında mükâfatların en güzelidir.

3/ÂLİ İMRÂN-196: Lâ yegurranneke tekallubelluzîne keferû fîl bilâd(bilâdi).
Kâfirlerin beldeler arasında (fitne için ve fitne içinde çoğunluk olarak yeryüzünde gezip) dolaşmaları, sakın seni aldatmasın.

3/ÂLİ İMRÂN-197: Metâun kalîlun summe me’vâhum cehennem(cehennemu), ve bi’sel mihâd(mihâdu).
(Bu dünya hayatı) Az bir metâdır. Sonra onların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü bir döşektir.

3/ÂLİ İMRÂN-198: Lâkinillezînettekav rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ nuzulen min indillâh(indillâhi), ve mâ indallâhi hayrun lil ebrâr(ebrâri).
Fakat Rab’lerine karşı takva sahibi olanlar…Onlar için altlarından nehirler akan, içinde ebediyen kalacakları cennetler, Allah tarafından ziyafet sofraları vardır.Ve Allah’ın katında olan şeyler, ebrar için (Allah’ı birleyen amenü kullar için) daha hayırlıdır.

3/ÂLİ İMRÂN-199: Ve inne min ehlil kitâbi le men yu’minu billâhi ve mâ unzile ileykum ve mâ unzile ileyhim hâşiîne lillâhi, lâ yeşterûne bi âyâtillâhi semenen kalîlâ(kalîlen), ulâike lehum ecruhum inde rabbihim innallâhe serîul hısâb(hısâbi).
Ve muhakkak ki kitap ehlinden öyle kimseler de vardır ki; Hem siz hem de onlar için indirmiş olduğumuz bu hükümlere (Zik’e/Kuran hükümlerine) mutlaka îmân ederler. Allah’a karşı huşû duyarlar. Allah’ın âyetlerini az bir değere satmazlar. İşte onlar, onların mükâfatları, Rab’lerinin katındadır. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir.

3/ÂLİ İMRÂN-200: Yâ eyyuhâllezîne âmenusbirû ve sâbirû ve râbitû vettekûllâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar! (Allah’a iman ve teslim olanlar ) Sabredin ve sabır sahibi olun! Ve râbıta kuranlar olun (Allah’a Zikri Kuran ile aracısız yönelip, O’na dua edip, O’na secde ve itaat ederek bağ kuranlardan olun)! Ve Allah’a karşı takva sahibi olun! Umulur ki böylece siz de felâha erenlerden olursunuz.